Emperyalizmin İkna Odaları

ARI, TESEV, Açık Toplum Vakfı, HYD, Genç Siviller, GTP, SODEV, Bianet, STGM, TÜSEV, MAZLUMDER, STEP, LGBTT, Barış ve Kardeşlik Forumu, Türk Demokrasi Vakfı, LDP, Küresel BAK vesaire...

Emperyalizmin İkna Odaları

İletigönderen Türk-Kan » Cum Oca 09, 2009 10:23

Resim

Bu da küresel ‘sadaka’

ABD ve AB’den ’kamuoyu oluşturma faaliyeti’ yürüten vakıflara para yağıyor. Milli direnci kırarak, ’teslimiyete hazır bir toplum’ yaratmayı amaçlayan emperyalist sponsorlar Türkiye’de sadece siyasal değil, kültürel hareketleri de yönetiyor

Yeni bir çağa girdik... ’Emperyalist devletler, sömürgeleştirmek istedikleri ülkeleri artık topla tüfekle değil, kitle iletişim araçlarıyla, fikirlerle işgal ediyor... Coğrafyalar değil, kültürler, bedenler değil, zihinler tecavüze uğruyor. Belki kolun bacağın birbirinden ayrılmıyor ama dünün bugününden koparılıyor...’ Bu anlama gelebilecek sayısız cümle kurduk. Ama çoğu kez en iyi bildiğimizi atladık. İşgale kültürü oluşturan unsurlarda zaafiyet yaratılmasıyla başlanması gerçekten yeni bir yöntem miydi? Osmanlı, misyonerler ile tarikatların ittifakı sayesinde yıkılmadı mı? Ali Kemal’ler kadar Hasan Tahsin’ler olmasaydı Kurtuluş Savaşı kazanılabilir miydi? ’10 yılda 15 milyon genç’ nasıl yaratılabildi? Irak’ta ’ülkü birliği’ olsaydı sonuç bu olur muydu?

Emperyalizmin, ’istila taktiklerinde farklılaşma’ya gittiği muhakkak. Ancak ’top ve tüfek kullanmadan, ruhsal kölelik yaratıyor’ demek yeterli değil. Çünkü Irak’ı, Bosna’yı, Kosova’yı gördük biz.

Küresel gözü doymazlar sadece ruhumu ne yapsın? Ruhum ona toprağımın, suyumun, enerji kaynaklarımın, sınırlarımın kilidini açabilmesi için araç. Ruhumu ele geçirdikten sonra her yanımı kanırtacak. Topuyla, tankıyla, füzesiyle, bombasıyla, insansız uçağıyla, çuvalıyla, işkencecisiye bölecek beni.

Beş koca yılda bir pabuç

Madem bizi ’ikna odaları’na kapatıyorlar. Bize düşen onlara duymak istemediklerini, yani bu ülkede hala ’ilk ayakkabıyı fırlatmak için beş yıl beklemeyecek’ gazeteciler olduğunu göstermek!

Biz nasıl işgali tecrübe ettiysek, onlar da direnişi tecrübe etti. Onun için bu kez mümkün mertebe ’görünmez adam’lar olmaya özen gösteriyorlar. Galeyansız, öfkesiz, sinirleri alınmışçasına tepkisiz, sinsi ve güleçler...

Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün faaliyetlerinden sıkça bahsediyoruz. Ne yapıyordu ünlü ’darbe sponsoru’?

Vakıflar ağı aracılığıyla sivil toplum kuruluşlarına para akıtıyordu.

Peki bu kuruluşlar bu paralarla ne yapıyordu?

Kamuoyu oluşturuyordu!

Ne için?

Dayatılacak sömürgeci talepleri kabullenmeleri için!

Bunca TESEV sansasyonunun arasında, aynı ekip ve fonlarca desteklenen Anadolu Kültür A.Ş.’ye ilgi ve alaka borcumuzu bu yazıyla ödüyoruz(!)

Soros’dan fon alan yapılanmalarla dirsek teması halindeki Anadolu Kültür A.Ş., Türkiye’yi yeni bir yola sokan AKP’nin iktidar olduğu sene, 2002’de kuruldu. Kâr amacı gütmeden şirketleşti(!) Faaliyet takvimi ile AKP’nin TBMM’den geçirmeye çalıştığı AB’ye uyum paketleri arasında anlamlı bir paralellik var.

Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala kuruluş amaçlarını, “Merkeziyetçi kültür politikalarına alternatifler yaratmak” olarak tanımlıyor. AKP de, benzeri fikirlerini Yerel Yönetim Reformu adı altında Meclise taşımış, üniter yapıdan eyalet sistemine geçişe zemin hazırlayacağı gerekçesiyle konu çok tartışılmıştı.

Patronları: Yerli SOROS

Kızıl Milyarder olarak da anılan Kavala’nın yönettiği Anadolu Kültür A.Ş., yabancı fonlarla ‘sanat’ yapıyor

Anadolu Kültür’ün patronu Osman Kavala yıllarca ’kızıl milyarder’ olarak anıldı. Sıkı bir sosyalist olmakla birlikte, kapitalizmin bütün nimetlerinden faydalananlardan. Kavala’nın tanınmışlığı iş dünyasıyla sınırlı değil. ’Yerli Soros’ şanını babasının hayrına vermediler. Servetinin, statüsünün aileden kalma olduğu düşünülürse, Kavala’nın ’emek harcayarak kazandığı tek unvan’ın bu olduğunu bile söyleyebiliriz.

Osman Kavala; 1980’den sonra “askeri yönetimin, siyaseti topluma çok gören tavrının ciddi bir sorunu işaret ettiği fikrinde, 1980 öncesinde de Türkiye’nin düzeni ile sorunu olmuş insanlar” tarafından kurulan, “Türkler 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni kesti” diyen Orhan Pamuk’un kitapları ile evrenselleşen İletişim Yayınları’nın finansörü...

Osman Kavala; Darphane binalarına çöreklenen, ders kitaplarının ’milli’ ifadelerden arındırılması için canını dişine takan Tarih Vakfı’nın sponsoru...

Osman Kavala; Soros’un kurduğu, merkezi New York’da bulunan Açık Toplum Ensitüsü’nün Danışma Kurulu Üyesi (2001-2006)...

Osman Kavala; TESEV’in Yönetim Kurulu Üyesi...

