Sayın Tuba,
Fransa konusu AB ilişkilerimiz açısında kritik bir konu..
Egzantrik bir Fransız Başkanından nağmeler dinlemeye devam mı edeceğiz? bekleyip göreceğiz.
Bu vesile ile Fransa üzerine yazılmış bir analizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sevgi ve saygılarımla.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE SARKOZY FRANSASI FAKTÖRÜ
Temmuz 1st, 2008 · No Comments
Sarkozy, başından beri Türkiye ile üyelik yerine ortaklığa dayalı farklı bir ilişki türünün geliştirilmesini savunuyor.
Stratejik Analiz,
Mayıs08
Dr. Deniz ALTINBAŞ
ASAM Avrupa Uzmanı
daltinbas@asam.org.trTürkiyenin ABye üyelik müzakereleri süreci, krizler ve tıkanmalarla birlikte devam etmektedir. Müzakere sürecinin başlaması önemli bir adım olarak görülürken, önce Kıbrıs nedeniyle bazı müzakere başlıklarının dondurulması, arkasından Fransanın yeni cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozynin engellemeleri nedeniyle bir kez daha sorunlu bir döneme girilmiştir. Nicolas Sarkozy, maliye bakanı olduğu dönemden başlayarak Türkiye ile üyelik yerine ortaklığa dayalı
farklı bir ilişki türünün geliştirilmesini savunmuştur.
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında da bu konuyu kullanmış olan Sarkozy, hâlâ açıkça Türkiyenin AB üyeliğine karşı olduğunu ve bunu engellemek için her türlü girişimde bulunacağını söylemektedir. Türkiyenin bir Avrupa ülkesi olmadığını, dolayısıyla AB içinde de yeri bulunmadığını söyleyen Sarkozy, Türkiye ile her alanda işbirliğini savunduğu, ancak AB ile siyasi entegrasyon sürecine girmesine karşı çıktığını belirtmektedir.
Fransanın engellemelerinden en somut olanı, Sarkozynin, tam üyelik yolunu açacağı ve geri dönüşü olmayacak şekilde Türkiyenin AB ile entegrasyonunu sağlayacağı gerekçesiyle beş müzakere başlığının açılmasına izin vermeyeceğini açıklamasıdır.
Bu beş başlık; ekonomi ve parasal politikalar, bölgesel fonlar, tarım politikası, finans konuları Haziran sonuna kadar geçici olarak kapatılması için çalıştığını belirtmektedir.
Her ne kadar bugüne kadar açılmış olan başlıklar Fransa tarafından aksesuar olarak değerlendirilse de, Brüksel tüm başlıkların tam üyeliğe yönelik olduğunu dile getirmektedir.
Bu süreç içinde Türkiyeden yapılan tüm resmî açıklamalar, net bir şekilde, amacın tam üyelik olduğunu ve bu seçeneğin dışında başka hiçbir önerinin kabul edilmeyeceği yönündedir.
Türkiyenin AB Sürecinde Sarkozy Unsuru
Fransa Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra, üyeliğe karşı olduğunu ifade etmeye devam etmesine rağmen, Türkiyenin sürecini tamamen durdurma girişiminden vazgeçmiştir. Bu durum, bir U dönüşü olarak değil, esneklik olarak algılanmalıdır. Nitekim Fransanın Avrupa işlerinden sorumlu bakanı Jean-Pierre Jouyet, ancak tam üyelik ve imtiyazlı ortaklık şeklindeki her iki seçeneğin de açık tutulması koşuluyla müzakere sürecinin engellenmeyeceğini belirtmektedir.
Sarkozy liderliğindeki Fransa, Türkiye ile ABnin üyelik çerçevesindeki ilişkilerinden bahsedilirken önceki belgelerde yer alan katılım ifadesinin çıkarılarak yerine hükümetlerarası görüşmeler şeklinde bir kullanıma gidilmesini sağlamıştır. Her ne kadar, bunun, müzakere sürecinin durma noktasına gelmemesi için Fransaya verilen sembolik bir taviz olduğu ileri sürülse de, ikili görüşmelerin amacının katılım olmadığını gösteren bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Fransanın bu kelime ile ilgili ısrarları, Türkiyenin üyeliğini savunan, özellikle İngiltere ve İsveç gibi ülkelerin tepkisini çekmiştir.
Türkiyenin üyeliğini sonlandırmaya yönelik bir başka hamle ise, Akdeniz Birliği girişimi olmuştur. Sarkozy, AB üyeliği yerine Akdenize kıyısı olan ülkelerle oluşturulacak AB benzeri bir başka entegrasyon sürecine üyeliği önermiş, ancak başta Almanya olmak üzere AB üyelerinin itirazlarıyla karşılaşmış ve Fransız liderin amacının dışına çıkarılmış, tüm AB üyelerini kapsayacak bir işbirliği girişimi şeklindeki versiyonuyla kabul edilmiştir.
