Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Prş May 10, 2012 22:30

Barış konuşmaya devam eder,
“Belediye adına haraç toplayan Ali Hamurcu, 26 sayfalık ilk ifadesinde, haracı Belediye Başkanı Özhaseki’nin de dahil olduğu belediye çetesi adına topladığını itiraf etmiş, ancak daha sonra Bülent Arınç’ın devreye girmesiyle Belediye Başkanı’nı suçlayan ifadesini geri almıştı.Hamurcu, ilk ifadesini yalanlarken şunları söylemişti: “söylediklerimin büyük bölümü doğru değil. Yanlış ifade vermemin sebebi UKOME Müdürü Süleyman Temeltaş’ın ‘belediyedeki üst düzey görevlileri suçla kurtulursun’ diye yazdığı senaryoyu söylemiş olmamdır. Havaalanında taksi durağı satışı yaptığımız kişilere durak ihalesinin yapılmaması nedeniyle alınan paraların ödemesinde Süleyman Temeltaş’ın çabalarıyla 450 milyarlık paranın 300 milyar lirası ilgililere ödendi” Bu iddialara Kayseri’de yerel Kay-Tv’de programa katılan Süleyman Temeltaş’tan yanıt geldi. Geçtiğimiz hafta Kay-Tv’de “Haftanın Yorumu” programına katılan Temeltaş, sözkonusu tarihte emekli olduğunu ve bu senaryoyu kendisinin yazmış olamayacağını söyledi. Temeltaş şöyle devam etti: “kesinlikle böyle bir senaryoyu ben yazmadım. Olaylar ben emekli olduktan 1 ay kadar sonra patlak verdi. Hacı Ali Hamurcu’yu sadece mahkeme sırasında gördüm, 300 milyar liranın benim çabalarım sonucu ödendiği iddiası tamamen asılsız. Ne 300 milyar liranın geri ödenmesinden haberim var ne Kayseri’yi terk etmesi için tehdit ettiğim söz konusudur. Mahkemede Hacı Ali Hamurcu’nun avukatı paraları kendisinin dağıtacağını söylemişti, para dağıtılma işinden haberim yok. Ben aklımı peynir ekmekle yemedim. Bu iddiaları bana soran da olmadı, soruşturan da olmadı. Ben emekli maaşımı vererek aldığım kooperatifimin aidatlarını zor ödüyorum, yeni ihtar geldi. Bu iddiaları duyan da Süleyman Temeltaş götürdü diyecek.”Kısacası, Hamurcu’nun Temeltaş’ın isteği ile Kayseri Belediye Başkanı Özhaseki’yi suçladığı iddiası bizzat Temeltaş tarafından yalanlandı.”
Obama,
“Evet, bu adam, Temeltaş hakkında soruşturma açıldı mı?”
“Hayır, o dönemde, 3 yıldır Temeltaş hakkında bir soruşturma yapılmaması da durumu doğruluyor.”dedi Barış.
Obama,
“Hımm…”
Obama bu konuyla alakalı olarak yine usta gazetecilerden, ki o dönem Sözcü Gazetesinde yazarlık yapan Necati Doğru ile görüşür. Necati şunları anlatır,
“Olayın tek mahkumu olan Hacı Ali Hamurcu'nun babası emekli polis Fahrettin Hamurcu'yu buldum ve konuştum."Samimi olalım. Dürüst davranalım. Temiz duralım. Ben bu gazetenin kendi halinde bir yazarı olarak ve tarafsız kalarak, “senin de aklından geçirdiğini sandığım” bir sorunun cevabını arıyorum.”
Obama,
“Nedir bu soru” der.
“O soru şudur,” diyerek konuşmaya devam eder, Doğru,
“Kayseri’deki “Rüşvet Torbası”nın doldurulması ve “toplanan paraların bir bana… bir sana… bir başkana… bir müdüre…” diye paylaşılması Belediye önde gelenlerinin organize ettiği bir çete işimidir? Yoksa bu “rüşvet torbasını doldurma” lise mezunu 31 yaşındaki evrak getir götürcüsü Belediye çalışanı Hacı Ali Hamurcu’nun tek başına bir başına yaptığı iş midir?
Ben bu soruya cevap arıyorum.
31 yaşındaki Belediye Çalışanı Hacı Ali Hamurcu’nun babası bir kanun adamı. 40 yıl Emniyet Teşkilatı’nda çok sayıda şehirde, devletin bir güvenlik görevlisi olarak “adaletin-doğruluğun- hakkın yerini bulması” için çalıştı. Adı Fahrettin Hamurcu olan baba Kayseri’de son görevini başkomiser olarak tamamlayıp emekli oldu. Emekli Başkomiser babayı buldum. Onunla uzun uzun konuştum. Ben Emekli Başkomiser Fahrettin Hamurcu’ya “Kayseri’deki rüşvet toplama” olayı konusunda sorular sormaya başlamadan önce ilk soruyu o bana sordu:
Sizce organize suç kaç kişiyle olur?
Sorusuna cevabı kendisi verdi.
Organize suç en az 3 kişiyle olur.
Bu Kayseri’deki olay kayıtlara, savcılık , valilik, mahkeme tutanaklarına “organize suç “ olarak giriyor fakat bir tek kişi yapmış gibi tek mahkum olan benim oğlum Hacı Ali Hamurcu oluyor. Ben Emniyet Teşkilatı’nda bu kadar yıl çalıştım. En son Kayseri Emniyet’inden Terörle Mücdale dairesinden başkomiser olarak emekli oldum. Soruşturup inceleyebilirler. Dosyamada bir tek kırmızı çizgi dahi bulamazsınız. Ben vatanını, milletini seven, devletine saygılı ve inançlı bir insanım. Ben oğlumu değil hak nedir, kanun ne diyor onu öne alırım. Bu olayı başından beri bir kanun adamı ve baba olarak en küçük ayrıntısına kadar izliyorum ve size vardığım sonuç olarak şunu söyleyebilirim: “Kayseri’deki organize rüşvet çetesi suçunu tek başına oğlumun üstüne yıktılar” “Bu sonuca nasıl varıyorsunuz?” diye soruyorum. Baştan söyleyeyim bu işte “gerçekleri saklama, saptırma, fotoğrafın bütününü değil istedikleri bölümü basına yazdırma” çabaları var diyor ve şöyle devam ediyor: Kayseri Anakent Belediye Başkanı,”oğlum Hacı Ali Hamurcu’yu ilk kendisi şikayet ettiğini, ilk başvuruyu kendisinin yapıp yakalattığını” söylüyor. Bu doğru değil. Oğlum, bizimle beraber yaşıyor. Üç gün eve gelmeyince ben bizzat kendim Kayseri Emniyet’ne başvurdum ve “oğlumu bulun başına bir iş gelmiş olabilir” diye ben yakalattım. Yani onu yakalatan Belediye değil. Belediye’den onu izinli saymışlar. 20 gün kayıp ol, gözükme demişler. Onu ilk şikayet eden benim. Yakalatan benim. Olayı başından anlatayım. Benim oğlum Hacı Ali, uzun boylu, yakışıklı, çok iyi konuşan, karşısındakine güven veren bir yüze sahip, iyi araba kullanan bir çocuktur. İlk çalıştığı ilçe belediyesi, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ne birleştirilince burada evrak memuru olarak ve geçici işçi kadrosuyla görevine devam ederken, “oğlumun bu iyi konuşan, yüzüyle güven veren özelliğinden” faydalandılar. Onu “şuraya git, bir emanet var al gel” diye para toplayıcısı yaptılar. Ben hapishane’ye düştüğünde oğlumla görüştüm, bana kendisini bu “emaneti al gel…” işine yönlendiren kişinin Belediye’deki müdürü Süleyman Temeltaş olduğunu söyledi. Necati Bey, bu çocuk bir işçi!Geçici kadroda bir çalışan. Böyle birine “belediyenin mühürü” verilebilir mi? Hangi devlet kurumunda bu görülmüştür? Ben de devlette çalıştım, bilirim. Mühür daire müdürüne zimmetlidir, beraatla verilir. Sen bu çocuğa belediyenin mühürünü veriyorsun, sonra da “git şurada bir emanet var, bas mühürü evraka al parayı gel” diyorsun. Çocuk da gidip taksi durağı izni almak isteyenlerden; “20 bin TL, 30 bin TL, 40 bin TL….” neyse toplayıp, mührü de basıp altına da imzasını çakıp paraları alıp getirip teslim ediyor. Ona pay veriyorlar. Süleyman Temaltaş,(emekli edildi) Belediye Genel Sekreteri Mustafa Yalçın, bu işten haberliler. Benim oğlum bunlardan habersiz 1.5 yıl para toplamış, kimsenin haberi olmamış. Nasıl inanırsınız? Gazetecilere, oğlum Hacı Ali Hamurcu, taksicilerden, şundan bundan para toplamak için belediye adına “sahte evrak” düzenledi diye yazdırıyorlar. İnsaf, belediye mührü taşıyan bir evrak sahte olabilir mi? Benim oğlumun gençliğinden ve tecrübesizliğinden yararlandılar ve sonra da olayı onun üstüne yıktılar. Nasıl yıktılar? Anlatayım. Benim oğlumu ilk bulan, onun ilk avukatlığını üstüne alan Yusuf Erikel diye bir avukat. Oğlum, benim şikayetim üzerine yakalanıp hapse düşünce bu avukat oğlumu savunuyor. Bir gün İstanbul’dan telefon etti, “bundan sonra Haci Ali’yi ben değil kardeşim Yakup Erikel savunacak, benim elimden davayı o aldı” dedi. Yakup Erikel çıktı eve geldi. Ramazan günüydü. İftar saatini bekliyoruz; bana çok inançlı biri olduğunu, Umreye gittiğini, Ankara’dan görevlendirildiğini, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin de haberi olduğunu, taksi durakları sahiplerinden ve diğerlerinden toplanan paraların belediye tarafından geri ödeneceğini, şikayetlerden vazgeçileceğini ve oğlum Hacı Ali’yi hapisten çıkartacağını söyledi. Ben de umutlandım. Oğlum hapisten kurutulacak, bu olay kapanacak diye sevinçliyim. Ertesi gün otelde buluştuk. Otelde belediyeye, benim de duymamı istercesine, telefon ediyor, gri renkli belediye otomobilleri geliyor, bunu alıyor istediği yere götürüyor. Otelde resepsiyondaki kızlara, “ben belediye adına buradayım, oda ücretimi belediye ödeyecek” diyor. Bir gün, hiç alakası yokken, bir nedeni de yokken, elinde taşıdığı kahverengi çantayı bana uzattı, “içinde 150 bin TL var, belediyeden gönderdiler, al senin olsun” dedi. Hacı Ali ifadesini değiştirsin, bu işi tek başına kendisinin yaptığını yeni ifade olarak versin teklifinde bulundu. Ben kanun-adalet adamıyım. Ne münasebet dedim reddetim. Bir gün yeniden buluştuk. Kayseri’de avukat Yusuf Dalmaz’ın bürosuna gittik. Yusuf Dalmaz, taksi durak ruhsatı vereceğiz diye kendilerinden para toplanan mağdur kişilerin avukatı. Onun yazıhanesinde bizim avukat Yakup Erikel, belediyeden aldığını söylediği paralarla bu mağdurların hakkını ödedi, onlardan “Belediye’den ve Hacı Ali’den şikayetçi değilim” imzalı dilekçeler alındı. Şimdi yalan söylüyorlar. Bu paraları sanki “oğlumu kurtarmak için ben vermişim” gibi anlatıyorlar. Necati Bey, ben kirada oturuyorum. Kayseri’de herkes herkesi tanır. Ben bu kadar parayı bulamam. Akrabalarımdan da toplayamam. Akrabalarım bu kadar parayı verebilecek durumda değiller. Ankara’dan gelen bu avukat Yakup Erikel, Kayseri Belediyesi ile işbirliği yapıp, suçu tek başına oğluma yüklediler."dedi. / Obama,/ Evet, olay açık ve seçik ortadayken Türk hukukunun buna sessiz kalması doğru değil/ dedi. Ve Necati Doğru’ya verdiği bilgilerden dolayı teşekkür etti. Obama yeni çıkaracağı kitapta Kayseri Olayını yazacağına kanaat getirir. Ve bu konunun başlığını not alır “ Hukukun Bittiği Dava”. ( Bu yazının büyük bir bölümü Odatv.com ‘dan alıntıdır )
Obamanın ve konuklarının bu uzunca olan konuşmalarını inceleyen Ulema ekibi şaşa kalmıştır. Bu bölüme kısa bir not düşerler. “ Sayın Başkan Erdoğan’a bu Kayseri olayı mutlak surette hatırlatılmalı. Tedavinin ilk aşaması Ergenekon davası ile Kayseri davası olacaktır”
Obama Erdoğan ile buluşacağı günü büyük bir heyecanla bekliyordu.
O gece. Saat 23;30. Yer Başkanlık Sarayı. Oda; Yatak odası.
Erdoğan uyumadan önce bir fincan değişik bitkilerden hazırlanmış çayını içti. Yatağına uzanmadan önce etrafını inceledi. Gözüyle bir şeyler arıyordu. Dream-Scren aletinin odada olmadığından emin olmak istiyordu. Yatağına uzandı. Ve uyudu…( Halbuki Dream-Scren aleti duvar içine monte edilmişti. Erdoğan’ın haberi yoktu). Alet çalışmaya başladı;
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Prş May 10, 2012 22:57

