Ey Tutsak Ülkenin İnsanları!
Ayaklanınız!
Son model Sevr'e... Evet mi? Hayır mı?
Sam Amcabey'in son teklifine... Var mısın? Yok musun?
İşte bütün mesele bu! Ama yanlış anlaşılmasın lütfen:
Dünkü mesele de değildir bu...
Yoksa 12 Eylül akşamı inşallah hep birlikte izleyeceğiz emme-basmanın sonuçlarını... Ben açıkçası, çocukluğumun Öhovizyon gecelerindeki gibi heyecanlı olacağım. Sunucular her bir eyalete bağlanırken, hop oturup BOP kalkacağım. Sonuçlar okyanus ötesinden dönüp dolaşıp, CNN-HaberTürkiyeli ya da NTVnebilsin ekranlarına en cafcaflı çizgesel halleri ile yansıyacak... Metinerler, Bulutlar, Ilıcaklar, Çandarlar; Türköneler, Kıyatlar, Aytaçlar, Tanlar; Altaylılar, Cabaslar, Vamikler, Barlaslar; Ergiller, Temelkuranlar, Hasanlar Cemaller konuşacak da konuşacak... Ancak Kurban Bayramı'na kadar konuşsalar da, o bilinen sonuç yine değişmeyecek: Stüdyolardan aşağısı yine Kasımpaşa'ya çıkacak!
Evet!
Ülke şu an için kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçları ile eş-leştirenlerin yönetiminde olabilir... Ancak şu an da tepe tepe kullanılabilen; aymaz, sapkın ve hain tanımlamalarının iktidar sahipleri için kullanılması yeni değildir. Aymazlık, sapkınlık ve ihanet; kısacası yıkım, 10 Kasım 1938'de başlamıştır. Kendimizi kandırmayalım.
Mustafa Kemal'in yolunda gaza ettiği, ardından üzerine devlet kurduğu ülküsü, bedenen göçüşünün ardından göstere göstere göçertilmiştir.
Ahir zaman Muaviyeleri görevlerinin başındadır, öyle ya! Ne demişler: Su uyur...
O yüzden Mandacı Şef Ulu İsmet'in, 12 Temmuz 1947'de imza altına aldığı ihaneti, bizler için şaşırtıcı olmamalıdır. Gazi Kemal Atatürk, böylesi hain çabaların inandığı ve yakın bildiklerinin arasından bile belirebileceğini bildirmiştir. Sözüne-ülküsüne kandığımız bir kurtarıcı gazi, Allah'ın izniyle gelecekte olacakları söylemiş; yapılması gerekenleri belirtmiştir. O yüzden bugün, yolundan-görevinden-utkusundan kuşku duyan, şeytanın saldığı korkuya dolanandır, ayvayı yutandır! [Democrat Bono'nun Dolmabahçe'de bugün, Tayyip Erdoğan'a Apple iPod armağan etmesi ne büyük bir incelik!] O ayvayı-elmayı yutan da, Yaradan'ın ruhuna ve ilmine aracılık ettiğini unutandır... Kısacası kendini yitirendir: Zulmettiği özüne, titreyip de dönmesi gerekendir.
Peki ya Mandacı Şef sonrası...
Cumhuriyetçi İnönü'nün ardından balyozu eline alan Democrat Adnan Menderes'in amacı, öncülünün ettiğini sıvamak; derinlemesine yedirmek ve yaymaktır. Hilafeti getirmek için kolları sıvamışken, kellesini alan askeri müdahale de -tüm darbeler gibi- ABD'yi yönetenlerin parmağı ile gerçekleştirilmiştir. Şubat'ın 28'inden, Mayıs'ın 27'sine kadar bu böyledir. [Aldanmayan Harbiyelileri arılarız.]
Milletin bir diğer adamı da, kaderin cilvesine bakın ki yine bir darbe başbakanıdır! Dünya Bankası ve Milli Selamet'in gülünün, .oka bulanmış ülkenin tepesine tüy dikmesi boşuna değildir. Sonrasında ABD vatandaşı Tansu Çiller'in seçim öncesi maskelerini düşüreceğini söylediği Er-doğan'a-bakan Hoca ile hükümet kurması... Ardından mürteci hükümetin NATO'nun terakkiperver ordusuna, "geçişi kanlı mı alırız, yoksa ılımlı mı olsun" sorusunu yöneltmesi... Sonraki yıllarda, "Türkiye, Irak Savaşı öncesi büyük bir fırsat kaçırmıştır" diyecek olan Çevik Birgillerin yönlendirmeleri ile yaşanan bir 28 Şubat süreci... Her biri birbirini bütünleyen adımlardır.