Akil Adamlar Komitesi (Fikir Grubu)
Dönem Başkanı Portekizin Türkiye ile, ulaştırma ağları ve tüketici sağlığının korunması başlıkları -
Sarkozynin bugün genişlemeye değil de sadece Türkiyenin üyeliğine karşı çıkmasının nedenlerinin; Fransadan daha büyük bir ülkenin üyeliği ile güç kaybedeceği, ekonomik külfet getireceği gibi noktaların yanında Hristiyan Avrupa düşüncesi veya seçim hesaplarının olabileceğini söyleyebiliriz. ve kurumsal konulardır. Bu bağlamda, 2007 yılının Haziran ayında parasal politikalar başlığının açılmasını engellemiştir.
Aslında ilk önce bütün başlıkların açılmasına karşı çıkan Sarkozy, bu girişimi nedeniyle Brükselde desteksiz kalınca, çözüm olarak artık kendisine ait bir tarz haline getirdiği şartlı kabulü ileri sürmüştür. Sarkozy, iki yollu müzakere formülü olarak adlandırılan bu koşulla, hem tam üyelik hem de imtiyazlı ortaklık ilişkisi için geçerli olabilecek başlıkların açılmasına itiraz etmemeye karar vermiştir.
Bugünkü müzakere sürecine baktığımızda, zaten Kıbrıs nedeniyle dondurulmuş olan, daha açık bir ifadeyle Türkiye limanları açmayı kabul edene kadar başlatılmayacak olan sekiz başlık bulunmaktadır. Bunlar; malların serbest dolaşımı, hizmet sağlama özgürlüğü, finans hizmetleri, ulaşım, tarım ve kırsal kesim kalkınması, balıkçılık, gümrük birliği ve dış ilişkilerdir. Şimdiye kadar altı başlık açılmış, sadece bilim ve araştırma geçici olarak kapatılmıştır.
Açılmasına rağmen hâlâ kapatılamamış olanlar; istatistik, trans-Avrupa şebekeleri, işletmeler ve sanayi politikası, mali kontrol ve tüketici sağlığının korunmasıdır.
Bu arada, hiçbir başlığın, tamamlanmış olsa bile nihai olarak kapatılmayacağını belirtmek gerekir. Bu da, kapatıldığı düşünülen başlıkların bir gün yeniden açılması anlamına gelebilecektir.
2008 yılının ilk yarısında Avrupa Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, dönem başkanı Slovenyanın da desteğiyle iki başlığın daha açılmasını talep etmişti. Rehnin öncelik verdiği enerji başlığına Rumlar, eğitim ve kültür başlığına ise bir kez daha Fransa itiraz etmektedir.
Komisyon, bugün, açılmış olan başlıklardan en az ikisinin açılması girişimi, Sarkozynin önce Türkiyenin üyeliğini sorgulayacak Akil Adamlar Komitesinin kurulması şartıyla bloke edilmiştir.
Fransız Cumhurbaşkanının istediği, bu grubun ABnin geleceği üzerine çalışması ve Türkiyenin üyeliğinin ABnin çıkarları dahilinde olmadığı sonucuna varmasıydı. Türkiyenin üyeliğine karşı olan Alman Şansölyesi Angela Merkelden destek alan girişime, kapalı kapılar ardında bir grup elitin karar alması fikrine itiraz eden Avrupa Parlamentosu ile Türkiyenin üyeliğini sorgulamaya yönelik olmasını kabul etmeyen İngiltere, diğer kuzey ülkeleri ve Avrupa Komisyonu karşı çıkmıştır. Komisyon, bağımsız ve tecrübeli olması durumunda katkı sağlayabileceğini, ancak kararlarının Avrupa kurumlarının yerini tutmayacağını, üstelik sadece Türkiye konusunun tartışılmasıyla sınırlı kalmaması gerektiğini belirtmiştir. Sonuçta Akil Adamlar Komitesi, Fikir Grubu (Reflexion Group) ismiyle Sarkozynin istediğine yakın, ancak yetki ve görev alanı daraltılmış bir şekilde kurulmuştur. Üyeleri, 2008 yılının ikinci yarısında Fransanın dönem başkanlığında belirlenecek olan çalışma grubunun başkanlığına İspanya eski Başbakanı Felipe Gonzales, başkan yardımcılığına Letonyanın eski başbakanı Vaira Vike-Freiberga ve Nokia yöneticilerinden Finlandiyalı Jorma Ollilanın getirilmesi kararlaştırılmıştır. 