"Ergenekon Terör Örgütünün Medya Yapılanması" / Fatma Sibel YÜKSEK

"Ergenekon Terör Örgütünün Medya Yapılanması" / Fatma Sibel YÜKSEK

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Şub 20, 2011 21:15

"Ergenekon Terör Örgütünün Medya Yapılanması"

Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombalarla ilgili soruşturma ne zaman "Ergenekon" adlı dünyada eşi benzeri bulunmayan bir "terör örgütü" ile bağlantılandırıldı?

Birinci Ergenekon Davası'nın duruşmalarında sanık avukatları tarafından mahkemede izletilen görüntülere göre, gecekondunun aramasını yapan polisler kendi aralarında konuşurken, "Ergenekon" kelimesini telaffuz ediyorlar, hatta "Savcı da kimmiş, Ergenekon'sa ...iktir et" şeklinde özlü yaklaşımlar ortaya koyuyorlardı.

Oysa, 2007'deki Ümraniye soruşturması sırasında, resmi belgelerde daha Ergenekon'un adı bile geçmiyordu. Bu ismi o an'a kadar sadece bir tek kişi telaffuz etmişti; o da "Amerikan Büyükelçisi'nden Demokrasi Dersi" diye yazılar yazacak kadar Washington ile içli dışlı bir satılık kalemdi.

Soruşturmayı yürütenler, ilk kez 2006 yılında Sabah gazetesinde ortaya atılan bu ismi sonradan çok sevdiler. Ümraniye'den sonra başlatılan zincirleme soruşturmaların hepsine "Ergenekon" adı verilmeye başlandı. Kanada'da yaşayan Haham ortaya çıktı, bir takım "şemalar" ortaya çıktı. Şamil Tayyar bir süre "Bir numarayı açıklıyorum" diyerek iftiradan para kazandı....

Derken, istimi arkadan gelen bu tuhaf örgütün "askeri yapılanması", "mali yapılanması", "medya yapılanması" vs. iddianamelere konu olmaya başladı. Savcılar coştukça coştu, 1987 doğumlu teğmenler, 12 Eylül'ün kanlı olaylarından sorumlu tutulur oldu. "Darbecilerle hesaplaşacağız" diyerek halktan oy toplayanlar, 12 Eylül'ün patronu Kenan Evren'in kapısından bile geçemediler. Hasılı, süreç bir garip kaos, karmaşa, dezenformasyon, kin, garez, aşk, ihtiras dehlizinde kar topu gibi büyüdü ve bugünlere gelindi.

Gelinen nokta, "Ergenekon"un Türkiye'nin parçalanmasına ve işbirlikçi hükümetlere karşı çıkan herkesi yutarak ilerleyen küresel bir plan olduğunu ortaya koydu. İş o kadar renkli bir hale geldi ki bu büyük planın içine kişisel hesaplaşmalar da girmeye başladı. Örneğin, Şamil Tayyar'ın veya Ahmet Altan'ın arabasının önüne parkederseniz yandınız, kendinizi bir anda Ergenekon soruşturmasının içinde bulabilirsiniz. Veya soruşturmayı yürüten Savcı hakkında sağda solda "Şişkonun teki" diye dedikodu yaptıysanız, Silivri ile tanışmanız işten bile değil.

Savcı, devletin resmi belgelerinde binlerce sayfa dedikodu yapabilir. Turşu tarifini, sevgili kavgasını, aşk namelerini, çamaşır deterjanının markasını, köpeğinizin çiş yapma saatlerini iddianameye " delil" diye koyabilir. Dinlemelere takılan insanların açık isimlerini, ev ve iş adreslerini, telefon numaralarını, vatandaşlık numaralarını internette yayımlatabilir ama siz Savcı hakkında "Çıkmış 150 kiloya...O gözlükler de ne öyle,? Artize bak!" dediğiniz an gidersiniz...

............................
Konumuza dönecek olursak,

"Ergenekon'un medya yapılanması" denilen şeyde bir problem, bir eksiklik vardı. Ki bu durum zaten Mehmet Altan üstadımız ile Mehmet Baransu büyüğümüzün epeydir dikkatlerini celbetmekte ve "Ergenekon'un medya ayağının üstüne gidilmeli" deyip durmaktaydılar.

Hakikaten, koskoca örgütün en az dört iddianamede adı geçen "medya ayağı" oldukça pespaye bir yapı ortaya koymaktaydı. İsimlere bakınız:

Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Erol Mütercimler, Güler Kömürcü, Yalçın Küçük, Ufuk Büyükçelebi, Hikmet Çiçek, Serhan Bolluk, Merdan Yanardağ, Adnan Akfırat, Vedat Yenerer, Deniz Yıldırım, Ufuk Akkaya, Hayrullah Mahmut Özgür, Fatma Sibel Yüksek...

