Değerli Türk-kan
İsrail'in insanlık dışı zulmünü elbete lanetliyoruz.
Bu vesile ile bir de Filistinlilerin kendi ayrışılıkları ile ilgili bir iç eleştiri makalesini de farklı bir bakış açısı ve önerisi olarak paylaşmak istiyorum.
Bir kez daha Türk olmaktan ve bu vatanda yaşamaktan duyduğum mutluluğu (bunca sıkıntıya rağmen) ifade ediyor ve son olaylardan bazılarının ders çıkarmalarını ve hallerine şükretmelerini diliyorum.Saygılamla.
********************************************
Ama Hangi Filistin ve Abrahamın Kanlı Mirası!
Arapça adı İbrahim olan Hz. İbrahimin adı, Aramice Abram, İbranice Abrahamdır. İbrahim, gerek Yahudiler, gerek Hıristiyanlar ve gerekse Müslümanlar için son derece önemli bir şahsiyettir. Ayrıca İbrahim, insanlık tarihi ve dinler tarihi bakımından da üzerinde durulması gereken birisidir. Zira ismi her üç dinin kutsal kitaplarında da geçen, dini ise her üç dine de kaynaklık eden bir peygamberdir İbrahim. Öte yandan İslam inancına göre; babasız doğan Hz. İsa dışında, kendilerine kapsamlı kitaplar gönderilen üç peygamber(Hz. Mûsâ, Hz. Dâvut ve Hz. Muhammed)in büyük atası da yine Hz. İbrahimdir. Ayrıca, Hz. İsanın annesi Meryemin soyu da yine Hz. İbrahime dayandırılmaktadır.
Örneğin, İbrahim isminin, Kuran-ı Kerimde Muhammed isminden 17 kat daha fazla geçtiğini ve İbrahim isminin namazda okunan duâlara (ki; bu duâlar Salli-Bârik duâlarıdır) kadar sirayet ettiğini söyleyecek olursam, bu konuda ne demek istediğimi herhalde daha iyi anlatmış olurum! Evet, İslam Peygamberi Hz. Muhammedin adı, tebliğ etmiş olduğu kitapta sadece 4 kez geçerken İbrahim adı tam 69 kez zikredilmektedir! İslam âlimleri, Hz. Muhammedin ve yakın çevresinin, İslamdan önce, İbrahimin dini olan Hanif dinine mensup olduklarını söylerken, Arap soy bilginleri, Hz. Muhammedin soyunun da yine İbrahime dayandığını söylerler
Müslümanlığı ve Hıristiyanlığı bir yana bırakarak söyleyelim ki; İbranice adı Abraham olan İbrahim, İsrailoğulları ve Yahudilik için her şeydir. İsrailin var oluş ve varlık sebebidir! Öyle ki; bazı batılı yazarlara göre; Abraham demek, Yahudilik ve İsrailoğulları demektir. İsrailoğulları, Abrahamla var olup, Abrahamla ortaya çıkmışlardır. Tarihten Abrahamı çıkartın, ortalıkta Yahudilikten ve İsrail Oğullarından eser kalmayacaktır
Her ne kadar, Yahudiliğin temeli Tevrata ve Hz. Mûsaya dayanıyor ise de; İbrahimin, Mûsânın 6. göbekten dedesi olması ve Tevratta (Kurandan çok daha fazla ve ayrıntılı olmak üzere) Abrahamdan çok fazla bahsediliyor olması, onun Yahudiler için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İtiraf etmek gerekirse; İbrahim hakkında İslami kaynaklarda verilen belgilerin büyük çoğunluğu, Tevrata ve Tevrat çevresinde oluşturulan Yahudi kaynaklarına dayanmaktadır. Çünkü Kuranda, İbrahim hakkında, diğer İslami kaynaklarda anlatılanlar kadar geniş ve çeşitli bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda belki de en büyük sebep, Yahudi iken (Vehb b. Münebbih, Kâbul Ahbar ve Abdullah b. Selâm gibi) sonradan Müslüman olan bazı şahsiyetlerin, Tevrat ile yazılı veya sözlü olmak üzere; diğer Yahudi kaynaklarından öğrendiklerini, İslami kaynaklara sokuşturmalarıdır.