2020-2030 yıllarında nasıl bir Avrupa istiyoruz sorusuna cevap arayacak grubun, AB içinde ve çevresinde refah ve istikrarın nasıl artırılabileceğini ve korunabileceğini araştırması; enerji, çevre sorunları, terörle mücadele, göç, ekonominin daha rekabetçi hale getirilmesi gibi konuları incelemesi ve çalışma sonuçlarını 2009 yılında sunması beklenmektedir. Fikir Grubunun yapılanması Fransız cumhurbaşkanının önerisinin ötesine gitmiş olsa da, yine de amacına yaklaştığını söylemek mümkündür. Öncelikle, Sarkozynin seçmenlere verdiği, Türkiyenin üyeliğini engelleme sözünü bir şekilde tutmaya çalıştığını göstermektedir. İkincisi, her ne kadar Türkiyenin üyeliğinin konu edilmeyeceği ileri sürülmekteyse de, ABnin geleceğini tartışacak olan bir çalışma grubunun genişlemeyi ele almaması mümkün değildir. Dolayısıyla, sadece Türkiye konusunu tartışmak üzere kurulmamakla birlikte, ABnin sınırları ile beraber Türkiye konusuna da değinilmesini beklemek gerekir. Aslında, ABnin şimdiki ve gelecekteki komşularıyla ve diğer güçlerle ilişkileri, küresel düzlemde ABnin yeri, entegrasyon düzeyi, vatandaşların katılımı, şeffaflık ve demokrasi sorunlarının ele alınması daha faydalı olacaktır. Şu da belirtilmelidir ki, uluslararası ortam, ulusal çıkarlar ve hatta devlet sistemlerinin değişme ihtimali nedeniyle genişleme ile ilgili uzun vadeli planlamalar yapmanın faydası olmayacaktır. Fikir Grubu, karar merci değil sadece bir tür tartışma platformu şeklinde düşünülmüştür. Dolayısıyla, Fikir Grubunun çalışma sonucu Türkiye için olumlu da olsa olumsuz da olsa bağlayıcı tarafı olmayacak, ancak yönlendirme etkisi olabilecektir. Örneğin, Türkiyenin adını bile zikretmeden genişlemenin olumsuzluklarını sunmaları etkili olabilecektir. Yine de, siyasi liderlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri, karar merci olmaları ve kamuoyunu oluşturma güçleri nedeniyle çok daha önemlidir. Bu arada, Avrupa Parlamentosu, hızlı gidildiği takdirde AB içinde bölünmelere neden olarak, bazı ülkelerin daha fazla Fransanın dönem başkanlığında Sarkozynin, Türkiye için sürekli dile getirdiği adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projelerin yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. entegrasyona giderken bir bölümünün kenarda kalacağı endişesiyle, genişleme sürecinin yavaşlatılmasını öneren ve Mayıs ayında oylamaya sunulması etmesini savunanların başında Avrupa Komisyonu gelmektedir. Komisyon Başkanı José Manuel Barroso, Sarkozynin engelleme girişimlerinin Türkiyenin hem Fransa ile hem de AB ile ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini, Türkiye ile müzakereleri durdurmaları durumunda üye devletlerin bunun sonuçlarına
katlanacaklarını söylemektedir.
Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de, Türkiye ile müzakerelerin kesilmemesini, reformların teşvik edilmesi açısından savunanlardandır. Avrupa Parlamentosunda Türkiyenin üyeliğine karşı çıkanlar kadar, kimi zaman ağır şartlar öne sürmelerine rağmen destek verdiklerini savunan Yeşiller, Liberaller ve Sosyalistler bulunmaktadır. Aslında, bu grupların üyelik yanlısı değil müzakere yanlısı olduklarını, çünkü taleplerinin yerine getirilmesinin tek yolunun bu süreç olduğunu söylemek mümkündür. Türkiyenin üye olmasını gerçekten isteyenler, İngiltere ve kuzey ülkeleri gibi görünmektedir. Bu ülkeler geleneksel olarak ABnin sürekli büyümesini savunmaktadırlar. Örneğin İsveç Başbakanı Frederic Reinfeldt, ABnin sürekli genişlemesinin Avrupa değerlerini yaymak için başlıca stratejik araç olduğunu ve Türkiyeye yapılmaya çalışıldığı gibi yeni duvarlar inşa etmenin kıtada istikrarsızlık riski gibi sorunlara neden olabileceğini ifade etmektedir.
