Bu yazıyı yazmak için 6 ay bekledim. Soruşturmanın selameti açısından... Yargıya saygımdan...
Geçen süreçte, çetenin kanıtı bombalar imha edildi.
Kimlerin ne zaman gözaltına alınacağı hükümet yanlısı gazetelerde önceden açıklandı.
Açıklanmamış iddianamenin belgeleri kitap halinde yayımlandı.
Ve iddialar, iddianameden önce gazetelerde çarşaf çarşaf yer aldı.
İkinci Öz
Ocak sonu bu köşede İkinci Öz başlıklı bir yazı yazmıştım.
Can DÜNDAR YAZIYOR
Ergenekon sorgulamasının başına Zekeriya Öz getirilince soyadlarının aynı olmasından yola çıkarak, 30 yıl önce benzer bir davayla Doğan Özün uğraştığını hatırlatmıştım.
Şiddet eylemlerini kışkırtan bir örgütün devlet aygıtını kendi amacına uygun bir şekilde dönüştürmeye çalıştığını söyleyen bu aydın savcı, Kontgerillayı keşfettikten 2 ay sonra öldürülmüştü.
30 yıl kaybeden Türkiyenin önünde yeni bir şans vardı şimdi...
Soruşturma karargâhında
Yazı yayımlandıktan 1 ay kadar sonra savcılığa davet edildim.
26 Şubat günü, Beşiktaştaki cumhuriyet savcılığına ifade vermeye gittim.
Üst kattaki odada iki masa vardı; masalardan birinde oturan nazik bir savcı, beni davet eden savcının o gün gelemediğini belirtti; İfadenizi Zekeriya Bey alacak dedi.
Ergenekon Davasının ünlü savcısı Zekeriya Özle böylece tanıştım.
Önce ortamı tarif edeyim:
İnsan, Cumhuriyet tarihinin en büyük davalarından biri için kalabalık bir savcılar heyetinin koca bir salonda binlerce dosya arasında arı kovanı gibi çalıştığını hayal ediyor.
Değil.
Karşılıklı iki masanın ancak sığabileceği, çok küçük bir oda...
Böylesi bir soruşturma için üzeri fazlaca temiz masalar...
İstanbulun en güzel manzaralarından birine baktığı halde örtülü duran pencereler...
Arada vurulan kapıda geçerken uğrayanlar ve sürekli cevap verilmek zorunda kalınan telefonlar...
İki kez hatırlatılmasına rağmen geciken çay servisi...
Hedef?
Tanıştığımızda Savcı Öz, oturduğu koltukta dosya okuyordu. Dosyanın içinde İkinci Öz yazım olduğunu fark ettim.
Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle doğrudan lafa girdi:
Beni hedef göstermişsiniz dedi.
Tersine dedim; ...geçmişteki deneyimler ışığında ve bu davanın selameti açısından iyi korunmanız gerektiğini düşünüyorum. Bunun Türkiye için bir umut olabileceğini yazdım.
Yazının niyeti konusunda aynı görüşte değildi.
Dışişleri Bakanının Bu davaya dikkat demecinden sonra Ergenekon savcılığına atandığı yolundaki (daha sonra düzelttiğim) satırlarımı da iddiasına kanıt olarak gösteriyordu.
Ama ilginçtir; oraya bu konu için davet edilmediğimi söyledi.
Asıl davet gerekçesi, bugün soruşturduğu çetenin adını taşıyan bir kitaba 10 yıl önce imza atmış olmamdı. Celal Kazdağlı ile birlikte yaptığımız Ergenekon araştırmasıyla (İmge, 1997) ilgili bilgi almak istiyordu.
Ne biliyorsak, hepsini kitapta yazdığımızı söyledim. Orada yazılı olanları kısaca özetledim.
Tespih ve bulgular
Laf açıldıkça, bir savcı ile bir avukatın da tanıklık ettiği bizim ifade, derin bir sohbete dönüştü.
