EN BÜYÜK BAYRAM
“29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.”
Bu yıl da şaşırmadık.
Yalnızca Ekim ayının en kutlu günü değil, ulusumuz için tüm zamanların en kutlu günü, 1918’de yurdumuzun parçalanma tarihi Mondros antlaşmasından özellikle bir gün önceki tarihte, kan ve irfanla kurulan çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilan edilme günü 29 Ekim 1923, genç devletimizin en büyük bayramıdır!
29 Ekim, bayram haftası başlarken, bayramı nerede kutlayacağız, yakın çevremizde nerelerde tören yapılacak, kimse bilmiyordu. Bilgi ağında hiç bilgi yoktu. Sokaklarda duyuru panoları yoktu. Her olayı, ölümü, toplu yenen yemekleri, köydeki toplantıları, kaybolan cami merdivenini bile caminin hoparlöründen “merdiven kayıp!” diyerek duyuran köy camisinden de her zamanki gibi hiçbir duyuru yapılmamıştı. Bilgi ağında, İlçemiz Milli Eğitim Müdürü bir kutlama mesajı yayınlamış, mesajda bayram hakkında bilgi verilmemişti.
Bayram yöremizde nerelerde kutlanacak, törenler saat kaçta başlayacak, neler yapılacak, burada da yazmıyordu. Devletin televizyonu TRT günlerdir bir Cumhuriyet filminin, bir Cumhuriyet konserinin, oyununun, konferansının, bayram kutlama töreninin tanıtımını değil, “Kuruluş Orhan” adlı, padişahlık döneminin yeni çevrilen bir dizisinin reklamını yapıyordu.
Yalnızca Demre Belediyesinin son altı yıldır tam da bayram gününe denk getirilen bir festivalinin programında gördük bayramın adını. Beş günlük festival programlarının sonunda, bayram kutlama saat onda Noel Baba meydanında, deniyordu.
Daha önceleri statta kutlanan bayram, spor alanına yine ne olmuştu da bu küçücük meydanda kutlanacaktı?
Halk nereden izleyecekti töreni. Ağırlara (protokol) iki sıra sandalye koymakla iş biter mi? Herkes daha iyi görmek için öne çıkmaya kalkarsa nasıl olacak? Geçit törenleri olacak mı, nasıl yapılacak?
Yoksa Kaş’a mı gitmeli? Kaş’ta Cumhuriyet Meydanı çok daha küçük. Orada geçit töreni bile yapılamıyor, statta bayram kutladıklarını da görmedik bu güne dek. Ne yapmalı? Bayramdan dört gün önce oradaydık hem. Onlar da diğer ilçeler gibi festivalimsi bir şey bulmuşlar, yabancı çizgi film karakterleriyle, tekerlemeye benzer yabancı sözlü çocuk müziğiyle ortalığı yıkıyorlardı. Okul çocukları sıra olmuş, ders saatlerinde, palyaço gösterileriyle meydanda çığırıyorlar. Görevliler ellerinde mikrofon bağırıyor, hep aynı müziği durup dinlenmeden çalıyorlar. Çocukların yüzleri boyanıyor, Atatürk anıtının karşısında, parkın önünde. Okul çocukları yanlarında öğretmenleriyle sıra sıra meydana geliyor, yabancı dilli bir çocuk şarkısı durmadan yüksek sesle çalınırken yüzlerini palyaçolar gibi boyatıp, hoplayıp zıplayıp gidiyorlar. Niye eller yukarda zıplanıyor, neye bu sevinç belli değil. Cumhuriyet haftasına uygun bir tavır bir duruş ara ki bulasın… Yabancılaşma, beyin yıkama, ülkeleri savaşsız teslim alma böyle bir şey olmalı…
Neyse biz bayram kutlamaya nereye gitmeli diye araştırıp dururken, Çevreli Köyünden yeni tanıştığımız bir genç öğretmen, Demre, bayramı statta kutlayacaktır, öğretmenler günlerdir hazırlanıyorlar, oraya gidin dedi.