Tarihi kaynaklarda, Hz. İbrahimin yaşadığı dönem konusundaki ağırlıklı görüş; İÖ. 1900-1800 yıllarıdır. Bu bakımdan efsanelerde Abrahamın mücadele içinde olduğu söylenen Nemrudun, ünlü Bâbil hükümdarı Hammurabi, Mısırda eşi Sâra yüzünden başını derde girerek kendisiyle mücadele etmek zorunda kaldığı Firavunun ise II. Tuhtmosis (Totis veya Totiş) olduğunu söyleyenler vardır. Tevratta Abrahamın 175 yıl yaşadığı yazılıdır. Genel kabul görmüş görüşe göre; Bâbil Hükümdarı Hammurabinin İÖ.1810-1750 yıllarında yaşadığı, Mısır Firavunu II. Tuhtmosisin de M.Ö. 1527 yılında tahta çıktığı düşünülerse, verilen tarihlerde ya çok büyük hatalar var, ya da adı geçen üçlüden birisi çok daha uzun süre yaşadı. Hz. Ademe 1000 yıl, Hz. Şite 912 yıl ve Hz. Nuha da bir o kadar ömür biçen din âlimlerinin, Hz. İbrahime sadece 175 yıl ömür biçmeleri, doğrusu biraz garip! Umulur ki; Hz. İbrahimde, Nemrut Hammurabi ve Firavun Totişi görecek kadar (ve tıpkı ataları gibi) uzun yaşama şansını elde etmiş bir şahsiyettir! Ya da en azından İbrahim hakkında verilen tarihler (ki; bu tarihler İÖ.1900 ve1800lü yıllardır) tümüyle yanlıştır! Kim bilir belki de Nemrut veya Firavundan birisi çok uzun süre yaşadı
Bu arada, Hz. Musanın, Hz. İbrahimin 6. göbekten torunu olduğuna ve Hz. Musanın mücadele ettiği Mısır Firavununun (İÖ.1302-1212 yıllarında yaşayan) ünlü Mısır Kralı II. Ramses olduğuna ilişkin bilgiler doğru kabul edilirse, Hz. Mûsanın da dedesi kadar olmasa bile gayet uzun yaşadığı sonucuna varılır. Bugün elimizde bulunan Tevrat nüshalarının, ünlü Bâbil sürgününü (İÖ.587) müteakip, Kral Sirus yönetimindeki Persler sayesinde (İÖ. 539) özgürlüklerine kavuşan Yahudi bilginlerince kaleme alındığını, bu sürgünü yapan Babil Kralının da Nabukatnezar olduğunu düşünürsek, bugünkü Tevrat nüshalarının, en iyimser tahminle Hz. Musadan en az 750-800 sene sonra yazıldığı sonucuna varırız(1).
Zira Kudüsü işgal ile yakıp yıkan Bâbil Kralı Nabukatnezar için düşülen tarihler, İÖ. 602-502 arasında değişmektedir. Hemen bütün tarihçiler, Nabukadnezar (diğer adıyla Buhtunnasar)ın Küdüsü yakıp yıktığını, bu arada Tevrat nüshalarını yakarak imha ettiğini, Tevrat okuyanların büyük kısmını öldürdüğünü ve bir kısmını da Bâbile sürgün ettiğini söylerler. Onlara göre; Tevrat, Hz. Musadan çok sonraları ve İsrail oğullarına bir kimlik kazandırmak düşüncesiyle Yahudi Bilginleri Ezrâ ve arkadaşları tarafından kaleme alınmıştır. İşte bu sırada Tevratın içine bu bilginler tarafından hem kendi kanaatlerinden, hem de Sümer ve Bâbil efsane, gelenek ve kanunlarından bazı eklemeler yapılmıştır. Bu görüşe göre; Yahudi milliyetçiliğinin temelini atanlar ve onlara zaman zaman hayal ve ütopyaya varacak derecede yüksek idealler aşılayanlar, işte Hz. Musadan asırlar sonra olmak üzere Tevratı yeniden kaleme alan bu Yahudi bilginleri olmuşlardır.