Yönetici;
“Geçenlerde Oda Tv adında bir internet sitesine Emniyet birimlerince baskın düzenlendi. Bu baskın esnasında çok sayıda evraka el konuldu. Daha sonra başta Oda Tv"nin sahibi Soner Yalçın olmak üzere burada çalışan bazı kişiler tutuklanarak cezaevine gönderildi. Gerekçe silahlı Ergenekon terör örgütü ile bağlantılı olarak bazı eylemlerde bulunmak, bu örgütle bağlantılı olarak bazı karanlık eylemlerin yapılmasını planlamak.” Konuklarımız arasında oturan Nihat Genç’e bu anlamda bir soru yöneltmek istiyorum. Nihat bey, bu baskın sizce halkın doğru haber almasını mı engellemektir yoksa gerçekten Ergenekon ile bağlantısı varmıdır?
Nihat Genç;
“ODATV nedir ki bir Internet sitesi.. Türkiye’nin yüzbinlerce traj yapan ve milyar dolarlık holdingler tarafından yönetilen onlarca büyük TV’si gazetesi var, ODA TV ‘iktidar medyasını’ neden bu denli rahatsız ediyor.. Neden haber yapma çabasında ve ilk kitaplarını yazan genç gazeteciler üzerinde bu kadar amansız bir vahşilikle saldırılıyor. Yalan ve yanlış haberler için yargı var hukuk var, üstelik iktidar medyası yalan deyip örtmek istedikleri bu haberlerin ‘gerçeğini’ ‘gerçek belgelerle’ yayınlayıp hem ODA TV’yi hem de bu siteyi takip edenleri rezil perişan eder. Üstelik ‘gerçek’in cazibesi büyüktür, gerçek belgeler büyük kitleleri peşine takar, tam tersine ODATV çok izleniyor, iktidar gazeteleri bedava dağıtıldığı halde izlenmiyor.. Ve ODATV’yi ‘gerçek belgeler’le değil döverek yok etmek istiyorlar.Tam tersine merkezin dışında ODATV çalışanları gazetecileri ‘kahraman’ gibi karşılanıyor..Merkez medya, ODATV’yi tekme tokat döverek, kellelerini sırıklara geçirerek, kesilmiş kafaları balmumu kavanozlara koyarak ahalinin önüne götürüyor, halkın gözünü yıldırmak halkı sindirmek, bakın ‘dokunanların hali böyle olur’ demek için ortaçağda olduğu gibi işkenceyle bir ‘gözdağı’ veriyor. Sizin bu işkence metodunuzu asırlar boyu deneyen çok kanlı diktatörlükler çıktı, hepsi kaybetti.. Merkezde yasallığınızı meşruluğunuzu kaybetmemek için yapacağınız tek şey: sorulara cevap vermektir. Sorulara cevap vermedikçe ‘yasal’ olamazsınız ‘meşru’ olamazsınız asla bir ‘düzen’ inşa edemezsiniz ve iç isyan ve sokak savaşlarının önünü açarsınız. Bakın kendisi de ‘kör’ olan ülkemizin mucize eğitimcilerinin başında gelen Mithat Enç, ‘körler’ için ‘özel eğitimi’ ülkemizde başlattığı günlerde kahrolarak yazmıştı: ülkemizde körler sağırlar dilsizler hatta mücrimler (eli ayağı tutmayanlar) aynı ‘bakımevlerinde’ tedavi görüyor. Körün dilsizin sağırın ve mücrimin ‘ortak noktası’ ne olabilir ki devlet hepsini aynı bakımevine koymuş. Zalim artık sağcı solcu ilerici ocu bucu kim olursa kendini eleştiren hepsini ‘aynı davaya aynı kovuşlara’ koyuyor. ODA TV benzeri bir köyü topyekun yakmaya çalışarak toplumu sert bir hesaplaşmaya sokarlar ve adaletin ve bölüşümün en ciddi sorunları ‘sürüncemede’ kalmaz, hesaplaşma daha kısa sürer.. Yani aptalca iktidarlarının ömrünü kısaltır, sınıfsal üstün bir kültür olarak küstahlar ise sıcak yaralara dokunmayıp uzaktan yöntemlerle iktidarlarını daha ebedi kılar. ( Alıntı 03.08.2011 Odatv.com)
Yönetici,
“ Teşekkürler sayın Genç. Sayım Birant, gözaltına alınanlarla ilgili görüşlerinizi alabilirmiyiz?”
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cum May 11, 2012 10:35