Osman Kavala; AB ile bütünleşme, azınlık hakları, çokkültürlülük gibi konularda çalışan, Mazlumder’e de dahil olmuş Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi...

Osman Kavala; Birgün’ün ilk sendelediğinde elinden tutan finansör...

Haliyle Osman Kavala; sosyo-politik çevrelerde, sanat ortamında, medyada, sivil toplumda sadece popüler değil oldukça yönlendirici de bir isim.

1957 Paris doğumlu, Robert Koleji ve Manchester Üniversitesi eğitimlerinden sonra, babası Mehmet Kavala’nın ölümüyle ‘işin başına’ geçen Osman Kavala’nın son durağı Anadolu Kültür A.Ş.

Bakmayın bu kadar farklı kurum, kuruluş adına; hepsi hemen hemen aynı kadro tarafından kurulmuş ve yönetilmekte: Murat Belge, Ümit Fırat, Nebahat Akkoç, Ümit Kıvanç, Can Paker, Nadire Mater, Neşe Düzel, Orhan Pamuk, Eyüp Can...

Bu isimlerin son dönemde sık sık görüldüğü diğer adres de Taraf Gazetesi.

Osman Kavala ve ‘sivil çalışma arkadaşları’nın şahsında otaya çıkan tablo şu: Türkiye’de demokratikleşme, insan hakları, sivil toplum, diyalog, kimlik gibi başlıklar alında bir çıngar mı çıktı?

Taşı kaldırınca karşılaşacağımız muhtemel isimler soldan sağa, sağdan sola hep aynı!

Türkiye, kültürel savaş alanı

Yeniçağ, ‘yabancı vakıfların Türkiye’ye bir yılda aktardığı para miktarının 40 milyar doları bulduğu’ haberini 6 Ocak günü manşetten duyurdu. Konuyla ilgili açıklama yapan CHP Mersin Milletvekili İsa Gök’ün vurguladığı gibi ‘CIA’nın üniversite ve vakıflara açıktan para ödeyerek, kendi kamuoyunu oluşturmayı amaçlayan raporlar hazırlatması’nın yardımseverlik olduğuna inanmak safdillik olmaz mı?

Türkiye’ye fon verenlerin başını Yahudi Soros çekerken, en çok fon alan vakıflar arasında bölücülükle suçlanan Osman Baydemir, Akın Birdal ve Selahattin Demirtaş gibi isimlerce kurulan Türkiye İnsan Hakları Vakfı var.

Hep aynı senaryo

Yapım yılı: 1998 Slovakya, 1999 Hırvatistan, 2000 Sırbistan, 2003 Gürcistan, 2004 Ukrayna...

Yönetmen: George Soros!

Başroller: Amerikan prensleri...

Yardımcı roller: Açık Toplum Enstitüsü, Marshall Fonu, Westminister Demokrasi Vakfı, taraf medya....


Gürcistan’da Eduard Şevardnadze’nin yanına monte edilen Mihail Saakaşvili, tecrübeli lider “Bölgemiz etnik ve dini farklılıklardan dolayı dinamit kutusuna benzer;dikkat” uyarıları yaparak, batının dayatmacı kararlarına karşı çıkmaya başladığında muhalefetin liderliğini üstlendi. Seçimler, Gürcistan’a insan hakları, özgürlük, demokrasi sloganlarıyla yerleşen Açık Toplum Enstitüsü, Soros destekli Rustavi 2 TV, Sırbistan’dan transfer edilen profesyonel devrimciler (ABD büyükelçisi R. Miles, Özgürlük Enstitüsü, CeSID...) aracılığıyla sabote edildi. Seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle halk galeyana getirildi ve Saakaşvili devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

Saakaşvili gibi, ABD’deki biat seremonisinin ardından ‘prens’ ilan edilen Viktor Yuşçenko da devlet başkanlığına benzer bir süreçten geçerek geldi. Yuşçenko’nun siyasal pazarlaması da çok dramatik oldu. Zehirlendiği, kısa süre sonra öleceği söyleniyordu... Yuşçenko bugün hâlâ yaşıyor ve Ukrayna Devlet Başkanı sıfatıyla Anti-Sorosçu muhaliflerini sindirmeye çalışıyor.

Sırbistan’da CeSID, Ukrayna’da Uluslararası Rönesans Vakfı, Gürcistan’da Açık Toplum Tiflis Şubesi’nin yürüttüğü “demokrasi” faaliyetlerinin Türkiye üssü neresidir?

Gürcistan’da Kmara, Ukrayna’da Pora’nın Türkiyede’ki karşılığı olan sokak galeyancı ‘sivil’ gençlik örgütü hangisidir?

Türkiye’de, Sırbistan’da B92 radyosu, Gürcistan’da Rustavi-2 televizyonu, Ukrayna’da Kanal 5’in misyonundan taraf gazete-televizyon veya radyo varmıdır?



YARIN: Anadolu Kültür’ü kimler fonluyor?


Selcan TAŞÇI, 8 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Emperyalizmin İkna Odaları -2-

İletigönderen Türk-Kan » Cum Oca 09, 2009 11:18

Resim

Anadolu Kültür’ü kimler fonluyor?

Dünyada açlık, terör, küresel ısınma, enerji kaynaklarının tükenmesi gibi sayısız sorun varken, bütün uluslararası kuruluşlar İstanbullu sanatçılar, Diyarbakır’a sanat götürebilsin diye seferber olmuş.

Anadolu Kültür’ün en büyük destekçisi Soros tarafından kurulan, Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelerdeki iktidar değilikliklerinde aktif rol oynayan Açık Toplum Enstitüsü ve Türkiye’deki kan kardeşi Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, yani bilinen kısa adıyla TESEV.

Gizli yemeklerin adamı

TESEV’in başında Can Paker var. Bu isim son bir kaç yılda, Bebek’te ABD’nin CIA bağlantılı eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve eski TRT Genel Müdürü Cem Duna ile yediği ’izahı yapılamamış yemek’, Başbakanı evinde ağırladığı ve kardeşi Canan Barlas ile eşi Mehmet Barlas, Ergun Babahan, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal, Taha Akyol, Mustafa Karaalioğlu, Cengiz Çandar, Ethem Sancak ve Cem Duna’nın katıldığı yemek ve son olarak Başbakan’ın bu kez Nursuna Memecan’ın evinde ağırlandığı, Mehmet Altan, Emre Aköz-Nur Çintay, Prof. Nur Vergin, Eser Karakaş, Deniz Ülke Arıboğan gibi isimlerin de yer aldığı yemek ile gündeme geldi.

