El Kol Bacak

El Kol Bacak

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Mar 02, 2012 23:08

El KOL BACAK

Çocuk bekleyene sorarlar: Kız mı oğlan mı olsun, ne istiyorsun?

“Eli ayağı düzgün olsun da ne olursa olsun, farketmez!”

Doğum haberini alan aile yakını hemen sorar:

“Nasıl, eli ayağı düzgün mü?”

El ve ayak üzerine sayısız sözümüz, deyişimiz vardır.

Yardım yaparken, “ Elin ayağım olurum.” Yaptığına pişman olunca, “Elim ayağım kırılsaydı da…” İlenirken en çok el ve ayak üzerine ileniriz:

“Elin ayağın kırılsın!” “Elin yanına düşsün” “Elden ayaktan düşesin!” “ İki elim yakandadır.” “İki elin böğründe kalsın.” “ Elin ayağın bağlansın!” “Elsiz ayaksız kalasın!”

“Elinin körü!” dedin mi kimse sana bir daha soru soramaz. Ağzının payını verirsin.

“Ayağını denk al!” son sözdür uyarıda. “El koymak!” saldırının son noktası. “Eller yukarı”, teslim ol demek. “Eli maşalı” çetin ceviz, cadoloz. “Eline düşmek” tutsaklık. “Ayağının altında olmak. “ “Ayak altında kalmak” “Ayak altında çiğnenmek” ise aşağılanmak…

Seni kızdırana karşı koyarken, “Ayağımın altına alırım! “ dersin. “Ayaklarını kırarım!” Adı çıkana, adı yerlerde gezene, “ Ayağa düştü!” derler. Suç atılana, ”Ayağına ip taktılar.” Aklı başına gelene, tepki gösterene, iyileşene,“Ayağa kalktı!”

“Eline diline perhizi olmayan” ağzına ne gelirse söyler. “Eline beline diline sahip olmak,” en büyük erdem değil midir?

Engelsiz, doğru iş yapana, “Ayağı nihayet düze bastı!” İşini severek yapana: ”İki eliyle sarıldı.”

“Sevdiklerimize kol kanat gereriz. “ “Bir işe başlarken kolları sıvarız.”

Başkasından yardım umana, “El adamı kullanan , sağır dili yutmalı.” “El kanadı ile uçulmaz.”

El ve ayağın üretimdeki, toplumdaki yerini, “Ayak gitmese el getirmez.” sözüyle açıklarız.

Birlik bütünlüğün önemini anlatmak için, “İki el bir baş içindir.” derler. ”Ayağı yürüten baştır.”

“El garip, at garip” olunca insanın başına gelmedik kalmaz. Birlik olunca iş kolaylaşır: “ Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” Bağışlanmasını isteyen, eline ayağına kapanır, sevdiğinin. Emin olmadığımız, korktuğumuz işe, ayağımız geri geri gider.

Sevgimizi saygımızı el öpmekle göstermez miyiz büyüklerimize? El etek öpenler vardır bir de, “El etek öpmekle dudak aşınmaz!” diyen omurgasız insanlardır bunlar. “ Elle gelen düğün bayram” diyerek gelen felâketlere aldırmayan vurdumduymazları unuttunuz mu yoksa?

Kimi insan, öyle büyüktür, öyle yücedir ki, kimse onun ayağının tırnağı bile olamaz. “Onun ayağının pabucu bile olamaz.” deriz böylelerine. Sana dayatılana, “ayak diremezsen,” “ayağın yere basmazsa,” ”ayağınla tuzağa düşersen, “ ” işe el atmazsan,” “ellere kanarsan,” “ayağa kalkmaz ayağa kaldırmazsan” bilmeyenleri… ne olur bilir misin?

“Ayaklar baş, başlar ayak!”

*
Parmağı kopan, parmağı incinen parmağının; eli yaralanan, eli sakatlanan elinin; ayağı kırılan, dizi sakatlanan ayağının değerini bilir.

