DÜŞÜN
Liselerdeki Felsefe dersi ne durumda, bu ders İlahiyat fakültelerinden 2013 yılında niye kalktı, liselere bu yıl, bu dersin üç yıllık seçmelisi yerine, yalnızca bir yıl için (11. sınıf) haftada iki saatlik zorunlusu niye kondu araştırılmalı ama toplum olarak bizim felsefeden sınıfta kaldığımız kesin!
Arka arkaya iki düşünceyi birbiriyle ilişki kurarak yeniden düşünemiyoruz. İktidarın başı, tutuyor, “Halkların Şeysi” partisine (HDP), senin terör örgütüyle ilişkin var, sen şöylesin sen böylesin diyor. Bombacı, diyor, Suriye’deki örgütlerle birsin, diyor. Aradan iki gün geçmeden bu terörist dedikleriyle anayasa masasına oturulacağını, Cehepe (CHP) olmasa da üç partiyle bu işi götüreceklerini duyuruyor. Kimseden tıs yok. Ya sen ne dediydin, şimdi dediğin ne? Dediğini kulağın duyuyor mu, hem terörist dedin o bölücülerin şeysine, (zaten bunu Erzurum yargısı da dedi, gerekçeli kararında açıkladı “HDP terör örgütüne destek veren bir partidir,” dedi), hem de ne olmuş, onlarla “Anayasa” yaparız diyorsun. Kimse duyduğunu doğru anlayıp da, “ Ne bu, burası Dingo’nun ahırı değil!” demiyor. Demek ki anlamıyoruz ne dendiğini. İki ayrı düşünceyi birbiriyle ilişkilendiremiyoruz.
Dün ak dediğine bugün kara diyeni alkışlıyoruz. Düşünmeden her denilenin ardından koşuyoruz... Biri, saklamıyor, bölücülerle birlik, İMC adlı bölücü televizyonu kapandı diye isyanlarda, belli ki bölücünün kuyruklusu, biz bunları anlamıyor, haydi, göstermelik üç ay hapiste tutulan gazeteci kılıklı bu kişiyi, hapiste hırsız yoktu, hırsızlar dışarda dedi diye alkışlıyoruz, yere göğe koyamıyoruz...
İktidar partisinin başı açıklıyor, Ankara patlamasından, bölücü terörist bombasıyla parçalanan onlarca bedenden sonra:
“Türk ulusçuluğu... Parçalayan bölen ulusçuluk...”
Duyduğunuz doğru. Devlet yapımız, devlet tapumuz, devleti yönetmek için gelenlerce resmen eleştiriliyor, bölücülere yaranmak için bahane üretiliyor, ulusa yalan söyleniyor! Ulus devlet Türkiye Cumhuriyeti böyle yerildikten sonra şu sözler deniyor: “Kapsamlı reformlar, yeni düzenlemeler yapılacak! Bütün il ve ilçelerde istişare meclisleri kurma talimatını valilere verdik!”
Şimdi anlaşılmayacak ne var bunda? Bilmediğiniz eski sözcüklerle konuşulduysa sözlüğü açın bakın, olmadı bir bilene sorun. Sonra da bir zahmet üzerinde düşünün!
Neden anlamazlıktan geliniyor?
Bombacı istediğini alacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti küresel çetenin maşası olan teröristlerin isteğine uyularak dinci- bölücü işbirliğiyle planlı bir şekilde yavaş yavaş ortadan kaldırılacak, başkanlık sistemiyle, yeni anayasayla parçalanmanın yolu açılacak, bunun için ilk önce ulusun adı yok sayılacak.
Bu arka arkaya denen iki tümceyi yorumlamak yetişirdi gözümüzü açmaya. Neyi anlamıyoruz?
Bu olacakları yıllar önce bilmemiz gerekmiyor muydu? BOP eşbaşkanıyım diyene kaç seçim kazandırdık. Hiç mi ortaya saçılan, bölgeyi parçalara ayıran Amerikan haritalarına bakmadık? 17 Aralık gözümüzün önünde yaşandı. Canlı canlı izledik. Ayakkabı kutularında yakalanan paraları gözümüzle gördük. “Sıfırla!” sözlerini kulağımızla duyduk... Neyi anlayamadık acaba? Elimizi ne tuttu? Bir kez olsun, BOP eşbaşkanlığı nedir, neyin nesidir neden demedik? Niçin, elimizi kolumuzu bağlayıp oturduk? Niye akıl yolu üzerinde kafamızı yormadık?
Düşünme yetimiz mi körelmiş?
Felsefe, düşünmeye yardım eder. Düşünce etkinliği, düşünme yöntemi, düşünme dizgesi diye tanımlanır Arapça kökenli bir ad olan felsefe. En çok da dinciler karşıdır felsefeye, düşünenden korkarlar çünkü... Eskiden kullanılırdı, şimdi eskimiş, dilden atılmış, “Mütefekkir” derlerdi düşünene, düşünüre. Bizim için hiçbir anlam taşımayan bu küflü sözü atıp yerine düşünür sözünü bulmuşuz. Bu buluş, dilimizdeki bu gelişme bile düşünmeye değmez mi? “Müteessif” eseflenen demek, “müteessir” hüzünlü, anlamına gelirdi. Üzüldüm yerine “müteessir oldum” denirdi eskiden, duygulandım yerine, “mütehassis” oldum. Böyle, dilimizle ilgisiz, birbirine benzeyen, bizim için anlamsız yüzlerce Arapça söz. Hepsinden arındık, dilimizi güzelleştirdik yüce önderimiz “Atatürk” sayesinde. Günümüzde bu eski sözcükleri duyan bile yok. “Çağdaşlığı”, onların diliyle “enkazı” kaldırmaya çalışanlar, Cumhuriyet yıkıcıları, Cumhuriyetimizin başına çorap örerken; eski sözler yerine, açılımlı, süreçli öz Türkçe sözlere sarılıyorlar. İşi iyi biliyorlar...