Başında bulunduğu ve Soros’dan 1 milyon 800 bin dolarlık destek alan TESEV ise, Kıbrıs’ta Çözümsüzlük, Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları Karşılıklı Algılama ve Diyalog, Türkiye’de Ülke İçinde Yerinden Edilme Sorunu, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Geleceği Üzerine Öneriler, Türkiye Terörle Mücadele Kanunu, Vakıflar Kanunu Tasarısı Gayrimüslim Cemaat Vakıflarının Sorunları için Çözüm Getirmiyor, Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset raporları ile sistem içinde çatışmya neden
olmuştu.

Kolları her yere uzandı

Kurumun faaliyetleri için fon veren diğer kuruluşlar; Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, British Councill, Chrest Foundation, The Chrestensen Fund, Eurımages Fund, European Cultural Foundation, Bilgi Üniversitesi, Fransız Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü, Hollanda Matra Programı, Swiss Academy for Development, Norveç Büyükelçiliği, İsveç Başkonsolosluğu, Prince Klaus Fund, Heinrich Böl Stiftung Derneği vs...

Bu kuruluşlarının her birinin ayrı birer hikayesi var.

Chrest Fonu; Osman Kavala’nın Amerikan versiyonu. Hayırsever bir ailenin, kaynaklarını dünyanın dört bir yanıyla paylaştığı, adı gibi ’iyi niyetli’ bir kurum... İKSV ve Diyarbakır odaklı sosyal projeler dışında, Türkiye fonlarının büyük bölümünü Anadolu Kültür’e ayırmış durumdalar.

Hollanda Matra Programı; toplumsal dönüşüm projeleri üreten sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimleri destekliyor. Parayı verirken ’toplumu nasıl dönüştürecekleri’ konusunda detaylı görüş alışverişinde bulunuyorlar mı orası muallakta.
Düz mantıkla şunu sormakta mümkün:

Bizim Şereflikoçhisar belediyesinden veya Çemişgezek belediyesinden Hollanda’ya ne?

Aralarında misyonerler de var

Goethe Enstitüsü; Alman dili ve kültürünün misyoner kurumu Heinrich Böll Stiftung Derneği: Merkezi Almanya’da. AB’ye entegrasyon, sivil toplumun güçlendirilmesi, küreselleşme, azınlıklar konularında çalışıyor. Destek verdiği yayınlar arasında Türkiye’de Kürtler, Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler ve Milletin Bölünmez Bütünlüğü Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler) yayınları var.

Dünya çok hayırsever

Anadolu Kültür ortaya çıkış nedenini “İstanbullu sanatçılarla, Anadolu’daki sanat meraklılarını buluşturmak” olarak açıklıyor.
Açlık, ekonomik kriz, küresel ısınma, enerji darboğazı, savaş, terör... milyonlarca sorun varken, dünyanın bütün fonlarından Osman Kavala ve ekibine destek yağması, elin Hollandalısı’nın, Almanı’nın, Fransızı’nın, Amerikalısı’nın ’Diyarbakır’a da sanat gitsin’ diye üstünü başını parçalaması ne kadar etkileyici değil mi?

Soykırım filmine sponsor oldular

Eurimages; Avrupa Görsel-İşitsel Destek Fonu, Avrupa Konseyi’ne bağlı. Sözde soykırım iddialarını savunan Tarla Kuşu Çiftliği filmine verdiği destek TBMM’de tartışma yaratmıştı. Türkiye’de bu fonun cömertçe sunulduğu kişiler arasında Güneşe Yolculuk, Bulutları Beklerken gibi ‘tabu yıkıcı’ filmlerle tanınan Yeşim Ustaoğlu da var.

Tahrik ve provokasyonun adı ’bilinçlendirme’ olunca

Sivilleştirdikleri yerlerde bunlar yaşandı

38 ilde çalışma yapan Anadolu Kültür’ün faaliyetlerinde Diyarbakır, Kars, Trabzon, Malatya, Şemdinli, Yüksekova gibi yerlerde ‘sivil alan oluşturma’ düşüncesi vurgulanıyor.

Kültür politikaları, iyi niyetle üretildiklerinde, insanlığın “farklılıklarına rağmen benzerliklerini” bulmaya çalışır. Bununla amaçlanan birlikte yaşamayı mümkün kılacak “bir uygarlık modeli” ortaya çıkarabilmektir. Buna ulaşmak için sanat faaliyetlerine başvurulmasının temel nedeni, sanatın “güzeli arama” işlevidir.

Gittikleri yerde olay var

Altı yıl içinde Anadolu kültürün toplumu ‘asker devlet’ten kopararak ‘sivil alanlara’ın taşımak’ için uğradığı şehirlerde yaşananlar, “Aranan gerçekten de güzel miydi?” sorgulammıza neden oluyor. Bu süre zarfında Türkiye gündemine oturan olayları hatırlayalım isterseniz:

Şemdinli: 9 Kasım 2005 günü eski PKK’lı Seferi Yılmaz’a ait kitapçı bombalandı. ROJ TV aracılığıyla olayı bütün dünya Türkiye’den önce öğrendi. Kısa sürede provokasyonun her aşaması sahnelendi. Halk sokağa döküldü. Polis noktaları ateşe verildi. Elektrik direkleri söküldü. Barikatlar kuruldu. Olayın ardından oluşan galeyan ve dava aşamasın ‘askerle hespalaşma’ya çevrildi.

Yüksekova: Şemdinli olayları buraya sıçradı ve 15 Kasım 2005 günü yaşanan isyan girişimi üç kişinin ölümü ve çok sayıda yaralanma ile noktalandı.

Trabzon: TAYAD, eylemleri için şehri mesken tuttu.Trabzonlular, sistemli biçimde tahrik edildi, çatışmanın içine çekilmeye çalışıldı. 5 Şubat 2006’da Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro öldürüldü.

Malatya: Misyoner yayınlarıyla tanınan Zirve Yayınevi’ne yapılan saldırı biri Alman vatandaşı üç kişinin ölümüyle sonuçlandı. Kars ve Diyarbakır’da da, Ermeni ve Kürt lobilerinin çalışmaları hızlandı.