Egemenliklerin devri konusunda hassas olan kuzey ülkelerinin AB vizyonlarının, Almanya ve Fransa gibi üyelerden farklı olarak siyasi entegrasyon yerine gevşek yapılı bir birlik şeklinde olduğu hatırlatılmalıdır. Bir diğer destekçi ABDnin başlıca endişesi, AB kapısının kapanması durumunda Türkiyenin İran ve Rusya ile yakınlaşacağı ve bu durumda bölgedeki dengenin altüst olacağıdır. Belki de bu duruma bir önlem teşkil edecek biçimde, Türkiyenin AB üyesi olmasa dahi imtiyazlı ortaklık gibi bir başka statü verilerek AB çatısı altında hapsedilmesi savunulmaktadır.
Almanyanın Eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Rusya ve İranın Türkiyeyi kendi taraflarına çekmek için ABnin tepkisini beklediğini ileri sürerek Türkiyenin dışarıda bırakılmasının sorumsuzca bir hareket olacağını ileri sürmektedir. Fischere göre bu sonuç, Avrupa enerji politikası açısından da çok
ciddi sonuçlar doğuracaktır.
AB üyesi ülkeler
2008 yılının Temmuz ayında başlayacak dönem başkanlığı, Fransanın, ipleri ele geçirme çabaları çerçevesinde etkili olmaya çalışacağı bir süreç olacaktır. Bu dönemde, Türkiye ile AB ilişkilerinde, yeni girişimlerle beraber Sarkozynin sürekli dile getirdiği adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projeleri bekleyebiliriz.
Türkiyenin AB içinde yerinin olup olmadığının bugün tartışmaya açılması gayrimeşrudur. Çünkü Türkiyenin üyeliğine karşı olanların engel olarak ileri sürdükleri coğrafî konum, nüfus, din, kültür, ekonomik yapı gibi unsurlar Türkiyenin 1999 yılında aday olarak kabul edildiğinde de sahip olduğu ve değiştirmesi mümkün olmayan özellikleridir. Daha önce alınmış kararlardan vazgeçilmesi uluslararası hukuka ve ahlak ilkesine uygun düşmemektedir. Benzer düşünceleri savunan dünyaca ünlü yirmi entelektüel, Açık Toplum Enstitüsünün web sitesinde, Sarkozynin Türkiyeyi ABden dışlamaya yönelik tutumunun gayrimeşru olduğunu savunan bir bildiri yayınlamıştır.
Türkiyenin Üyeliğine Yönelik Görüşler
Türkiyenin üyeliği konusunun birkaç yıl öncesine göre çok daha fazla tartışıldığı ve üyeliğe karşı olan kesimlerin hem arttığı hem de seslerini yükseltmekte oldukları görülmektedir. Üye ülkelerde önemli bir iç politika unsuru haline getirilen Türkiye meselesi, kimi zaman ilgisi bulunmayan konularda dahi seçim malzemesi yapılmaktadır. Örneğin, Avrupa Anayasası 2005 yılında Fransada halk oylamasına sunulurken, Anayasa karşıtları Türkiyenin üyeliğine karşı olanların anayasaya hayır oyu vermeleri için çağrıda bulunmuşlardır. Bu durumun farkında olan Türk hükümeti de tepkisini göstermekte, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Türkiye ile AB ilişkilerinin kısa vadeli siyasi çıkarlar için riske edilmekte olduğu eleştirisinde bulunmaktadır.
Türkiyenin üyeliğini destekleyip desteklemediği belli olmasa da, en azından müzakere sürecinin devam de petrolde yüzde 30 ile yüzde 85 arasında, gazda ise yüzde 32 ile yüzde 100 arasında değişen oranlarda dışarı bağımlılık söz konusudur. Türkiyenin üyeliğini savunma gücü açısından da destekleyenler bulunmakta; Afganistan, Kongo, Lübnan ve Yugoslavyadaki operasyonlara katkısı örnek olarak gösterilmektedir.
Bir görüşe göre, bugüne kadar Batı üzerinden güvenlik sağlamaya çalışan Avrupa doğuyu ihmal etmiştir ve artık Avrupanın varlığından Türkiye ve Rusya olmadan söz edilemeyecektir.
Avrupa Parlamentosu eski başkanlarından İrlandalı Pat Cox, Avrupanın diğer liderleri de keşke Sarkozy gibi Türkiyeye karşı dürüst olsalar şeklinde konuşmuştur.
