Geçen Bayram, Gelen Bayram / Feza TİRYAKİ

Geçen Bayram, Gelen Bayram / Feza TİRYAKİ

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Eki 20, 2013 20:14

GEÇEN BAYRAM, GELEN BAYRAM

Bayram geçti gitti.

Bayramı, ulusça kutlu sayılan gün veya günler diye tanımlamış, kırk elli yıl öncesinin, yıpranmış, sayfaları sapsarı olmuş, kırmızı bez ciltli büyük Türkçe sözlüğü. Bayramları dinî (dinsel) ve millî (ulusal) diye ikiye ayırmadan bu ortak tanım yazılmış. Örnek olarak da Cumhuriyet bayramı, Şeker bayramı denilmiş.

Son yıllarda bize ulusal bayram kutlatılmıyor. Bayram, sanki eğlence demekmiş gibi, her yıl, dört büyük ulusal bayramı kutlatmamak için bir bahane bulundu: “Yok deprem oldu, on güncük geçti aradan, olmaz; yok, şehit verildi olmaz…” “Yok, açılımdayız, bölücü örgüt temsilcileri, eli kanlı örgüt sevicileri askerin tören geçişinde hassaslaşırlar, incinirler, olmaz… “ dediler, yasak koydular. “Çocuklarımız tören geçişinde yağmur yağarsa hastalanırlar, yok güneş tepelerinde onları yakar, yok yorulurlar… “ bile dediler utanmadan bayram hazırlıkları için… Hızlarını alamadılar: “Marşlar çalınırsa belki sevinen, dinleyen olur, bayram eden olur, ulusal duyguları depreşen, kimliğini, Türk olduğunu anımsayan olur, sakın ha müzikli bayram kutlamaya kalkışmayın! Müzik yasak, davul – zurna yasak, fener alayı yasak, toplanma, yürüme, Anıtkabir’e gitme yasak, meydanlar, statlar yasak; kutlamalar meydanlardan alınacak, okullar neyinize yetmez, çok bile bu kadarı… “dediler.

Oysa bayram, anma günüdür, birleşme, kenetlenme günüdür…

Bu yıl Ekim ayı iki bayramı kutluyor. Kurban bayramı bitti. Sırada, en büyük kutlu günümüz olan, bize bu yurdu, bu Cumhuriyeti bağışlayan başkomutanımız, yüce önderimiz, büyük devlet adamı Atatürk’ün önderliğinde savaşarak canını bu yurda veren, yurdu için şehit olan, gazi olan atalarımızın kurduğu Cumhuriyetimizin bayramı var:

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.

Her ikisi de kutlu gün. Biri dinimizin, diğeri ulusumuzun… Türk ulusunun…

Ulusal günlerimizi kutlatmasalar da, dinî günlerimizi dönüştürseler de, toplumu ikiye bölerek bir bölümüne böyle günleri unuttursalar, böyle günleri tatil günlerine çevirtseler de, halkımız bunlara kanmıyor, ne yaptığını biliyor…

Bayramların, bunların dediği gibi günler olmadığını biliyor. Bayram etmekle bayram kutlamanın arasındaki ince ayırımın ayırdında. Toplumun çoğunluğu, düğün bayram etmenin zamanı olmadığını, ülkemizde bayram havası esmediğini, silahsız işgal günleri yaşadığımızı gözlemliyor, durumun korkunçluğunu sezinliyor. Dinsel bayramlarında, bunun gibi nedenlerle “Bayram gelmiş neyime” derken bile geleneklerine sırt dönmüyor. Büyüklerini aramayı görev sayıyor. Hatır gönül sayıyor. Kurbanlıklarını, kendini bilen, kültürünü tanıyan, yozlaşmamış, tarikatlara bulaşmamış dindar kesim, eski bayramları, çevresine yaşatarak, kurbanlıkları bayram koçu gibi süsleyerek, inandığı bu ibadeti eskiden olduğu gibi görevi sayıyor. Yoksulları sevindiriyor. Dargınlar barışıyor böyle günlerde. Birbirlerini aramayı ihmal etmiş, birbirlerine gönül kırmış insanlar bayram nedeniyle görüşüyorlar. Kusurlar bağışlanıyor. Gönüller alınıyor… Çocuklar sevindiriliyor…

Şehitlerimizin, ölmüşlerimizin mezarlarına gidiliyor, saygıyla, sevgiyle topraklarına yüz sürülüyor…

Bunların yanında içimizi yakan durumlar her bayramda daha da katlanarak büyüyor.