Bakın eski - yeni sözler, hepsi de düşünmek üzerine:
Tefekkür (düşünce), fikir (düşün - düşünü), fikri (düşünsel), ideoloji (düşünbilim - düşüngü), ütopya (düşülkü), mantalita (düşünce durumu), efkar (düşünceler), meyus (düşünceli), hemfikir (düşündeş), espri (düşünüş), zihniyet (düşünce - düşünce yolu) ide (düşünce)...
Akıl; us, bilinç demek. “ Bilincin gücü (aklın kuvveti), gerçeğe sahip olmada değil, gerçeği araştırmadadır.” demiş, bir düşünür (Lessing).
Bu düşünce de (Camus) ilginçtir: “Düşünce kılıca karşı güçsüzdür. Ama düşünce kılıçla birleşti mi, tek başına çekilen kılıcı her zaman yenecektir.”
Bunu Napolyon da demiş:
“İki şey dünyayı egemenliğinde tutar: Biri kılıç, biri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir.”
Yine aynı düşünür demiş: “Ben doğruluğun kendiliğinden güçlü olduğuna hiçbir zaman inanmamışımdır. Ama, güçler eşit oldu mu, doğrunun yalanı alt edeceğini bilmek de büyük bir şeydir.”
Yüce önderimizin dedikleri de başlı başına bir düşün eseridir, özdeyiştir:
Çağdaşlığı korumak gerektiğini açıklayan sözü:
“Durma düşersin!”
İnsanlar için dediği: “İnsanları mutlu edecek tek yol, onları birbirine yaklaştırmak, birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını sağlayan davranışlar ve güçlerdir.”
Devletimizin kuruluşuna dediği:
“ Bu gün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen musibetlerden doğan bir uyanışın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.”
Balıkesir Paşa Camii’nde minberde düşünce üzerine söylediği:
“Millet işlerinde her kişinin kafası başlı başına çalışmak zorundadır. Geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü ortaya koyalım.”
Devleti kurarken dedikleri:
“ Milletin varlığını sürdürebilmek için kişiler arasındaki ilişkiler artık biçim değiştirmiştir. Millet, din, mezhep, tarikat bağları yerine, Türklük adının çevresinde toplanmıştır."
Son Meclis konuşmasındaki görüşleri:
“Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, refah ve mutluluk imkanlarından en geniş ölçüde yararlanmaktadırlar.”
Bu da o yıllardan bir uyarısı:
“Özgürlük ve egemenliğinden vazgeçmeye razı olan bir milletin sonu, elbette felakettir, elbette musibettir.”
Düşünelim.
Düşünelim de, arpacı kumrusu gibi içimizi karartarak değil, yaratıcı düşüncelerle düşünüp taşınalım.
Bunlar ünlü bir düşünürün dedikleri. Gerçekten de öyle değil mi?
“Başkalarının düşünceleri, üzerimizde nasıl da etkili oluyor.”
“Önemli olanı ne kadar düşünsek azdır.” Bu da yine onlardan bir öneri:
“İnsanları düşünme; şeyleri düşün!”
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bahçesine, “Düşünen Adam” heykeli koymamız da epey düşündürücüdür. Düşüneni deli saymaktır. Oysa atasözlerimize göre, deliler de boş değildir:
“Akıllı düşününceye kadar deli oğlunu everir.” Uzun uzun düşünene, düşünceye dalana, ayağa kalkmasını, harekete geçmesini söyler bu söz.
1951 yılındaki bir yazısında bugünleri, düşünerek görmüş gazeteci Nadir Nadi. Önce Atatürk’ü tanımlamış:
“İstiklal Savaşı’nın büyük kahramanı, Türk devriminin baş yaratıcısı, hürriyetlerimizin eşsiz temsilcisi Atatürk.” Sonra da yüce önderimize karşı o günlerde girişilen gerici saldırıları yazmış. Dinin siyasete alet edilmesini, “Bu olanlar nedir?” diyerek eleştirmiş. “Dostlar darılmayın, gücenmeyin bu gidişin sonu hiç de parlak değildir. Demokrasi ile “irtica”yı (gericiliği) bağdaştırmak, ateşle suyu bir arada korumaktan farksızdır.” sözüyle de şu an başımıza geleni anlatmış.
Şimdi gericiliğin yanında bir de bölücülük sorunumuz var. İki düşmanımız el ele...
Her ikisi de Atatürk’ün kurduğu mecliste!
“Al şunu dedilerse yut demediler!” demek neye yarar?
“Düşünceye dalmalı... Bir düşünceye varmak için düşünceye dalmalı...” Yoksa bu çözülüşün arkası çorap söküğü gibi gider... Çıkmaza düşene söz mü yok:
“Düşün düşün boktur işin!”
Feza Tiryaki, 2 Mart 2016