İsimleri yanyana dizdik diye bu isimler arasında iddianamede mantıklı bir irtibat kurulduğu zannedilmesin. Onbinlerce sayfayı bulan iddianame ve ek delillerde bu isimlerin her biri ayrı bir yerde geçiyor. "Ergenekon'un medya ayağını oluşturmak" suçlaması kimine yöneltilmiş, kimine yöneltilmemiş. Örneğin Tuncay Özkan, medya faaliyetinden çok, kurduğu parti ve Cumhuriyet mitingleri kapsamında yargılanıyor. Mustafa Balbay'a bütün sanıklara olduğu gibi tam olarak ne suçlama yöneltildiği bilinmiyor. Ancak duruşmalarda sorulan sorulara ve medyaya servis edilen haberlere bakılırsa, kendisi "TSK içinde darbe planlayan bir ekipten haber alabilen ve bu haberleri belli bir manüpilasyon çerçevesinde kamuoyuna sunan gazeteci" olmaktan muzdarip.

Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek, Serhan Bolluk zaten İşçi Partisi'nin yayın organlarında hem gazeteci, hem de parti üyesi kimliğiyle yıllardır çalışan insanlar. Bu konumları yasa dışı olmadığı gibi, sakladıkları da yok zaten.

Merdan Yanardağ, Tuncay Özkan'ın televizyonu satıldıktan sonra işsiz kalmış bir gazeteci. Kezâ Güler Kömürcü, Ergenekon sanıklarınan biriyle evlendiği için 2008 yılında Akşam gazetesinden atılmış ve o günden beri başka yerde çalışmamış bir köşe yazarı...

Hayrullah Mahmut, medyanın yüzünü en son 2003 yılında gördü. TMSF Star gazetesine el koyduktan sonra medyada bir daha iş bulamadı. Bir kaç yıl internette mail gruplarına yazdı, son iki yıldır onu da bırakmış durumda.

Erol Mütercimler ile Yalçın Küçük'ün gazetecilik mesleğine mensup olup olmadıkları tartışmalı. Mütercimler için daha çok araştırmacı-yazar denilebilir. Ergenekon yapılanması içinde nasıl bir rol aldığını iddianameden ve "ek delil" diye ortaya konulan levazımdan anlamak mümkün değil.

Yalçın Küçük derseniz, o her şeyden yargılanıyor. Kalpak giymekten, kırmızı atkı takmaktan, Öcalan ile görüşmekten, elini masaya vurarak konuşmaktan, aniden bağırıp insanın ödünü koparmaktan...

Kapanan Tercüman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, anladığımız kadarıyla telefon tapelerinde "Ben o Şamil Tayyar'ın k.çının fotoğrafını gazeteye basıp altına da şöyle yazacağım" dediği için savcılar tarafından ayıplanmış bir insan. Şamil Tayyar'ın mabadını gazeteye basıp altına özlü bir söz yazmak, gazetecilik etiği ve faaliyeti ile bağdaşmayan bir davranış olarak "asrın davasındaki" yerini almış bulunuyor.

Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya, Aydınlık gazetesinin haber müdürü ve muhabiri. Mehmet Ali Talat ile Tayyip Erdoğan'ın telefon görüşmelerini yayımladıkları için tutuklandılar. Devletin yüzlerce gizli belgesini "ek delil" diye dosyaya koyup internet sitelerinde yayımlanmasına neden olan savcılar, Mehmet Ali Talat ile Tayyip Erdoğan'ın telefon konuşmasının "gizli belge" niteliğinde olup olmadığını Başbakanlık'tan sordular. Başbakanlık da Müsteşar Yardımcısı Ruhi Özbilgiç'in imzasıyla "Gizli belgedir" diye jet yanıt verdi. Böylece basın tarihinde ilk kez iki gazeteci, "Başbakanlık oluruyla" tutuklanmış oldular...

Fatma Sibel Yüksek, gazetecilik hayatında muhabirlikten öteye gidememiş, 2006 yılından beri işsiz,. Beş yıldır sadece markete ve yüzme havuzuna gitmek için evden dışarı çıkıyor. Telefonu haftada ortalama dört kez çalıyor. Onda da arayan ya kocası, ya da kızkardeşi.. Osman Pamukoğlu'nun partilileri tarafından bile tanınmadığı için facebook sayfasında "yandaş" zannedilip küfürlere gark olmuş bir isim. Bin kişinin ziyaret ettiği Açık İstihbarat adlı sitede canı sıkıldıkça yazılar yazıyor. İkinci Ergenekon iddianamesine "Behiç Gürcihan'ın nişanlısı" kontenjanından sanık olarak girdi.

