Önce kendi internet sayfalarından alıntı yaparak kendi kendilerini nasıl tanımlıyorlar..
Sonrasında faaliyetlerine ve ne yapmak istediklerine ve nereye varıp kimin içimn çalıştıklarına yönelik bir ufuk turu yapalim bakalım..
- Genç Siviller kimdir? Nedir? Ne değildir?
Biz kimiz? Kim değiliz? Sembolümüz neden bu spor ayakkabısı. Metinlerimiz nerede pişiyor. Nereye yürüyoruz. Amacımız ne? Merak edenler için tüm soruların cevabı burada.
--------------------------------------------------------------------------------
23 Mart 2006 18:54
--------------------------------------------------------------------------------
Genç Siviller isim olarak 2006 yılının 19 Mayısında yayınladığımız Kürt sorunu üzerine bir bildiriyle ortaya çıktı. Ama Genç Sivilleri yaratan ekibin sivil toplum deneyimi daha eski tarihlere dayanıyor. 1999 depremiyle birlikte devlet algısı ve siyasi ezberleri de yıkılan ODTÜ İletişim Topluluğunun öncülüğünde pek çok farklı üniversiteden gençler olarak henüz olağanüstü hal yaşayan Vanda 2000 yılı 19 Mayısında alternatif bir gençlik bayramı etkinliği gerçekleştirdik. 2000 yılından itibaren her 19 Mayısta İstanbul, Rize, Konya, Ankara gibi farklı şehirlerde bu buluşmalar devam etti. Çok farklı kesimlerden aydınlar ve gençleri bir araya getirdiğimiz buluşmalarda yeni, yaratıcı muhalif bir söylem kurmanın, yerli ve namuslu bir demokratik duruş inşa etmenin imkânlarını aradık. Genç Siviller Rahatsız adı ise 19 Mayıs 2003 tarihinde TBMMde bir salonda yapılan Buluşmanın açılışında okunan 19 Mayısları Stadyumlardan Kurtaralım başlıklı bildiriye dayanıyor. Bildiride, Stadyum törenlerinin totaliter ülkelerde devam eden modası geçmiş bir tören biçimi olduğunu ve bunun değiştirilmesi gerektiğini söylemiştik özetle. Bildiri ertesi gün pek çok gazetenin manşetindeydi. İki hafta boyunca çok sert eleştirilere maruz kaldık. Bildiriden bir ay sonra Cumhuriyet gazetesi Genç Subaylar Rahatsız manşetiyle çıktı ve bu rahatsızlığın 5 gerekçesinden biri olarak da 19 Mayıs bayram tartışması gösterilmişti. Genç Siviller Rahatsız buraya bir atıf.
Sembol Spor Ayakkabısı
Biz kendimizi bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş olan, kimseden ne çok ne de az herkes kadar bu ülkenin sahibi olan, herkes gibi Cem Yılmaz esprilerine gülen, Babam ve Oğlum filminde ağlayan, kimsenin üniformasını giymeyen, şiddetle uzaktan yakından bir alakası olmayan, uzun ve sağlıklı bir ömür sürmek isteyen, Türkiye Cumhuriyeti'nin sıradan vatandaşları olarak tanımlıyoruz. Spor ayakkabı kimsenin üniformasını giymeyen, yani kabaca kimsenin adamı olmayan, güçlü bağlarla bir kimliğe ya da ideolojiye bağlı olmadan zihni, bedeni esnek ve özgür olabilen olarak tanımladığımız sivilliği temsil ediyor. Üniformasızlık bize vicdanımızın peşinden gitme özgürlüğü veriyor aslında. Herkesin sadece kendi sorunları hakkında duyarlı ve herkesin sadece kendine demokrat olduğu Türkiyede ancak vicdanlarımızı özgürleştirebilirsek hakkaniyetli bir siyaset yapabiliriz diye pek çok farklı siyasi gelenek içinde edindiğimiz ortak bir duygumuz var. Ancak bu anlamda sivil olabilirsek bize benzemeyen, ötekilerimiz içinde gerektiğinde sesimizi çıkarma erdemini gösterebiliriz. Bu yırtık spor ayakkabısının anlam bagajında bunlar var.