Biliyorsunuz artık Atatürk anıtlarına çelenk bırakma töreni bir gün önceden yapılıyor, işi baştan savma gibi. Olup bitiyor. Halktan kopuk bir mini törencik. Bilgi ağında o törenlerin yapıldığı yazıyor da bayramların duyurusu, halka çağrı, bayrak asma hatırlatması hiçbir yerde yok.
29 Ekim sabahı, bayraksız köylerden, bayraksız yollardan geçerek Demre’ye vardık.
İlçeye üç beş dakika mesafedeki stat bomboştu, bunu görmek, geçen yıl olduğu gibi bayramın ilçedeki Noel Baba meydanında kutlanacağını anlamamız ilk hayal kırıklığımızdı.
Neredeyse tüm binalar, sıra sıra yol boyu uzanan kocaman apartmanların hepsi bayraksızdı. Yüz pencerenin, balkonun belki de birine bayrak asılmış…
Eyvah dedik, burada hiç bayram havası yok, burada bayram kutlanmaz.
Ne müzik yayını vardı ses yükselticilerden, ne de ilçe caddelerinde bir bayram havası… Düğünleri düğün yapan davul zurna sesi, bayramlarımızı bayram yapan bandoların sesi, Onuncu Yıl Marşı, Bayrak Marşı, Cumhuriyet marşları, kahramanlık türküleri… Hiçbiri yoktu…
Oysa bir popçu konsere gelse, ortalık yıkılır. Yeni moda yoz müziklerle, konser budalası yapılanlarla buralar dolar taşar. Sahne müziğini pek de güzel ayarlarlar, her türlü teknik donanım tamdır, konser için gösterilen özen, ses duyurma kalitesi görene parmak ısırtır.
Şimdi ise tam sessizlik…
Meydana giden bir yol araçlara kapatılmıştı yalnızca. Görevli öğrenciler, başlarında öğretmenleri, görevli öğrencilerin yakınları, üç beş kişi de bayram için gelenler, bazı yaş yaşamış büyükler meydandaki bayram yerinde yerlerini almışlar, çoğunluk ayakta, üç beş kişi de plastik sandalye bulmuş, oturmuşlar, sessiz sedasız beklemedelerdi…
Tören başlayınca da zaten bayramla ilgili doğru dürüst ses, müzik duyulmadı. Ne şiirler dinlendi, ne sunucuların dedikleri anlaşıldı, ne gösterilerdeki öğrencilerin sözleri halka ulaştı… Nedense, ses sistemi kurulmamış, küçücük bir salonda kutlanır gibi basit bir mikrofon kullanılmış.
*
Bayram Kutlama
Saat onda başlayacak denen tören biraz gecikmeyle başlatıldı.
Ah bu törenlerin saygı duruşu anları, ardından çalınan İstiklal Marşı’nın hep birlikte okunması…
Bayram yerine gitmek, halkla buluşmak, öğrencilerimizle, öğretmenlerle, askerlerimizle bir arada olmak, gözlerimiz yaşlı başımız dik, bayrağımıza bakarak bu kutlu anı yaşamak…
Yine ne yazık ki bu kutlu anı okul öğrencilerinin tümü yaşayamıyor. Bayramda görevli olan öğrencilerin dışında, çocukların, gençlerin bayramlardan, bayram kutlamalarından hiç haberleri olmuyor. Bayramın ertesi günü de çoktandır tatil değil, 29 Ekim sıradan bir gün sayılıyor çoğu çocuğumuz için. Sanki bir tatil günü. Televizyonlar da aynı aymazlık içerisindeler. Yayınları aynı sürüyor. Ne bayram konserleri var, ne bayram ile ilgili filmler, diziler, konuşmalar, belgeseller…
Kısa kısa aldığım notlardan, gördüklerimden bayramın seyri:
Sunucu bu sözlerle bayramı açtı:
“Anadolu Kalesi´nin burcuna dikilen bir bayraktı Cumhuriyet; Türkün başına takılan taçtı, kollarından çıkarılan zincirdi. Bağımsızlık, özgürlük demekti Cumhuriyet. Cumhuriyet Yunus idi, Mevlana idi, Pir Sultan idi, Âşık Veysel idi, Ayşe idi. Halk demekti halk!”