Bütün organlarımız önemlidir, hayatîdir ama el ve ayak başkadır. Neren ağrıyorsa aslında canın oradadır. Dişi ağrıyan dişinin, gözü ağrıyan, kör olan gözünün, karnı ağrıyan iç organlarının, nefesi tıkanan akciğerinin, yaralanan derisinin, koku alamayan burnunun, çenesi çıkan çenesinin, sırtı beli ağrıyan, tutulan kemiklerinin, omurgasının değerini bilir…

Ameliyat olanlar bilirler, ameliyatın ertesi günü ayağa kalkmak ne zordur. Ayaklarının üstüne dikilmek meğer en önemli işmiş dersin. Ayakta dikilebilmenin, adım atabilmenin, oturabilmenin, kendi kendine temizliğini yapabilmenin değerini anlarsın… Elini yüzünü yıkamanın, iki adım atmanın, yardımsız, sürgüsüz , hortumsuz çiş yapmanın, dışkılamanın…

*
Şevket Çavdar. 27 yaşında genç bir adamdı. 13 yaşında bir yakınına doğal gaz arızası tamirinde yardımcı olurken elektrik akımına kapılmış. İki kolu, iki ayağı yanmış, sonrasında kesilmiş. Tam 14 yıl böyle yaşamış.

Bu yıllar içinde en çok yürümenin özlemini çekmiş. Rüyalarında bile yürüdüğünü görürmüş.

Onu anlamanız için bir an uzanın. Elinizin ayağınızın olmadığını telkin edin kendinize.

Ne yaparsınız? Nasıl ihtiyaçlarınızı karşılayacaksınız? Susadınız, yardımsız oluyor mu? Dönmek istediniz yatarken, hani kolunuz, nasıl döneceksiniz? Diğer ihtiyaçlarınız geldi. Kalkıp gitmeniz, işinizi görmeniz mümkün mü? Gözünüzün altı kaşındı, burnunuz aktı, ne yapacaksınız? Kafa kaşıma bile bir ayrıcalıkmış anladınız mı şimdi? Yazı yazmak, kaşık tutumak, sevdiğini okşamak, sevdiğine sarılmak, kendine dokunmak, yüzünü yıkamak…

Ağlamışsan gözyaşını silebilmek… Kaşındınsa kaşınmak… Kapıdan bir çıkıvermek, üç beş adım atmak , gelmek , gitmek…

Şevket Çavdar, bu durumda yaşamış tam on dört yıl. Genç bir adam. Resmine baktım gazetelerde çıkan. İnsan güzeliydi. Bulup resmine bakın: Kaş göz, saç, yüz biçimi, bakış… Güçlü bir ifadesi var duruşunun, güleç, iyimser bakışlı, yakışıklı derler ya böyle kaşlı gözlüye, öyle biri…

Kim nasıl kandırdı, nasıl ikna oldu bir ameliyata bilmiyoruz. Kendisine iki kol, iki ayak takılmasına razı gelmiş. Ameliyata yatmış. Organ bağışıyla genç birinden alınan kollar ve ayaklar ona takılmış.

İkinci gün, doktorları ayağının biri sorun çıkardı dediler. “Alacağız.”

Teki olmadıktan sonra zaten yürüyemeyecek, yazık oldu keşke ayak değil, tek iki kol ameliyatı olsaydı demeye kalmadan, ertesi gün bir haber daha duyduk: Takılan dğer organlar, yani diğer ayağı,iki kolu da sorun çıkarmış, geri alınacakmış.

Şimdi bu organların birbirine eklenmesini göz önüne getirin. Gövdesinde açılan büyük yaraları, olası kanamaları, yaranın organ ekleme yarası olduğunu, açık yara olduğunu…

O gece, bu genç iflâh olmaz artık diye düşündüm. İyileşmez…Hiç aklımdan çıkaramadım çektiklerini, başına gelenleri, göze aldığı çılgınlığı, umarsızlığının büyüklüğünü…

Eklenirken organlar, gövdesinde derin kesikler yapılmıştır, organlarının kalan kısımları daha da kısaltılmıştır, eskisinden daha kötü duruma düşmüştür diyerek, gencin düştüğü durumu aklımdan çıkaramadım. Hep gözümün önüne geldi…

Sağlıklı , eli ayağı sağlam olan, eli ayağı yerinde olan herkes, eminim bu ameliyatı duyduğunda , Şevket’i gördüğünde, bir an, farkında bile olmadan elini ayağını yoklamıştır… Ayağını iki eliyle sıvazlamış, ellerini birbirine vurmuş, kollarını elleriyle okşamıştır.

Varsın, yerindesin, sağsın, sağlamsın diye… Elini ayağını bir başka gözle sevmiştir, onlara bir başka gözle bakmıştır.



*
İşte aynı böyle bizim ülkemiz de! Şevket gibiydik. Onun on üç yaşındaki durumu gibi. Elimiz ayağımız sağlam. Bütün organlarımız çalışıyordu.

