Ey Vatan Gözyaşların Dinsin, Yetiştik Çünkü Biz...

Ey Vatan Gözyaşların Dinsin, Yetiştik Çünkü Biz...

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Ara 15, 2010 19:53

15 Aralık 2010

EY VATAN GÖZYAŞLARIN DİNSİN YETİŞTİK ÇÜNKÜ BİZ…

Ali Eralp


ABD'nin desteğini arkasına alan AKP, 2002 yılında hükümet oldu.

Beklenmeyen bir sonuçtu bu.

Çünkü çoğunluk, İslamcı bir partinin seçimlerden başarı ile çıkıp, iktidarı ele geçireceğine inanmıyordu. Kemalist Cumhuriyet rejimi ile yönetilen, laik bir ülkede kimse şeriatçı bir yapılanmaya şans tanımıyordu. "Burası ne İran, ne Arabistan… Böyle bir değişime ordu, yargı, Cumhuriyet kurumları izin vermez" diyorlardı.
Ama göz ardı edilen iki önemli gerçek vardı; birisi, Amerikancı 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'nin neoliberal politikalarla adım adım emperyalizme daha bağımlı bir sürece sokulması; ikincisi, Refah Partisi içerisinde "yenilikçi" adı verilen bir grubun 1990'lı yıllarda, kapalı kapılar arkasında ABD ile gizli görüşmeler yaparak, anlaşma yoluna gitmesiydi…

CIA'nin yan kuruluşu Rand Corporation ANAP, DYP, MHP gibi düzen partilerinden umudunu kesmiş, yönünü siyasal İslamcı partilere çevirmişti. Çünkü o, Türkiye'deki şeriatçı örgütlerin Osmanlıdan bu yana emperyalizmle işbirliği yapıp, kendi öz yurduna ve vatandaşlarına karşı nasıl savaşım verdiğini çok iyi biliyordu.

Rand Corporation, Ocak 1997'de bu konuda bir rapor hazırlamıştı. "Yenilikçi" grupla işbirliği yapılmasını öneriyor, ABD'nin Ortadoğu'daki geleceğinin buna bağlı olduğunu vurguluyordu.

Bu nedenle, henüz milletvekili bile değilken Recep Tayyip Erdoğan, Amerika'ya çağrılmış, bir takım ön görüşmeler ve hazırlıklardan sonra taahhütlerde bulunulmuş; sözler alınıp, sözler verilmişti.

"Hükümlü" olması nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili seçilemeyen Recep Tayyip, ABD ile yapılan görüşmelerin ardından, sanki başbakanmış gibi birçok devlet yetkilileriyle bir araya gelerek, bir takım gizli anlaşmalara imzalar atmıştı.

Daha sonraları ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Abdullah Gül arasında 2 sayfa, 9 maddelik bir gizli "mutabakat metni" daha imzalanmıştı. Doğu Perinçek ve bazı aydınlar bu konuda uyarı görevlerini yerine getirmişlerdi ama seslerini duyuramamışlardı.

Türkiye'nin resmi dış politikasında "gizli olan bir sürü gelişme" yaşanırken asla tutanak yapılmıyor, yetkili Türk diplomatları kapı dışında bekletiliyordu. Uluslar arası İlkelerimiz ayaklar altına alınıyor; Türkiye'nin Kıbrıs, Kuzey Irak, PKK, azınlıklar alanlarındaki kırmızı çizgileri görmezden geliniyordu.

Bunlar, ılımlı İslam darbesinin Türk toplumunu deneme girişimleriydi. Devrimcilerin, demokratların, Kemalist kurumların tepkisini, sabrını, direnme gücünü ölçüyordu.

Ne var ki, Kemalizm duvarında açılan bu gedikler karşısında devrimci ve demokrat kesim suskunluk içerisindeydi. Bazı yurtseverlerin karşı devrimci gidişe karşı çıkmaları ise "komploculuk" olarak değerlendiriliyordu.