Aynı sözleri söyleyen birçok Avrupalı siyasetçi olduğunu düşünürsek, aslında Türkiyenin üyeliğine karşı çıkanların görünenden daha fazla olduğunu ileri sürebiliriz. Ancak nasıl olsa Sarkozy gibi bir engel varken diğer ülkelerin Fransanın arkasına sığınarak gerçek düşüncelerini ifade etmekten kaçındığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Sarkozynin Türkiye Karşıtlığının Sebepleri
Fransa, ABnin genişlemesine her zaman karşı çıkan ülkelerden olmuştur. İngilterenin üyeliğini iki kere veto etmiş, İspanyaya zorluklar çıkarmış ve doğu genişlemesine uzun süre itiraz etmiştir. Bunun başlıca sebebi, AB içinde güç kaybedeceği endişesi olmuştur. Altı üye ile başlayan Avrupa entegrasyon sürecinde Fransa, uzun yıllar Birliğin en büyük ülkesi olarak ortak politikaları neredeyse tek başına şekillendirmiş ve ulusal çıkarlarını AB üzerinden gerçekleştirmiştir. Fakat, önce iki Almanyanın birleşmesi, sonra da doğu genişlemesi ile birlikte liderlik koltuğunda tek başına oturamamanın sıkıntısını yaşamaya başlamıştır. Ancak Fransanın AB işlerinden sorumlu bakanı Jean-Pierre Jouyet, Financial Timesdaki röportajında, Fransanın eskisi gibi genişlemeye karşı olmadığını, daha büyük bir Birliğin dünyada daha güçlü olacağını düşündüğünü ileri sürmüştür. Bu değişimin 2005 yılında Fransız Türkiyenin yıllardır dış politika alanındaki enerjisini Avrupaya yöneltmiş olması nedeniyle, diğer bölgeler ihmal edilmiştir. Önümüzdeki süreçte, Çinin Afrikadaki veya İranın Latin Amerikadaki varlığı örneklerinde görüldüğü üzere, Türkiyenin dış politikada çeşitliliğe gitmesi önemlidir. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Sarkozynin Türkiyeye yönelik politikalarında en büyük destekçisidir.
ABnin Türkiyeye Olumsuz Sinyalleri
Lagendijkin aksine, eski Türkiye raportörlerinden olan Avrupa Parlamentosu Hristiyan Demokrat Grubu üyesi ve Sarkozynin AB danışmanı Alain Lamassoure, Fransız Cumhurbaşkanının Türkiyenin üyeliğini engelleyeceğini, müzakerelerin katılım için değil imtiyazlı ortaklık için sürdürüldüğünü ifade etmektedir.
Türkiyenin ortak tarım politikası, bölgesel fonlar ve kişilerin serbest dolaşımının daimi olarak dışında bırakılabileceğinin resmî belgelerde belirtilmesi, Türkiyede üyeliğe dair ciddi soru işaretleri yaratmıştır. Bu tür olumsuz sinyaller ve çifte standartlar nedeniyle Türkiyeye özgü yeni bir kavram dahi ortaya çıkmıştır. Türkiye, üye olmak istemesi gerekirken artık tam üye olmak istediğini dile getirmektedir. Bu durumda Türkiye için tam olmayan bir üyelik durumunun da söz konusu olabileceği ileri sürülebilir. Batı basınına baktığımızda da, Türkiyeye farklı muamele yapıldığının kabul edildiğini görüyoruz. Örneğin 2004 İlerleme Raporu sonrasında Le Monde gazetesinin başyazısında Türkiyeye sıradan bir aday ülkeden farklı davranıldığı, bazı uygulamaların sadece Türkiye için planlandığı ileri sürülmüştür. New York Timesda Türkiyenin reform süreci içindeki en ufak bir tökezlemesinin müzakerelerin durmasına sebep olacağı, bu durumunda üyelik önünde engel oluşturabileceği ifade edilmiştir. Financial Times Deutschlandda, Komisyonun Türkiyeye evet demesine rağmen, tavsiye kararının içine acil çıkış kapısı koyduğu belirtilmiştir. Bir başka Le Monde makalesinde, her ne kadar telaffuz edilmese de, 2004 raporunda imtiyazlı ortaklık yolunun açıldığı ileri sürülmektedir. Aynı yazıda, ABnin müzakereleri durdurma hakkını elinde tutması el freni olarak değerlendirilmektedir. Avusturyanın eski başbakanı Schüsselin önerdiği sonsuza kadar müzakere formülü, bugün Sarkozy ve Merkel gibilerinin üyeliğe hayır-müzakereye evet politikaları, Rehnin yeni müzakere başlıklarının açılmasını savunurken reformların devamlılığı için ifadesini kullanması ve Barrosonun müzakereler sona ermeden Türkiyenin üyeliği konusunda karar verilmemeli şeklindeki sözleri dikkate alındığında, ABnin, Türkiyenin üye olmasını değil, vatandaşlarının anayasayı referandumda geri çevirmesinden sonra yaşandığını belirten Jouyet, önceki yıllarda, entegre olmuş bir AByi savunduklarını, genişlemenin de entegrasyonu olumsuz yönde etkileyeceğine inandıklarından buna karşı çıktıklarını, fakat artık Balkan ülkelerinin üyeliklerini desteklediklerini söylemiştir.
