Ecdat (Atalar)
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Yüce Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk yıllarında (1924) Türk devrimlerine başlarken dediği söz. Biliyorsunuz kimi devrim karşıtları o yıllarda ülkemizden kaçmıştı. Sonra karşı güçler, onların çocuklarını eğittiler, okuttular, bilediler, kalayladılar kurtarıcı gibi başımıza getirdiler, koydular. Atatürk’ün sözlerini reçete gibi alsaydık, kulak arkası etmeseydik bu günleri yaşamazdık.
“Milletimiz, kuvvetli karakter, sarsılmaz sistem, ateşli milliyetçilik, iktisadî muvaffakiyetlerden doğup çoğalacak imkânlarla da kuvvetlendirilmelidir.” dedi Atatürk. Gösterdiği yol bu kadar açıktı, belliydi.
Kuvvetli karakter, güçlü kişilik demek. Güçlü kişilik, ne yaptığını, yapacağını bilen, bilimden, bildiğinden şaşmayan, etki altında kalmayan, sözünden, doğru bildiğinden dönmeyen, çıkarını değil, ulusunu, yurdunu düşünen. Ulusumuzun bu özelliği güçlendirilmeli diyor Atatürk. Başka ne diyor? Sarsılmaz sistem. Başıbozuk değil, bir sisteme göre yaşamak. Cumhuriyetin kurucu sistemini bozmamak, bozdurmamak… Çizdiği yolda hiç durmadan yürümek, “Andımız”da ettiğimiz yemindeki gibi. Ateşli milliyetçilik, şimdinin moda deyimiyle “miş gibi” olmanın karşıtı. Ulusalcılığı tüm gücünle savunmak, inanarak, içinde büyük bir sevgi duyarak, tutkuyla ulusun için çalışmak. İktisadî muvaffakiyetler, ekonomik (parasal) başarılar anlamına geliyor. Güçlü ekonomi ulusumuzu güçlendirmek için imkânlar (olanak) sağlayacak.
Bir tek sözünden bile yola çıksak yüce önderimizin, tutulacak yolu, ulusumuza çizdiği güzel geleceği görebiliriz.
Türk çocuğuna atalarını, geçmişini tanıtmamak için her yolu denediler, Atatürk’ten sonra ülkemizi yöneten siyasetçiler.
Yalnızca kitaplar değildi değişen. Değerlerimizi alt üst ettiler. Kitap resimlerini gülünçleştirdiler, karikatür benzeri resimler koydurdular. Eğitim sistemi yanında, yaşamımızı da değiştirdiler. Çocuklarımızı atalarımızdan, tarihten kopardılar. Eski, geçmişten gelen ne varsa yıktılar. Topluma yıkımı, kesmeyi, atmayı öğrettiler. Yaş yaşamışlara bile saygı göstermeyi unuttu çocuklarımız. Şehit kavramının içine boşalttırdılar, işlerine gelene şehit dediler, vatan şehitlerine duyarsız kalındı. Kendi suçlarıyla, güvenliği sağlayamadıkları için çağdışı kömür madenlerindeki yüzlerce kara ölüme bile aldırmadı yöneticiler. Şehit deyip kurtuldular. Maden sahiplerinin kılına dokunulmadı, tersine ödüllendirildiler. Millete koyma küfürleri edene köşkler, arsalar verdiler, devam dediler… Katilbaşı’na liderim diyenleri dinleyen, devletine başkaldıranları yargılamayan, onları kınamayan kuşaklar yetiştirildi. İnsanın değeri kalmadı, yerini para aldı, açgözlülük kutsanır oldu. Katil sürüsünü, eli kanlıları koskoca Türk ulusuna, bu seçimle adamdan saydırdılar.