Azınlık ve diyaspolarla ilişki

Cinayet, öfke, vahşet, tahriklerin hakim olduğu bu illere ‘neyin sanatı’nın ulaştırıldığını merak etmemek elde mi?

Bu faaliyetleri yürütenler politikalarını ‘azınlık hakları, diyasporalar ve diyalog’dan bağımsız düşünemiyor. Bu çerçevede Diyarbakır ve Kars tesadüfi seçimler mi?

Bu illeri bir başka sembolik üs olan ‘Medeniyetler İttifakı’nın beşiği Antakya faaliyetleri takip ediyor. Beş yılılarını değerlendiren Çiğdem Mater, “AB’ye üyelik sürecinin kolaylaştırıcılığı ile merkezi idarenin yetkilerini yerele devretmeyi, şehir temelli kültür politikaları aradıklarını, kentlere ulaşmak için etkinlikleri kullandıklarını” söylüyor. Mater, Kars’tan Kafkasya’ya, Diyarbakır’dan Ortadoğuya, İstabul’dan Balkanlar’a uzanmaya çalıştıklarını’açıkladı. Bir sonraki adımları “ülkenin kültür politikasını değiştirmek” olacakmış. Türkiye’nin kültür politikasının temeli ‘ulus bilinci oluşturmak ve onu korumak’ olarak atıldı. 1930’lar, bu politikanın en yoğun uygulandığı dönem oldu. 50’lerden itibaren ise, teoride ‘milli’lik kültürün temel unsuru olarak kalsa da, pratikte iktidarlar değiştikçe tezahürleri de farklılaşan bir politikasızlık dönemine girildi. Anadolu Kültür, kültürün millileşme dönemine karşı. Onların hedefinde ‘çok kimlikli’, mozaik olarak tanımlanabilecek, diyasporaların dayatmalarına göre şekillenen bir kültürel program var.

Sanat yerine kargaşayla tanıştılar

Yabancı fonlarla sivil toplum oluşturulan şehirler provokatif eylemler, kaos ve çatışmalara sahne olmaya başladı.



YARIN: Neden Diyarbakır ve Kars seçildi


Selcan TAŞÇI, 9 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Emperyalizmin İkna Odaları -3-

İletigönderen Türk-Kan » Pzt Oca 12, 2009 2:26

Resim
Ankara Devre Dışı

ABD ve AB’deki fon veren kuruluşlar, Türkiye’de destekleyecekleri projelerin merkezi yönetimden bağımsız olmasına özen gösteriyor. Desteklenen yerel projelerde etnikçiliğin tırmandırıldığı Diyarbakır ilk sırada.

Türkiye’nin 2008 İlerleme Raporu’nu hazırlayan Avrupa Konseyi Türkiye Delegasyonu da DTP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyaret etmişti.

Anadolu Kültür AŞ.’nin kurulur kurulmaz, ilk yaptığı çalışma Diyarbakır Sanat Merkezi’nin kurulması oldu (2002). Kuruluş amacı “Diyarbakır ve İstanbul’un insanlarının, sanatçılarının ve yaratıcı enerjilerinin buluşabilmesi ve birlikte üretebilmeleri” olarak duyuruldu. Hedefleri arasında ’yerelden yönetim’ için örnek olması da vardı. Küresel dünyada, karar alma ve uygulama süreçlerinde zaman kazandıracağı gerekçesiylee ’yerelden yönetim’ anlayışı güçlü bir alternatif olarak sunuluyor. Diyarbakır, Kars, Antakya gibi iller için bu anlayışı savunanlar, yerelden yönetimin neden yerel kaynaklara dayanmadığını sorgulamıyorlar. Dünyanın dört bir yanından topladıkları, ve toplumlar için ‘sömürge emziği’ niteliği taşıyan paralarla yönetilen ’yerel’ ne kadar ’yerelleşmiş’ sayılabilir ki? Bu durumda ortaya çıkan tablo ’Küreselden yönetilen yerel’ olmuyor mu?

Bu ihtimal karşısında şu soruyu sormak zorunlu hale geliyor:

Amaç Diyarbakır’ın bölücülükle suçlanan yerel yöneticilerinden sonra, sivil toplum eliyle de şehrin ’merkezi idare’ yani başkent, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile bağlarını koparmak olabilir mi?

DİYARBAKIR KÜLTÜR MERKEZİ

Milliyetçiliğe karşı tartışma alanı sinema, tiyatro, sergi, konferans gibi faaliyetlerle ulaştıkları gençler niye sanat değil bölücülük sahnesine çıkıyor?

Diyarbakır’da 5 sezon içinde 211 söyleşi, 71 sergi, 48 saat atölye çalışması, 35 tiyatro gösterisi, 31 yazar okuması, 11 şiir dinletisi, 14 dia gösterisi, 11 konser ve 387 film gösterimi yapıldı. Uzun süre terörle anılan bu şehirde sanat yapılması kötü bir şey değil elbette. İnsanların sosyalleşmesi, iletişme açık hale gelmesi çok olumlu. Olumsuzluk Diyarbakırlılarla bunca etkinlik sırasında binlerce defa birebir temas kuranların misyonlarında. Diyarbakır halkı 2002 yılından beri büyük bir etki bombardımanı altında. Bunun birinci derecedeki muhatabı sivil toplum kuruluşları.

DSM yöneticilerinden Melike Coşkun’un 26 Ekim 2008’de Radikal’den Cem Erciyes’e verdiği röportajda ‘sanat’ın bilmediğimiz yeni bir misyonunu daha öğrendik. Buna göre sanat ile “milliyetçiliğe karşı kamusal tartışma alanı” yaratlabiliyormuş.

Sanatın önceliği ne zamandır kendisine varolma alanı yaratan devletin kuruluş ideolojisini yıkmaya çalışmak oldu?

Aynı röportaja ortak olan Anadolu Kültür’ün proje koordinatörü Cengiz Çiftçi de “taraf” olduklarını söyledi.

Ayna ayna söyle bana

Kültür iki takımın kıran kırana mücadelesi sonunda atılan ‘gol’ müdür?

Çiftçi keşke, Anadolu Kültür neyin veya kimin tarafında onu da açıklasaydı.