Bir ikna yöntemi olarak mağduriyetin kullanılması öncesiz bir yöntemdir. 28 Şubat'da mazlum konumuna sokulan Müslüman, zalim olan ise Atatürk ve laik ordusudur! Sonrasını biliyoruz; şarkılar-şiirler... 63 ay sonra vekili olacağı Siirt'ten: Asker müminler, kışla camiler; sana Kenya'nın yolları, bana hücreler... Ardından Morton Abramowitzgillerin kavli, oğul Bush'un izni ile halka ve Hakk'a hizmet için kolları sıvamalar...
Lucifer yar ve yardımcıları olsun!
Democracy Show'un en boylu-soylusunun, durmak bilmeden, 1980'lerde dikilen tüy aracılığı ile topladığı boncukları, elceğizleri ile pazarlayıp dışa satması... Arda kalan .oku da, yoluna dikilenlere hazmettire hazmettire yedirmeye çalışması yine oldukça anlamlıdır. Görmek için bakarsak: Bunların tümcesi devletin malını domuza çeviren; domuzu yemeyene de hep "keriz" diyenlerdendir!
Bunlar odundaki milletvekil gizlini görenlerin sürmesi; uçuş izni bekleyen koyunların sultan kaftanlı çobanlarıdır...
Bunlar milyoner sevdalısı, bunlar varsıl dostudur! Bunlar işini bilendir! Bunlar suyun başında durup, Allah'ın suyunu kesendir!
Bunlar dincidir! Bunların burada yedikleri, çırpıp yığdıkları yetmez: Bunlar cenneti de köşkü-şarabı için dileyendir...
Bunlar özgürlükçüdür; demokratlıkları adeta şarıl şarıl paçalarından akar! Bunlar, özünü terkettiği için ötekileşendir...
Bunların muhafazakarlığı da ilmi değil, batılı korunmak içindir!
Anayasa'yı delmeyi ilke edinen bir düşüncenin, bugün hala yasama ve yargı ile oynayıp kendine yontması; yetkilerini kötüye kullanması... Ulusu fakr-ü zaruret içinde bırakmak için, Danıştay'dan seken öksüzün malını, kulun hakkını hamudu ile yürütmesi, bunların kadim yöntemidir.
Devrime gerek bırakmayacak kadar devrimci olmayı; bilimden ayrılmadan töreyi izlemeyi, kısacası insan kalmayı istediğinizde, derinizi yüzmeye kalkanlar da yine bunlardır! Hakk'a-vatana ihanetin bedelini ödememek için yasa kaldıranlar da, bunlardan başkası değildir! Bunların görevi nifak sokup fitne çıkarmak; şirk koşmaktır!
Demokrasiyi amacına ulaşana kadar bir araç [çın çın] olarak kullanacağını söylemekten çekinmeyen bir kişinin, ülkenin geleceğini dört-beş harflik iki sözcüğe bağlaması... Ardından, ardından uçurumdan atlamaya hazır koyunlarını seçenlere, "seçim iki dudağının arasında" demesi boşuna değildir. [Sen milletsin! Karar senin! İster asar, ister kesersin!] Ülkeyi iki dudağının arasından yönetip, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın eğittiği sevgili kardeşini cumhurbaşkanı olarak atayan bir sultanın, kendi yargıcını kendisinin seçeceğini söylemesi, bu bakımdan zaten gidişatın mantığına da aykırı değildir. Ancak 12 Eylül 1980'deki darbe ile palazlandırılan bir düşüncenin erlerinin, 12 Eylül 2010'da oylanan Civil Mummyyasa için böğürüp yırtınması kaderin bir cilvesi, kutsal tasarının bir aşaması değildir de, nedir!
Kısacası bunların derdi anamız, Anadolumuz iledir! O yüzden kurcaladıkları da hep yasaların anasıdır!
Millet'in Adamları'nın ilki, Anayasa'yı ihlalden asılmıştır. İkincisi delmekte sakınca görmemiştir.
Üçüncüsünün derdi de açıkça ortadadır... Ardından dönüp dolaşmalar: Hülleler, gülleler...
Dillerindeki sözcükler de yıllardır değişmemektedir:
Allah aşkı ile millete hizmet! Kalkınma! Elin bilmemkaç milyon dolarlık yatırımı! Devlet ana-baba!