Mutfağımızdan dumanı üstünde metinler
Mutfağımız kadim tatların, farklı mutfakların bilindiği ama her türlü denemenin serbest olduğu bir füzyon mutfak galiba. Geleneğin ve geleneksel tatların değerinin farkında, bu toplumun damak tadını bilen ama onu aşmayı, yeni tatlar sunmayı da kafasına koymuş bir aşçının işi. Entelektüel arka planında bir taraftan Hannah Arendtten, Gramsciye, Foucaultya, radikal demokrasi teorilerine uzanan, diğer tarafında Namık Kemalden Mehmet Akife İdris Küçükömere ve günümüz Türkiyesindeki demokrat literatüre uzanan bir çeşitlilik var. Bu çeşitliğin üzerine Sezen Aksu hayranlığı, Orhan Gencebay severlik gibi popüler kültürle bağlarını koparmamış, televizyonla ilişkisini kesmemiş bir gündelik hayat dili bilgisi de eklenince galiba samimi şeyler ortaya çıkıyor.
2006 yılında yayınladığımız bildiri de bu dünyada Kürtlerle Türkler de birlikte yaşayamayacaksa zaten artık batsın bu dünya demiştik. Bizim gibi yıllarca üzerinde sarf edilmemiş sözün kalmadığı sorunlarla uğraşılan ülkelerde yeni, yaratıcı, popüler bir dil kurmaktan başka şansımız yok. Siyasi tartışmanın üzerinde döndüğü dilin tüm kelimeleri kirlenmiş ve işgal edilmiş durumda. Ne söyleseniz şifrelerden birine takılmamak, kafalardaki çekmecelerden birine tıkılmamak mümkün değil. O yüzden yeni bir söz söylemek gerekir. Tüm siyasi hesaplaşmadan bir parça sıyrılıp vicdanlarımızı devreye sokmak için yeni ve samimi bir söz söylemek gerek. Ayrıca mizahın çok önemli bir güç ve içine yüklenen mesajları en uzak noktalara kadar taşıyan çok etkin bir araç olduğunu düşünüyoruz. Son dönemde dünyada muhalefetin dili de şenlikli bir dil oldu aslında. Siyasetin klasik öfkeli, asık suratlı fazla ciddi dilinin fasit dairesinden çıkıp yeni mevziler kazanmak, o güne kadar siyasetten bu soğuk ve fazla ciddi yüzü nedeniyle uzak kalmış geniş kesimlere doğru yeni bir hamle yapmak için yeni özgün yaratıcı bir dil kurmak çok önemli.
Genç Siviller Quo Vadis?
Çok büyük hedeflerimiz yok aslında. Soranlara ironiyle iktidara yürüyoruz diyoruz sadece. Biraz da büyük ideolojilerden kaçarak bir şeyler yapmaktayız. İktidar odaklı değil sivil toplum tabanlı siyasetin anlamlı olduğunu düşünmekteyiz. Vicdanlarımızım peşinden gitmekle meşgulüz. Vicdani siyaset yapıyoruz. Bunun kendisi bir hayli zor bir şey. İdeolojiler bitmiştir gibi bir şey demek değil bu. Ama Türkiyedeki sorunlar o kadar yakıcı ki. Hrant Dinkin katillerinin bulunmasını istemek için, Kürtlerin mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmek için, başörtülere yapılan zenci muamelesine isyan etmek için liberal, sosyalist, İslamcı olmaya gerek yok. Tagoreun bir şiiri Türkiye ve dünya ütopyamızı gayet iyi açıklıyor:
- Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde
Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde
Sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde
Berrak aklın nehrinin, ölmüş adetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde
Zekanın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde
Tanrım, sen benim memleketimi, işte bu özgürlük cennetinde uyandır
Gençsivilleroloji
Demokratız. Bu büyük bir iddia. Bunun hakkını vermekle meşgulüz. Demokratlığın ancak bana benzemeyen için de sesini çıkarman gerektiğinde çıkarabiliyorsan bunun namuslu bir demokratlık olabileceğini biliyoruz.