Sarkozynin bugün genişlemeye değil de sadece Türkiyenin üyeliğine karşı çıkmasının nedenlerinin; Fransadan daha büyük bir ülkenin üyeliği ile güç kaybedeceği, ekonomik külfet getireceği gibi noktaların yanında Hristiyan Avrupa düşüncesi veya seçim hesaplarının olabileceğini söyleyebiliriz.
Libération gazetesinde bir yazıda Sarkozynin kapalı kapılar ardındaki konuşmalarından yola çıkarak, Türkiyenin üyeliğine karşı olmasının nedeninin Müslüman nüfus olduğu iddia edilmiştir. Diğer AB üyelerinin liderleri ile yaptığı özel görüşmelerde, Türkiyenin üyeliğine itirazını haklı göstermek için Müslümanları hedef alan sert saldırılarda bulunduğu belirtilmiştir. Fransa Cumhurbaşkanının İrlanda ve İsveç liderleri ile yaptığı görüşmede, asıl konunun dışına çıkarak Müslümanlara yönelik kaba ve karmaşık bir konuşma yaptığı ve iki liderin Sarkozynin söylediklerine ve kontrolsüz sinirli davranışlarına inanamadıkları ileri sürülmüştür.
AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, Sarkozynin Türkiyenin üyeliği konusundaki çabalarıyla ilgili olarak oy birliği ile alınmış kararların yine oy birliği ile değiştirilebileceğini, Sarkozynin Türkiyeyi süreçten koparmaya gücünün yetmeyeceğini, ancak sembolik kazanımlar peşinde olduğunu söylemiştir. ama müzakereleri sürdürmesini ve bu süreç içinde de imtiyazlı ortaklık statüsüne ikna edilerek ABye bağlanmasını amaçlandığı görülmektedir.
Sonuç
Sarkozynin seçildikten sonraki ilk Brüksel ziyaretinin Fransanın Avrupaya dönüşü şeklinde nitelendirilmiş olması önemlidir. Fransanın, özellikle Avrupa anayasasının reddedilmesi sonrasında pasif konuma düştüğü ABye, Sarkozy ile iki önemli konuda dönüş yaptığı ileri sürülmektedir. Lizbon Anlaşmasının onaylanma sürecine girmesi bir başarı olarak görülmektedir. Oysa daha önce reddedilen belge hem anayasa olmaktan çıkarılarak hem de risk almamak için halkoylamasına sunmaktan kaçılarak onaylanmıştır. Sarkozynin, Fransızların yüzde 71i Türkiyenin üyeliğine karşı çıkmasına rağmen Türkiye konusundaki son sözü Fransız halkının söylemesini istemediği, dolayısıyla bir kez daha riskten kaçtığı, Cumhurbaşkanının yakın çevresi tarafından dile getirilmektedir.
Sarkozynin ikinci başarısının ise Türkiyenin üyeliği konusundaki girişimleri olduğu belirtilmektedir. Her ne kadar Sarkozynin bu konudaki girişimleri daha başarılı kabul edilebilse de, şimdilik sonuçsuz kalmıştır. Akil Adamlar Komitesi veya Akdeniz Birliği gibi engelleyici adımlar değiştirilerek -üstelik tehditle kabul ettirildiğinden- başarı olarak görülemez. Akdeniz Birliği projesinin AB çatısına alınması karşısında Sarkozy, bunun bir ödün olduğunu inkâr etmiyorum, ama Avrupayı ödün vermeden inşa etmek çok zor şeklinde konuşmuştur.
Ferenczi, bu iki konuyu Fransanın özellikle genişleme ile birlikte kaybettiği etkinliği araması çerçevesinde Avrupayı şekillendirme çabası olarak değerlendirmektedir.
Özellikle 2008 yılının Temmuz ayında başlayacak dönem başkanlığı, Fransanın, ipleri ele geçirme çabaları çerçevesinde etkili olmaya çalışacağı bir süreç olacaktır. Bu dönemde, Türkiye ile AB ilişkilerinde, yeni girişimlerle beraber Sarkozynin sürekli dile getirdiği adaylık statüsünü düşürmeye yönelik projeleri bekleyebiliriz. Bu durum sadece Türkiye ile ilişkilerde değil, ABnin kendi içinde de gerginlik yaratacaktır.
Le Figaro gazetesinde, Türkiye konusunun özellikle Fransa ile İngiltere gibi ülkeler arasında anlaşmazlıklar çıkaracağı ileri sürülmektedir. Üstelik Sarkozy, ABnin ve selefi Chiracın imzaladığı kararları yok sayarak Fransız devletine ve ABye meydan okumaktadır. Sarkozynin Türkiyenin üyeliğine yönelik gayriahlâkî tavırları nedeniyle Fransanın Türkiye ile ekonomik ilişkilerinde sorunlar yaşadığı ileri sürülmektedir. Bernardin, Libération gazetesindeki yazısında Sarkozynin bu yaklaşımı nedeniyle sonuçta iki kaybedenin ortaya çıkacağını, bunların Fransa ve AB olacağını savunmaktadır.