Özelleştirme ile özgürleşme! Yoksul halkın sanal varsıllığı! Din ve iman! Amerika da Amerika!
İnsanın gözleri doluyor gerçekten... Bu ne millet sevgisidir ya Rabbim! Bu ne demokrasi aşkıdır!
Voltaire'nin mübarek, tohumları bunlar! Tevekkeli bir gönlü yıkacağına, Kabe'yi yıkmayı seçen bir veli var başımızda!
"Demokrasi memleket aşkıdır" mı dediniz! Atatürk öldü, duymadınız mı siz!
Hem siz, insan kişisinin hak ve özgürlüklerinin dostu bir sultandan daha mı iyi bileceksiniz!
Kötülerin azılı düşmanı! Armagedonspor'un iyi-niyetli eşbaşkanı!
Dün vahşet için didinenlerin başlarında bir hareleri eksik bugün maşallah...
Adeta sonuncudan sonraki ikinci bir peygamber! Allah! Allah!
Sevgi ve barış kelebekleri uçuşuyor midemden gökyüzüne...
Antimilitarist bir dünyaya, halkların kardeşliğine... Muaviye'ye, Allahoğlu[!] İsa'ya, Sion'a...
Balkanlara, Ortadoğu'ya, Asya'ya... Ermenistan'a, Kürdistan'a, Kıbrıs'a, Yunanistan'a...
Herkes yanını seçecekmiş, öyle deniyor ya...
Kiminin gönlü şeytanı çeker, kimininki Hakk'ı...
Peki Hakk neden yarattı şeytanı?
Ne diyordu Aşık:
Şeytanı niçin yakmadın,
Cehennemin var da senin?
Sonra da ekliyordu:
Eller tutmaz gözler görmez,
Bu acaip sır da senin!
Varoluşun yazgısında var bu demek ki...
İki gözün bir görmesi gibi...
Peki ya, dün Osmanlı Devleti'nin paramparça eden dönemin ABD başkanı Woodrow Wilson'un çizdiği harita ile daha geçenlerde Woodrow Wilson Uluslararası Düşünce Merkezi'nden ödül alan Dışişleri Bakanı Davutoğlu Ahmet'in elinden düşürmediği BOP haritasının aynı oluşu... [Tesadüftür hanım, tesadüf!]
Varoluşun rastlantısal mı, yoksa yazgısal mı olduğuna karar verelim o halde önce...
Sonra da bize artık açıktan saldırmaya başlayan ABD'nin ardındakilerin dertleri nedir, bir düşünelim...
Bunca zamandır olan bir karın ağrısını da, petrol-enerji öyküleri ile açıklamaya kalkışmayalım artık lütfen...
Soralım:
Süleyman'ın Tapınağı ne zaman yeniden yükselecek...
Kral kimdir, duvarcısı kimdir, bilelim artık!
Alman Krallığı'nın kökeni nereye uzanır, anlatsın birileri...
Osmanlı'nın içine Almanya ne ara girmiş, bulalım artık!
Baron Rudolf von Sebottendorf ya da Şefik Hüsnü necidir...
Bilderberg Fehmi'nin Bektaşi sevdasının nedeni nedir; Balım Sultan kimdir, tanıyalım artık!
Hakk'a tapanın hakkı istiklal ise Hakk'a tapan kimlerdir...
Kimler şehit oğlu-kızıdır; kimler birinci görevine atılmada sıkıntı yaşar, görelim artık!
Ey tutsak ülkenin insanları! Bu çekilenleri* sineye çekip susman, haçlanıp .oklanman, vizelenip çuvallanman...
Sömürülmen, aşağılanman; namusuna edilen iftiraları hazmetmen artık yetti de artmadı Allah aşkına!
1938'de Halaskar Gazi'nin bedeni yittiğinden beri öksüzsün-yetimsin, ey tutsak ülkenin insanları!
Sana kurtarıcı beklememen söylenmedi mi! Kalk artık!
Kalk da alem boy-bos görsün!
Yanlış anlama tutsak edilen sevgili ülkemin sevgili insanı, ben demiyorum...
Hakimiyeti Milliye gazetesindeki bir yazısını şöyle bitiriyor Gazi Mustafa Kemal:
Bir hamle ve bir ayaklanma... Zalimlere karşı son bir savaş bizi ve bütün dünyayı bir anda selamete, rahata ve ferah bir hayata çıkaracaktır.
Bunun zamanı gelmiştir. Zulüm dünyası son günlerini ve hatta son saatlerini yaşıyor...
Türkler! Ayaklanınız!
*