EZİKLER

EZİKLER

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt May 26, 2014 19:59

EZİKLER


Çekilmiş resimlerle Türkiye’deki son durumu anlat deseler size, hangi resimleri seçerdiniz? Son bir haftada yayınlanan beş altı resmi, yan yana dizdim baktım. Ülkemizin sarılmışlığını bir kez daha içim yanarak gördüm. İşte teslim olunan güçler, ülkemizi ele geçiren, bizi tutsak edenler, ezikler:

Abdesthane bardağı gibi dizili koca adamları gördüm önce. Kıç kıça sıralanmış adamlar. Caddeye dikey durmuşlar. Gövdeler hafif öne eğik, başlar önde. Bir el ceket düğmesinde, hazır. Aralarında santim aralık yok. Bir kalıptan çıkmış gibiler. Takım elbiselerin rengi bile aynı. Karanın tonları…

Tam önlerindeki kara gösterişli arabanın kapısı açık. Kapı öyle açık duruyor, çıkan, kapısını kapamamış, alışkın olmalı başkalarından hizmet görmeye, dönüp arkaya bakmamış, tam o anda çıkılmış kapıdan. Sağda solda direk gibi dikilen takım elbiseli dik dik bakan bir sürü adamın arasından, bir ayağı kaldırımda, biri geride, bir gövde hareket halindeyken çekilmiş resim. Kapıdan çıkmanın verdiği eğiklikten tam kurtulamamış sırtı, bu uzun gövdeli kara takım elbise giyimli kişinin, bu kişi elini bunlardan ilkine uzatmış. Sıra sıra dizili adamlara tek tek el verecek, onlar da kamburlarını çıkarıp yere, etek öper gibi eğilecekler. Çıkanın belli acelesi var. Daha iki ayağını kaldırıma basmadan, biri önde diğeri havadayken, gövdeyi dikeltmeden, eğri dururken uzun bedeni, elini uzatmış bu bekleyenlere. Koşar adım yolda, büyük işlerin adamı ya, sanırsın gidiyor vatan kurtarmaya… Herkes, her şey onun malı…

Aynı resmin benzerini, aynı aceleyi, kendini üstün görmeyi, o belleklere kazınan tekmeci müşavirin görüntüsünde görmüştük. Başbakanlık müşaviri imiş bu Uzakdoğu filmlerindeki ajan görünümlü, tek ayağında dikilip dönerek tekme savuran. Tekme atarkenki kıvrık gövdesi yabancı basında bile kapak resmi olmuş. Havada dönerken ceketinin etekleri uçuşan, kravatı bir yana savruk, bir ayağı, tekme savuran ayağı upuzun arkada, diğer ayağı dizden kıvrık duran, gövdesi hareketli bir takım elbiselinin resmi. Güvenlik güçlerinin arasında yere düşmüş, başı kalkık, gövdesi yere serili bir madenciyi tekmelerken çekilmiş bu resim. Bir göstericiye tekme atan tekmecinin, dövdüğüne hırsını, kinini gösteren vücut devinimi.

Öbür resimde tekme yok ama önünde dizililere karşı öyle bir hareketle el uzatılıyor ki, tekmeden beter dövülüyor o dizili bedenler, bir düşünseler…

Bazen bir fotoğraf karesi sayfalarca yazının yerine geçer. Kişinin ruhunu o bir anda yakalanan beden devinimleri ele verir. Yüzlerdedir, kimi zaman tüm gerçek apaçık . Resme bakar bakar ayrıntıları incelersiniz. Gördüğünüz kişinin içinin boşluğunu, o gösterişli duruşunun altında yatan ezikliği istemeden görürsünüz.
En çok da böyle kişilerin çevrelerinde duranlar ilgimizi çekerler. Nasıl kişiler yalaka olur, yalaka nasıl bakar, nasıl eğilir, nasıl bükülür…
Aynaya nasıl bakar üç kuruşluk çıkarı için vatanın milletin çıkarını, geleceğini satmaktan çekinmeyen? Çıkarı için yere eğilen nasıl kendini bağışlar? Çoluk çocuğunun yüzüne nasıl bakar bir daha?