Diyarbakır Sanat Merkezi’nin desteklediği Pitoresk Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Azad Ziya Eren yaşadıkları şehir ile ‘yüzleşme’ye aracı olduklarını vurguluyor.

Umarım, Diyarbakır Ulu Camii, Artuklu Sarayı, Selçuklu motifleriyle süslü kale duvarlarını da bu yüzleşme de ayna olarak kullanmayı ihmal etmezler.

Yüzlerini sadece ‘dağlara’ dönerler, ve sordukları sorunun yankısını ‘cevap’ sayarlarsa, bunun Pamuk Prenses masalındaki ‘ayna ayna söyle bana’ kandırmacasından farkı kalmaz...

Ki ‘kötü kalpli kraliçenin hazin sonu’nu hatırlatmaya bilmem lüzum var mı?

AB yerelden yönetimi neden destekliyor?

Anayasal düzen ve üniter yapının tasfiyesini öngören model uygulanırsa, bazı bölgeler tamamen terör örgütü sempatizanları ve aşiretlerin eline geçebilir

56 belediye başkanı PKK’ya yardım, propaganda, övgüden yargılanıyor.

Türkiye’de AB’nin talepleri doğrultusunda hazırlanan reform paketleri arasında ’Yerel Yönetimler’e ilişkin bölüm önemli yer tutuyordu. Merkezi Yönetimin elindeki yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesini öngören bu sistem ile oluşan tehditler; anayasal düzenin ve milli devlet anlayışlarının rafa kaldırılması biçiminde özetlenebilir.

Bölge veya şehir halklarının seçtikleri yerel yöneticiler tarafından, kendi iç işleyişlerinde özgür olmalarını öngören yerelden yönetim, anayasanın, bakanlıkların yani devletin tasfiyesi anlamını taşıyor.

Kültür politikalarında da taktik aynı: Böl-parçala-yönet

Nemalandırdığı işbirlikçileri ile yandaş aradığı sistemi normalleşirmek isteyen küresel güçler “bakın bizde aynısını yapıyoruz” diyerek ABD, Kanada gibi, hiçbir zaman “uluslaşma” sürecinden geçmemiş, ortak dil, kültür ve medeniyet yaratamamış genç devletleri örnek gösteriyorlar. Oysa Türkiye’nin yaşadığı tarihsel ve toplumsal süreçler düşünüldüğünde, yerel yönetimleri özerkleştirmek Sevr’in ısıtılıp servis edilmesinden başka bir şey değildir. Milli Mücadeleyi, Misak-ı Milliye ve Lozan’ı yok sayan anlayış, emperyalizmin ’ulusları etnik ve dinsel kimliklere parçalama stratejisi’nin aynası.

Bir an için Türkiye’nin yerelden yönetim anlayışını benimsediğini, devletin varlığının kağıt üzerinde kaldığını varsayalım.

Belediye Başkanlarımızı, kimi milletvekillerimizi gözden geçirelim. Topraklarımızın ve insanımızın kaderini bu zihniyete teslim ettiğimizi düşünelim.

Çok partili siyasi hayata geçişle hortlayan ve ancak Kuvvetler Ayrılığı ilkesiyle önüne geçilebilen ’tarikatleşme, cemaatleşme’nin kafasını çıkarmak için beklediği deliğin tıpası açılmış olmaz mı?

Özellikle yabancı fonlarla, yerel bilinç oluşturulan bölgelerde halkın seçimleri aşiret, cemaat ve tarikatlerce şekillendirilmiyor mu? Türkiye’de güçlendirilecek ‘yerel güç’ tanımı nedir?

Diyarbakır’da ’merkeziyetçi olmayan bir kültür’ ile ‘halklara özgürlük’ vaad edenler ’sizi, kuklamız olacak şeyhlerin, köleleri yapıyoruz’ itirafında bulunabilirler mi?


YARIN: Bembeyaz bir Rus kenti: Kars


Selcan TAŞÇI, 10 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Emperyalizmin İkna Odaları -4-

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 01, 2009 15:08

Resim
Kars’ta Türk-Ermeni diyaloğunu geliştirmek için öne çıkarılan anlayış

Basit sınır meseleleri bunları boş verin


Doğu’ya sanat götürenler 22 bin kişiye yaşadıkları şehrin ‘mozaik’ olduğunu anlattılar.

Yurtdışından alınan fonlarla İstanbul’dan sanat götürülen ikinci şehir Kars. Kars Sanat Merkezi “Türkiye, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’için kültürel etkileşimin merkezi” olması için kuruldu. Etkileyen kim, etkilenen kim olacak orası fonlayanların takdirine emanet.

Gürcistan malum bir Soroszede

Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan, hem acıları yaşayanlar, hem yaşatanlar, hem de bu acılardan etkilenenler ve şahitler olarak ’soykırım’ tanımı konusunda ihtilahlı taraflar...

Kars projesini yürütenlerin gözünde burası “bembeyaz bir Rus kenti”. “Caddelerinde hala Rus ve Ermeni etkileri taşıyan, kiliseleri, katedralleri, Anisi ile bir mozaik”.

Hem de öyle lezzetli bir mozaik ki, methini duyan tadına bakmaya koşuyor.

Kars Sanat Merkezi’nin açılışına otuz yedi ülkenin Türkiye büyükelçileri birlikte katıldı. Türkiye’de diplomatik temsilin bu derece güçlü olduğu bir başka sivil toplum kuruluşu etkinliği olmuş mudur?

Kars’ı bunca ülkenin ’çekim alanı’ kapsamına sokan nedir?

Ülkemin, kendini sanata feda eden, Türkiye’de gönüllü, Avrupa’da maaşlıları, 81 ilden neden ülkenin en doğu ucunu seçtiler acaba?

Anadolu Kültür’ün Kars faaliyetlerinin en büyük destekçisi İl Belediyesi. Bunun dışında Ka-Mer ve Rotary Kulübü de Kars’taki faaliyetlerin arkasında duruyor. Şehirde sadece iki sezonda 25 sergi, 22 konser, 13 tiyatro gösterisi, 14 söyleşi, 12 atölye çalışması aracılığıyla 22 bin 637 kişiye ulaştılar.

Kars-Kafkas insiyatifi ile Gül’ün ’futbol diplomasisi’ ve liberal aydınların ’soykırım anıtı önü hissiyatı’ nağmelerinden çok önce ’normalleşme’ye adım attılar.