Şimdi çok alışılmış bir söz olacak ama bu durumu başka nasıl anlatmalı? Yurtdışından, eloğlundan örnek vermeden. Yurtdışına çıkanlar görmüşlerdir. Ele verir talkını, kendi yutar salkımı örneği, bizim yıkımımız için, geçmişimizi unutturmak için çalışan Batılı, geçmişini korudu, koruyor. Kitapları hiç değişmeden aynı şeyleri yazıyor. Edebiyatçıları senin benim diye ayrılmaz. Şairleri, yazarları hepsi vatanseverdir. Birbirlerine düşmezler. Yasaları değişmez, devlet kurallarına uyarlar. Atalarını seviyorlar. Başka ulusları sömürmeyi, kin gütmeyi, kendilerini beğenmeyi ise iyi biliyorlar. Değişmezlik yalnızca kitaplarında mı? Yaşamın her alanında. Önce geçmişini görsel olarak koruyor. Yeni yetişenine geçmişini yalnızca müze odalarında değil, sokağında, kentinin içinde gösteriyor. Savaştan çıkan ülkeler, savaşta yıkılmayan yapılarını olduğu gibi korumuşlar. Sokakları korunmuş. Yeni yapılar kentlerin yeni bölümlerinde. Eskiler yalnızca onarılıyor. Bakıma alınıyor. Okulları yüzlerce yıllık. Tarihi taş binaları öyle duruyor. İki yüz, üç yüz yıllık okullar aynı avluyla, kapı girişiyle, pencereleriyle, kapısının tokmağıyla, işlemesiyle, duvar süslemeleriyle, heykelleriyle, içi çağın konforuyla donatılarak korunmuşlar. Eski yapılara yeni yapılanlar gerektikçe eklenmiş, yıkım mıkım yok hiçbir alanda. Yıkılacaksa yeniler yıkılıyor. Eskiye dokunma yasak. Taşları, eskinin taşı, bir tanesi yerinden oynatılmamış, duvardan bir taşı çalınmamış, yapılar bakımsız kalıp yıkılmamış. Arnavut kaldırımı, özelliğiyle kalmış. Bizim, eskinin yerine döşedikleri, birilerini zengin etmek amacıyla buldukları yerlere yerleştirdikleri görünüşü mide bulandıran beton döküm kaldırımlar, taş taklidi beton kalıplar oralarda ne gezer… Evler öyle. Üstlerinde yapıldığı yüzyıl yazıyor sayısız evin. Büyüyen çocuk, atasının, babasının devrini, eserini görüyor. Buralar hep benimdi, atalarım burada yaşamış, burası benim ülkem diyor.
Bizde öyle mi? En son bu iktidar tüm yapılanlara tüy dikmedi mi? Yıkılmayan, bozulmayan yerin hatırı kaldı…
Gidin bakalım memleketinize, okuduğunuz ilkokulu arayın, bulun. Okuduğunuz lise, öğretmen okulu, ortaokul gidin bakın orada mı? Hükümet binanız, tekel binanız, bahçeli evler sokağınız, hastane binanız, Cumhuriyet meydanınız, valiliğiniz, bankalarınız, ahşap köşkleriniz, ahşap, taş döşeme, tuğla örme evleriniz, iskeleleriniz, eski camileriniz duruyor mu aynı yerinde, eski yapısıyla, aynı güzelliğiyle? Deniz kıyıları kalmış mı? Yoksa betonla yok mu edilmiş? Dolgu malzemesiyle doldurulmuş mu deniz? Denizi bile çalıyorlar mı? Milyonlarca yılda oluşan kıyı taşları, akarsu taşları kırılıp dökülmüş mü? Yüzyıllık ağaçlarınıza ne oldu? Parklarınız ne durumda? Yoksa yerlerinde yeller mi esiyor? Yalan mı, aile eviniz çoktan yıkılıp yerine Karadenizli müteahhitlerce beton yapılar dikilmedi mi yıllar önce? Eskiden kalan kaç yapı var yaşadığınız yerde? Doğanız nasıl, doğanız? Eloğlu derelerini dere gibi akıtır. Sular yeşillikler içerisinde şırıl şırıl akarlar. Bizde kaldı mı dere? Çaylara ne oldu? Irmaklar ne durumda? Dereler neden akmaz oldular? Kaç deremiz kaldı dokunulmayan, kurutulmayan, betonla kapatılmayan? Çoğunu kuruttular. Kalanları da HES adına, santral kurma numarasıyla yabancıya satmadılar mı? Dereler yıllardır ıslah edilme adı altında betonla kapatılmıyor mu? Nereden para kazanacaklarını, nereden ülke yağmalayacaklarını şaşırdılar. Turizm cenneti yörelerimizde, doğası korunmalı yerlerde şimdilik kalan güzellik bu anlayışa batıyor. Yılda kaç kez sel getiren, inanılmaz güzel, iki yanı yemyeşil, ortası suların binlerce yılda şekil verdiği yassı koca taşlarla bezeli bir dere yatağından yol geçirmeyi bile düşünen kafa var ülkemizde, şu an bunu yapmaya çalışanlar var. Geçmişte yapılanlar yetmedi. Yanlışı anlayamadılar. Nerede yeşillik, orayı yok etmeye koşturuyorlar. Nerede eski bir yapı kalmış, yıktırmak için uğraşan uğraşana. Dayıyorlar parayı. Olmadı korkutuyorlar. Bu da olmasa bir gecede yasa çıkarmada ne var. Son yasalarla deniyor ki, devleti yönetenler artık her yere el koyabilirler. Kentsel dönüşüm bu demek. Kamu yararına deyip elinizden zorla toprağınızı, ata yadigârı yapınızı, tarlanızı alabilirler. Sonra gelsin yıkım. Gelsin beton. Gelsin ülkesinden nefret edenlerin kini, öfkesi…
Bir memleket bu kadar betonlaşır mı? Geçmişine, devlet kurucusu Ulu Önder’ine, eski eserlerine, doğasına bu kadar düşman insan yetiştirilir mi?