Kraldan çok kralcı olan bu tekmecinin gittiği, tekme atan bacağına iş göremezlik raporu istediği hekimi düşününüz bir an. Tekme attın görev başında, görev yapan organın, yani, görev başındaki tekmeci ayağının tabanı, dizin, baldırın incindi, istediğin iş göremezlik raporunu veririm, istenilen bu olsun, tekme atana niye rapor verilmesin diyeni, özrü kabahatinden büyüğü, ezik olmayı kendine yedireni en çok merak ediyor insan. Nerede okudu, nasıl diploma aldı, kimdir bu, bu ezikliği neden?

Güç düşkünleri aslında ezik kişilerdir. Hep ezilmiş, aşağılık duygusuyla yetişmiş, büyürken dövülmüş, iteklenmiş kişiler… Gücü ele geçirince kendilerine ne yapıldıysa aynını yapmaktan çekinmezler bu nedenle. İçgüdüleri onlara yol gösterir, ellerinde değildir ağırbaşlı olmak, sevgiyle, saygıyla, hoşgörüyle başkalarına bakmak…

Soma kömür madenindeki yangında ölenler, insanın aklını durduracak sayıdaydı. Ölenlerin sayısını düşününce, o kadar kişiyi ölmüş, yerde, kavrulmuş, yanmış, boğulmuş yatıyor durumda göz önüne bile getiremiyorsunuz.

Üç değil, Almanya’da konuşan iktidar başının yaptığı gibi, dil sürçmesiyle otuz bir denecek gibi değil, üç yüzü aşkın ölmüş genç insan söz konusu.

Denilene bakarsanız üç yüz birin çok üstünde bir sayıda burada can verenler. Ne madende kaç kişi çalışıyordu o an, ne kaç kişi içerdeydi bilen var. Kesin sayıları, belgeleri kimse çıkaramamış, gazeteler yazdı. O günlerde, yüzlerce madencinin ölümünü gördü, yaşadı Türkiye 13 Mayıs’tan on altı Mayıs’a kadar. Sonra 19 Mayıs’tan iki gün önce bu iş bitti diye maden kapısına duvar ördürdüler. Oradan çekilip gitti arama kurtarma ekipleri, cenazeler de gömüldü.

Ülkeyi yöneten iktidar, bu durumdan hemen yararlandı daha madendeki bu büyük katliam duyulur duyulmaz, ertesi günü. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, kutlamalarına hep karşı oldukları, çağdaş görüntülerine dayanamadıkları, gördükleri Atatürk sevgisine katlanamadıkları bu bayram için, “Bayram bu yıl da kutlanmayacak, bayramı ertelemiyor iptal ediyoruz, duyduk duymadık demeyin!” dendi… Bu ulusal bayram, bir kez daha kutlanmamacasına, bir anda kaldırıldı. Bayram törenleri iptal dendi.

Yeraltından yüzlerce ölü, bir bir çıktıkça durumu kurtarmak, halkı susturmak için de bayrağa, şehitliğe sarıldılar hemen. Tarımdan koparılan, işsiz bırakılan, çaresizlikten madene indirdiklerinin ailelerini kullandılar. Üç kuruşa çalıştırılan, yeterli önlem alınmadan, çağdaş dünyanın sahip olduğu güvenlik şartları sağlanmadan, denetimsiz, gelişigüzel madene indirilen, gündeliği 40 liraya, bir kilo et parasına sekiz saat çalıştırılan bu garibanlar şehit ilan edildiler. Maden sahibini korumak, madeni işletenlerin, madeni bu kişilere işletmeye verenlerin, denetleyenlerin, daha doğrusu kendilerinin, iktidarlarının sorumluluklarını kaldırmak adına. Vatan savunmasında ölen şehittir, burada pisipisine, işverenin daha çok kazanma hırsına kurban edilenler neyin şehidi olabilir?

Yine belleklere kazındı, yöneticilerle kurbanların bir aradaki resmi. Resmin bir yanında madenden, yaralı, yüzü gözü kapkara bir madenciyi çıkarıyor arkadaşları. Koltuklamışlar. Karşılarında kravatlı takım elbiseli bu iktidarın yönetici kesimi öyle bakıyorlar, ayakta dimdik, yüzlerinde en küçük bir duygu belirtisi görülmeden, taş gibi duruyorlar. Üstleri başları tertemiz, gıcır gıcır ayakkabıları, pantolonları tiril tiril ütülü… Tek damla gözyaşı dökmedi bu halkına kızgın mı kızgın üst düzey yöneticiler, onların eşleri… Ivıra zıvıra ağlayan zevat, iç çeke çeke timsah gözyaşlarını orada burada dökenler, bu kez, hiç ağlamadan, kendi ülkelerinin canlarına, Mısırlı, Filistinli çocuklara yandıkları kadar yanmadan, ölüm bu mesleğin kaderinde dediler, işi bir güzel kapattılar biliyorsunuz. Ortaya saldıkları onlarca gerici yobaz Soma sokaklarını doldurdu. Sahte din adamları sardı ortalığı. Arapçı, şeriatçı, devletine başkaldıran eskinin Cumhuriyet düşmanları gibi giyimli, uzun etekli, şalvarlı, sakallı, takkeli sözde din adamlarıyla, gerici söylemlerle de acılı insanları bir güzel korkuttular, susturdular.

