Tanzimat ile başlayan Batı'ya yaranma ve yamanma sürecinin, ülkemizde yaptığı en büyük tahribatın beyinlerde olduğunu kanıtlayan günler yaşıyoruz.
Sürecin Batı cephesindeki hedef, ülkenin bölünmesi ve Türklerin Anadolu'dan atılmalarıydı. Kurtuluş Savaşı ile engellendi ama, tarih bilincinden yoksun bırakılmanın bir sonucu olarak tekrar gündeme getirildi.
Türklerin kendi tarihleriyle bağ kurmalarını engellemek ve hatta kurulan bağları koparmak, 1940'lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı'nı teslim ettiğimiz Amerikalı danışmanların Türkiye'ye geliş amaçlarıydı.
Onların yüzünden okullarda okuduğumuz tarih kitapları Anadolu'daki eski uygarlıkları, sanki başka dünyalardan gelmiş, bir süre burada yaşamış ve sonra da canları sıkılıp uzay gemilerine binerek gezegenimizden gitmişler gibi anlattılar bize.
Oysa 8 bin yıllık kesintisiz varlığı, yapılan her arkeolojik keşif ile yeniden kanıtlanan, büyük bir Türk Uygarlığı yaşıyor bu topraklarda.
Sümer yazısını ilk okuyan kişi olan İngiliz Henry Creswicke Rawlinson, yaptığı çalışmalarda iki tane son derece sakıncalı bilgiye ulaşarak, Mezopotamya medeniyetinin Orta Asya kökenli ve Kürtlerin de Turan olduğunu bulmuştu.
Batı'da bilim, majestelerin çıkarlarına uygun olmak zorundadır. Bilimin bulduğu gerçekler bu şartı yerine getirmediğinde, majestelerin çıkarları bilimin gerçeklerini döver.
Britannica'dan Kürtlerle ilgili bölüm kaldırıldı ve İngiliz bilim camiasında da hemen unutuldu. Sümerlerin Türklüğü, Batı'daki en büyük tabuyu yıkarak, 'Türk ve 'Uygarlık' kelimelerini yan yana getirme felâketine yol açacağı için derhal reddedildi ve hâlâ kanıtlanamayan "Hint - Avrupa" diye bir teori uyduruldu.
İşin komik tarafı, Türk Tarihini Osmanlı'ya sıkıştırarak geçmişimizi kısaltmaya çalışanlar, biz Türklere insanüstü güçler ve yetenekler atfettiklerinin farkında değiller. Bu kadar kısa sürede tarihe damga vurup yön verecek işler yapmak, birbiri ardına çok sayıda büyük imparatorluklar kurmak, köksüz toplulukların yapacağı şeyler değil.
Sovyet Bilim Akademisi tarafından Türk olduğu bilinmeden, Türk Kültürü ile ilgili tespit edilen en eski tarih -14.000. Yani, 16.000 yıllık Türk Tarihi'nin çok büyük bir bölümünü bize yasaklamak ve sadece son 1.000 yılını öğrenmemize izin vermek istiyorlar. Hem de, kendi çıkarlarına uyacak şekilde, gerektiğinde çarpıtarak ve saptırarak.
Çünkü gerçek tarih öğrenildiği zaman, Türkler dünya uygarlığının kurucuları ve yayıcıları olarak çıkıyor karşımıza. Bu da, Batı'da üretilen siyasi projeler bakımından çok kötü bir durum.
Kendi kaderlerini, başkalarının kaderlerini de belirleyecek şekilde tayin etmeye çalışan iddialı devletlerin milliyetçi projelerinde tarih, çok etkili bir silah olarak kullanılıyor. Bu nedenle, gerçek tarihi bilgilere büyük değer vermek ve bitmeyen bir iştahla elde etmeye çalışmak hayati önem taşıyor.
Türkiye'de 10 yıldır içinde bulunduğumuz cahiliye döneminin başbakanı, yaptığı son edepsizliklerden birinde, Atatürk dönemini 'kafatasçılık' dediği ırkçılık ile suçlamıştı. Oysa Antropoloji, tarih için çok önemli bir kaynak.
Nasıl ki, Türkiye'de dini siyasete alet eden AKP'nin ahlâksızlığı dinin kötülüğü anlamına gelmiyorsa, Antropoloji biliminin kimlikleri tespit edebilmek amacı ile kullandığı, 'insanları kemik ölçülerine göre gruplama' yönteminden aşağılık veya üstünlük anlamları çıkaran ırkçıların varlığı da, bu bilim dalının ırkçılık ile suçlanmasını gerektirmez.
Atatürk'ün başlattığı Türk Tarih Çalışmaları'na çok sayıda Avrupalı arkeolog, antropolog, filolog ve tarihçi katılmış.
1937'de toplanan İkinci Türk Tarih Kongresi'ndeki altı fahri başkan ; Alman, Çekoslovak, Fransız, İtalyan, Romen ve Yugoslav temsilcilerden meydana geliyor.
Kongre çalışmalarına katılan yabancı akademisyen sayısı otuzdan fazla. Onlardan biri olan Eugene Pittard, bakın ne diyor ;
"Demin, bu memleketin harikulade teceddüdünden (yenileme, yenilenme), bugünlerde bizleri misafir edenlerin, şahidi olduğumuz ve şayet hâlâ kalmışsa düşmanlarını bile hayran etmesi gereken eşsiz kalkınmasından bahsettim".
"Bu yeni devletin içinde çok tabii bir müessese olan ve kendine gelmek ve yakın veya uzak, mesut veya bedbaht mazisinde, fakat bütün mazisinde kendi kendini bulmak isteyen bir milletin tamamıyla yenilenmek hususundaki sonsuz arzusunun doğrudan doğruya bir neticesi bulunan Türk Tarih Kurumu, şimdiye kadar büyük işler başarmış bir ilim cemiyetidir".
"Onun daha birçok böyle büyük işler başaracağına inancımız vardır. Onun enerjisi, bu yurdu kuran ve cumhuriyetin şerefli banisi (koruyucusu) olan zatın enerjisi ile bir gitmektedir".
"Esasen duyduğuma göre, Türkiye Reisicumhuru bu vatani müesseseye can ve gönülden alâka göstermekte, ona kendi heyecanlarını, yılmak bilmeyen çalışma hasletlerini vermektedir".
Bir, o yıllardaki haysiyetli ve namuslu duruma bakın, bir de 76 yıl sonra içine düşürüldüğümüz şu kepazeliğe ;
Bilim insanlarımızın yabancı devletlerin arşivlerinde çalışıp tarihi gerçekleri ortaya çıkarmalarına, bu ülkede hapis cezası veriliyor artık.
Selçuk Tınaz