Mehmet Ali Birand;

“Gözaltına alınan yeni isimler, kamuoyunun yakından tanıdığı isimler. Ortak noktaları, Ak Parti iktidarına sert bir muhalefet yapmaları. İşte kamuoyunun, hiç değilse bir bölümü Ergenekon’un muhalif sesleri susturmaya yönelik olduğuna inanıyor. Kuşkuları ciddiye almakta yarar var. Zira iddianamedeki somut veriler yeterli değil. Savcılığın kamuoyunu hazırlamak ve inandırmak için hiçbir şey yapmadığı da apaçık ortada.
Soner Yalçın bir gazetecidir. Medyaya ayak bastığı günden bugüne kadar yaptıklarını ve yazdıklarını incelediğiniz zaman, O' nun gazetecilik dışında bir kasıtla hareket ettiğini göremezsiniz. Öyle bir şey olsaydı, ilk önce bizler anlardık. Peki, o zaman neden tutuklandı? Yoksa, sadece gözdağı mı verilmek isteniyor? ( 16 şubat Hürriyet Gazetesi )

Yönetici;
“ Sayın Birant, Soner Yalçın’ı ne kadar tanırsınız?”
Birant-

“Ben tanıyorum. Üstelik bir zamanlar çok yakın çalıştığım ve karşılıklı saygı duyduğumuz bir ilişkimiz vardı. Sonra ilişkilerimiz bozuldu. Odatv üzerinden beni kıran yayınlar yaptı. Kırılmama, hatta kızmama rağmen, O' nun gazeteciliği hakkındaki görüşüm değişmedi. Gazetecilik anlayışı, abartılı, renkli, komplo teorileriyle zenginleştirilmiş bir stile sahiptir. Müthiş bir araştırmacıdır. Farklı açılar bulmakta, olaya tersten bakmakta ustadır. Ancak hiçbir zaman, militanlık yapmaz. Her gazeteci gibi, gerektiğinde muhalefet yapar, beğendiği zaman da alkışlar. Yazı ve yayınları bunun örnekleriyle doludur.İyi bir haber veya ilginç bir açı bulduğu zaman da, kendini tutmaz. Kimi zaman yanılır, kimi zaman olayın rengine kapılıp uçar. Kızdığı zaman da, kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Çok kırıcı olabilir.
Ancak, ideolojilerin sözcüsü değildir. Böyle bir misyon sahibi olmamıştır.
Sadece bir gazetecidir. (16 Şubat 2011 Hürriyet)

Yönetici;
“ Sayın Birant, sizce Soner Yalçın neden içeri alındı?”

