
Gompleksliyim, diklenirim

Son günlerde mizah dergileri, internet siteleri ve en sonunda muhalefet partisi liderleri de bu benzerlik üzerine kafa yormaya başladı.
Ne diyor filminde Recep İvedik: Gompleksliyim, asabiyim ama perdelerimi kaldırdığımda da kedi gibi bir insanım.
Peki diğer Recep Davostan dönüşte ne demişti: Yumuşak başlıyım ama uysal koyun değilim.
Gramer yapısı ve düşünce silsilesinde benzerlik olsa da iki cümlenin çıkış ve varış noktaları biribirinin zıttı. Biri gompleksli ve asabi olduğundan yola çıkıp sonunda kedi gibi yumuşak olduğunu söylüyor. Diğeri yumuşak başlı olduğunu iddia edip sonra da aslında asabi olduğunu belirtiyor.
İvedik olan Recep gompleksliyim dese de filmde kendi magandalığıyla son derece barışık bir tipleme sergiliyor.

Diğer Recep ise kendisine yönelik hiçbir espriyi, yakıştırmayı ve eleştiriyi kabullenemeyecek kadar gompleksli olduğu için sürekli mahkemelere koşturuyor. Mizah dergilerine, siyasi muhattaplarına tazminat davası açıyor. Mizahtan çakmıyor. Mizah ile hakareti bir zannediyor. Ya mizahın hakaret olmadığını anlayamayacak kadar kaba bir zihin yapısı, ya da ciddi bir gomplekslilik durumu söz konusu.
Özaldan Tayyipe küfür çizgisi
Sağcı politikacılar halktan geldiklerini vurgulamak için hep lümpenliği öne çıkarırlar. Bu yüzden sağcı hep şiveli konuşur. Sakıp Sabancının çok düz bir Türkçesi olmasına rağmen bir komedyen gibi hep Kayseri ağzıyla konuşması veya Demirelin kendine has tavırları buna örnektir.
Bu sahtekarlığı yutarsak şöyle dememiz gerekir: Vay be ne halk adamı. Ne kadar da köylü. Nasıl da küfürlü, patavatsız konuşuyor?
Ancak sağcıların böyle olmasına bakmayın. Halktan değillerdir. Halkla temasları küfür ve tersleme anlarında kurulur. Sonradan görme ceberrut patron ne kadar işçiye yakınsa, sağcı politikacı da -her ne kadar halktan çıksa da- halka o kadar yakındır.
Hayatlarındaki her karar, aldıkları her tavır zenginler sofrasında kararlaştırılır. Özalın da dediği gibi ben zengini severim tavrı asla değişmez. Hepsi zenginlere özenir, daha zengin olmak ister. Bunun için siyaseti, halkın değerlerini kullanır, her şeyi satabilir.
Zenginlerin en tepesindeki ABD ise en korktukları en saydıkları efendileridir.
Sağın küfürbazlığı halka işler. Yücelttikleri halk kültürü değil, halka hor davranma kültürüdür.
Sağdaki küfür çizgisi 1950den beri hiç değişmedi. Değişen tek şey küfürbazlığın düzeyi oldu. Gittikçe arttı.
Özalı hatırlarsak, hiç utanmadan küçük Turguttan, teyzelerin amcalara dönüşüm sürecinden bahsederdi. Dönemin mizah dergisi Gırgır bile Özalın sözlerini sansürlü yayınlamak zorunda kalırdı.
Bu küfürbazlık aynı zamanda liberalizmin hesap vermemek ve hırsızlığı fütursuzca savunmak kültürüyle eşgüdümlüdür. Sağcı, gazetecilere, muhaliflere ve kendisini eleştirenlere küfür ederken şunu belirtmiş oluyordu: Hiçbir utanmam yok. İstediğim gibi konuşurum. İstediğim gibi de çalarım.
Bu çizgi Recep Tayyip ile aşırıya vardı. Takmamazlık, hesap vermezlik, utanmazlık iyice meziyete dönüştü.
Atatürk köylü milletin efendisidir diyordu. Çünkü millete ve köylüye hesap verme kültürünü taşıyan bir devrimciydi.
Recep ise köylüye ananı da al git derken tıpkı bir toprak ağası gibidir. Onun şakşakçıları ve yalakaları Tayyipin bu tavrından ne kadar sert, delikanlı ve halktan olduğunu çıkarıp, onu ayakta alkışlamıştılar.