Kars projesinde görev alan Kubilay Özmen ele geçirdikleri insan potansiyeline gerekçe olarak “insanların basit sınır meseleleri yüzünden birbirlerine düşman olmalarını beklemek safça olur” ifadesini kullanıyor. Bu cümle bile, Anadolu Kültür sorumluları ve gönüllülerinin o ’sınır meseleleri yüzünden her gün şehit veren ülkeleri’ne ne kadar yabancı olduklarını gösteriyor.

‘Çok kültürlülük’ kullanılıyor

Kars’ta Türkler tarafından bin yıldır korunan binalar, gibi şehrin etnik yapısı da ‘ayrıştırma aracı’ olarak kullanılıyor

Kars sadece Türk kültüründen soyutladıkları mimari mirası ile değil demoğrafik yapısıyla da çekici geliyor.

Şehirde Türk, Kürt, Azeri, Terekeme, Türkmen, Tat, Çerkes, Rus ve Almanlar birarada yaşıyor. Bu nüfus Şii, Sünni ve Hristiyan inancına sahip kişilerden oluşuyor. Bu çeşitlilik, yeni etnik kimlikler yaratmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat.

Şehirde hem etnik kimlik hem de azınlık kimliği yaratmak için yeterli malzeme olduğuna kanaat getirenler, ‘çokkkültürlülük’ kavramını kullanıyor.

Prof. Dr. Mustafa Erkal “Çokkültürlülük küreselleşmenin ideolojisidir; farklılıkların kutsallaştırılmasıdır. Dıştan kumandalı bazı sözde sivil toplum kuruluşları da küreselleşmenin paralı askerleridir. Önü açılmış milli devletler bu tuzağa düşürülerek milli direnç yok edilmeye, vatandaşlık şuuru zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Etnik ve mezhep tuzağı Cumhuriyetin önüne dikilmiştir. “Mozaik” ve “Türkiyelilik” yakıştırmaları Anadolu’da hâkim kültürü ve Türk kimliğini reddetmenin başka adıdır. Etniklik biyolojik değil; kültürel değerlere ve unsurlara bağlıdır. Dil grupları etnikliğin tek göstergesi değildir. Milliyet ve etniklik karıştırılmaktadır. Her etniklik milliyetle ifade edilmemektedir. Hâkim kültür reddedilerek varsa farklılıkların bütünü zenginleştireceği ileri sürülemez.” diyor.

Bu sözler kültürel faaliyet adı altında işgal edilen Kars’ın içinden geçtiği sürecin özetidir.

Kar’alamıştı

“Türkler 1 milyon Kürt ve Ermeniyi öldürdü” diyen Nobel’li Orhan Pamuk’un Kar romanı Kars’ta geçiyordu. Pamuk’un deyimiyle bu etnik ve politik bir kitaptı.

Kars insanının yapısını, ilişkilerini Avrupalı gözüyle anlatan Pamuk, dünyaya istediği malzemeyi cömertçe sunmuştu. Ne de olsa bu topraklar, kendi kızlarını bile intihara sürükleyen yobaz ve barbarlara aitti. Onlar mı Ermenilerle bir arada yaşamıştı... Kim inanırdı ki buna?

Ani, Ermenistan mucizesiymiş

Kars, aynı zamanda Kültür Bakanlığı’nın “marka kent” projesine dahil edilen 15 ilden biri. Taş yapı evleri, Ani Harabeleri, Kars Kalesi, Ebu Menucehr Camii, Havariler Kilisesi, Sarıkamış Süphan, Cıbıltepe Balıkdağ, halı ve kilimleri, kaşar peyniri, balı Kars markasını taşıyan değerlerden bazıları. Şehir ‘bu değerleri birarada tutabilmiş bir Türk şehri’ olarak mı, yoksa son dönemde yüksek sesle vurgulandığı gibi ‘bembeyaz bir Rus şehri’ ifadesiyle mi anılacak?

Bir gün Ani’yi gezen bir devletlü ‘Ermenistan’a giden yol Kars’tan geçer’ derse mesela, o zaman ne olacak?

Bunları oturduğumuz yerde kuşku büyüterek yazmıyoruz elbette. Sağlam referanslarımız var. Çünkü Roma, Bizans, İran, Arap, Gürcü, Ermeni ve Türk kültürlerinden izler taşıyan Ani dünyaya, Birgün için şehri gezen Damla Kayayerli’nin ifadesiyle “Ermenistan’ın mucizesi” olarak pazarlanıyor. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’deki “Türk insanı kılıç ve kalemi birlikte düşünen bir millettir. Kılıç memleket zapteder, kalem ise memleket tanzim eder, düzenler” tespitinde olduğu gibi Selçuklu, Doğu’nun kilidi saydığı bu bölgeyi fethettikten sonra, Alparslan’ın imar seferberliği mi bu mucizenin mimarıdır, yoksa Ani gerçekten, dibine kurduğu taş ocakları ile buradaki tarihi sarsan Ermenistan’ın mucizesi midir?

Kars’taki ‘sanat faaliyetlerine’ katkıda bulunmak için Ekim ayında şehre giden Murat Belge, dönüşünde Taraf’ta kaleme aldığı yazıda tek bir konuyu vurguluyor: “Festivaldeki işini bitiren konuklar kenti ve çevreyi geziyor, görülecek yerleri gezip görüyor. İnsan Kars’a gelince, bu bağlamda akla ilk gelen yerlerden biri tabii Ani oluyor. Ani’ye gitmiştim. Bu olağandışı ören yerini, çok güzel kiliseleri hatırlıyorum. Unutamadığım bir şey de, girişteki bir tabela. Burada, on altı madde miydi, kaç taneydi, tam aklımda kalmasa da, bir kere “Ermeni” adının geçmediğini hiç unutmadım. Pakrat hanedanının bir zaman hüküm sürdüğüne dair bir cümle galiba vardı, ama onların bir Ermeni hanedanı olduğunu kim bilir! Şimdi karşıma habire “ani / anı” garabeti çıkıyor. Orayı gezdiren rehber “anı” diyerek anlatıyor. Belli ki bu “resmî politika” haline gelmiş: “Ani” diye bir yer yok, hiç olmadı. Olduğunu düşünür, iddia ederseniz cahilsiniz ya da aptalsınız, ya da kötü niyetlisiniz, ya da vatan hainisiniz. Türk milliyetçiliğinin o andaki ihtiyacı veya o andaki sözcüsünün keyfine göre yukarıda sayılanlardan biri olabilirsiniz. Niye “anı”? Evliya çelebi öyle yazıyormuş! Bu kentin adının ne olduğunu bir Ermeni mi bilecek, Evliya Çelebi mi bilecek?
Nereye varılacak bununla. Ani denen yerin aslında “anı” adında bir Türk kenti olduğunu mu kanıtlayacaksınız? Neyi sağlayacak bu? Ermeni kıyımı olmadığını mı ispatlamış olacağız?”