*
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın “Akdeniz’e Doğru” şiirinden alınmış dizeler:
“Sakarya'dan su içtik o çelik süngülerle,/Yuvaları dağılmış bir avuç yılmaz erle.
Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,/Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti...”
Bu ve benzeri sözler, bayram kutlama programlarının yaygınlaşmış, bilgi ağında kayıtlı gelenekleşmiş sözleri. Kimi bayram kutlama programları iki bin onlardan beri bilgi ağında dolaşıyor.
Ardından söylenen bu dizeler de öyle, diğer sözler de öyle. “Bugün” adlı Cumhuriyet şiirinden:
“Tarihe sığmayan şanlar Türk’ündür./Ölümden korkmayan canlar Türkündür.
Bayrağa renk veren kanlar Türk’ündür,/Yurdumun en büyük bayramı bugün.”
İki öğretmen sunucusu vardı törenin. Türkçe öğretmenleri; Serap Ateş, Serkan Akyol. Neredeyse, onlarca okulu olan Demre’de, tek bir okulun öğrencileriyle, öğretmenleriyle kutlandı bayram:
Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu. Şiirleri onlar okudu, o müthiş güzel halk oyunlarını onlar oynadı.
“Feda Türkiye’m”, bir müzikli gösteriydi.
80. Yıl Cumhuriyet Ortaokulu da “Cumhuriyet Destanı” adlı sesli, hareketli çok güzel bir gösteriyle katılmıştı.
Tören bandosu Demre Anadolu Lisesi’ndendi. Geçit törenini onlar güzelleştirdiler meydanı onlar dalgalandırdılar…
Sunumlardaki dizeler iyi seçilmişti, öğretmenler bu dizelerin arasına “Atatürk’ün Sesini” de ara ara kattılar.
Bir de ses düzeni iyi olaydı, bu sözler en azından meydana kadar gelenlerin, bayram kutlayanların yüreklerine, gönüllerine ulaşabileydi!
Ah keşke ulusal Bayramlarımıza kıyılmasaydı… Çocuklarımız gençlerimiz eskisi gibi bayramlarında ulusal duyguları yaşasalardı, okullara bayrama katılmak yine zorunlu olsaydı eski günlerdeki gibi, öğrencilerimiz atalarıyla onurlansalardı, uluslarıyla övünselerdi… Meydanlar dolsa boşalsaydı… Eski yıllardaki gibi alanlarda resmi törenler yapılaydı, askerlerimiz asker yürüyüşüyle yürüselerdi törenlerde, motosikletli polislerimiz gösterileriyle halkı coştursalardı. Askerlerimizin paraşüt gösterileri yürekleri hoplatsaydı, Türk Yıldızları büyük kentlerimizde görsel şölen yaşatsaydılar yine… Anıtkabir’den canlı yayınla başlasaydı ulusal günlerimiz. Ankara’nın alanlarından, İstanbul’un büyük meydanlarından canlı izlenseydi yine bayramlar… Halk, yönetim birleşseydi eskisi gibi, Cumhuriyetin aydınları, halkımız kol kola bayram kutlasalardı… Eskiden kentin, ilçenin en yüksek üç görevlisi bayram kutlardı birlikte. Bayram alanında birlikte dolaşırlar, her üç beş adımda, bayram için toplanan halka; “Bayramınız Kutlu Olsun!” derlerdi. Seçilmişin, atanmışın, askerin en üst temsilcileri… Vali (kaymakam), Belediye başkanı, yörenin askeri birliğinin en üst rütbeli subayı. Şimdi bu üçlüyü bozdular, Cumhuriyeti kuran ordumuz bayramlardan çıkarıldı, törenlerde görev almıyorlar, yok sayılıyorlar… Ne dedi yine bu bayramda sunucu:
“Kaymakamımız, Belediye Başkanımız halkın ve öğrencilerin bayramını kutlayacaklar!”
Kimse de sormadı, nerede asker?
Cumhuriyet nereye gidiyor?
Bayramda da dinlettiler yüce Önderimizin ağzından “Onuncu Yıl Nutku”nun son bölümünü:
“Büyük Türk Milleti!
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!” K. Atatürk, Ankara, 29 Ekim 1933
Feza Tiryaki, 29 Ekim 2025