Sonra böyle vakitsiz, sırasız bir ölüm acısını ama buradaki gibisini değil, suçun başkasında olmadığı bir ölümün acısını bir spor kulübünün eski başkanı, en paralı iş adamlarımızdan biri yaşadı. Yugoslavya’dan göçen, Atatürk Cumhuriyeti’nde en üst varsıllığa- güce erişen bu işadamının 17 yaşındaki torunu ( Torun ehliyetli miydi, ehliyetsiz miydi, ülkemizde AB ülkelerinden ayrı olarak bize has,17 yaşındakilere yanında tecrübeli şoför olmadan trafiğe çıkma izni var mı yok mu, burası hiç tartışılmadı.) kullandığı epey hız yapan arazi aracının kamyonla çarpışmasıyla yaşamını yitirdi.

İş adamının cenazedeki tavrı da, imamı el işaretiyle yüzünde tiksinen bir ifadeyle susturması, kes masalı demesi, ülkemizde gücün yeni bir gösterisine dönüştü. İşaretle “kes” derken, iki kolunu göğsünde çarprazlayarak verdiği bu emrin resmi unutulacak gibi değildi. Din adamı açıkça aşağılanıyor, kesilen sözleriyle de o anda dilinde olan yüce önderimize dolaylı yoldan dil uzatılıyordu. Çivisi çıkmış bir toplumun belgesi gibiydi cenaze töreninde din adamını susturma.

Görevlendirdikleri bir imam, o sayıları çok olmayan yurtsever din görevlilerinin her zaman okuduğu sözlerle duasını ediyor. Türk tarihindeki önemli kişileri sayarak, sözü bu toprakları bize vatan yapan, şehitlerimize, yüce önderimiz Atatürk’e getiriyor ki imam, o ana kadar suskun, başı önde duran bu kişi birden kızıyor, yüzü gözü karışıyor, zaten bitmek üzere olan duayı o noktada durduruyor. Hem sesle, hem el hareketiyle. Resmi tam bu anda çekmişler. Yanındaki, cenazelerin baş gönüllüsü, her önemli cenazede gördüğümüz ama nedense Soma’da izine rastlanmayan, yeni CHP’li Sarıgül, bu yapılan hareketi başıyla onaylıyor, kendisine destek veriyor.

Ülkemizin tarihine, geçmişine, geleneğine, örfüne, âdetine saygı duymayan paranın gücün şaşırttığı adamlar, kadınlar…

Bunlara ses çıkaramayan, önlerinde kırk takla atan, olana bitene sessiz bakan, korkudan ödü patlayan ezikler…

Parasız olanın, gücü olmayanın ezildiği, insandan sayılmadığı bir zamandayız…


Eloğlu da ezdiğine, bir şekilde kullandığına sahip çıkıyor. Nobel ödülünü kitapları okunmayan biri böyle almadı mı? Bölücülük adına sezdirmeden, gözlerimize baka baka ödüller veriliyor…

Entel dantellerimiz birbirine muştuluyor bir filmimiz yine Fransa’da ödül aldı diye. “Sessiz sedasız yükselen ne değerlerimiz var, övünçten deli gibi oldum.” diyorlar. Fransa, bir Türk filmine eğer bölücülük yapılmamışsa orada, filmi yapanın bölücü söylemleri yoksa neden ödül versin ki? Şaşırtıcı bir durum… Bilinenlere ters.
Bu övülen yeni ödüllüyle hemen dışarıda bizim basın söyleşi yapıyor. Bu kişi diyor ki:

“Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Biraz da bu nedenle Erdoğan bu kadar oy alıyor. Özür dilediği anda işini bitirecekler…”