Türklerin 1064’ten beri Kars’a vurduğu mühürleri törpüleyen yeni bir sanat dalı yaratanlar, Kars’tan vazgeçmeyecekler, peki ya siz?


YARIN: Antakya’nın kapasiteseni geliştirecekler


Selcan TAŞÇI, 11 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Emperyalizmin İkna Odaları -5-

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 01, 2009 15:18

Resim
Fonculara rapor verirken Hatay fişleniyor mu?..

Yerel Kültür Politikaları için Kapasite Geliştirme Projesi çerçevesinde, şehirde alınan nefes bile fon veren yabancı kuruluşlara rapor edilecek

Hatay, Anadolu Kültür’ün pilot şehirleri Diyarbakır ve Kars’tan sonra en değer verdiği projelerden birine ev sahipliği yapacak. Burası da, diğer iki şehir gibi etnik çeşitliliği ile öne çıkıyor.

Milattan önce 100 bine giden buluntulara ulaşılan Hatay’da Araplar, Türkler ve Ermeniler sahip oldukları alevi, sünni, ortodoks, hristiyan, maruni ve musevi inançlarıyla mozaikçilerin iştahını kabartıyor. Hristiyanların ’hac’yeri kabul ettiği ve dünyanın en eski mağara kiliselerinden biri olarak da ilgi çekici bir özelliğe sahip olan Saint Pierre Kilisesi her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesi’nin geleneksel ayinine de ev sahipliği yapıyor.

Hatay ile sanatın kesiştiği en önemli nokta kuşkusuz Hatay Arkeoloji Müzesi. Burası alanında dünyanın ikinci büyük müzesi sayılıyor.

Şehre sanat götürenlerin öncelikli tercihi neden buraya yatırım yapmak yerine, binyıllardır temsil ettikleri farklı dil, din ve ırklarla, tarihin çeşitli dönemlerinden taşıdıkları izlerle kendilerine has bir ’birlikte yaşama modeli’oluşturarak, şimdi şehirlerinde ’medeniyet buluşturma’ya çalışanların fersah fersah önüne geçmiş bir şehrin insanlarının ’kapasite’siyle uğraşıyor olabilirler?

Burada uygulanan ’Yerel Kültür Politikaları İçin Kapasite Geliştirme Projesi’yle ilgili dışarıya yansıyan bilgilerden, bu çalışmanın popüler ifade ile bir fişleme çalışması olduğunu düşündüm. Bilgi Üniversitesi ve Avrupa Kültür Vakfı işbirliği ile yürütülen ve üç yıl sürecek proje kapsamında sivil toplum kuruluşları, gençler, kadınlar, üniversite, kamu, yerel yönetimler gibi farklı statüdeki gruplar ve cemaatlerle ayrı ayrı toplantılar yapılacak. Bu toplantılar da Antakya’nın kimliği konuşulacak ve bu kimliği yaşatacak ’eylem planları’ yapılacak. Bu süreçte atılan her adım, söylenen her söz, yapılan her hareket, her cemaat, her isim, her gelenek kayıt altına alınacak. Ciddi bir envantere dönüşecek bu bilgiler, ’verdikleri paranın karşılığını alıp alamayacaklarını görsünler diye’ fon veren kuruluşlara raporlanacak. Böylelikle gerek ABD, gerek AB’nin elinde Türkiye’nin, dil, din, ırk esaslarında kaşınabilir bölgelerine ait kapsamlı bir ’data’oluşturulacak.

Açılışı Tayyip Erdoğan tarafından yapılan, organizesi Hatay Valiliği, Müftülük ve Evrensel Değerleri Koruma Derneği tarafından yürütülen Medeniyetler Buluşması’na Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav İzak Haleva, Türkiye Ermenileri Patriği 2. Mesrob, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu katılarak, Katoliklerin ruhani lideri Papa 16. Benedict de yolladığı mesajla destek vermişti. Etkinlik sadece muhalefeti değil, “Hatay Vatikanlaştırıldığı”nı düşünen AKP’lileri de kızdırmıştı. AKP Hatay Milletvekili Fuat Geçen, “Önce Kürt sorunu söylemi, arkasından Ermeni oyunu, şimdi de din olayları. Toplantıyı AB finanse ediyormuş. Niye yapıyor bunu? Fakir öğrencilere yardım yapıyor ve dinlerini değiştiriyorlar. Misyonerlik çalışması Hatay‘da artıyor.‘ diyerek kaygılarını dile getirmişti. Hatay’ın Türkiye’ye dahil olduğunu tanımayan AB tarafından bilinçli olarak üyelik sürecinin içine çekilmek istendiğini yazanların sayısı da az değildi.” Buluşmaya tepki gösterenler sert polis müdahalesiyle karşılaşmıştı.

Vatikanlaştırılıyor tepkisi

Bilgi Üniversitesi

Boğaziçi Üniversitesinde yapılacakken mahkeme kararı ile durdurulan Osmanlı Ermenileri Konferansı’na gönüllü olarak ev sahipliği yapmıştı. Diyarbakır Sanat Merkezi’nin internet faaliyetlerini de yine gönüllü olarak yürütüyor. Birçok öğretim üyesi ve idarecisi, Soros’un desteklediği TESEV’de ve Açık Toplum Vakfı’nda görev aldı, alıyor...

Avrupa Kültür Vakfı

Merkezi Amsterdam’da. Europist kuruluşu ve Anna Lindh Vakfı’yla bağlantılı. Maksadı, Avrupa’nın bütünleşme süreci için kültürel işbirliği.

Düşünce Ufkunu Geliştirme Programı vasıtasıyla AB’nin komşularıyla da çalışma yapıyor. Türkiye projelerinde mahalli düzeyde katılımcı politika oluşturmayı canlandırmayı hedefliyor.