Kendi ürettiğimizle geçinebiliyor, beslenmede hiçbir ülkeye muhtaç olmuyorduk. Üretiyor, fazla ürettiğimizi satıyor, Atatürk’ten sonraki yıllarda ilk defa borçlanıyor ama hiç olmazsa normal sayılacak bir borçla ekonomiyi yönetiyorduk. Tüm fabrikalarımız bizim, limanlarımız bizim, kıyılarımız, nehirlerimiz, göllerimiz, barajlarımız, derelerimiz, dağlarımız, taşlarımız bizimdi.

Eğitimimiz millî eğitim, memurlarımız devletin memuru, sözleşmelisi değil, işçilerimiz sendikasız değildi. Kentsel dönüşümle evimize, arsamıza el konmamıştı, yaşadığımız yerlerden kovulmamıştık.

Yurdumuzun her yeri bizimdi. Edirne’den Ardahan’a, Ardahan’dan Edirne’ye kadar, diyen o ünlü şiirdeki gibi, bir, bütün bir ulus devletiydik…
Kurtarıcımız büyük önderimiz, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatan, söz atan, kin güden, gütse bile bunu söyleyebilen yoktu!

Dünyanın dördüncü büyük ordusu bizim ordumuzdu. Dünyanın dördüncü büyük dili bizim dilimizdi…

Cumhuriyetin bütün kazanımları satılırken, kurumları yıkılırken, dönüştürülürken, biz hastalandık... Bizim kolumuzu, ayağımızı kestiler, kesecekler… Ortada öyle kötürüm kalacağız. Henüz sakat olmasak da, yakında iyice kötürüm olacağımız kesin… Bütün yurtseverler böyle söylüyor…
Şimdi başka birilerinin organları bize nakledilecek yeni anayasa hikâyesiyle…

Kuzel Irak’ın ölüsü, bir ayağımıza dikilecek. Bize bağlanacaklarmış. Biz büyüyecekmişiz. Böylece kendiliğinden fedarasyon olacakmışız, PKK’ya gün doğacakmış…

Suriye ölünce, ölsün diye uğraşıyorlar ya, onun ölüsünü diğer ayak olarak düşünüyorlarmış. Oradan bir Kürt bölgesi diğer ayak olacakmış…
Biz bizi yönetemiyoruz zaten, elimiz bizim değil. Takma el. Ulusal çıkarlarımızı gözetemiyoruz. Gözümüz de bizim değil o halde. Takma.

Diyelim ki bizi önce sakat bıraktılar, sonra çaresizlikten bu ameliyata razı ettiler…

Bizi organ nakli ameliyatına aldılar…

Yine diyelim ki ameliyat başarıyla geçti, bitti.
Halk bölünme anayasasını onayladı, Kuzey Irak’ı şimdilik kaydıyla himayemize verdiler, Suriye’de hır çıkardılar, oradan da toprak alıp kattılar bedenimize…

Kıbrısı’ı da bu arada çekip kopardılar gövdemizden… Ermenistan’a kapılar açtılar. Ağrı Dağı benim diyeni kucakladılar… Demokratik özerklik yetmez biz kendi kararımızı kendimiz veririz diyenler de bir eli yağda, bir eli bağda ağzı kulaklarında…

O zaman ne olacak? Tabii vücut, bütün bu yapay organları, başkasının organlarını reddedecek!

Güneydoğumuz, Doğumuz gidecek… Bütünlüğümüz gidecek… Dilimiz , Cumhuriyetimiz gidecek…



*
O zaman ah ben neydim ne oldum diye dövünecek miyiz?

Şimdiden bu sağlıklı gövdemizin değerini bilsek, hastalanan organlarımızı iyileştirsek, kopmalarına izin vermesek, onları ihmal etmesek, yurdunu milletini sevenler birleşsek… akıllar başa gelse…

Elsiz ayaksız kalmak başka organlarımızın kaybı gibi değil. Kafamız çalışsa, kalbimiz atsa yaşarız, ama elsiz ayaksız kalsak nasıl üretiriz? Nasıl ilerleriz?

Öyle yaşamaya yaşama denir mi?

Elsiz ayaksız kalmak çok zor olmalı!..

Bu güzel yüzlü genç adamı unutmayalım.

Onda bizim geleceğimizi görüyorum. Yol yakınken, sonumuzu görürken yanlıştan dönelim mi?



Feza TİRYAKİ, 1 Mart 2012
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x