ABnin Türkiyeyi reddetmesinin en büyük etkisi AB üzerinde olacaktır. Pacta sund servanta (ahde vefa) ilkesinin göz ardı edilmesi, ABnin aldığı kararların sürekliliğinin olmadığını, dolayısıyla güvenilir olmadığını gösterecektir. Bu şekilde, ABnin diğer ülkelerle de sağlam ilişkilere sahip olması ve küresel düzlemde bir güç haline gelmesi imkânsızlaşacaktır. Türkiye, sürekli ahde vefa ilkesinin üzerinde durmakta ve Avrupayı kısa vadeli iç sorunlarla uğraşırken uzun vadede önemli olabilecek olayları görmemekle, bir başka ifadeyle vizyon eksikliği ile eleştirmektedir.
Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, bugün dondurulmuş olanlar da dahil olmak üzere tüm başlıklarla ilgili çalışmaların ABden bağımsız bir şekilde yürütülmekte olduğunu belirtmektedir. Türkiyenin üyeliğinin söz konusu olmaya başlayacağı tarihe kadar AB üyesi ülkelerde en az iki seçim daha yapılacağı ve Türkiyeyi destekleyen isimlerin iktidara gelme ihtimali göz önünde tutulmalıdır. Charles Grant tarafından yapılan 2027 yılında AB simülasyonunda, Fransanın iki referandumda reddettiği Türkiyeye, üçüncüsünde evet dediği öngörülmektedir.
Bir başka ilginç araştırma olan Harvard Üniversitesinin müzakere kültürüyle ilgili incelemesinde, Fransızların evet demesinin gerçek anlamda evet, hayır demelerinin ise müzakereye devam, ileride anlaşabiliriz anlamına geleceği iddia edilmektedir. Dolayısıyla, uzun müzakere sürecinin sonunda ABnin Türkiyeyi tam üyeliğe istemesi bir olasılıktır. Bugün gelinen noktada, hazır olmayan tarafın AB olduğu görülmektedir. Türkiyenin adaylığını sonlandırmak için meşru gerekçelerden yoksun olan ABde bazı kesimlerin psikolojik baskı uygulayarak Türkiyenin kendiliğinden masadan kalkmasını sağlamaya çalıştığına dair iddialar mevcuttur. Reddedenin AB olması, bu karar için ağır bir bedel ödeyecek olması nedeniyle önemlidir.[color=]Türkiyenin yıllardır dış politika alanındaki enerjisini Avrupaya yöneltmiş olması nedeniyle, diğer bölgeler ihmal edilmiştir. Önümüzdeki süreçte, Çinin Afrikadaki veya İranın Latin Amerikadaki varlığı örneklerinde görüldüğü üzere, Türkiyenin dış politikada çeşitliliğe gitmesi önemlidir. Öte yandan, imtiyazlı ortaklık türü alternatifler için Türkiye tarafından da bazı hazırlıklar yapılmasının her ihtimale karşı gerekli olduğu düşünülmektedir.[/color]
Ben Hall, France is Ready to Champion Larger EU, Financial Times, 7 Ocak 2008.
Marc Bernardin, « France, Turquie : perdants-perdants », Libération, 4 Mart 2008.
Jean Quatremer, Sarkozy et les musulmans, Libération, 19 Kasım 2007.
Joost Lagendijk: Sarkozynin, Türkiye ile müzakereleri kesemeyeceğini kendiside biliyor, ABHaber, 31 Aralık 2007.
Lamassoure ABHabere konuştu: Sarkozy,Türkiyenin AB üyeliğini engelleyecek, ABHaber, 21 Şubat 2008.
LEurope et la Turquie, Le Monde, 7 Ekim 2004.
Elaine Sciolino, EU Gives Turkey A Qualified Yes, New York Times, 7 Ekim 2004.
Kai Beller ve Peter Ehrlich, EU-Kommission Lässt Sich Beim Ja zur Türkei Hintertürchen Offen, Financial Times Deutschland, 6 Ekim 2004.
Arnaud Leparmentier, La Commission Européenne Entrouvre la Porte à la Turquie, Le Monde, 6 Ekim 2004.
Jochen Luypaert, Commission challenges France on Turkish membership talks, EUObserver, 24 Ekim 2007.