Birant-

“Soner Yalçın'ı gözaltına alan savcı, eğer medyaya yansıdığı gibi, sadece sitedeki 3 video görüntüsünün yayınlanmasından dolayı bu kararı aldıysa, o zaman durum hepimiz için çok ciddi demektir. Bu gözaltı, adeta bir turnusol kağıdına benziyor. Hani okullarda kullanırdık, suyun asitliğini anlamak için batırılan ve değişen rengine göre karar verdiğimiz kağıttan söz ediyorum. Hepimiz, bu sorgulamayı ve sonrasını izleyeceğiz. Eninde sonunda da, savcıların, Soner'i sırf muhalif yazı ve haberlerinden dolayı mı gözaltına aldıklarını, yoksa başka bir gerekçenin bulunup bulunmadığını öğreneceğiz tabii.Savcılar acaba önemli bir sınavdan geçtiklerinin farkındalar mı? Yoksa, Ergenekon Davası'nın heyecanıyla, giderek yükseklerden mi uçuyorlar? ( 16 Şubat 2011 Hürriyet )
Ertesi sabah. Başkanlık Sarayı. Saat 8;30. Oda; Kahvaltı Salonu.
Başkan Erdoğan baş danışmanı Egemen Bağış ile konuşmaktadır. Gördüğü rüyaların bir kabus olduğundan bahseder. Doktoru ile görüşmek ister….
Aynı gün Obama. Kayseri dosyası.
Obama bu konuyu ismini vermek istemeyen bir gazeteci ile de tartışır;
Gazeteci;
“Rüşvet’ iddialarının tümünü Tayyip Erdoğan mecliste yaptığı konuşmada reddetti. Ardından iddiaların odağında olan Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki hakkındaki tüm yolsuzluk suçlamalarını televizyonda Kemal Kılıçdaroğlu ile tartışmaya hazır olduğunu ifade etti. Yolsuzluk dosyasını açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu ve yolsuzluk dosyasını hazırlayan CHP Kayseri milletvekili hakkında dava açacağını da belirtti. CHP’nin gündeme taşıdığı yolsuzluk iddiaları arasında Mehmet Özhaseki ailesi ile Abdullah Gül ailesi arasındaki yakın ticari ilişkilerin yer alması Abdullah Gül’ü de rahatsız etti. Gül yaptığı açıklamada konumu gereği sustuğunu söylemekle birlikte iddialara yönelik kızgınlığını ortaya koydu. Kayseri Belediye Başkanı’nın açıklamasından sonra AKP sözcüleri, sütten çıkmış ak kaşık olduklarını kanıtlamak için değerlendirmeler yapmayı sürdürdüler. Bununla da yetinmediler. Kayseri Belediyesi’nde yaşanan yolsuzluk iddialarına ilişkin dosya hazırlayan CHP Kayseri milletvekiline ilişkin yolsuzluk iddialarını gündeme taşıdılar. Böylece düzen partileri arasındaki dalaşma pisliklerin karşılıklı olarak ortaya saçılmasına neden oldu. ( Alıntı; Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, Sayı: 2010/49, 24 Aralık 2010)
Diğer bir gazeteci Kayseri Belediyesi ile ilgili Obaya şunları anlatıyordu;
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’ye yönelik yolsuzluk iddiaları konusundaki ilgili sessizliğini sonunda bozdu ve kendisine “sonuna kadar kefil” olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever’in Vatan’a aktardığına göre, Cumhurbaşkanı Gül şöyle konuştu: “Özhaseki’yi çok yakından ve iyi tanırım. Kendisi son derece çalışkan, temiz, dürüst ve şeffaf bir belediye başkanıdır. Kendisine sonuna kadar kefilim” demişti.”
Obama,
“Bu olay açık ve seçik ortadayken, Abdullah Gül’ün böyle bir açıklama yapmasını onaylamıyorum. Gül’ün bu açıklamasından sonra hangi savcı ya da hakim kalkıp ta dosyayı inceleme cesareti gösterebilir. Ya da bir suç bulurda cezalandırır. Bence konuyu tekrar mahkemeye taşımalıydı ve mahkeme kararı beklenmeliydi. Bence yanlış yapmış, sayın Gül.” dedi.
Obama, Kayseri Belediyesinde meydana gelen bu olayı ayrıntısına kadar öğrenir. Artık Başkan Erdoğan ile yüzleşme zamanı gelmiştir. Başkan Obama, Erdoğan’ı eskiden Suudi Arabistan Krallığı olarak bilinen, şimdi Başkan Obama’nın Başkanlık Sarayının bulunduğu Orda Doğu Birleşik Devletinin başkenti olan Bhamdoun’da ağırlayacaktı. Bu yerin seçimini ve planlanmasını Obama istemişti. Bhamdoun Beyrut’un 25 dakika doğusunda 2700 metre yükseklikte bulunan bir dağ yerleşkesi. Zamanında burası Suudi ve Kuveytli Arapların yoğun ilgi gösterdikleri bir yerdi. Beyrut’un doğu sırtlarındaki dağların arasında bulunan Bhamdoun yaz aylarında Suudi Arabistan’lı turistlerle doluyordu. Obama Bhamdoun’da ABD’de ki Beyaz Saraya benzer bir saray yaptırmıştı. Altı hektarlık alan içine yapılan sarayın tamamı beyaz renge boyanmıştı. 52,5 metre uzunluğunda ve 25,5 metre genişliğinde 2,5 katlı bir binadır. Binanın merkezi ve orijinal kısmı Virjinya kum taşından inşa edilmiş olup, birçok değişikliğe rağmen 18. yüzyıldaki Georgian stilini muhafaza etmekteydi. Bu bina teknoloji harikasıydı. Sıra dışı bir olayda, savaş esnasında bu saray yerin dibine gömülerek, kendini gizleyebiliyordu. Sarayın duvarları nükleer silahlarda dahil bütün ağır silahları geri teptirecek savunma kalkanı ile korunuyordu. Başkan Erdoğan daveti kabul etti. Bir gün sonra uçan küresi ile Bhamdoun’a uçacaktı.
Başkan Obama o sabah uyanıp kahvaltısını yaptıktan sonra uzun süreden berri hazırlığını sürdürdüğü kitabı için her ülkeden getirttiği gazeteleri karıştırıyordu. Eline bir Alman gazetesi ( die tageszeitung ) geçti. Başkan Erdoğan’ın da adının geçtiği haber dikkatini çekti ve okumaya başladı.
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cum May 11, 2012 17:00

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE SALDIRI, "Hürriyet Gazetesi, maliyeye astronomik ceza ödemek suretiyle iflasa sürüklenmek isteniyor. Bunun arkasında Başbakan Tayyip Erdoğan var. Böyle bir darbe bekleniyordu, ancak boyutu yine de şaşırttı. Doğan Holding’in maliyeye sözüm ona vergi borcu cezası olarak 400 milyon Euro, yani 826.3 milyon TL ödemesi öngörülüyor. Bu, içinde bulunduğumuz günlerde büyük bir holdingi bile iflasa sürükleyecek bir miktar ve Doğan Holding’in yetkilileri de, talep edilen sözüm ona vergi cezasının Türkiye’nin basın özgürlüğüne yönelik şiddetli bir saldırıdan başka şey olmadığını söylerken haksız değiller." Doğan Holding’in uzun süredir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin gözüne batan bir diken olduğunu belirten gazete, "Holdingin, başta Hürriyet, Milliyet ve İngilizce çıkan Daily News gibi gazeteleri ile Doğan’a ait televizyon Kanal D, son yıllarda özellikle de hükümet içindeki yolsuzluk olaylarının açığa çıkarılması ve toplumdaki İslamlaşma eğilimi konusunda iktidardaki AKP’nin en büyük muhalifine dönüştü. Doğan Holding, açık bir şekilde laik toplumun safında yer aldı ve bu yüzden de sürekli olarak AKP’nin ve herşeyden önce de Tayyip Erdoğan’ın öfkesini üzerine çekti."Vergi cezasının açıklanmasıyla ilgili zamanlamanın da tesadüf olmadığını belirten TAZ, haberinde şöyle devam etti: "Mart sonunda ülke genelinde çok önemli olan yerel seçimler yapılacak ve tam da yolsuzluk skandallarıyla ilgili haberler özellikle baş ağrıtıcı. Doğan medyasındaki haberler de olmasa artık hiç kimsenin kulak vermeyeceği kadar zayıflayan muhalefet partisi CHP, birkaç gün önce, daha geçtiğimiz yıl Erdoğan ile Aydın Doğan arasında sert bir ihtilafa neden olan bir skandalı yeniden gündeme getirdi. Almanya’da güya hayır yapmak amacıyla 30 milyon Euro toplayan (Deniz Feneri’nden söz ediliyor), ancak bunun yarısından çoğunun amaç dışı kullanılarak, sahiplerinin Erdoğan’ın yakın yoldaşları olduğu AKP dostu şirketlerin hesaplarına aktarıldığı iddiaları söz konusu. Hürriyet, bu skandalın üzerine gittiği için Erdoğan, Aydın Doğan’a bizzat saldırarak, Doğan gazetelerini boykot etme çağrısında bulunmaktan çekinmedi. Vergi cezasına gerekçe olarak ise, Doğan’ın 2006’da yüzde 25’ini Axel Springer’e sattığı hisse senetleriyle ilgili vergi borcunu Aralık 2006 yerine, Ocak 2007’de ödemesi gösteriliyor." TAZ haberinde, AKP ve medya ilişkilerini değerlendirirken şu ifadeleri kullandı: "Yedi yıl önce iktidara gelen AKP, daha şimdiden basın ve televizyonun büyük bir kısmını ele geçirmiş durumda. Piyasanın neredeyse yarısını oluşturan İslamcı medya, AKP’yi en başta ideolojik nedenlerden destekliyor. Hükümet, iki yıl önce Doğan’dan sonra ikinci büyük medya grubu olan, mali sorunları olan Sabah Grubu’nun da, AKP yanlısı holdinglere satışını sağlamıştı."
Obama, kitabı için yeni bir konu bulduğuna sevinmiş, elindeki dijital kalem ile gazetede okuduğu bölümü kopyalamıştı.
“Bugün ateşli bir gün olacak” diyordu…
Aynı Gün. Başkanlık Reviri.
Erdoğan kabus gibi değerlendirdiği rüyaların nedenini öğrenmek için doktorun karşısındaydı. Revirde bulunan uyku kabinine girecek ve semptomlar değerlendirilecekti. Uyku kabinine giren Erdoğan derin bir uykuya dalar. Danışmanlarının getirdiği Dream-Scren burada da devreye girer;
Oktay Ekşi söz ister.

