Nedense Amerikalılar bize bakarken ve hakkımızda planlar yaparken müttefik ve hatta demokrat görünmeye dahi hiç gerek duymuyor, adeta ırkçı bir hasım gibi düşünüp özensiz, saygısız, hoyrat, bencil ve zarar verici bir şekilde davranmayı daima tercih ediyorlar.
Batı Trakya'da Türk olduğunu söyleyene hapis cezası verilmesine hiç aldırmadan, bizden Kıbrıs, patrikhane, ruhban okulu, azınlık vakıfları, Kürtler ve Ermenilerle ilgili matruşka kılıklı taleplerde bulunuyor, Kerkük'te tapu dairesini talan ettirip Irak'taki Türkmen varlığını kolaylıkla inkâr edebiliyorlar.
O günlerde yayımladıkları bir harita için sorduğum "Irak'taki etnik ve dini grupları sıraladığınız listede 20 bin hristiyan bile yer bulurken, 2,5 milyon Türkmen neden yok ?" şeklindeki soruya National Geographic'in editörü, şıracı ile bozacının şahitlik ilişkisini hatırlatan bir cevap vermişti; "Bilgiyi CIA'dan aldık!"
Stratejik ortağımız bir kere bile bizim iyiliğimizi düşünüp ; "Siz azınlık vakıflarına mallarını geri veriyorsunuz ama, bakın Girit'in ve Kıbrıs'ın üçte ikisi Osmanlı Vakıf arazisidir. Avrupa ile el ele verip politikacılarınızı, aydınlarınızı ve gazetecilerinizi, Türk Vakıf arazisinde kaçak mal edinmiş Rumlara tazminat ödediğinizin farkına bile varamayacak kadar zavallı bir duruma düşürmüşüz. Acıdım size ve yaptıklarımdan utandım artık" demiyor.
Onun yerine, askerlerinin başına çuval geçirilen, generalleri esir alınan, uçakları ve helikopterleri şüpheli kazalara uğrayan, tatbikatlarda gemileri vurulan tek NATO ülkesi biz oluyoruz.
Fener'deki kilisenin ekümenikliği, bütün siyasi görüşmelerde Batı tarafından masanın üzerine koyulup, siyasi bir şart olarak dayatılıyor. Bizi ilgilendirmeyen dini bir konuda niçin siyasi bir karar vermemizi istediklerini sormayı, hiç akıl edemiyor bizim yöneticilerimiz ve aydınlarımız.
Hükumetimiz, bu şartı kabul etmekten korkmayacağını söylüyor. Acaba, geçmişte düşmanlarımız ile işbirliği yapma konusundaki sabıka dosyaları çok kanlı olan dini yapılara, siyasi nitelik kazandırma işini 'cesaret' ile ilişkilendirmek, neyin göstergesidir? Akılcılığı devre dışı bırakacak ölçüde böbürlenmeye yol açan bir pohpohlama faaliyetinin kurbanı olmanın mı, yoksa, emir kulu olmanın mı?
Hani, tarihle yüzleşmemiz gerekiyordu. O ne oldu?
Bu siyasi oyuna ait dayatmaların hedeflerini ve bu dayatmalara boyun eğmenin bizim açımızdan hangi siyasi sonuçlar doğuracağını düşünmeyi ve araştırmayı korkaklık veya paranoya diye adlandırmak, çok yanlış bir davranış ve çok vahim bir edepsizlik.
Bir fikrin doğruluğunu veya haklılığını kanıtlamak yerine, karşı çıkanları aşağılama yöntemi genellikle, o fikrin savunulamayacak kadar yanlış olduğunu gösterir. Ülkemizde, Batı'nın bizimle ilgili ve çoğunlukla kötü niyetli olan planları hesabına çalışan insanlar, bu yöntemi çok sık kullandıkları için idmanlıyız.
ABD'nin patrikhane planını bize kabul ettirmek isteyenlerin kullandıkları "bizi ilgilendirmez" şeklindeki bahanenin dayanak noktası, konunun dini olduğu iddiası.
"Bir din adamı, din ile ilgili bir konuda kendini ne zannederse etsin, bize ne?" demek mantıklı gibi görünse de, dini bir konuyu bize siyasi olarak zorla kabul ettirmek istemelerindeki tuhaflığı açıklamaya yetmiyor.
Aslında söylenecek söz "bize ne"den önce "size ne" olmalı ama, ne yazık ki, Avrupalı ve Amerikalı dayatmacılara "Siz ortodoks bile değilsiniz. Ait olmadığınız bir kiliseye ne karışıyorsunuz!" diyebilecek bir yönetim ve aydın kitlesine sahip olmadığımız için, bu işin Rusya ile ABD arasında bir yarış olduğunu ve Avrupanın da, her zamanki gibi fırsatçılık yapmaya çalıştığını bilmenin bir faydasını göremiyoruz.
Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, talebin din ile hiçbir alakası yok ve tamamen siyasi. Aksi halde Bartholomeos, hristiyan inancına göre "Tanrı" tarafından yönetildiği için, koyduğu kurallara uymamanın dinden çıkmak anlamına geldiği, 'İznik Konsili' kararlarına aykırı bir iş yapmaya kalkışır mıydı?
Hristiyan dininin kuralına göre bir kilisenin ekümenik olabilmesi için, 12 havariden biri tarafından kurulmuş olması lazımdır ki, Fener Patrikhanesi bu şartı yerine getiremediğinden, ekümenik olması kendi dinine aykırıdır.