AKP, toplumu alıştıra alıştıra dinci faşizme doğru ilerliyordu. Alıştıra alıştıra siyasallaştırıyordu PKK'yı. Tepki alınca duraklıyor, geriliyor, ortamı elverişli bulunca başını yeniden kaldırıp, yoluna devam ediyordu. Bir adım ileri, iki adım geri… Mehter yürüyüşü gibi…

İktidarın bu dinci yürüyüşüne tepkiler cılız kalınca bu kez subaylar, sendikacılar, aydınlar, politikacılar, yazarlar çizerler tutuklanmaya başlandı. Koca koca emekli kuvvet komutanları, ordu komutanları savcıların huzuruna çıkartıldı. Ordunun can evine baskınlar düzenlendi. Tarikat soruşturması yapan görevli başsavcılar, askerler ve mitçiler hakkında soruşturmalar açıldı. Emekli Yargıtay savcıları sorguya çekildi. ABD, Fethullah Gülen, Recep Tayyip üçlüsünün planı yürürlüğe girmişti. Ordu hizaya getirilmiş, yargı düzene sokulmuş, medya dizginlenmişti.

Uzun sözün kısası, Derviş Mehmet'lerin, Said Nursi'lerin torunları, BOP Eşbaşkanları Kemalist Cumhuriyet'ten hesap sorma, AKP hukukunu, siyasal İslamcı adaleti ülkemize yerleştirme savaşımında hayli yol almışlardı. Bu gidişe karşı çıkan yurtseverler ise çeşitli tertiplerle, sanal senaryo ve planlarla saf dışı edilerek, etkisizleştiriliyordu.

Ama bu İslamcı yürüyüşte ilerlerken, onların hesap edemediği, oyunlarını bozan, onları şaşkınlığa uğratan bir güç çıktı karşılarına: Bu güç, gençlikti. Atatürk'ün gözü gibi koruduğu, kolladığı ve Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini emanet ettiği gençlik. Kurtuluş Savaşı'nın Tıbbiyeli Hikmetleri, 27 Mayıs'ın Turan Emeksizleri, 68'in Deniz Gezmişleri yine dimdik ayaktaydı.

Sevgili Bekir Coşkun'un vurguladığı gibi "Onlar ne köşe yazarıydı, ne işadamı, ne YÖK Başkanı, ne bürokrat ne de milletvekili... Onların bakımsız bedenleri ve koca yürekleri vardı…" onları susturmak mümkün değildi.

Gençlik haykırıyordu: Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz… Bir kutup yıldızıydı onlar. Bir çoban ateşiydi dağlarda yanan. Ulusal kurtuluş Savaşında olduğu gibi yol gösteriyordu. İsyan ediyordu işbirlikçilere, Cumhuriyet yıkıcılarına karşı. TGB'li bir genç kızımız biber gazına, copa, taşlı sopalı saldırılara Namık Kemal'in şu dizeleri ile yanıt veriyordu:

"Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin, Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten." (Felek her türlü cefa (eziyet) sebeplerini toplayıp gelsin; (eğer) millet yolundaki kararlı gidişimden dönersem kahpeyim.)

Tıpkı "Bağımsızlık Savaş"ımızda Tıbbiyeli Hikmet'in Mustafa Kemal Atatürk'e söylediği gibi:

SİVAS Kongresi'ne İstanbul'daki askeri tıp öğrencileri adına delege olarak katılmış olan Hikmet adlı askeri tıp öğrencisi Manda tartışmalarının yapıldığı bir sırada söz alarak, Mustafa Kemal Paşa'ya hitaben şu konuşmayı yapmıştı: ''Paşam! Delegesi bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil, batıcı sayarız. Tel'in ederiz."

Mustafa Kemal Paşa da bu sözler karşısında çok duygulanıp "Arkadaşlar, gençliğe bakın! Türk Milletinin taşıdığı asil kanın ifadesine dikkat edin. Çocuğum kaygılanma; gençliğimiz ile övünüyorum. Parolamız tekdir ve değişmez: Ya istiklâl ya ölüm" diyordu...

Dost, düşman tüm dünya şunu bilmelidir: Gerçek muhalefet şimdi başlamıştır… "Vatanın gözyaşlarını dindirmek" için Atatürk gençliği bugün yine görev başındadır.

MÜLKİYE MARŞI
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Şu dizine dön: Ali ERALP

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x