Bunları duyduğumuzda nutkumuz tutuluyor. Bizim aydınlarımız ayda mı yaşıyorlar? Yoksa iktidar yalakalığı hepsini saran bir hastalık mı? Eziklik bulaşıcı mı tüm ödül alanlarda böyle…

Aklı başında bir insan, ülkesinin gerçeklerini bilen bunu diyemez, diyene de gülerler. Zayıfa oy vermezmiş halk. Sanki oy verme ülkemizde normal şartlarda oluyor, hile yok, rüşvet yok, şantaj yok, korkutma yok, ülkemize küresel bir işgal yok! Ayrıca bu sanatçılar 17 Aralık’tan habersiz olmalılar. Sıfırlamaları, o günkü baskın korkusunu, paçaların nasıl tutuştuğunu falan duymamışlar. Adi bir katille, ilk bölücülerden, Türkiye düşmanı bir oyuncuyla (Yılmaz Güney) aynı tutulmasını, aynı resimde gösterilmesini, aynı el işaretini yaparak 32 yıl sonra aynı yerden ödül aldığını yazanlara da umarız bir yanıtı vardır bu kişinin eğer eziklerden değilse…

En son eziklik bölücülüğe verilen bir yeni taviz.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuş bir ulus devlet, Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu bu devlet, kendi egemenliğini, kendini yöneten bir iktidarın eliyle zedeliyor. Yendiği güçlerin, sömürgeci, yayılmacı, saldırgan, Türk düşmanı ülkelerin yüz yıl önceki emellerini gerçekleştirmek için adımlar atıyor. Yıkımın önünü açıyorlar açılım adıyla. Türkiye Cumhuriyeti bu duruma göre, ulusal egemenliğinden vaz geçiyor. Yenilmiş, savaş kaybetmiş bir devletmiş gibiyi oynatıyorlar on iki yıldır devletimize. Dil olmayan bir yerel ağızlar topluluğuna, ulusun dili Türkçeyi eş gösteriyorlar, Türkçeye bölücülük adına olmayan bir dile boyun eğdiriyorlar. En son ne mi yaptılar?

Vergili adındaki yer oluyor Becirman. Türkçe yer adımız yürürlükten alınıyor, Türkçe olmayan bir ad, Türk ulusu için anlamsız bir ad, ülkemizde Türkçe ad yerine takılıyor. Vergisiz demekmiş anlamı. Bu da haberi:

“Bakan Şimşek, 32 hane ve 250 nüfuslu olan Vergili köyünün Osmanlı dönemindeki ismi olan “Becirman” yani Vergisiz ismini tekrardan vererek ...”

Haberde denmiş zaten Osmanlı dönemindeki adı diye. Cumhuriyet’in dilini, ulus devleti, dil egemenliğini yaralıyorlar, dil birliğini bozuyorlar, dil bayrağımızı -ses bayrağımızı göklerimizden bir düzenle, bir dümenle bir bir indiriyorlar.

O köy vergi vermezmiş eskiden, dini kullanırlarmış. Vergisiz anlamlı adını Cumhuriyet yönetimi Vergili'ye çevirmiş, örnek olunsun diye. Adı oradan gelmiş.

Bakanın dediği bu sözü okuyun, bir daha okuyun. Kurtuluş Savaşı’nın olduğu döneme, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ulus adına söz sahibi olduğu döneme kadar iniyor Cumhuriyetle hesaplaşmaları.

“1920’li yıllardan itibaren sistematik şekilde Türkiye’deki köylerin üçte birinin isminin Türkçeleştirildiğinden şikayet etti Bakan Şimşek.” diye yazmış gazeteler. Tören yaptıkları yerde, Türk vatanının toprakları üstünde demiş bu sözleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı.

Bunu dediği yere, çevresine, astıkları tabelaya, orada poz verenlere yeniden bakınız.

İsim tabelasını bakan takmış hem de eliyle. Altında da resim çektirmişler. Bir yığın adam. Resme iyi bakın. Bu resimdeki yüzleri, bakışları inceleyin. Şehit kanlarıyla alınan vatan topraklarından nasıl dil bayrağımız iniyor, indirenler nasıl görünüyorlar, tarihe nasıl bir resimle düştüler seyredin!

En iyisi bütün bunlar olurken, biz ne yapıyoruz, ona bir bakın. Hangi resimlerin içindeyiz?

Ezik miyiz, değil miyiz?


Feza Tiryaki, 25 Mayıs 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x