Oktay Ekşi;

“ Daha açık söylemek gerekirse, ( Gazetecilerin gözaltına alınması ile ilgili ) bunun adı dünyanın her yerinde "devlet terörü"dür. Ama yargısı bağımsız olmayan, sabaha karşı kapısı sütçü tarafından değil, polis tarafından çalınacağı korkusuyla yaşayan insanların ülkesinde bu söz hepimizle dalga geçmekten başka hiçbir anlama gelmez.” ( Odatv.com 08.01.2009 )
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cum May 11, 2012 21:12

Yönetici;
“ Teşekkürler sayın Ekşi. Sayın Bekir Çoşkun bu tutuklamalar sizce hukuki mi?”

Bekir Coşkun;

“Bu hukuki bir dava değil, bir siyasi hesaplaşmadır...Söyler misiniz; çoğunu tanıdığınız, ömürleri devlete hizmetle geçmiş, çoğu yaşamları pahasına irticayla, çağdışılıkla, geri kalmışlıkla, dışa bağımlılıkla, hatta terörle mücadele etmiş bu insanların "terörist" sayılmaları ve sabahın karanlığında elleri kelepçeli birer adi suçlu gibi götürülmeleri size normal mi geliyor?..Nasıl?..”Gazetecileri toplayıp içeri doldurdukları için demek ki…Cumhurbaşkanı; “Kaygılı…”TBMM Başkanı; “Rahatsız…”AB; “Tedirgin…”ABD; “Endişeli…”İçişleri Bakanı; “Sıkıntılı…”Adalet Bakanı; “Huzursuz…”Bülent Arınç; “Hüzünlü…”Sonuçta hukuksuzluk, sahiplerinin sağlığını bozmaya başladı; sıkıntı, rahatsızlık, mutsuzluk, tedirginlik, gerginlik, hazımsızlık, şişkinlik, sıkışma…Niçin?..Hukuk işliyorsa, yargı görevini yapıyorsa…Türkiye çetelerden temizleniyorsa, terör örgütü ortaya çıkartılıyorsa, niye karnı şişsin devlet büyüğümüzün?..Çünkü; başları beladadır…Bu son dalgada yaşananlar, “Ergenekon terör örgütü” savının, aslında bir istila operasyonu olduğunu daha da kanıtladı herkese…Dinci iktidar ile Fethullah Gülen cemaatinin el ele vererek devleti nasıl ele geçirdiklerini insanların gözüne sokuverdi…İşte o zaman dedi zaten:
“Beyefendi neyiniz var?..”
“Sıkıştım…”
Şu son dalgada gidenler ile ilk dalgada gidenler arasında yaklaşık iki buçuk sene zaman var… Demek ki dalgalar sadece “olmuş”ları değil, sonradan “olanları” ve bundan sonra “olacakları” da kapsıyor…Geçen ay yapılan telefon konuşması beş sene önce açılan davaya “kanıt” olduğuna göre…Daha da açıkçası; bebeler büyüyüp reşit olduklarında ve bir muhalif kitap yazmaya kalktıklarında, ya da telefonla konuşmaya başladıklarında, dalga gelip götürecek demek ki…Neyse ki en akılsız kafalar, en duyarsız zihinler, en kör beyinler bile neler olduğunu anladılar.Sokaktaki insanlar artık “Ergenekon” sürecine inanmıyorlar…Olanlar vicdanlara sığmıyor…Şu son operasyonla birlikte; iktidarı ve tarikatı egemen kılmak için tezgâhlanan hukuk oyunu tersine döndü… İktidarı ve tarikatı dünyaya deşifre ediyor…Bu yüzden zaten karnı şişti beyefendinin…Çünkü…Oyun bitti…(09 Mart 2011 Bekir Çoşkun Yazılarından alıntı )
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cum May 11, 2012 23:29

Yönetici;
“ Teşekkürler sayın Çoşkun. Sayın Ertuğrul Özkök, Ergenekon davasının gerçek amacı nedir?”

Ertuğrul Özkök;

“Ergenekon davasının gerçek amacı ne? Bir suç örgütünü ortaya çıkarmak mı? Yoksa bu ülkeyi susturmak mı? Mahkemenin biri açılmış, ama daha ortada iddianameden başka bir şey yok. Öteki desen, yani "darbe", ortada iddianamesi bile yok. Yaşlı başlı onlarca insan aylardır bekliyor, bekletiliyor.
Liberal" gazeteci arkadaşlarımız ise savcılığı geçmiş, kararı vermiş, itibaren infaza bile başlamışlar. Herhalde yeni "liberal gazetecilik" de bu oluyor. Biz zamanın gerisinde kalmışız. ( Odatv.com 08.01.2009)

Yönetici;

“Soner Yalçın ile nasıl tanıştınız?”

Özkök;
MURAT Bardakçı Hürriyet'ten ayrıldıktan sonra hazırladığı sayfa boş kaldı.Murat her pazar günü orada harikalar yaratıyordu.Hürriyet'teki o sayfa, Türkiye'de popüler tarih konusunda bir milat gibiydi.Herkes onun yerine bir başka popüler tarihçiyi getireceğimizi tahmin ediyordu.Bense hiç öyle düşünmüyordum. Murat'ın yerini doldurmak mümkün değildi.Kimi koysak, hep Murat Bardakçı'nın yaptığı sayfa ile karşılaştırılacak ve bundan yenik çıkacaktık.O nedenle sayfanın konseptini değiştirmeye karar verdim.Öyle birini bulmalıydım ki, yaptığı iş mükemmel olmalıydı, Murat Bardakçı ile aynı kulvarda koşmamalıydı. İşte o günlerde aklıma Soner Yalçın geldi.Arayıp ona bu sayfayı teklif ettim.
Kabul etti.Beni ilk arayan kişi rahmetli Ufuk Güldemir oldu.
“Fevkalade isabetli bir karar almışsın. Seni tebrik ediyorum” dedi. Soner, Ufuk'un en beğendiği gazetecilerden biriydi. Uzun yıllar birlikte çalışmışlar ve olağanüstü başarılara imza atmışlardı.Sonra öğrendim ki Soner, benimle konuştuktan sonra Ufuk'u arayıp fikrini sormuş.
O da, “Hemen kabul et. İşte Ertuğrul budur” demiş. Daha başladığı günden itibaren yeteneğini ve farkını gösterdi.Murat gittiği yerde yine çok güzel işler yapmaya devam ederken, Soner, tamamen farklı bir konsepti benimseyerek, birbirinden güzel portreler ve olaylar yazdı. . Evinin arandığı haberi cep telefonuma geldiğinde, Paris'te Dünya Editörler Forumu'nun (WEF) yönetim kurulu toplantısındaydım.
Bunu hemen duyurdum.
Buz gibi bir hava esti.
Önümüzdeki sonbaharda Viyana'da yapılacak olan kongrede, “Basın özgürlüğü üzerindeki yeni tehditleri” ele alan bir panelin düzenlenmesi fikri ortaya atıldı.
Odatv'ye yapılan polis baskını ve dört gazetecinin gözaltına alınması, bu meslekte vicdanını hâlâ koruyan herkesi derinden etkiledi.
Ülkemizin özgürlükler bakımından zaten sakatlanmış görüntüsünü daha da aşağı çekti.
Bu gözaltına, hem Soner hem de mesleğimiz adına çok üzüldüm.
Olay hakkında yazılanlara bakınca şunu da gördüm.
Mesleğimizde vicdanını tamamen kaybetmiş kişi sayısı sandığımız kadar fazla değilmiş.
Sayıları azdı ama içlerindeki kin o kadar büyüktü ki, o da beni korkuttu. ( 17 Şubat 2011 Hürriyet)
Ülke; Orta Doğu Birleşmiş Milletler Devleti
Yer; Başkan Obamanın Beyaz Sarayı
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cmt May 12, 2012 9:11