Üstelik bu sayılan isimler, ya birbirlerini hiç tanımıyorlar; ya da birbirlerinden hiç hazzetmezler. Örneğin Fatma Sibel Yüksek, Hayrullah Mahmut, Merdan Yanardağ, Serhan Bolluk, Deniz Yıldırım, Erol Mütercimler gibi isimleri yolda görse tanımaz. Keza bu isimler de Fatma Sibel Yüksek'i yolda görseler tanımazlar. Güler Kömürcü, Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek ve Vedat Yenerer ile duruşmalar sırasında tanışmıştır. Tuncay Özkan'ın hallerini ti'ye alan yazılarından dolayı, Özkan'ı sevenlerin kalbini kırmış, Mustafa Balbay'ın kafiyeli cümlelerini de oldum olası çok sıkıcı bulmuş birisi..

Şimdi, böyle bir ekibin "ülkeyi darbe ortamına sürükleyerek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkmayı" hedefleyen, kökü tarih öncesindeki Agarta efsanesine kadar dayanan bir örgütün "medya ayağını" oluşturması akla seza mıdır?

Yakışır mı o örgütün şanına?

İçlerinde bir tane bile medya patronu, yayın yönetmeni yok. Çok satan bir gazetede çalışan yok, hepsi işsiz güçsüz...

"Ergenekon bu ekiple mi medyayı ele geçirip kamuoyunu darbelere hazırlayacaktı" diye sormazlar mı?

Nefes almaları bile beraat sebebi...

Tabii, binlerce sayfalık Ergenekon dosyasında sadece bu isimler yok. Örneğin, meşhur Ergenekon şemasında Zaman gazetesi yazarı ve Fethullah Gülen'in gayrı resmi basın sözcüsü Hüseyin Gülerce ile Star gazetesinin bir önceki patronu Ethem Sancak'ın da isimleri var...

"Ergenekon öyle bir örgüttür ki üye olduğunuzun farkına bile varmazsınız" diyerek dünya hukuk terminolojisine yeni bir tanım kazandıran Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur veya "İlhan Selçuk gizliliğe o kadar önem veriyordu ki, bu yüzden cep telefonu bile kullanmıyordu" şeklinde mütala veren Savcı'nın mantığıyla bakacak olursak, bu isimler Fethullah Gülen'in gazetesinde yazarak ve de "Başbakan'a yakın işadamı" kılığına bürünerek Ergenekon'un amaçları doğrultusunda faaliyet gösteriyor olamazlar mı?

Ergenekon operasyonları bir kez olsun, adı şemalarda geçen Hüseyin Gülerce'nin kapısına neden uğramaz? Savcılar kendisini çağırıp "Adınızın burada ne işi var?" diye neden bir kez olsun sormazlar?

Şimdi anlıyoruz ki Odatv baskını ile "Ergenekon'un medya yapılanmasında" yeni bir aşamaya gelinmiş. Medya ayağı, ilk tutuklamaların yapıldığı Haziran 2007'den beri ilk kez, işsiz güçsüz gazeteciler çemberinden çıkarılıp "etkili isimlere" doğru kaydırılıyor. Mehmet Altan'ın arzusu nihayet karşılık buluyor ve "Medya yapılanmasının" üstüne gidiliyor.

Yanlış hatırlamıyorsak Odatv, 2007 yılında yayına başladı. Savcıların, ortada bu derece gülünç bir "medya yapılanması" açığı varken neden dört sene bekledikleri gibi mantık sorularına bu davada yer olmadığını öğreneli çok oldu.

Anlaşılan o ki Odatv, Amerikalı uzmanların Ergenekon polislerini eğittiğine ilişkin görüntüleri yayımlamaktan ziyade, belli bir izlenme oranına ulaştığı; daha da önemlisi CHP ile ortak bir televizyon kanalı projesine giriştiği için operasyona uğramış.

Şamil Tayyar'ın eline tutuşturulan mektupta Odatv operasyonunun neredeyse bütün şifreleri var. Bilmeyenler için özetleyelim: Şamil Tayyar, Soner Yalçın ve arkadaşlarının tutuklanmasından sonra, Soner Yalçın tarafından Kemal Kılıçdaroğlu'na iletilmek üzere yazıldığı iddia edilen bir mektubu yayınladı. Bu mektup doğruysa Soner Yalçın, Kılıçdaroğlu'na "CHP'nin etkin bir medyaya ihtiyacı bulunduğunu" telkin ederek işbirliği teklif ediyor. CHP'nin ukdesinde zor günler yaşayan Halk Tv'ye satın alıp canlandırmayı amaçlayan bir proje sunuyor. Klasik ve de iflah olmaz bir ekipçilik zihniyetiyle bu kanalda birlikte çalışılacak "etkili" ve de "ünlü" gazetecilerin, televizyoncuların ismini empoze ediyor.