Alexandrine Bouilhet, « Bruxelles défend la Turquie contre Sarkozy », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
« Sarkozy à Bruxelles pour renouer avec lUE », Le Monde, 24 Mayıs 2007.
Alain Lamassoure, Jean-Pierre Decool, Lionnel Luca vd, La Turquie dans lUE? Cest Toujours Non!, Le Monde, 29 Ocak 2008.
Guillaume Perrault ve Judith Waintraub, « Turquie : lUMP tient dur comme fer au référendum », Le Figaro, 20 Aralık 2007.
« LUE valide un projet édulcoré dUnion pour la Méditerranée », Libération, 14 Mart 2008.
Thomas Ferenczi, « A la recherche de linfluence perdue », Le Monde, 7 Kasım 2007.
Le Figaro: Türkiye dosyası ABde yeni gerilimler yaratacak, ABHaber, 21 Ekim 2007.
Marc Bernardin, « France, Turquie : perdants-perdants », Libération, 4 Mart 2008.
Babacan: Sarkozynin Türkiye ile ilgili genel yaklaşımından memnun değiliz, ABHaber, 20 Kasım 2007.
Thomas Ferenczi, « Vingt ans après, lUnion en 2027
», Le Monde, 20 Nisan 2007.
Bahadır Kaleağası, Fransanın karmaşık ruhu ve Türkiye, ABHaber, 17 Aralık 2007.
Dip Notlar, Le Figaro, 27 Eylül 2004.
Henri de Bresson, « Ladhésion de la Turquie à lUE oppose les candidats », Le Monde, 4 Mayıs 2007.
Alain Lamassoure, Jean-Pierre Decool, Lionnel Luca vd, La Turquie dans lUE? Cest Toujours Non!, Le Monde, 29 Ocak 2008.
Thomas Ferenczi, « LUE Refuse douvrir avec la Turquie des Négociations sur la Monnaie »,Le Monde, 26Temmuz 2007.
Philippe Ricard, Natalie Nougayrède, « Bruxelles salue linflexion de M. Sarkozy sur la Turquie », Le Monde, 29 Ağustos 2007.
« Fransa, Türkiye ile müzakereleri bloke etmeye devam ediyor », ABHaber, 18 Ekim 2007.
Pierre Avril, « LEurope poursuit la discussion avec la Turquie », Le Figaro, 19 Aralık 2007.
Sami Kohen, Sarkozy değişti mi?, Milliyet, 27.9.2007.
Fransız Bakan: Fransa, Türkiyenin AB ile üyelik müzakerelerini engelleme uğraşı içerisinde değil, ABHaber, 24 Eylül 2007.
Pierre Avril, « LEurope poursuit la discussion avec la Turquie », Le Figaro, 19 Aralık 2007.
Pierre Avril, « Méditerranée : Paris rabote ses ambitions », Le Figaro, 12 Mart 2008.
« Nicolas Sarkozy et Angela Merkel veulent convaincre lUE de lutilité de lUnion pour la Méditerranée », Le Monde, 13 Mart 2008.
Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. « Deniz Sarkozynin Büyük Yenilgisi: Akdeniz Birliği Projesinin Değiştirilmesi », 17 Mart 2008,
http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.as ... t1=2&kat2=Elitsa Vucheva, EU-Turkey membership talks to move a step further in December, Euobserver, 20 Kasım 2007.
Philippe Ricard, « M. Sarkozy obtient la création dun groupe de réflexion sur lUnion, avec un mandat limité », Le Monde, 12 Aralık 2007.
Honor Mahony, France eases stance on EU Turkey talks, EUObserver, 27 Ağustos 2007.
Honor Mahony, MEP report seeks to put brake on further EU enlargement, EUObserver, 9 Nisan 2008.
Açık Toplum Enstitüsü,
http://www.opendemocracy.org/article/de ... w_vision?1EU aims to expand membership talks with Turkey despite French reservations, The Associated Press, 20 Kasım 2007.
Alexandrine Bouilhet, « Bruxelles défend la Turquie contre Sarkozy », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
ABde Sarkozy rahatsızlığı, ABHaber, 24 Şubat 2008.
Joschka Fischer, Türkiyeye sırt çevirmek sorumsuzca ve çılgın bir davranış olur, ABHaber, 22 Ocak 2008.
Hugh Pope, « Européens, nayez pas peur de la Turquie ! », Le Figaro, 14 Ekim 2007.
Frankfurter Allgemeine Zeitungdan aktaran Frankfurter Allgemeine Zeitung: Türkiye Avrupa Varlığının Belirleyici Unsuru, ABHaber, 15 Kasım 2007.
Pat Cox :Keşke diğerleri de Sarkozy gibi Türkiyeye karşı dürüst olsalar, ABHaber, 13 Ocak 2008.
Tags: EU