
O çok ünlü bir gazeteciydi, çok ünlü ve çok satan bir gazetede yazıyordu. Sadece gazeteci değil, deneyimli bir araştırmacı yazardı da. Meslektaşları arasında en geniş, en zengin, dört dörtlük bir arşive sahip olduğu söylenmekteydi.
Ünlü Gazeteci son zamanlarda kafayı, hükümet üyelerinin bulaştığı büyük boyutlu yolsuzluklara takmıştı. Elinde sağlam belgeler vardı, bunları gazetesindeki köşesinden bir ucundan yayınlamaya başladı. Önce uyarılar geldi hükümetten ve hükümete yakın çevrelerden. Umursamayınca, korkutmalar ve örtülü tehditler yağmaya başladı. Bunları hiç önemsemeyen Ünlü Gazeteci, kör kör parmağım gözüne, der gibi hükümet üyelerinin ve yakınlarının gırtlaklarına kadar batmış olduğu yolsuzlukları, hortumlamaları belgeleriyle ortaya koyan bir kitap yazdı. Kitabın parçalı bomba etkisi henüz tam yayılmamışken, bir gün, sabahın köründe Ünlü Gazetecinin evini polisler bastı.
Evde, kendisinden başka hiç kimse yoktu. “Avukatımı arayacağım” dedi, telefona uzanırken. Odaya doluşmuş polislerden birinin ağır eli sertçe engelledi, “kimseyi arayamazsın, kimseyle konuşamazsın!” diye buyurdu, ağır elli kaba sesli polis, “sessiz ol, otur!”
Sabahın altısında başlayan arama tam on saat sürdü. Ünlü Gazeteci kendi evinde on saat tutuklu kalmıştı. Polisler, Ünlü Gazetecinin bilgisayarına, CD’lerine, cep telefonlarına, günlüklerine, notlarına, banka defterlerine ve tam 17 büyük karton kutusu dolu belgelerine el koyduklarını söylediler…
Baktı ki el koydukları özel eşyalarını polisler alıp götürüyor, Ünlü Gazeteci on saattir sabırla oturduğu yerden kalktı, “bunların dökümünü içeren yazılı, imzalı bir belge isterim! Hani, tutanak nerede?” diye diklenmek istedi. Ağır elli, kaba sesli polis, Ünlü Gazeteciyi elinin tersiyle itti, “tutanak mutanak yok!” deyip, diğer polislerin yüklenmiş olduğu eşyalarla çıkıp gitti.
Peki, kimdi bu Ünlü Gazeteci? Biliyorum, şimdi hepiniz birçok ismi sıralamaya başladınız bile! Ancak üzgünüm, bilemediniz!
Anlattığım gerçek öyküdeki Ünlü Gazeteci: Alman araştırmacı yazar Hans Martin Tillack.
Tillack, ünlü Alman dergisi Stern’in, AB’nin başkenti Brüksel’de muhabirliğini yapmaktaydı. 20 Mart 2004 günü, Brüksel’deki evi AB polisleri tarafından basılan, özel eşyaları ve yılların birikimi zengin arşivi kayıtsız kuyutsuz elinden alınan Tillack, baskından hemen sonra gazetesini, Stern’i arar. Tüm avukatlarıyla seferber olan Stern, baskını Hamburg’daki mahkemeye taşır. 1 Şubat 2005 günü, Hamburg Yüksek Mahkemesi kararı açıklar: Avropol (Avrupa Birliği Polis Örgütü) görevlileri dokunulmazlık hakkına sahip olduklarından, onlara karşı açılan dava düşmüştür. Tillack’ın evini basan Avropol görevlilerini yargılamaya, ne Alman ne de başka bir AB ülkesi ulusal mahkemesinin yetkisi vardı!
Peki, basın özgürlüğüne ne oldu? Hani, ifade özgürlüğü nerede?
Ben bu faşist baskının öyküsünü ve benzer daha birçok olayı, ilk basımı Kasım 2006’da yapılan ‘Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi’ adlı 756 sayfalık tamamı belgeli kitabımda anlatmıştım. 1
Biliyor musunuz, 6. baskısını yapan bu kitabıma bugüne kadar, bir elin parmakları kadar az yazarımız hariç, bizim sözde Yaygın Ulusal Medya sahip çıkmadı! Değil sahip çıkmak; gazetelerinde, televizyon programlarında ve internetteki sitelerinde tek bir satır yazmadılar, tek bir söz etmediler! “Avrupa Birliği’nde basın özgürlüğü yok, ifade özgürlüğü yok!” diye haykırıyor, belgeleri ortaya koyuyordum, hiç oralı olmuyorlardı. “AB, faşist bir devlet yapısındadır, işte belgeleri!” diye sesleniyordum, başlarını döndürüp bakmıyorlardı bile!
Peki, bizim sözde Yaygın Ulusal Medya neden böyle umursamaz duruyordu? Çünkü alayı, AB Mandacısıydı da ondan! Bir yandan halkımıza ‘ulusalcıymış’ gibi gözüküp bir yandan da AB yanlısı propaganda yürütüyor, kendilerince kurnaz, iki yüzlü bir oyun oynuyorlardı.
Peki, bu sözde ulusalcı gazeteciler, araştırmacı yazarlar haince kurnazlık yaptılar da ne oldu? Ne olduğunu hep birlikte gördük. Düzemce Ergenekon Tezgâhı onların da evine sabahın köründe baskınlar düzenleyince, “özgür basın istiyoruz!” diye ağlaşmaya başladılar. Hani siz AB yanlısıydınız? Size şimdi yapılanlar, AB yasalarına uygun! AB’de özgür basın yok!
Hem AB Mandacısı olacaksınız, hem de AB yasaları size de uygulanınca ağlaşacaksınız! AB Mandacılarının, her kim olursa olsun, AB yasalarının bu ülkede de uygulanmasına asla bir itirazları olamaz, olursa da ciddiye alınamaz!
Bu yargılamayı çok ağır bulanlar olabilir. Onlara söyleyeceğim şudur:
İşgali yaşıyoruz! Bundan daha ağırı olur mu?
1 Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006
Yılmaz Dikbaş
3 Mart 2011, Antalya