Yahudi bilgini Ezrâ (İslam kaynaklarında Hz. Uzeyr olarak zikredilmektedir) ve arkadaşlarınca Hz. Mûsanın vefatından asırlar sonra ve ünlü Bâbil sürgününü müteakip yazılan tahrif edilmiş Tevrata göre; Abraham, Güney Mezopotomyada Ur şehrinde doğmuş, sonra babası Terah (Azer), kardeşi Nahor ve yeğeni Lût (Harranın oğlu) ile birlikte, Kenan Eline, yani bugünkü Filistine gitmek üzere; Harrana gelmiştir. Babası Terah Harranda ölmüş, kardeşi Nahor orada yerleşmiş ve Abraham, karısı Sârayı ve yeğeni Lûtu da yanına alarak önce Filistine, sonra Mısıra gitmiş. Daha sonra bugünkü Filistine dönerek orada yaşamış ve ölmüştür. Tevrat ve diğer Yahudi kaynakları Abraham efsaneleriyle doludur. Tarihçilere göre; Abraham aynı zamanda bir tüccardır, Filistin ve Mısıra yapmış olduğu seyahatlerin bir sebebi de ticari faaliyetleridir. Dolayısıyla diyor tarihçiler, Abraham Filistine vardığında orada yerleşik bir halk vardı ve bu halk, ticari faaliyetlere cevap verebilecek kadar kalabalık ve medeni idi
. O tarihlerde, yani Abrahamın Filistine varmış olduğu tarihlerde (İÖ.1900-1800) Araplardan haber yoktur.
İslam tarihçileri, her ne kadar Cürhümlüler sebebiyle Arapların geçmişini, Hz. İsmailden öncelere dayandırıyorlar ise de o tarihlerde Araplardan henüz söz edilmemektedir. Zira İslam tarihçileri; Hz. Muhammedin soyunu, Hz. İbrahimin oğlu Hz. İsmailin Mekkede Yemen asıllı Cürhüm Araplarından bir kadınla yapmış olduğu evliliğe dayandırırlar. Oysa batılı tarihçiler ve Tevrat, Hz. İsmailden fazla söz etmezler ve genelde Abraham ve oğlu İshak etrafında dönerler. Onlara göre, cariye (Hz. Hacer)den olma oğul olan İsmail, asıl eş olan Sâranın İshakı doğurmasıyla birlikte ikinci plana düşmüş ve babası Abrahamın mirasından da mahrum kalmıştır. Daha sonra annesi Sâra ile birlikte Sina yarımadasında bulunan Paran çölüne atılmış ve orada Mısırlı bir kadınla evlenmiştir. Ayrıca kaynaklarda, Abrahamın oğlu İshakı, İshakın da oğlu Yakupu, ısrarla Harrandaki akrabalarının kızlarıyla evlendirmeye çalıştıklarından ve yeni memleketleri olan Filistinde (Kenan ülkesi) yaşayan halkın kızlarıyla evlendirmeme konusunda ısrarcı olduklarından bahsedilmektedir. O zaman, Abraham ve oğlu İshakın, çocuklarına, kızlarını eş olarak almak istemedikleri bu yerleşik halk kimlerdi? Bu halk sakın Filistinliler (Falistîler) olmasın?
Dedik ki; Abraham Filistine vardığında, orada yerleşik bir halk ve oldukça gelişmiş bir medeniyet vardı. Hatta bu halkın kendilerine özgü tanrıları da vardı. Tevrat kaynaklı Yahudi tarihlerinde, genelde Falisti (Phalisti) isimli bir halktan bahsedilmekte ve İsrailoğulları ile Falistiler arasındaki mücadelelere geniş şekilde yer verilmektedir. Bu Falistiler acaba kimlerdir? Filistinlilerin ataları olabilirler mi? Kanaatimizce olması kuvvetle muhtemel. Eğer böyle ise, İsrailoğulları ile Filistinliler arasındaki kanlı mücadelelerin tarihi yaklaşık 4000 yıl öncesine gider ki; dünyada böyle bir kin, böyle bir kavga ve böyle bir intikam hırsı henüz görülmemiştir(2).
Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere; Filistinin yerleşik halkı kuvvetle muhtemel Filistinliler, buraya sonradan gelenler ise İsrailoğullarıdır. Yani bir anlamda, İsrail ile Filistin arasındaki tarihi mücadeleyi, dağdan gelenlerin bağdakileri kovmaya çalışması olarak isimlendirmek pek ala mümkündür. Türklerin Anadoluya gelişini 1071 olarak kabul eden görüşe göre Türkler de İsrailoğulları ile aynı pozisyondadır! Ancak arkeolojik son bulgular, Türklerin en az İÖ.13000lerde (özellikle Doğu) Anadolu topraklarında görüldüklerine işaret ettiği için, Türkler bu konuda İsrailoğullarından en az 7.5 kat daha haklıdırlar. Üstelik Türklerin 1071 yılından beri bu coğrafyada kesintisiz olarak devlet olduklarını, İsrailoğullarının ise bulundukları coğrafyaya (en son Romalılar tarafından MS. 70 yılında gerçekleştirilen sürgün itibarıyla) yaklaşık 2000 yıl aradan sonra dönerek ancak 60 yıl önce (1948 yılında) hile ve desise ile devlet kurduklarını düşünürsek, İsrailoğullarının tamamen haksız olduklarını bile düşünebiliriz.
Aklımızı kurcalayan taraf ise Arapların Filistinlileri neden bu kadar yalnız bıraktıkları konusudur. Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri gibi, belki de dünyanın en zengin ülkeleri olan Arap ülkeleri, kendileri gibi Müslüman olan, Arapça konuşan ve Arap kültür dairesi içinde mütalaa edilen bir avuç Filistinliye acaba neden gereği gibi sahip çıkmazlar? Burada cevaplandırılması gereken temel soru galiba budur. Okuduklarımdan ve yaşadığım sürece gördüklerimden hareketle bende oluşan kanaat, Filistinlilerin Arap olmadıkları istikametindedir. Her ne kadar dinleri İslam, dilleri Arapça olsa da Filistinliler Arap kökenli değildir. Üstelik onlar, Araplardan çok daha eski bir millettir ve onlardan çok daha eski bir medeniyete sahiptirler. Sâmi ırkından gelmekle şüphesiz Araplarla akrabalıkları vardır. Ancak bu akrabalık, Yahudilere oranla çok daha uzak bir akrabalıktır. Yani Filistin halkı, ırki yakınlık bakımından, Araplardan çok, İsrailoğullarına yakındırlar. Çünkü eğer Filistinliler, Arap kökenli olsalardı, Arap âlemi onları bu derece yalnız bırakmazlar ve koruma altına alırlardı. Araplardaki bu tavrı, onların Aman İsraile bulaşmayalım veya Aman ABD ile gerginlik yaşamayalım düşüncesi ile açıklamak herhalde mümkün değildir. Arapların, Filistinlilere, Türklerin dahi göstermiş olduğu ilgiyi göstermemelerinin temelinde Araplarla Filistinliler arasındaki ırkî uzaklık yatmaktadır. Öte yandan Filistinlilerdeki yüksek mücadele ruhunun Araplarda olmaması da, bu konudaki tahminleri güçlendirici etkiler yaratmaktadır. Yine Filistin halkının, Edward Said örneğinde olduğu gibi dünya çapında meşhur bilim ve düşünce adamları yetiştiriyor olması da bu konuda kayda değerdir.