Yer; Başkan Obamanın Beyaz Sarayı
Başkan Obamanın Odabaşı’sı, Obama’nın odasına girer ve günün programı anlatır. Başkan Erdoğan ile birlikte eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan’ın da geleceğini belirtir. Davetli listesinde olmayan bu kişinin gelmesinde ki maksat ne olabilir diye düşünen Obama,
“Gelsin bakıyım. Kesinlikle, benimle iş bitirecek bir projesi vardır”der.
Odabaşısına dönerek bu çocuk hakkında bana bilgi getirin, ne iş yaparmış, ABD ve OBM’ye bakış açısı nedir, yayınladığı kitaplar var mı?, gazete demeçleri var mı? Hepsini inceleyin. Başkan Erdoğan ile ne alakası var? Ortak şirketleri var mı? Bizi ilgilendiren bölümleri, bana iletin lütfen, dedikten sonra Biyoenerji Banyosuna girer. Bu banyoda ki biyoenerji kaynağı odunsu orman atıkları, deniz ve göllerde bulunan deniz otları ve yosunlardan ayrıca maya türünde ki mikroorganizmalardan elde edilmektedir. Başkan Obama, bedeninde eksilen kozmik enerjiyi günlük olarak girdiği bu kabinde tamamlamaktadır. Bedeninde birikmiş artık kozmik enerjinin atımını sağlayarak, çarkları temizleyerek bütün sıkıntılarından kurtulduğunu düşünmektedir.
Ob’un Odabaşısı, Abdullah Unakıtan ile ilgili bilgileri toplapıştı. Odabaşı;
“Önce yem, sonra tavuk ve yumurta, ardından pastörize likit yumurta ile adından söz ettiren Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu Abdullah Unakıtan'ın ürettiği, yine 'Unakıtan' markalı pastörize süt ile 'Lick' markalı kremşanti de raflara çıktı.”
Obama,
“Abdullah Unakıtan, 'büyük girişimci' demekki”dedi.
Odabaşı,
“İşlerini hızla büyüten ve çeşitli sektörlere giren Abdullah Unakıtan'dan her gün yeni bir girişim haberi gelmiş.'Avek' ismi ile Volkswagen bayiliği aldığı iddiası ile gündeme gelen Abdullah Unakıtan'ın ürettiği pastörize süt ve kremşanti de piyasaya çıktı. Süt ürünlerini 'Unakıtan', 'Lick' ve 'Premier' (birinci) markaları ile piyasaya çıkaran Abdullah Unakıtan, kremşantiyi sadece 'lick' (İngilizce'de 'yalamak, yutmak' anlamına geliyor) markası ile çıkardı. 'Şirketler Grubu' kurmuş. Babası Kemal Unakıtan Maliye Bakanı olduğu dönemde, tavukçuluk yapan Abdullah Unakıtan, 4 Ağustos 2003'te yüzde 20 gümrük vergisiyle 4 bin ton mısır ithal etmiş, 8 Ağustos'ta vergi oranı yüzde 45'e yükselmişti. Önceden haber alıp ithalat yaptığı iddialarıyla eleştirilen Abdullah Unakıtan, 2004 yılından itibaren kardeşleri Zeynep Basutçu ve Fatma Unıkatan ile birlikte kendi 'aile şirketler grubunu' oluşturmaya başladı.
Şirketinin, 'www.abfoods.com.tr' adresli internet sitesinde 'A.B Şirketler Grubu' ile ilgili tanıtımı yapan Abdullah Unakıtan'ın yeni projelerine de değiniliyor. Sitede verilen bilgilere göre Unıkatan'ın projelerin birisi de, deterjan sanayine girmek. Unakıtan, devreye girecek Food Grade Fosforik Asit tesisinde deterjan sanayine girdi üretecek. Bu tesiste ayrıca soft içeceklerde (yumuşak, alkolsüz içeceklerde), asit düzenleyici olarak, yemeklik yağ rafinasyonunda, şeker rafinasyonunda ve maya sanayiinde kullanılacak girdi de üretilecek.”
Obama,
“Maşallah, tam bizlik bir çocuk. Akıllı gençleri severiz ve değer veririz. Babasının katkısını da az görmemeliyiz. Baksana mısır ithalatı ile oğlunu nasıl milyarder yapmış”
Odabaşı,
“Abdullah Unakıtan'ın adı ilk kez İskerderpaşa cemaati mensuplarının ortağı olduğu Bedir Dış Ticaret adlı şirkette ortaya çıkmış. 1981'de kurulan şirketin ortakları arasında Nakşi cemaatinin liderlerinden Eymen Topbaş'ın yanında Kemal Unakıtan da bulunuyordu. Kemal Unakıtan'ın Maliye Bakanı olmadan önce yem ithalatı yaptığı bu şirket, Ağustos 2005'te tasfiye kararı aldı. Ortakları arasında Abdullah Unakıtan, kardeşleri Fatma Unıkatan ile Zeynep Basutçu da bulunuyor. Unakıtan ailesi asıl büyümesini 2001 sonrası gerçekleştirdi. Bu dönemde kurdukları şirketler şunlar:
21 Ocak 2001: AB Gıda, ortakları Abdullah Unakıtan, annesi Aysen Unakıtan, kız kardeşleri Zeynep Basutçu ve Fatma Unakıtan.
8 Temmuz 2004: Avek, ortakları Abdullah Unakıtan, Hülya Paşalı ve İsmail Bostan. Unakıtan geçen yıl temmuzda ortaklıktan ayrıldı.
4 Kasım 2004: Serab Gıda, ortakları Abdullah Unakıtan, eşi Hilal Unakıtan, Sedat Namdar ve Avni Üçkerdaşlar. Unakıtanlar bu şirketteki hisselerini geçen yıl temmuzda devretti.
14 Ocak 2005: Telemobil, ortakları Abdullah Unakıtan, Mehmet Sarıbekiroğlu, Hilal Unakıtan, Sedat Namdar ve Fatih Subaşı. Yönetimi Temmuz 2005'te Unakıtan kardeşlere geçti.
19 Temmuz 2005: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın kızları Zeynep Unakıtan ile Zeynep Basutçu, AB Gıda'nın Avrupa yakasındaki dağıtımını yapmak üzere FAB Gıda Limited şirketini kurdu.
22 Temmuz 2005: Abdullah Unakıtan Şenol Ayvaz ile birlikte SAB Makine Limited şirketini kurdu.
Obama,
“Allah ya yürü kulum demiş. Herkese nasip olmayacak bir büyüme. Bravo”der.
Odabaşı konuşmaya devam eder...
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cmt May 12, 2012 17:12