Ekümenikliğini kabul edersek, Hristiyan dinine saygısızlık yapmış oluruz.
Kiliseyi havari Andreas'ın kurduğunu iddia ediyorlar. Bu durumda Andreas 300 yıldan fazla yaşamış demektir çünkü kilisenin, 330 yılında Bizans İmparatorunun dinlere izin vermesinden sonra kurulduğunu biliyoruz.
Ondan önce hristiyanlar, bırakın imparatorun burnunun dibine kilise kurmayı, 700 kilometre uzakta bile korkudan yeraltında yaşıyor, yakalanıp öldürülmekten kurtulmaya çalışıyorlardı.
Bu durumda Patrik, Tanrı'ya karşı gelerek kendi dininin kuralını çiğneyip, günah işlemiş ve dinden çıkmış olmuyor mu acaba?
Ortodoks bir papaz dinden çıktıktan sonra, başka bir papaza gidip günah çıkarınca, dine geri dönmüş sayılır mı? Sayılır ise Bartholomeos, Amerikalıların her ziyaretinde dinden çıkıp, onlar gittikten sonra geri dönme işini kaç kere daha yapabilir ? Bu 'git-gel'lerin bir sınırı var mıdır yoksa, laçka bir sistem midir?
Her işi ulemaya sormak isteyenler, hristiyan dinine saygısızlık yapacak bir karar vermeden önce, bu soruları 95 milyon ortodoks hristiyanın dini lideri olan Rusya'daki Patrik'e sorsalar iyi olur.
ABD'nin, ruhban okulu ve ekümenizm ile ilgili olarak ülkemize yaptığı baskı kendisinden beklenebilir ama, bizce kabul edilemez.
Varsayımlar üzerine kurulu inanca dayalı siyaset olmaz. Siyaseti inançların üzerine inşa etmeye kalkışırsanız, kuşatılan eviniz yangın yerine dönüp yıkılırken, siz içinde meleklerin cinsiyetini tartışmak zorunda kalırsınız (Yaşadığımız bölgenin haritaları değiştirilirken, bizim en önemli meselemiz 'KADIN SAÇI' idi).
Avrupalılar, inançlardan uzaklaşıp akıl, mantık ve bilgi ile yaşamaya karar verdikten sonra ilerlemeye ve gelişmeye başladılar. Refah toplumu olmaya giden yolda ihtiyaç duydukları sermayeyi de gene, inançlardan kurtularak oluşturdular.
Dünyanın tepsi gibi düz olduğuna ve kenarına gidince aşağı düşeceklerine inanmayı bırakarak Amerika ve Asya'daki uygarlıklara saldırmaları, Afrika'daki doğal kaynakları yağmalamaları sayesinde zenginleştiler.
Uygar ve laik bir ülkede, varsayılan bir ilahtan temsil yetkisi alma iddiası taşıyan dini ayrıcalıklı kişi ve kurumlar yaratamazsınız. Bütün kişi ve kurumlar, adalet karşısında eşittir. Temsil iddiasını kabul etmeyenleri ve hatta ilahı yok sayanları, varsayanların tahakkümü ve vesayeti altına sokamayacağınız gibi, bu gruplardan birinin lehine ve diğerinin aleyhine bir eşitsizlik durumu oluşturamazsınız.
Türkiye Cumhuriyeti, geri kalmış BİRLEŞİK yapılardaki her türlü birlik ve federasyonlardan daha modern, daha gelişmiş, daha ileri bir üst tasarım olan ve çağdaş uygarlık seviyesinin üzerini hedef almış, BİRLEŞTİRİCİ karaktere sahip, laik ve demokratik bir ulus-devlettir.
Ülke sınırları içinde, kanunlar karşısındaki eşitliği bozacak ayrıcalıklara sahip kişi, kurum veya bölgeler olamaz. Hele, doğrulukları kanıtlanmış gerçek bilgiler olmayan inançlara dayanan bahanelerle dini siyasete alet etmek için eşitliği bozmak, uygarlık iddiası taşıyan hiçbir topluma yakışmaz. Bu hatayı yaparsak, uygarlığa karşı bir AYIP yaratmış oluruz.
Bunlar, binlerce yıl evvel atalarımız tarafından tedavisi bulunmuş, çok eski, modası geçmiş, köhnemiş, çürümüş yapılar ve hastalıklı düşünceler. Gericilik yaparak uygarlığa karşı bu tip engeller ve kusurlar yaratmak yerine, zamanımızı daha iyi, daha mükemmel olanı düşünüp gerçekleştirmek için kullanırsak, bütün dünyaya doğru örnekler göstererek bize yakışanı da yapmış oluruz.
Eğer bu planların kötü niyetli olduklarını bilmeseydik, "ABD'nin, köklü devletlere kıyasla çok yeni ve acemi bir yapıda olması nedeniyle, uygarlığı anlamakta ve ayak uydurmakta zorluk çekmesi çok normaldir. Uygarlık kavramlarını öğrenip zamanla olgunlaştıkça, kavramları birbirine karıştırmadan tanımlamayı da becerebilecektir mutlaka" diye düşünüp, "Günümüzden 4500 yıl önce, ilk defa Sümerler tarafından kanunlaştırılan laiklik kavramını, bugün ülkemizde bile hala tartışabilen canlı fosillere rastlanabildiğine göre, Amerikalılara biraz zaman verelim" diyebilirdik.
Selçuk TINAZ, 29 Mart 2012