Bölge halklarının genetik yapısı üzerinde yapılan bazı çalışmalar ise bu konudaki tahminleri son derece güçlendirmiş bulunmaktadır. 2003 yılında Evrensel gazetesinde yayınlanan The Observer kaynaklı bir haberde şöyle deniliyordu:
Yayınladığı bilim dergileri ile alanında tekel olan şirketlerden Elsevier, skandal bir sansür uygulamasına imza attı. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinlilerin, genetik olarak hemen hemen aynı olduğunu kanıtlayan önemli bir araştırma, gruba bağlı dergilerden birinde yayınlandıktan sonra geri çekildi. Ama Human Immunology adlı derginin ilgili sayısının ilk kopyaları, abonelere ulaşmıştı. Şirket abonelerden, söz konusu araştırmanın yayınlandığı sayfaları yırtıp atmalarını talep etti. Böylesi açık bir sansür, bilimsel yayıncılık dünyasında derin tedirginlik yarattı. Araştırmacılar, Tevrat ve İncildeki dogmaları sorgulayan bilimsel çalışmaların benzer şekilde bastırılabileceğinden endişeleniyor. Dinsel dogmaları yerle bir eden araştırmayı gerçekleştiren ekibin başında, İspanyol genetikçi, Prof. Antonio Arnaiz Villena bulunuyor. Çalışmalarını Madriddeki Complutense Üniversitesinde sürdüren Villena, Bazıları Nature ve Science gibi büyük dergiler olmak üzere, birçok yayında yüzlerce bilimsel makalem yayınlandı. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Afallamış durumdayım diye konuştu. Aynı ekipten İngiliz genetikçi Sir Walter Bodmer da, Dergi makaleyi beğenmediyse, yayınlamazdı. Bu sansürü uygulamadan önce neden beklediler? diye sordu.
Sansürcü derginin editörü, New Yorktaki Columbia Üniversitesinden Nicole Sucio Foca. Foca, makalenin aşırı siyasi nitelik taşıdığını ve bu nedenle tepki aldığını öne sürüyor. Makale, derginin internet sitesinden de çıkartıldı. Editörler, dünyanın her yerindeki kütüphane ve üniversitelere mektuplar yazarak, söz konusu sayfaları fiziksel olarak yok etmelerini istedi. Bu arada Arnaiz Villena, derginin yayın kurulundan atıldı. Dergiyi yöneten Amerikan Histokompatibilite ve İmünogenetik Topluluğunun başkanı Dolly Tyan da, abonelere bu makaleden dolayı utanç duyduklarını anlatan bir başka mektup yolladı. Bu kadar gürültü koparan makalenin başlığı, Filistinlilerin Kökeni ve Diğer Akdeniz Popülasyonları İle Genetik Bağlantıları. Araştırma; Ortadoğu halklarındaki bağışıklık sistemini, genlerindeki çeşitliliği inceliyor. Araştırma ekibi, bu konudaki geçmiş çalışmalarla aynı sonuca ulaştı: Yahudilerin, genetik olarak bölgedeki diğer halklardan farklı olduğu fikrini destekleyen tek bir kanıt yoktu. Yani araştırma, Yahudilerin özel halk, Yahudiliğin de nesilden nesile geçen seçilmiş insanların dini olduğu iddialarını temelden sarsmaktaydı. Dahası da var. Ortadoğulu Yahudiler ve Filistinliler, çok benzer bir gen havuzunu paylaşıyorlar. Bu nedenle iki halk, yakın akraba sayılmalı. Araştırmacıların dediği gibi; Sorunların temelinde genetik farklılıklar değil, kültürel ve dinsel sorunlar yatıyor
(3).