Bayram kutlama, başımızdaki siyasi anlayışa göre onlara tapınma durumuna getirildi. Gösteriş, görgüsüzlük, görmemişlik, dini kullanma aldı başını gitti… Önlerinde eğilme sıradanlaştı. İnsanın içini yakan, utanılacak el öpme kuyrukları oluştu… Cumhuriyetle birey olan insanımızı yeniden kul düzeyine indirmeyi başardılar…

Birinden bir şey isteme bizim geleneğimizde çok zordur. Aç kalırsın komşunun kapısını çalamazsın. Baban akıl edip vermezse harçlığım bitti diyemezsin… Yabancılardan bir şey almamayı öğretiriz ilk önce çocuklarımıza. Onurumuz ilk önce gelir…

Şimdi bu değerlerimiz alt üst! Gördüklerimize şaşırmayı bile unuttuk… Her şey olabiliyor.

Aile içinde görülebilecek durumları meydanlarda yaşatma… Uluorta sadaka dağıtma… İnsan onurunu hiçe sayma! Geçen Nisan’da Edirne’de, yurtdışından ilaç getirtme sorununa yardım isteyen Üniversiteli hasta genç kıza (Dilek) cepten para çıkarıp, “Al bunu kendine ilaç al, bu para çok para ha, parayı sakın düşürme!” demelerini daha kimse unutmadı.

On yaşındaki boyacı (!) çocuğa ayakkabı fırçalatma. Sonra çocuğa on lira harçlık uzatıp, “Git kendine bununla boya sandığı al!” denmesi bizi şaşırtmadı. Çağdaş bir ülkede bunu yapanı hemen tutuklarlar. Çocuğa kötü davranıştan, yasadışı davranıştan, çocuk çalıştırmaktan…

Eskiye, yüz yıl geriye dönüldü…

Eskiden padişahların yaptığını yapmaya kalkışma. Önüne gelene, önünde boyun bükene devletin parasını sadaka verir gibi dağıtma. Cumhuriyetin yetiştirdiği bir kadın gazeteciye, yalakalıkta sınır tanımayan böyle bir sözde gazeteciye el öptürüp eline göstere göstere para (200 TL) sokuşturma. Bu acı duruma, adına gazeteci denilenlerle birlikte gülme…

Artık ülkemizde yabancı gibiyiz. Sığınmacılar, Avrupalı gezginler, yerleşik yabancılar burada vatanlarındalar sanki. Her olanak onlara sağlanıyor. Suriyeli kaçak Araplara maaş bağlanmış. Gazimiz yoksulluktan sürünürken onlara gazilerimizden kaç kat üstün aylık bağlandı deniyor…

Yabancısı olduğumuz, bize dayatılan bu yoz, kaba kültüre istemeden yavaş yavaş alıştırılıyoruz…

Bireyin, insan haklarının, çağdaşlığın olmadığı, Atatürk devrimleriyle üstesinden gelindiğini sandığımız, yeniden hortlatılan, beslenen, yeraltından çıkartılan bir kültüre…

Efendi- kul kültürü bu, cemaat kültürü. Biri efendi, diğerleri diz çöken çömezler! Vatandaşı dilenci yapma, sadakayla kendine bağlama, insanı insana kul etme kültürü… Görgüsüzlük, vatandaşla senli benli olma kültürü, arabesk kültürü… Bir de soygun, yağma, devlet malını domuz sayıp yiyip yutma…

Bal tutanların parmaklarını yaladığı değil, bal çanaklarını toptan alıp götürme dönemi…

Bir paketle 85 yıllık Türk harflerine virüs katılıyor. Kim katıyor? Görünürde, bir kişi. İstiklal Marşı bestesi değiştirildi deniyor. Kim değiştiriyor? Bir kişi. Ne Meclis, ne yasalar, ne Anayasa bu yapılanlara karışıyor. Bu yapılanların tartışıldığı bir yerimiz kalmamış… Ordumuz kalmamış… Cumhuriyet aydınları kayıp… Bayram gününde, yasal olarak herkesin izinli sayıldığı bayramın son gününde işçiler toplanıyor evlerinden, polisler toplanıyor bulundukları yerlerden, Ankara’da bir üniversitenin arazisi işgal ettiriliyor. Özel korunmuş ormanı gece yarısı kestiriliyor, yoldüzerlerle ortalık dümdüz ediliyor…

Bunlarla kalınsa yine iyi. Bir de bölücülük belası var başımızda. Olmayan dile dil deniyor. Olmayan ulusa ulus deniyor. Katillerin başı, baş cani adamdan sayılıyor… Bunların başlarındaki hainlerin, olmayan dilleriyle olmayacak eğitim istemelerine alkış tutuluyor… Devleti açıktan tehdit eden, teröristlerin sözcüsü olan milletvekili, devletten maaş almaya devam ediyor. Hakkında ne soruşturma, ne kovuşturma yapılıyor… Paramızdan bile gocunuyormuş bunlar. Devletten en tepeden yüksek maaş alan, Meclis’e ilk girdiğinde Devlet Bahçeli’nin sarılıp öptüğü Hasip mi Kaplan mı adı her neyse bir vekil canlı yayında, Atatürklü Türk parasını sallayarak, “ Bu parayı kullanmak onurumuzu kırıyor!” demiş.