Elbette ki bir toprak ağası marabayla aynı şiveyi konuşur. Ama marabayı insandan bile saymaz.
Zaten Recepin aklına ilk gelen şey bu köylü hangi cüretle bana karşı çıkabilir düşüncesiydi. Dolayısıyla öfkesi ve kızgınlığı hemen bel altı ve anaları muhattap alan küfürlere neden oldu.
Küfürbazlığın hele analara küfür etmenin halk kültürüyle elbette ki hiçbir alakası yoktur. Bu tür bir hakarete ne Kasımpaşada ne de başka bir yer de kimse tahammül edemez.
Sürekli Kasımpaşalılıktan, simit satmaktan, halktan gelmekten bahseden Recep acaba etrafındaki koruma ordusunun arasından bir an için çıksa, Kasımpaşaya veya herhangi başka bir Türk mahallesine gitse, önüne gelene ana avrat küfretse başına ne geleceğini bilmiyor mu?
Analar toplumumuzda kutsaldır. Anaya küfür cinayete bile yol açabilir. Ama tabii o köylü Recepe bir tek sitem edebildi. Çünkü aradaki ilişki iki eşit arasındaki ilişki değildi. Zalim ile mazlum arasındaki ilişkiydi. Recep köylüye küfür ettiği gibi, hemen göz altına aldırdı. Korumaları adamı öyle bir hırpaladı ki, dayak atmaktan beter ettiler. Daha sonra devletin bütün kurumlarını seferber edip, hiçbir suçu olmayan adamcağızı provakatör ve yalancı ilan ettiler.
Recep Tayyip bu tavrını bir devlet yönetme üslubuna çevirdi. İmam-cemaat misali Recepin partisindeki bütün milletvekilleri ve bakanlar bu üslubu abartarak aynen devraldılar. Her seçim çalışmasında, halkla her kaynaşmalarında bir köylünün, bir işçinin veya işssizin şikayetini dile getirme çabasının, küfürle, hakaretle ve kaba kuvvetle nasıl susturulduğuna tanık olduk.
Sağdaki halk düşmanlığının ve halk dalkavukluğunun sentezi magandacılık ve düzeysizliktir. AKP döneminde bu çizgi faşist bir karaktere sıçradı.
Artık sadece halka şirin gözükmek, halkın gerçek sorunlarını görmezden gelmek ve içini boşaltmak için seviyeyi düşeren bir lümpenlik çizgisi değil, aynı zamanda etrafa korku salmak, eleştiriden muaf kalmak ve baskıcı şiddeti olağanlaştırmak için gittikçe daha çok küfre başvuran bir faşist strateji söz konusudur.
İronik bir şekilde Türkiye siyasi tarihinde bugüne kadar en çok hakarete ve küfre başvuran Tayyip ve partidaşları, aynı zamanda en çok tazminat davası açan kişilerdir. Diktatörler için özgürlük sınırsızdır. Küfretmek özgürlüğü onların ne denli delikanlı ve cesur olduklarının göstergesi olurken, halka ve muhalefete en meşru eleştiri ve mizah hakkı bile çok görülmektedir. Delikanlı Recep bizim ellerimizi bağlatmış midemize saydırmaktadır. Onun delikanlılığı bu kadardır.
Recep Davostaki diskoda
Filmde Recep İvedik kendi başına daldığı sosyete dünyasında desteksiz tek başına ortalığı kasıp kavurmaktadır.
Bizim Recep ise avukat ordusuyla binlerce tazminat davası açan, koruma ordusuyla etrafındakileri hırpalayan, savcıları ve polisleriyle karşıtlarını takip ettiren, dinleten ve hapse attıran bir delikanlı. Devletin otoritesi ve tüm olanakları Recepin ne kadar delikanlı olduğunu ispat etmek ve delikanlılık adına Recep iktidarını tesis etmeye ayrılmış durumdadır.
Ama her iki Recep arasında benzerlikler yine de çok fazla. Filmdeki Recep sosyetik bir otele gidiyor. Burada diskoya giriyor. Kızdığı bir zengin çocuğuna ismini soruyor. Çocuk adım Murat diyor. Recep korum tur at diye yanıtı yapıştırıyor. Bizim diğer Recep de bu tür küfür ve kafiyeye dayalı kelime oyunlarına çok meraklıdır.