Odabaşı,
“Türkiye’nin sanayi devlerini ortaya koyan İSO 500 listesinden 59 şirket çıkarken, listeye 60 yeni şirket girdi. Habertürk gazetesine göre, listeye yeni girenler arasında en ilgi çekici olanı eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ailesine ait olan A.B Gıda oldu.
Kemal Unakıtan’ın ailesi tarafından A.B Gıda adıyla faaliyetlerini yürüten şirketin üretimden satışları 124 milyon TL olarak gözüküyor. 2007’de 739’uncu sırada olan şirket bu yıl 434’üncü sıraya yükseldi.
Obama,
“Tabikii yükselir. Benim babamda maliye bakanı olsaydı ben 434. sıraya değil ilk ona girerdim”dedi.
Odabaşı,
“Bu hızla yükseliş yanı sıra kriz yılı olan 2008’de cirosunu yüzde 105 artırmayı da (2007 cirosu 60.3 milyon liraydı) başarmış”
Obama,
“Yok ya, dev şirketler batarken Unakıtan’ın şirketi yüzde 105 cirosunu artırmış. İlginç.”
Odabaşı,
“Kuş gribinin en etkili dönemi olan 2006’da paztorize yumurtanın KDV’nin yüzde 18’den yüzde 8’e indirilmesi ile gündeme gelmişti. Bu indirimden kârlı çıkan şirket olarak da A.B Gıda’nın adı yine ön plana çıkmıştı.
Obama,
“Desenize, koskoca Maliye Bakanlığı A.B. Gıda’nın büyümesi için hizmet vermiş.”
Odabaşı,
“Maliye Bakanı Kemal Unakıtan`ın oğlundan sonra kızı da gıda piyasasına girdi. Bakan Unakıtan`ın kızı Fatma Unakıtan, gıda ürünleri ticareti için İstanbul`da şirket kurdu. `FAB Gida Sanayi Ticaret Ltd. Şti.` adiyla kurulan şirketin sermayesi 160 bin YTL düzeyinde oluştu. Şirkette Fatma Unakıtan 80 bin YTL`lik, diğer ortak Zeynep Basutcu ise 80 bin YTL`lik paya sahip oldu. Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan'ın kızları Zeynep ve Fatma Unakıtan, kent güvenlik sistemleri olarak bilinen MOBESE işine girdi. Adıyaman'dan İzmit'e kadar birçok kamu ihalesi kazanan firma, ayrıca Azerbaycan'da da gayrımenkul projelerinin yapımına soyundular. Telemobil şirket. 2009 sonunda değişim kararı alan ve olağanüstü genel kurula giden Telemobil, 19 maddeden oluşan faaliyet alanını 52 maddeye yükseltti. Böylece Telemobil A.Ş, iğneden ipliğe her işe girebilir hale geldi. Ancak firmadaki değişim rüzgârı bununla sınırlı kalmadı. Kamu pastasından daha etkin pay almak isteyen şirket, aynı genel kurulda ana sözleşmesine şu ilginç maddeyi ilave ettiler. "Türkiye Cumhuriyeti devleti bakanlıklarının ve bakanlığa bağlı resmi kuruluşların; iktisadi devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları, yapı kooperatifleri ve belediyeler tarafından yurtiçinde ve yurtdışında ihaleye çıkarılan inşaat, elektrik tesisat, yol, su, kanalizasyon, doğalgaz, altyapı, üstyapı, dekorasyon, restorasyon işlerinin yeniden veya onarımı ihalelerine katılmak, teklif vermek, ihale şirkette kalırsa ihale sözleşmesi gereği işi yapmak ve teslim etmek." Telemobil bu tarihten itibaren il il kamu ihalesi kovalamaya başladı. Öncelikli yatırım hedefi İstanbul'dan sonra Anadolu'da hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başlayan MOBESE sistemleri seçildi. Şirket 5 ay gibi kısa bir süre içinde milyonlarca dolar değerinde birçok ihaleyi kazanma başarısı gösterdi.”
Odabaşı, Abdullah Unakıtan hakkında bilgi alabileceği bazı isimleri Obama’ya verir. Elinde ki listeyi inceleyen Obama,
“Bana, Yavuz Tezcan’ı bağlayın”der. SineVizyon ile bağlanan Yavuz Tezcan karşısında Obama’yı görünce heyecanlanır. Bir an ne olduğunu anlamaz. Lakin hangi konuda görüşeceklerini bilince rahatlar ve konuşmaya başlar,
“O dönemlerde Ceyhan Ziraat Odası Başkanıydım, gübre ve mazot fiyatlarındaki artıştan şikayet etmiştim ve "Gübrenin ham maddesi olan fosforik asit ithalatını, bir bakanın oğlu yönlendiriyor" dedim. Sorular üzerine bu kişinin daha önce de mısır ithal ettiğini belirterek Abdullah Unakıtan'ı işaret ettim. Oğul Unakıtan'ın fosforik asit işine gireceğini ve bu konuda girişimlerde bulunduğunu ilk kez AKP Balıkesir eski milletvekili Turhan Çömez gündeme getirmişti. Çömez "Balıkesir'de oğul Unakıtan, üç fabrika kurdu. Hem de bu iktidara muhalif bir Belediye Başkanının bölgesinde. Bu nedenle o belediyeye, Maliye Bakanınca 50 milyar yardım yapıldı. Ben o zamanlar mahrumiyet bölgesi Sındırgı Belediyesine Maliye'den para yardımı istedim. Beş kuruş göndermediler" dedim. Edinilen bilgiye göre Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu Abdullah Unakıtan'a ait olan AB Gıda, 2005 yılında, Bandırma'da 2 milyon 544 bin TL'lik yatırım için Hazine'den teşvik belgesi aldı. Bu belge ile Abdullah Unakıtan KDV istisnası ve gelir vergisinden muafiyet sağladı. Tesis yılda 60 bin ton fosforik asit işlemeye başladı. Böylelikle gübre piyasasında tekel oldu. Food Grade Fosforik Asit Tesisi Türkiye'de bir ilk oldu. Fosforik asit rafinasyonu ile gıdada kullanılabilir fosforik asit üretimine de geçti. Bu fabrikanın deterjan sanayinde kullanılan Sodyum tripolifosfat da üreteceği bildirildi. Fabrikaya karşı çıkan köylüler bölgede sık sık eylemler de yapmışlardı. Türkiye"de sadece Abdullah Unakıtan"ın şirketine gübre hammaddesi fosforik asit için ithalatçı belgesi verildiği ve bu sayede tekel oluşturularak, gübre fiyatlarının yüzde 300 artmasına neden olduğunu duymayan bir tek sağır sultan kalmıştır.”
Obama,
“Sağır Sultan’ı bağlayın. Soracağım, duymuş mu duymamış mı? Keratanın babasını çok iyi tanırdım.”
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Cmt May 12, 2012 20:17