Bağımsız bir gazetecinin bir siyasi partiye bu şekilde yanaşması etik midir? Bizce değildir...Nitekim Odatv'nin önce Deniz Baykal'a, Baykal devrilince Kılıçdaroğlu'na yanaşmacı tavırlarını çok eleştirdik. Bu süreçte aniden ortaya çıkan İsrail övgüsü ile dolu haberler de oldukça dikkatimizi çekti ve Odatv'nin iyiniyetli okuyucularını küstürmek pahasına eleştirimizi yaptık.

Peki, bir gazetecinin bir siyasi partiye yanaşması etik değildir ve aynı zamanda suç mudur? Hayır değildir. Keşke suç olsaydı, keşke Basın Kanunu bu yaklaşımı suç kapsamına soksaydı da, ar damarı çatlamış biçimde AKP yandaşlığı yapanlar hakkında da davalar açılabilseydi. Ama bu bir suç değil, sabaha karşı çelik yelekli polislerin operasyonu ile gözaltına alınıp tutuklanmayla sonuçlanacak bir suç hiç değil.

Soner Yalçın suç işlemişse, Dolmabahçe'lerde, Başbakanlık konutlarında boncuk gibi huzura dizilip bağlılık bildiren, yandaş olanından olmayanına gazeteci sürülerine ne diyeceğiz?

Hülâsa, Şamil Tayyar'ın eline tutuşturulan mektupla şimdi "Ergenekon'un medya yapılanması" üzerinde bambaşka bir aşamanın devreye sokulduğunu görüyoruz. Olay, işsiz güçsüz gazetecilerden çıkarılıp "medya sosyetesine" yönlendirilmeye başlanmıştır. Şamil Tayyar gibi muhbir kalemler, mektupta adı geçen gazeteciler üzerinde cadı avını başlattılar bile. Gerek bu mektup, gerek Soner Yalçın ve arkadaşlarının verdiği ifadelere dayanarak önümüzdeki günlerde medyadan flaş isimlere operasyon yapılabilir.

Soner Yalçın'ın kurmayı düşündüğü televizyon kanalında adı geçen Ahu Özyurt'un Ülke Tv'de canlı telefon bağlantısındaki halini görmeliydiniz. Kadıncağız, korkudan kalp krizi geçirecekti neredeyse. "Namusumla oynadılar" diye bağırarak ortalığı kadınlar hamanına çeviren Sevilay Yükselir'e "Sana mı soracağım nerede çalışacağımı hadsiz" diyemedi. Son derece ürkmüş bir şekilde neden CHP'de basın danışmanlığı yaptığının hesabını vermeye çalıştı.

Şimdi, sırf Soner Yalçın tarafından Kemal Kılıçdaroğlu'na yazıldığı iddia edilen mektupta adları geçtiği için Nuray Mert, Sedat Ergin, Mine Kırıkkanat gibi pek çok ünlü isim hedef tahtasına oturtuluyor. Belli ki yeni cadı kazanları kaynatılmaya başlanacak ve "Ergenekon'un gazetecileri" olmakla suçlanacaklar. Belki de kovuşturmalara uğrayacaklar, işlerinden güçlerinden olacaklar...

Onlar, bizim gibi sıradan insanların hayatı karartılırken sessiz kaldılar. Ben kendi adıma öyle yapmayacağım, ülkeyi yangın yerine çeviren bu iftira kampanyası kimi hedef alırsa alsın, yaşadığım müddetçe karşı çıkacağım.

İkinci Ergenekon davasının 33 numaralı tutuksuz sanığıyım. Sorgu sırası bana geldiğinde, Mustafa Balbay'ın "Ben buradayım, paşalar nerede" demesi gibi, "Ben buradayım, 28 Şubat'ın medya temsilcisi Ertuğrul Özkök nerede" diye soracaktım ama bu gidişle gerek kalmayacak gibi görünüyor...

Kanaltürk'te mankenleri işe alıp gazeteci yapan "Ergenekon yöneticisi" Tuncay Özkan'ın bizim gibi "Ergenekon'un medya yapılanmasında yer alan" işsiz bir gazeteciyi neden işe almadığını sorarız artık...

Veya "Ergenekon'un yeni medya karargâhı" ilan edilen Odatv'nin, suçsuzluğumuzu kamuoyuna anlatmak için çırpındığımız günlerde yazdığımız mektuplara gönderdiğimiz fotoğraflara cevap bile vermeyip de medyatik isimler dahil olana kadar davaya neden bigâne kaldığını sorarız...

Fatma Sibel YÜKSEK, 19 Şubat 2011
Açık İstihbarat

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=9406
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x