Elbetteki diskoda dans ederken dalga konusu olan Recep, korum tur at diyerek böyle bir yanıt vermiş olmuyor. O halkın küçük espiriler ve kelime oyunlarıyla tatmin edilmesine dayalı bir karakterdir. Recep sosyetik otelin cemaatine kendini kabul ettirmiştir. Ama aslında palyaço olarak işe girdiğinin farkında değildir. Filmi izleyen halk zenginlere güldüğünü zannetmektedir ama aslında zenginler sinemadaki milyonlara gülmektedir.
Bizim diğer Recep tıpkı filmdeki gibi bir macera yaşadı. Bu sefer gidilen turistik mekan Davostu. Yine pahalı bir otele girmenin verdiği heyacanla oturumlara katılındı.
Davos elitin elitinin düzenlediği yıllık bir zirve. Burası siyonizmin ve emperyalimin kalesi... Her sene halkları nasıl sömüreceklerini, yeni işgal politikalarını, sömürgeciliği nasıl yürüteceklerini tartışıyorlar.
Davosta iki tür insan var. Birinci grup ABD, İngiltere, Almanya, İsrail gibi emperyalist ülkelerin yöneticileri ve emperyalist tekellerin en büyük patronlarından oluşuyor. Bunlar Davosun esas ev sahipleri. Kimlerin oraya geleceğini, oturumlarda ne konuşalacağını ve en sonunda ne kararlar alınacağını onlar belirliyorlar.
Diğerleri ise Recepler... Oraya gelmenin heyacanını yaşayan Üçüncü Dünyadaki işbirlikçiler...
2002 yılından itibaren Recep, karısı ve tüm şürekasıyla birlikte Davosa gidiyor. Öyle büyük bir heyecan ve çoşkuyla... Gazetelerde karısının hangi kürkleri aldığı, ne tür ayakkabılar giydiği, Recep ile karısının karda nasıl yürüyüp başbaşa kaldıkları anlatılıyor. Fotoğraflar çekiliyor. Hayatlarının en mutlu anlarını yaşıyorlar.
Bu görgüsüzlük ve şatafat furyası son 7 yıldır tekrarlanıyor. Recep böylelikle kendisini dünya lideri sanıyor.
Bu yıl sinirleri çok bozuldu. Davos benim için bitmiştir. Bir daha da gelmem dedi.
Bu tavır Türkiye Cumhuriyetinin onurunu koruyan bir Başbakanın tavrı değildir. Bu aslında gururu kırılan bir Recepin tavrıdır. Davosa gitmek, gidebilmek onun için herşeydir. Bir daha gitmeyeceğini söyleyecek kadar öfkelenmiştir. Çünkü ilk kez oradaki konumu, birinci gruptaki ev sahiplerinden biri değil de, aslında oraya çağrılıp diskoda dans ettirilen Receplerden biri olduğu bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır.
Bu yüzden Recep haklıdır. Tepkisi gerçekten de kendisinin de dediği gibi siyonizme veya Perese değil, moderatöredir. Koluna dokunan, sözünü kesen moderatördür.
İşin kötü yanı Recep deplansmanda yakalanmıştır. Oraya kendi isteğiyle zorla gelmiştir. İlla böyle toplantı yapalım, Peres ile oturalım, kendimi göstereyim diyen Recepin ta kendisidir. Ama etrafında koruma ordusuyla üstüne çullandığı Türk köylüsü Çukurovada kalmıştır. Davosta kendisine 25 dakika boyunca bağarak azarlayan siyonist Peres ve kolunu çekiştirip sözünü kesen moderatör gerçeğiyle karşılaşmıştır. Korumalar dışardadır. Dayılanamaz. Moderatöre ananı da al git diyemez. Ne İngilizcesi ne de cesareti yeter. Bu yüzden bu sefer kendisi dosyalarını toparlar ve gider.
Filmdeki Recep olsa, moderatör, korum sana traktör gibi bir saçmalık yumurtlayabilirdi.
Bizim Recep çok daha azıyla yetindi. One minute dedi. Baktı olmuyor. Perese yükleneyim dedi. Baktı o da olmuyor. Apar topar ayağa kalktı. Ben bir daha Davosa gelmem dedi.
Moderatör ve Peres bu adam ne demek istedi şimdi ifadesiyle arkasından bakakaldılar. Aynı Recep değil miydi kendini Davosa davet ettiren, emperyalistler ve siyonistlerle lak lak edeceğim, dünya lideri olacağım diye şekilden şekle giren. Ne olmuştu?