Odabaşı,
“Kemal Unakıtan’ın Al Baraka Türk’te görev yaptığı yılara ilişkin Gümrük Müfettişlerinin hazırladığı Raporu okumuştum. Kanaltürk tarafından da yayınlanmıştı. Rapora göre, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan 'ın adı 1 milyar 162 milyon dolarlık hayali ihracat dosyasına karışmıştı. Gümrük Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen raporda, Unakıtan 1995-1998 yılları arasında Albaraka Türk'ün yöneticisi olduğu döneme ilişkin 150 milyon dolarlık (200 trilyon lira) ''teşekkül halinde hayali ihracat'' yapmakla suçlanmıştı. Müfettişlerin İstanbul Başsavcılığı'na da ilettiği suç duyurusu niteliğindeki raporda, Unakıtan'ın, ''evrakta sahtecilik, teşekkül halinde hayali ihracat'' suçlarından soruşturulması istendi. Başsavcılığın açacağı olası davada, dokunulmazlığı nedeniyle Unakıtan'ın dosyası ayrılmak zorunda kalmıştı. Albaraka Türk'ün 3 bin 250 dolayında Gümrük Çıkış Belgesi'nin de incelendiği raporda, ''ASCOR paravan firmalarının Albaraka Türk'ün adına da sahte fatura düzenledikleri, bahse konu belgeler ve işlemlerin hiçbirisinin gerçeği yansıtmadığı'' saptamasına yer verildi. ASCOR çatısı altındaki paravan şirketlerin özel finans kurumlarından ''murabaha'' yöntemi ile hem finansman sağladığı hem de sahte fatura üretme olanağı elde ettiğine dikkat çekilen raporda, Albaraka Türk'ün de içinde yer aldığı yöntem şöyle anlatıldı: ''Esasen iki ASCOR şirketinin birbiri adına düzenleyeceği sahte fatura zincirinin özel finans kurumları üzerinden geçirilerek gerek ihracatçı şirketlere ve gerekse diğer ASCOR şirketlerinin adlarına düzenlenen sahte faturalara gerçeklik görüntüsü kazandırılmaya çalışılmıştır. Söz konusu organizasyon tarafından üretilen sahte faturalar kullanılarak gerçeğe aykırı beyanda bulunulduğu, bu suretle de komisyon geliri, KDV iadesi vb. şeklinde menfaatlar elde edildiği, aynı şekilde soruşturmamıza konu diğer firmaların da ASCOR organizasyonuna dahil olarak benzer menfaat elde ettikleri, bu kapsamda kayıt dışı üretime konu reel mal hareketinin varlığı ve kapı çıkış kayıtlarının teyidi hususlarının sahte fatura kullanılarak gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu gerçeğini değiştirmeyeceği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.'' Gümrük müfettişleri bu saptamaların ardından Albaraka Türk'ün hayali ihracata dahil olduğu savlanan dönemdeki yöneticilerin tespitine de raporda yer verdiler. Rapora göre, Mustafa Latif Topbaş, Abdul Latif Ömer Ghurab, Halit Çizmeci, Abdulrezzak Kamel, Yousluf A. Al. Sırkal, Yalçın Öner, Hasan Abdullah Kamel, Bahjat Khalıl ve Unakıtan 1995'te Albaraka Türk'ün yöneticileriydi. 1996, 1997 ve 1998 yıllarında da Unakıtan'ın şirketin yöneticileri arasında yer aldığı vurgulandı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın Albaraka Türk'te yönetim kurulu üyeliği dönemindeki naylon fatura olayı nedeniyle süren davayı af kapsamına alan Kaçakçılıkla Mücadele Yasası'ndaki değişikliğe benzer düzenleme Vergi Usul Kanunu'nda da gündeme gelmişti. Tasarı bu şekliyle yasalaştı ve Unakıtan, hakkındaki “Naylon Fatura düzenleme” iddiasını af kapsamına almışlardı.”
Obama,
“Türk’lerin meşhur bir atasözleri vardı “ Balık baştan kokarmış”. Odabaşı, Erdoğan’ı arayın ve Abdullah Unakıtan sakın ha buraya gelmesin. Olur ya beni kandırır, oyuna getirir ortak bir şirket kurdurur, Allah korusun adımız kötüye çıkar”
Odabaşı,
“Olur. Başkanım, ben ararım.” Der…
Başkan Erdoğan Obamanın davetini öğrenmiştir. Memnundur. Oba ile uzun zamandır dertleşmedik diye düşünür…
Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Erdoğan yola koyuldu. Erdoğan’ı taşıyan Küre 3 saniyelik seyahatten sonra bütün ihtişamı ile Beyaz Sarayın yeşil otları üzerine iner.
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Re: Gelin Birlikte Bir Kitap Yazalım - Sene 2020

İletigönderen köşeliyorum » Pzr May 13, 2012 8:59

Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Erdoğan yola koyuldu. Erdoğan’ı taşıyan Küre 3 saniyelik seyahatten sonra bütün ihtişamı ile Beyaz Sarayın yeşil otları üzerine iner. Başkan Obama ve kurmayları Erdoğan’ı karşılar. Yürüyen kırmızı halı ile Sarayın lobisine geçerler. Lobi’de Erdoğan’a zem zem suyu ile hurma ikram edilir. Kısa bir istirahattan sonra hoş geldin balosunun düzenleneceği Pembe salona geçerler… İçerde neler yaşandığını, üzülerek, yazamayacağımı belirtirim…Sansür uygulanmıştır.

O akşam yemekten sonra Obama ile baş başa kalan Erdoğan,

“Nihayet kuru kalabalıktan kurtulduk. Artık dayanamıyorum. Ona gül, onun gönlünü al. Usandım kardeş…”

Obama,

“Başkan inanın bende sizin gibi düşünüyorum. Bazen çekilmez oluyor protokol kuralları,der. Ve Erdoğan’ı NASA’da tasarlanan ve dünyada bir tane üretilen Sedatif-Power-Cup’a davet eder. Üç kişilik bir kabindir. Bu kabinde yarım saat kadar oturuyorsunuz ve bütün bedensel ve ruhsal yorgunluk ve sıkıntılardan arınıyorsunuz. Erdoğan kabin içinde rahatladıkça “bundan bende yaptırmalıyım” diye düşünüyordu…Kabinde dinlenirken Erdoğan uyur. Uydu aracılığı ile Erdoğan’ın uyuduğunu tespit eden bilimsel ve hurafesel kurul Dream-Screen’i devreye sokarlar. Erdoğan’ın uçan küresine yerleştirilen alet çalıştırılır;
Yönetici;
“Sevilay hanım Soner Yalçın için “neden üzülmedim” dediniz?”
Sabah Gazetesi yazarı Sevilay Yükselir;

“Çünkü bu adam ve çetesinden gerçekten nefret ediyorum. Pisler! Pislikler!
Onlarca kez bana karşı kullandılar o kirli kalemlerini. Saldırdılar defalarca.
Baktılar ki olmuyor. Bu defa bir kadının canını yakacak en hassas yerlerden girdiler. Namusumla oynamaya kalktılar. Evli barklı 13 yaşında bir erkek çocuğu sahibi olmama aldırış etmeden alçakça iftira attılar şahsıma. Çok değil, daha üç-beş ay evvel...Mutluyum. Çünkü şimdi yıllarca kalemini neden bir silah gibi kullandığının, hizmet ettiği karanlık güç ve düşünceler için tehlike arz eden herkese neden bel altı vurduğunun hesabını verecek adalete!” ( 16 Şubat 2011 sabah gazetesi )
Cüneyt Ülsever aniden ayağa kalkar. Sevilay hanımın gözlerinin içine bakarak şunları söyler;
“Sevilay Hanım Soner Yalçın'ın insanlara “bel altı vurduğu” için gözaltına alındığını nereden biliyor? Bilinen Yalçın ve arkadaşlarının “Ergenekon terör örgütü üyeliği ve bu kapsamda halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçlamasıyla gözaltına alındığı”dır.
Ben de Sevilay Hanım'a ters bir soru sorayım: Eğer, Soner Yalçın ve arkadaşları aklanırlarsa sizin hakkınızda yaptıkları densiz suçlamalar bu sefer de doğrulanmış mı olacak?
Sonra kalkar da; “Sevilay Hanım hakkındaki iddialarımızdan aklandık” derlerse çok daha fazla üzülmek zorunda kalmaz mısınız?
Ne olur, duygularımızdan arınmadan hukuk üzerine yazmayalım!” ( 17 Şubat 2011 Hürriyet gazetesi )
Yönetici;
“Lütfen polemiğe girmeyelim. Sayın Ülsever, gözaltına alınanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden gözaltına alınmış olabilirler?”
MEHMET ALİ TANRIVERDİ
Kullanıcı küçük betizi
köşeliyorum
Üye
Üye
 
İletiler: 54
Kayıt: Prş May 03, 2012 21:56

Önceki

Şu dizine dön: Sizin Makaleleriniz

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x