Cüretkâr, davetkâr olmuş

Şinasi Haznedar, Çanakkale’deki sanatsal çalışmalarına, Anadolu Kültür’ü çağırarak başladı

Canakkale’de Anadolu Kültür’den ’etkinlik talep eden’ kişi tesadüfe bakın ki Kültür Müdürü Şinasi Haznedar!

Hani “kıçlarına cop sokan anlayış...” diye köşe yazıları kaleme alan entelektüel zat var dı ya...

Anadolu Kültür AŞ’nin Çanakkale’deki en büyük destekçisi olan Haznedar hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için devletin, siyasetin, medyanın, yargının, TSK’nın çeşitli kademelerini hedef alan bu satırların okunması kafi olacaktır: “Cumhuriyet, tek tip bir vatandaş, yeni bir ulus inşası, yeni bir dil, hatta resmi bir din ve inanç inşası projesiydi. Kemalist terör örgütü, Atatürk ilke ve inkılaplarının savunucusu bir gazeteye bomba attırıyor... Baykal’ı izlerken utandım. En sosyal demokrat CHP en devlet gibi davranan, en askerci olmadı mı? Van savcısı Ferhat Sarıkaya meslekten men edildiğinde 100 bin kişi Adalet Bakanlığı önüne yığabildik mi? Ergenekon heryere kon diye bir zamanlar arkadaşlarının kıçlarına cop sokan anlayışların 2008 uantılarına kol kanat germeye ’sürekli faşizm’ mühendisliğine su taşımaya devam ettiler. 7 defa darbe görüp 8 defa şamar oğlanı pozisyonunda devleti idare ettiğini sanan zat..”

Yeniçağ’ın konunun TBMM’ye taşınmasını sağlayan yayınlarından da hatırlayabileceğiniz gibi jeoloji mühendisi olan Şinasi Haznedar farklı kademelerde memuriyetten sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri’nin Trabzon İl Müdürlüğü’nde çalışmış, Van’a yapılan tayini ’psikolojik bozukluk yaşadığına dair’ doktor raporuyla durdurulmuştu. Bu olaydan sonra İstanbul Köy Hizmetleri Müdürlüğü’ne atanan Haznedar, kurum kapatılınca Büyükşehir Belediyesi’ne geçiş yaptı. Haznedar Dinlerarası Diyalog çalışmalarıyla dikkat çeken II. Cumhuriyetçi Empati Grubu’nun kurucuları arasında yer almışt, çalışmaları Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Mustafa Karaalioğlu gibi isimlerce takdirle karşılanmıştı. KESK’in dönem başkanlığını da yapan Haznedar’ın Trabzon’daki yerel gazeteler için kaleme aldığı yazılar, MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla Öcalan’ın yaşam hakkının takipçisi olacağını ilan etmesi, anlayışının ne olduğunu gösteriyor.

Haznedar, şimdi şehitler diyarı Çanakkale’de, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından atandığı Kültür Müdürlüğü koltuğunda yerli Soros’ların etkinliklerini ’devlet adına’ destekliyor.


Bitirirken;

Okurdan gelen yorum ve tespitler böyleydi

Küresel güçlerin medya, siyaset ve sivil toplumdaki işbirlikçileri ile birlikte özel gündemler oluşturarak Türkiye’yi teslimiyete alıştırdıkları sürekli üzerine yazdığımız bir konuydu. ‘Sanatı İstanbul’un dışına çıkarmak istiyoruz’ diyerek, başta Soros’un TESEV’i olmak üzere, ABD ve AB’den fon alanların ilk iş olarak Diyarbakır, Kars ve Hatay’da ‘kültürel çıkarma’ yapmasından huylanmıştık. Yapılan faaliyetler, bu faaliyetleri detekleyen ve yürütenlerin kimliği ve gidilen yerlerin özelliklerine dair küçük bilgiler topladık. Parçaları birleştiridiğinizde sizde kendinizi “Sivil Örümceğin Ağında” hissetmiş olabilirsiniz. O ağı çırpınarak parçalayamayacağınızı unutmayın. Bu kuşatmayı yarmanın tek yolu, binyıllardır oluşturduğunuz güçlü gövdenizden koparılmak istenen parçaların ‘kangren’li olmadığına inanmak ve kesip atmak isteyenlere boyun eğmemek. Kürdü, Ermenisi, Rumu, Çerkezi, Lazı, Gürcüsü... Hitit’i, Urartu’su, Fenike’si... Romas’sı, Selçuklu’su, Osmanlı’sı...

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait olan, onun öncesinde de binlerce yıl Türk beylik, devlet ve imparatorluklarının hakimiyetinde kalan bu topraklardan gelip geçmiş, bu topraklarda konaklamış sayısız kültür var, ama o kültürlerin adlarının biliniyor, izlerinin görülüyor olması bile gerçek bir Türk mucizesi değil mi?

Beş gün boyunca, birbirine eklesek kitap olacak nitelikte yorumlarla sağladığınız katkı için sağolun. Hepsini olmasa da, genel fikri özetleyen, hiç olmazsa birkaç satırı bütün Yeniçağ okurları adına paylaşmayı borç biliyorum:

    “Böyle iktidara böyle sivil toplum yakışır. Gırnatayı yıkıp binlerce müslümanı kazığa oturtan Ferdanand ile Elizabeth’in torunu Jose Luis Rodriguez Zapatero’nun medeniyetiyle bu kadar olur. Haçlı siyonist bayrağının arkasında “orada bir de minare olacaktı” diye aranıp dururlar.”
    Selvi Gürel

    “Kars Sanat Merkezi’nin düzenlediği birçok etkinliğe katıldım. Basıt sınır meselelesi konusunu hep hocalarımızın hümanizmine bağlamıştım. Refleksimizi kırabileceği konusunda uyarıya ihtiyacımız varmış. Teşekkürler.”
    Saffet Arslan

    “Neyin sanatını götürüyorlar diye sormuştunuz ya; ben ‘başkaldırı’nın diyorum.”
    Melike Aysan

    “Boşuna dememişler, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyeim. Bana fon verenini söyle, sana misyonunu söyleyeyim durumu bu da.”
    Ahmet Gündoğdu


BİTTİ


Selcan TAŞÇI, 12 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56


Şu dizine dön: Türkiye Ağı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x