Mersin’de belediye binasında bazı yerlerde katil başının resimleri asılıymış. Yeni yapılan, nedense hepsi de kent dışına taşınan devlet binalarında Atatürk resmi yok, Türkiye Cumhuriyeti simgesi yok, Türk bayrağı yok, Türk Kurtuluş Savaşı’nın simge resimleri yok…

Her bir kutsalımız tartışılıyor. Adımız, andımız, bayrağımız, marşımız…

Bayramın biri geçti. İkincisi gözüktü.


Geçeni kutlayan kutladı. Geleneklerini yaşattı. Yurdumuzun kurban görüntüleri dokuz gün gözümüzün önümüzden geçti. Tatilciler çıldırmış gibi tatil yörelerine akın ettiler. Bunlardan kısa günün kârını yapan yaptı, yapamayanın hatırı kaldı. Arsızlar, hırsızlar, bazı yasa tanımazlar da, “At ölür itlere bayram olur.” dercesine durumumuza bakıp bayram ettiler o günden bu güne…

Bayramlık ağzını açan açtı, açmayan başka bayrama sakladı…

Atatürk devrimlerinin tek tek ortadan kaldırıldığı, kadının yine kara çarşaflara büründüğü, gericiliğin kol gezdiği, bölücülüğün ortalıkta cirit attığı bu günlerde, en büyük bayramımız 29 Ekim’e dokuz gün kaldı.

Cumhuriyetimize bağlılığımızı, sevgimizi, Atatürk devrimleriyle aydınlanan yolumuzu dosta düşmana göstermenin günü geliyor…

Bundan 86 yıl önce Atatürk 15 Ekim’de büyük eseri Nutuk’u Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Kurultayı’nda, okumaya başlamış, okumayı, okumaya başladıktan altı gün sonra 20 Ekim’de tamamlamıştır.
Resim

Nutuk, 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışından 1927 yılına kadar olan dönemi Atatürk’ün kaleminden anlatan belgeseldir.

Nutuk, bir önderin tarihin akışını nasıl değiştirebileceğini gösteren yol gösterici bir kaynaktır.


Bu ibret alınacak destan, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabı” ile biter.
Resim

Nutuk’un son sözü:

“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!”

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927


Bugünkü Türkçeyle:

“ Ey Türk geleceğinin gençliği! İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile, görevin; Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için sana gereken güç, damarlarındaki soylu kanda, vardır!”

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927


20 Ekim tarihimizde bu nedenle çok önemli bir gündür.

Bazı aydınlarımız bugüne, “Gençliğe Hitabe Günü” demişlerdir. “Gençliğe Hitabe ” Atatürk’ün Türk ulusuna vasiyetidir.

Bayramlar geçer. Bayramlar gelir…

Ekim ayı bayramlarımızın ayı. Bu Kurban Bayramı dokuz gün sürdü. Yirmi dokuz Ekim’e de dokuz günümüz kaldı.

Dokuz gün sonra Cumhuriyet bayramı.

Her gün bir etkinlik, her gün bir toplantı…

Her gün yeniden diriliş!


Geçen bayram dokuz gündü. Gelen bayram neden dokuz gün olmasın?


Feza Tiryaki, 20 Ekim 2013


İlgi duyanlar için yazıya ekleme:

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk


Gençliğe Hitabeye Gençliğin Yanıtı

Türk gençliği, Atatürk’ün tarihsel öğüdüne (Gençliğe Hitabe’ye) şu karşılığı vermiştir:

“Birinci vazifem, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini dünya durdukça korumak ve savunmaktır.
Varlığımın ve geleceğimin yegâne temeli budur. Bu temel, benim en kıymetli hazinemdir. İlerde de beni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanlarım olacaktır. Bir gün, bağımsızlığımı ve cumhuriyetimi savunmak zorunda kalırsam, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağım durumun imkân ve şartlarını düşünmeyeceğim! Bu imkân ve şartlar hiç elverişli olmayan bir durumda karşıma çıkabilir. Bağımsızlığıma ve cumhuriyetime kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler.
Zorla veya hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi doğrudan doğruya işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha acıklı ve korkunç olanı ise, ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, sapkınlık ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet, yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.
İşte; bu durum ve şartlar içinde bile vazifem, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğum güç, damarlarımdaki asil kanda mevcuttur!”
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x