Gerçekten ne olduğunu söyleyelim. Moderatör ve Peres karşısında Recep kendini ikinci sınıf hissetti. Hisleri incindi. Bu ezilmişlik ezilen halkları temsil etmesinden gelmiyor. Tersine işbirlikçilikten geliyor. Türkiyede çok fazla koruma ve şakşakçı arasında bu duyguyu unutmuştu. Davosta tüm çıplaklığıyla ona hatırlattılar. Gerçekten de suçlu moderatördür.
Delikanlıyım diyenden korkacaksın
Filmdeki Recep aşağılandığı ortamdan kaçmaz, son derece umursamazca böğürür, komik kelime ve küfür oyunlarına başvurur.
Bizimkisi aynı taktiğe başvurdu. Ama Türkiyeye döndükten sonra. Kelime oyunları ve ucuz kafiyelere başvurmak, halkın içindeki bazı önyargılara oynamak ve en önemlisi delikanlı kesilmek.
Diklenmedik dik durduk. Ne kadar anlamsız bir cümle. Ama kafiyeli. Recep İvedikinkiler gibi.
Nerede dik durdun?
Hangi ulusal davada?
Somut birşey söyle.
Biz monşerlere benzemeyiz... Tıpkı Recep İvedik gibi kendisini dışlayanlara efemine ve nazik suçlaması...
İyi de monşer kim?
Yine çok anlamsız ve içi boş bir suçlama. Monşer denenler Kıbrısı AB için satmak isteyenler mi acaba?
Terör örgütüyle masaya oturmak isteyenler mi?
Karabağdaki Türk soykırımından sorumlu Sarkisyanla can ciğer kuzu sarma olanlar mı?
Monşerlikten kasıt acaba sağlam tavır alamamak, eyyamcı olmak, Batıya yaranmak için her türlü tavizi vermek, ülke çıkarı ve onurunu koruyamamak mı? Recep kimi kastediyor?
Sen delikanlısın da monşerden çok mu hayrın dokundu bu millete?
Bu ülkenin tüm milli davalarını kim sattı?
İşte kahve kültürünün en tipik göstergesi... Delikanlılık edebiyatı. Bu kültürden yetişenler hep mertlikten, delikanlılıktan, kavgada sağlam durmaktan bahsederler.
Ama bir kavgaya girecekseniz ilk kaçacak olanlar genellikle en çok delikanlılık edebiyatı patlatanlardır.
Recep miting meydanlarında atıp tutuyor:
Moderatöre o kadar çok kızdım ki neredeyse dövecektim...
Düzeye bak. Kahvede böylelerine ufak at da civcivler yesin derler.
Onu dövecektim, buna çakacaktım, beriki monşer, öteki kuzu... Devam edip duruyor.
Adam Peresin yanından kalkmış Sarkisyanın yanına koşmuş. Hangisi daha katil gerçekten de tartışılır. Buna delikanlılık diyor utanmadan.
Kitleler bu delikanlıyı alkışlar mı?
Ne yazık ki alkışlar!
Recep İvedikin komik kafiyelerine güldükleri gibi. Recep Tayyipin palavralarına, kafiyelerine ve akıl dolu (!) sataşmalarına da alkış tutarlar.
Faşizm zaten budur. En büyük adaletsizliklerin ve sınıf ayrımlarının koruyucusu faşist lider halkın karşısına halktan biri olarak çıkar. Çaresiz halk bu yanılsamaya sığınır. Faşist de gittikçe düzeyi düşürür.
İsrail ile tüm anlaşmalar ve işbirliği aynen kalır. Ama one minute pankartları etrafı sarar.
Şehit kanlarıyla kurtarılan Kıbrıs masada teslim edilir. Ama Recep Fatih Sultan Mehmet ilan edilir.
Recep halkın karşısında kaplan, ABD karşısında perdelerini kaldırmış kedi gibi bir insan olur çıkar.
Tezkere geçir derler, geçirir.
Kuzey?Iraktan çık derler, çıkar.
PKK ile masaya oturun derler, oturur.
Ermenilerle öpüşün derler. Öpüşür.
Ve halk bu şarlatanlığa seyirci kaldığı sürece Kasımpaşalının teslimiyet ve kabadayılık öyküsü sürüp gider. İyice can sıkan film serileri gibi.
Recep Tayyip 1...
Recep Tayyip 2...
Recep Tayyip 3...
------------
Kaynak: TürkSolu, Sayı 227, "Kapak" Yazısı