İdeolojimiz nedir gibi bir derdimiz yok. Son aşamada hepimiz vicdanlarımızın peşinden ortak bir söylemde bir araya geliyoruz. Hiçbir yerde kendini evinde hissedememe, bir yurtsuzluk, rahatsızlık hali bizi böyle bir söylemde ortaklaştırdı. Vicdani siyaset yaptığımızı iddia ediyoruz. Muhalifiz ama isyan ahlakıyla hesap sormayı, sorumluluk ahlakıyla da hesap vermeyi bilen bir muhaliflik bu. Türkiyede zencileri zencilere kırdırarak ayakta kalan bir müesses nizam söz konusu. Bu iktidar bloğunun üzerinde oturduğu dengeler mekanizmasını ancak birbirimizin haklarına çaprazlama sahip çıkarak bozabiliriz. Ezberleri dağıtarak. Bir müslümanın çıkıp 1915te beni Boğazlayan kaymakamı değil, bu katliama karşı sesini çıkaran Boğazlıyan Müftüsü temsil etmekteydi diyebilmesi gerekir. Alevilerin taleplerini en başta Sünnilerin görüp sahiplenmesi gerek. Alevilerin de Sünnileri laik duyarlılıklara, iktidara sırtını dayayarak ötekileştirmemesi. Bir sosyalistin başörtüsü ayrımcılığının bir tür ırkçılık haline geldiğini görmesi, sesini daha gür çıkarması gerekli. Yoksa toplumsal kesimler arasındaki bu derin güvensizlikle demokrasiyi de birlikte yaşamayı da başaramayacağız.
Genç Siviller ve Planları
Siyaset yapmamızın nedeni büyük projelerimizi gerçekleştirmek, iktidara oynamak gibi duygular değil. Siyaseti Arendtvari varoluşsal bir ihtiyaçtan yapıyoruz aslında. Genç Siviller gerçekten rahatsızlar. Ama sahiden rahatsızlar. Üzerinde eylem ve söylem ortaya koyduğumuz meseleler bizim karnımızı ağırtıyor, psikolojimizi bozuyor gerçekten de. Rahata ermek için bir şeyler söylemek bir şeyler eylemek zorundayız. Siyaseti böyle çok kişisel nedenlerle yapıyoruz. Var olmamızla ilgili çok hayati bir şey yani. Tinselliğini yitirmemiş bir siyaset yapma biçimi bu. Ayrıca yine Arendtten ilham alarak tefekkürsüz eylemin eylemsiz tefekkürün eksik olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden siyaset tartışmasının derinleşmesine katkı yapmak amacıyla Siyasal Ufuk Hareketi içinde daha entelektüel etkinlikler de yapmakla meşgulüz. Kervan yolda dürülür diyoruz aslında. Yeter ki biz bu çölde yolumuzu şaşırmayalım.
Genç Siviller hep olmasından özlemle bahsedilen iç dinamiklerimizden biri. Türkiye de tüm değişimlerin dış baskıyla olacağı söyleniyor, ama 1876dan beri meclisi olan, 1908 den beri seçimlerin yapıldığı, savaş koşullarında bile meclisin üstünlüğü anlayışından vazgeçmeyen bir ülkeden bahsediyoruz. Tüm toplumlarda olduğu gibi bizim de kendi irademize sahip çıkma, kendi işimizi görme yeteneğimiz var. Bizim ki belki bu yolda tarih boyunca atılmış pek çok adımdan söylenmiş pek çok sözden sadece biri. Bu açıdan bundan 130-140 yıl önce bu coğrafyada istibdada karşı sesini çıkaran Genç Osmanlılarla aynı köklere sahibiz herhalde.
Dikkat ederseniz..
Hiç isim yok..
Yönetim ve Lider kadrosu yok..
Tüzel kişiliği nedir?
Dernek mi , vakıf mı vb... mi
Tüzel kişilik yoksa kim nasıl neyi ve nereyi denetliyecek?
Perde arkasında kimler var?
Kim finanse ediyor...ki birazdan bu konudaki açıklamalarını da paylaşacak ve YETER ARTIK BİZİ KERİZ YERİNE KOYMAYIN diye haykıracağız....