
Fotoğraftaki Neo – Osmanlı
Bayramlar ettiler, methiyeler düzdüler… Onları şaşkınlık ve hüzünle izledim.
Aynı fotoğrafa mı bakıyorduk?
Evet aynı resimdi önümüzde duran.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı, Ermeni meslektaşıyla, “düvel – i muazzamanın” ya da başka bir deyişle 21. yüzyıl İtilaf Devletleri temsilcilerinin önünde oturmuşlar, paşa paşa kendilerine dikte edilen metni imzalıyorlardı.
Son zamanlarda doruğa çıkmış olan Osmanlı özlemi, nihayet tatmin olmuş olmalıydı.
Masada oturup imzayı basan Ahmet Davutoğlu, Neo – Osmanlı politikasının somut bir simgesi olarak duruyordu karşımızda.
Neo – Osmanlı politikası cahil ve kof bir düştür ki, eski Osmanlı toprakları üzerinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin etkinliğini arttırmayı hedefler.
Bu olmayacak dua tarihin iyi bilinmemesinden kaynaklanır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda bırakın bütün resmi sınırlarını, İstanbul’a bile egemen değildir.
Çok uzatmaya gerek yok. 26 Ağustos 1896’ya kadar gidelim yeter. O gün çoğu hamal kılığına girmiş Taşnak militanlar İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı basarlar.
Banka soygunu planlı bir programın parçasıdır. Baskın timinin şefi Garo, “kurban sayısı ne kadar artarsa, davamız için o kadar yararlı olur” demektedir.
***
Daha baskının başında, iki bekçi öldürülmüş, banka çalışanlarından ve müşterilerden 150 kişi rehin alınmıştır. İstekleri Ermeniler için reform, militanlar için af vb’dir.
İstekleri yerine getirilmediği takdirde bankayı içindekilerle birlikte havaya uçuracaklarını söyleyenler ile görüşmeler hemen başlar. Osmanlı’nın başkentinde girişilen bu saldırıda görüşmenin tarafları, Ermeni Taşnak militanlar ile banka müdürü ve Avrupalı diplomatlardır. Avrupalı diplomatlar, pek şedit Abdülhamid’i Ermeni baskın timinin gitmesine izin verilmesi konusunda ikna ederler. Ermeni teröristler, sıkı koruma altında Osmanlı Bankası müdürünün yatına kadar götürülür, sonra Fransız gemisi Gironde’a aktarılıp, Marsilya’ya gönderilir.
Osmanlı yönetimi ne teröristlerin ellerini kollarını sallayarak çekip gitmelerine engel olabilir, ne de 26 – 27 Ağustos günleri patlak veren karışıklıklarda, “İstanbul’un hamallığının tamamen Kürtlerin tekeline geçmesine yol açan” Ermenilere yönelik programa…
Gelelim 1905 yılına, Muş’ta serserice dolaşan eşkiya olduklarından şüphelenilen iki Ermeni zaptiyelerce yakalanıp karakolda nezarete alınırlar. O sırada Fransa’nın Van Konsolosu olan Rupen ve tercümanı Mihran, Muş karakolunu basıp, zaptiye Ziya Efendi’ye hakaret ederler iki şüpheliyi serbest bırakırlar.
Olay üzerine, görev yeri Van olduğu halde Muş’taki karakolu basan Konsolos’un azledilmesi için Osmanlı, Fransa’nın İstanbul’daki büyükelçisine başvurur. Alınan yanıtta isteğin şaşırtıcı olduğu, “Osmanlı Hükümeti’nin iyiliğini isteyen böyle bir kişinin azlinin uygun olmadığı” belirtilmektedir.
***
Osmanlı, toprakları üzerindeki egemenliğini bile yitirmiş bir hale düşmüştü.
Yukarıdaki iki olayın gösterdiği gerçeği teyit edecek bilinen bütün örnekleri alt alta sıralasak değil bu sütuna, bu sayfaya bile sığmaz.
Ben Türkiye-Ermenistan prtokollerinin Zürih’teki imza töreninin fotoğrafını gördüğümde, aklıma 1878 Berlin Antlaşması geldi.
Tarihimize ‘93 harbi diye geçmiş savaşın sonunda 1878’in 13 Martı’nda, İstanbul’un sayfiye semti Yeşilköy’e kadar gelmiş olan Çarlık Rusyası ordusunun önünde, imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın imparatorluğu haddinden fazla Rus etkisine sokacağından endişelenen dünyanın egemenleri, yanlarına aralarına yeni katılmış olan Almanya’yı da alıp Berlin’de aynı yılın haziranında bir konferans toplarlar ve 13 Temmuz 1878’de de, antlaşmayı Osmanlı’ya imzalatırlar.
Bu yeni antlaşmada, Ayastefanos’ta Ermenilere imtiyazlar tanıyan 16. madde, 61. madde olarak yer alır, ama Rusya’nın nüfuzu öbür Avrupa devletleri lehine dengelenir.
François Georgeon Berlin Kongresi’ni “Aşağılama Kongresi” olarak niteler.
Zürih protokolünde, arkada durup Davutoğlu ile Ermeni meslektaşının dikte edilen koşulları imzalamalarına nezaret edenler, bana o “Aşağılama Kongresini” anımsattı.
Yeni Osmanlıcılar ile çağdaş “İtilaf”ın destekçisi, 21. yüzyıl mütareke basınının önde gelenleri ise, zil takıp oynuyor, övgüler düzmekte birbirleriyle yarışıyorlar.
Ne zillet!
Ali Sirmen, Cumhuriyet - 15 Ekim 2009