Sonra oturur, sanal dünyada doğa resimleri paylaşırsınız. Eloğlunun ırmağını, gölünü, küçücük bahçeli evlerini, taş döşeli sokaklarını, çiçekli bahçelerini… Ne güzel ne güzel, ah bayıldım dersiniz…
Oysa asıl güzellik bizim yurdumuzdadır. Tanrı dünyayı yaratırken bizim ülkemizi kayırmış. En güzel yere kondurmuş. Dağı taşı, yeşili mavisi, havası suyu bir yerde yok! Otu, çiçeği, böceği, tozu çamuru bile ayrı güzel. İnsanlarımızı kayırmış yaratan. En yüce gönüllülere Türk demiş. Dilimizi ayrı tutmuş. En güzel, en eşsiz dil Türkçeyi bize ayırmış. Yetmemiş, yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü göndermiş bize. Yıkılmış, bitmiş bir Türk devletinin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdurmuş.
Atatürk der ki:
“Türk Milleti, asırlardan beri hür ve müstakil (bağımsız) yaşamış ve istiklâli (bağımsızlığı) yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklâlsiz (bağımlı) yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.(1922)”
Bu sözü de, sonsuzluğa göçmeden önce 1937’de söylemiş:
“Dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında demokrat doğan yegâne millet Türklerdir.”
Bu nedenle değil midir, on binlerin katilinin temsilcisiyle birlikte, kötünün kötülüğüne aldırmadan bize dayatılan adaylarla gülünç bir seçime gittik. Seçimin iplerini Amerika eline almış, bizimle oynuyordu. Bölgeyi, bu arada ülkemizi şekillendirmek, değiştirmek için uzun yıllar önce öne sürdükleri planı tıkır tıkır uyguluyorlar. Eli kanlı çeteyi neredeyse bir siyasi partiye dönüştürdüler. Allayıp pullayıp cumhurbaşkanlığı seçimine bile sokturdular. Sözünden çıkmayanı, ne suç işlerse işlesin, Türk devletinin başına oturtmaya kararlıydılar.
On iki yıldır bu proje bizde deneniyor. Ne dendiyse, ne olacak, söylendiyse hepsi çıkıyor. Bilmedikleri, bizim ulusumuzun demokratlığı. Yüksek sabrı. Hoşgörüsü… Hiç umulmadık anda, hiç umulmayan tepkiyi vereceğimizi unutmuşlar. Sakinliğimizden, uslu duruşumuzdan, ne derlerse onu yapacağımızı sanıyorlar.
Kötü bir dönemdeyiz. Kötü günler geçiriyoruz.