Ben az konuştum; 2.5 saat süren bu sohbetin yaklaşık 2 saatinde Savcı Öz, Ergenekon soruşturmasının ayrıntılarını anlattı.
O gün için 125 klasörü bulmuş bu davanın en hummalı safhasında bana 2.5 saatini ayırabilmesine şaşarak ve gözümü 2.5 saat boyunca sürekli çektiği tespihinden ayıramayarak anlattıklarını dinledim.
Veli Küçükün gözaltına alınmasından Emniyetin tavrına,
AKP içine yerleştirilen casustan yabancı istihbarat örgütlerinin ajanı olarak fişlenen gazetecilere,
bayrak mitinglerinin ardındaki isimlerden Danıştay saldırısının tahkikatına,
Sabancı cinayetinden Dink suikastına, örgütün TV kanalı açma ve kimyasal silah üretme projesinden, mafya içindeki bağlantılarına, üs haline getirilmiş kiliseden, iddianame açıklanınca kopacak kıyamete kadar uzandı sohbet...
Savcı Özün anlattıkları sayesinde 6 ay sonra ancak bugün ortaya çıkacak bazı mahrem bilgilere, o gün sahip olma şansına kavuştum.
Bir gazeteci için ne büyük fırsat...
Ama orada gazeteci mi, zanlı mı olduğumun henüz ayırdına varamamıştım.
Pardon, sizin kitap değildi
Nitekim sohbetin bir yerinde tanıklıktan zanlılığa doğru evrildiğimi hissettim. Savcı Öz, tutuklulardan birinin O kitabı Can Dündara, Veli Küçük yazdırtmış dediğini söyledi.
Hayret dolu bir gülümsemeyle Neden yazdırtmış bana? diye sorabildim.
Örgütü olduğundan küçük göstermek için... dedi.
Vay canına!
Amaç buysa nasıl oluyor da bu kitapta dönemin Başbakanın kirli işler için kurduğu bir özel bürodan, örgütün ordu ve Emniyet içindeki bağlantılarından, İçişleri Bakanına uzanan kollarından, Cumhurbaşkanını teslim alan derin ilişkiler ağından söz edilebiliyor? diye sordum.
Biz de o iddiayı ciddiye almadık zaten dedi, ama suçlama devam etti:
Burada tutuklu bulunanlardan birkaçıyla da kitap için röportaj yapmışsınız.
Kimmiş onlar? dedim.
Hatırlayamadı.
Kitapta röportaj yaptığımız isimleri saydım, Yok, onlar değil dedi.
Sonra Belki Hulki Cevizoğlunun kitabıydı diye düzeltti. Yanlış hatırlanan bir kitaptan dolayı suçlanmaktan kıl payı kurtuldum böylece...
Herhalde yorgun olduğundandı.
Günlerdir dosya okumaktan bitap düşmüştü.
Koca soruşturmayı 3 savcı götürüyorlardı.
Başka bir hayatı kalmamıştı. Bu arada annesinin kalp rahatsızlığına çok üzülmüştü.
Ayrılırken kolaylıklar diledim.
Bitmedi
Beni uğurlarken:
Bir de alt katta bir savcı arkadaşımız sizi görmek istiyor dedi.
Alt kata indim.
Bir başka savcı bir başka dosya açtı.
Dosyada yine İkinci Öz yazısı vardı.
Savcı Zekeriya Özü hedef göstermekle suçlanıyorsunuz dedi.
Az önce kendisiyle görüştük dedim.
Biliyorum. O başka... dedi.
Yeniden ifade verdim. Amacımın hedef göstermek olmadığını söyledim.
Bir ay sonra soruşturmadan aklandığımı öğrendim.
Savcılıktan çıkarkenki fikrim, girerkenki tahminimden bir hayli farklıydı.
CAN DÜNDAR-HÜRRİYET
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/93639 ... 9&sz=10368