Özetle söylemek gerekirse; uzun yıllardır ve günümüzde de en kanlı biçimde devam eden İsrail-Filistin mücadelesi, iki düşman kardeş arasında yaklaşık 4000 yıldır devam eden bir kavganın devamından ibarettir. Bu kavga bizi ilgilendiriyor mu? Elbette ilgilendiriyor. Zira Filistinliler bizim din kardeşlerimizdir, üstelik de kanlı savaşların cereyan ettiği coğrafyada ceddimizin 400 yıllık manevi hatırası vardır. Örneğin benim dedem (babamın babası) bugün orada yatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında orada şehit düşmüştür. Ancak bu böyledir diye, işi şirazesinden çıkarmaya hiç gerek yoktur. Cumhurbaşkanından başlayıp, Başbakana ve muhalefet partisi liderlerine varıncaya kadar en üst perdeden ve altından kalkamayacağımız biçimde İsrail ve Yahudiler hakkında ile geri konuşup, halkı sokaklara dökmeye ve sürekli lânetler yağdırmaya hiç gerek yoktur. Onlar, Kurana göre; Allah tarafından zaten lanetlenmiş bir millettir(4).
Ayrıca Musul ve Kerkükte, Kafkasyada ve Doğu Türkistanda oluk oluk Müslüman kanı akarken, kılını kıpırdatmayanların, Filistinliler konu olunca, ayağa kalkmalarını ve Türkiyeyi ayağa kaldırmalarını anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Demek oluyor ki (bu satırları okuduklarında peşin peşin beni ırkçılık yapmakla suçlayacak) bu aymazlar sürüsüne göre; Türkün kanı, çok daha ucuz, çok daha değersiz ve kıymetsizdir. Onun için akıtılmasında hiçbir beis yoktur!
Bir taraftan haddinizi bilmeden arabuluculuk ayaklarına soyunacaksınız ve bunun adına uluslar arası siyasette Türkiyenin etkinliğini arttırdık diyerek, bunu siyasi ranta tahvil edeceksiniz, bir taraftan da bu aciz ve ucuz politikanın çabuk fos etmesi üzerine düşmüş olduğunuz mahcubiyetten kaynaklanan öfke ile İsraile veryansın edeceksiniz! Allahtan Filistinliler ve Arap Dünyası ortaya çıkıp da İsrailin arkasında Türkiye vardır demiyorlar. Zira İsrail saldırısı, İsrail Başbakanı Ehut Olmertin Ankara seyahatinden hemen sonra başladı.
Müslüman kardeşlerimiz olarak Filistine elbette yardım elini uzatacağız. Orada çocuklar ölürken ve analar ağlarken, bütün bunlara elbette kayıtsız kalamayız. Ancak bu yardımlar, sadece el uzatmakla kalmalıdır. Yoksa ortaya gövdemizi koyarak yardım etmeye kalkışırsak, bunu ne bugünkü nesiller kaldırabilir, ne de gelecek nesiller bunu kolay kolay affedebilir. 4000 yıllık kardeş kavgasını bitirmek, sadece bize kalmadı. Bu görevi, 1516-1918 arasında 400 küsur yıl boyunca canla başla yerine getirdik. Artık yetişir. Bırakın da bundan sonrasını, biraz da bizi oradan sürüp çıkaranlar ve çıkaranlarla işbirliği yaparak bizi arkadan vuranlar düşünsünler.
Üstelik biz hangi Filistine yardım edeceğiz? Ortada tek Filistin yok ki! Gazze şeridinde Hamas Devleti, Batı Şeriada El Fetih Devleti var! Bu adamlar, daha kendi içlerinde birliği ve dirliği sağlayamamışlarken, biz hangisine ve nasıl yardım edeceğiz? HAMASın kusursuz olduğunu kim söyleyebilir? Ateşkesi bozan ve geçtiğimiz hafta İsrail topraklarını roket yağmuruna tutan ve daha önce İsrail askerlerini kaçıranlar onlar değil midir? Sulh yanlısı olan ve sorunları diplomatik yollardan çözme yanlısı gözüken Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbası yetersiz bulan, üstelik ABDnin ve İsrailin uşağı olarak niteleyen HAMAS ve El CİHAD değil midir? Hiçbir ülkenin hüsnü kabul göstermediği HAMAS lideri Halit Meşali Ankarada ağırlayanların, biraz daha dikkatli olması ve Türkiyeyi altından kalkamayacağı maceraların ve yükümlülüklerin altına sürüklememeleri gerekir.