Okullarımızda atalarımız öğretilmiyor. Kendi tarihini, özellikle yakın tarihini, kurtuluşunu bilmeyen kuşaklar yetişiyor. Kurtuluş Savaşı, savaştaki düşmanlarımız, devlete isyanlar, geçmişteki vatan hainleri, Türk düşmanları tüm gerçeğiyle öğretilmiyor. Tam tersine vatan hainleri aklanıyor. Adları okullara, hastanelere, sokaklara bile veriliyor. Evlerde geçmişten, atalarımızdan konuşulmuyor. Kahramanlar, Türk destanları, Türk öykücülüğü, Türk masalları, Türk müziği, Türk sanatı, Türk yüksek kültürü yok sayılıyor. Batı’nın uyduruk, sanal kahramanları çocuğumuza benimsetiliyor. Herkes çıkarının ardından koşuyor. Tüketim hırsı, daha, daha çok olsun duygusu sarmış ana babayı. Çocuklar bilgisayara, küresel güçlere teslim. Andımız okullardan kaldırıldı. İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe kitaplarda bulunmak zorunda değil. Okullara asılması zorunluluktan çıkarıldı. Bayram kutlama (ulusal bayram) çoktan beri yasak… Televizyonlar algımızı tutsak etmeye programlanmış. Bu cumhuriyetin cumhurbaşkanlığı koltuğuna, her türlü olaya, belgeye, yaşanmışlığa karşı – nasıl oturtulduğunu biliyorsunuz- oturtulan ad, bu Cumhuriyetin Kurucusu Yüce Ad’ın adını ağzına alamıyor. Teşekkür için sabah türbelere, dedelere, sakallı şeyhlere gittiğini duyurdular. Bu devleti, bu Cumhuriyeti kuran, şehit kanlarıyla kurulan bu yurdu bize bağışlayan Mustafa Kemal Atatürk, işte orada Anıttepe’de, Türk Ulusu’nun yüreğinde!
O ağza alamadıkları yüce ad, bu yurdu kurtarmaya yola çıkarken şu sözleri demişti:
“Millet, her türlü iradesini hâkim kılmaya muktedirdir. (1919)”
Ulusumuzun iradesinin ( istenç) güçlülüğünü övmüştü Atatürk. Yaşam savaşımdır demekle de yılmamayı söylemiş, çabalamayı, savaşmayı hiç bırakmamayı öğütlemiştir.
“Bilirsiniz ki hayat demek mücadele demektir. Hayatta muvaffakiyet (başarı), mutlaka mücadelede (savaş, çaba) muvaffakiyetle mümkündür. Bu da, manen ve maddeten, kuvvete, kudrete (güç) dayanır bir keyfiyettir (durum).”
Bizim atalarımız belli.
Yapacağımız tek iş, atalarımızı, kim olduğunu, Türk kimliğini yeni yetişenlere öğretmek, savaşımdan bir an bile vaz geçmemek… Önce Türkçemize sarılacağız. Dilimiz kimliğimizdir! Atatürk’ün harfleri bizim ışığımızdır, unutulmasın. Bu ışıkla yolumuzu göreceğiz! Atalarımızı öğretmek yaşamın her alanında olmalı. Kalan değerlerimizi koruyarak, yitirilenleri ortaya çıkararak, yeniden, yılmadan, bıkmadan öğreterek… Yıkıcılara aman vermemeli. Her bireye büyük işler düşüyor bundan böyle.
Aslında, dün pek bir şey değişmedi. Diğeri de gelse değişen bir şey olmayacaktı. Küresel güçlerin istediği sonuca, böyle bir seçime razı olmakla boyun eğilmişti çoktan. Bu sonucu herkes biliyordu. Şimdilik, bu oyun bitti.
Atatürk, milletin varlığını devam ettirebilmesi için, ortak bağın değiştiğini söylemiş, ortak bağı, “Millet, dini ve mezhebi bağlar yerine Türk milliyeti bağı ile fertlerini toplamıştır. (1925)” diye açıklamıştır.
Türk ulusunu, Arapların, az gelişmiş ülkelerin düşürüldüğü mezhep batağından kurtaran, dini kullandırtmayan, koruyan, tekkeleri kapatan, medreselere kilit vuran, yobazlara geçit vermeyen, ülkemizde, dünyada eşi görülmemiş bir aydınlatma çağı başlatan Atatürk’ü, günümüzde daha iyi anlamalı, anlatmalıyız!
Öğretmenler görev başına! Kendine öğretmenlik görevi veren, küçük büyük herkes görevine!
Aydınlanmadan geçen Türk toplumu pes edemez.
Etmez!
Türk’ün Ata’sını unutmazsak, unutturmazsak…
Feza Tiryaki, 11 Ağustos 2014