Kanaatimce Türkiye, eğer somut bir şeyler yapmak istiyorsa, İsrail ile Filistinlilerin arasını bulmadan ve bu amaçla Ortadoğu turu adı altında sonuçsuz seyahatlere çıkmadan önce, Filistinlilerin kendi arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için çaba sarf etmeli, bunun için Filistinli yöneticileri derhal Ankaraya çağırmalıdır. Bunun için gerekirse genel sekreterliğini yaptığı İKÖyü devreye sokabilmelidir. Dolayısıyla yapılacak öncelikli iş, Filistinli düşman kardeşleri barıştırmak ve böylece onları daha da güçlendirmektir. İslamın öncelikle öngördüğü de zaten budur(5). Çünkü bu adamlar, İsrail ile savaşmadıkları zamanlarda, bu kez birbirlerini boğazlıyorlar! Değilse sadece İsraili lanetlemek yetmiyor ve yetmeyecektir. Öte yandan o bölge, zaten toptan lanetli bir bölgedir! Çünkü o bölgede Osmanlının lanetli mirası vardır! O miras hiç kimseye yar olmayacak, ikinci bir 4000 yıl geçse bile, bu kardeş kavgası asla bitmeyecektir. Zira ben, 91-92 yıl önce şehit düşerek kumlara gark olmuş dedemin acı feryadını ve son nefesinde, kumlara belenmiş dudaklarıyla inilti halinde vermeye çalıştığı Kelime-i Şahadeti hâlâ duyar gibiyim
(*)
30 Aralık 2008
Ömer Sağlam
___________
1- Bazı kaynaklarda Hz. Musanın İÖ.1313 yılında peygamber olduğu, Babil ülkesinde esaret hayatı yaşayan Yahudilerin ise Kudüs ve Bâbil ülkesinin Persler tarafından işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştuğundan bahsedilmektedir. Bunun anlamı, Tevratın Hz. Musaya verilmeye başlaması ile yazıya geçirilmesi arasında geçen sürenin yaklaşık 850 yıl olduğudur. Ancak Hz. Musanın kaç yıl yaşadığı, kaç yaşında peygamber olduğu ve hangi tarihte öldüğü konusundaki bilgilerimiz yetersiz olduğu için, bu konuda en sağlıklı hareket noktamız, Hz. Musanın mücadele içinde olduğu söylenen Mısır Firavunu II. Ramsesin ölüm yılı (İÖ.1212) ile Yahudilerin, Perslerin Kudüsü ve Babilonyayı işgalinden 70 yıl sonra hürriyetlerine kavuştukları şeklindeki bilgi olacaktır. Bu esasa göre (İÖ.1212 ile İÖ.469 arasında) geçen süre yaklaşık 750 (743)yıl yapıyor.
2- Türkler ve Çinliler arasındaki mücadele, belki ancak bu kadar (belki bundan da) eskidir. Çin milletinin uzun geçmişte Ön-Türk atalarımızla, bugün de Doğu Türkistan(Uygur Özerk Bölgesi)daki katliamlarını düşünürsek, İsrail ve Filistin arasındaki mücadelenin tek benzeri Türklerle Çinliler arasındaki mücadeledir diyebiliriz.
3-
http://www.evrensel.net internet sitesinde bulunan 22.10.2003 ve Bu da bilimde ırkçılık başlıklı yazı(
http://www.evrensel.net/03/10/22/toplum.html).
4- Mâide Sûresinin 78. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.
5- Hucurât Sûresinin 10. âyetinde şöyle buyrulmaktadır; Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.
* Bu yazının hazırlanmasında şu kaynaklardan geniş ölçüde istifade edilmiştir:
- Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber-Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre,
- Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevratın Sumerdeki Kökeni,
- Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler,
- Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Tesirde İsrailiyat
- M. Asım Köksal, Peygamber Tarihi,
- TDV. İslam Ansiklopedisi, İbrahim maddesi,
- Ömer Sağlam, Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip