George SOROS Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Ağı

ARI, TESEV, Açık Toplum Vakfı, HYD, Genç Siviller, GTP, SODEV, Bianet, STGM, TÜSEV, MAZLUMDER, STEP, LGBTT, Barış ve Kardeşlik Forumu, Türk Demokrasi Vakfı, LDP, Küresel BAK vesaire...

George SOROS Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Ağı

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Eki 15, 2008 1:36

borabey yazdı:

Sivil Toplum Kuruluşları, E. Özbey, 08 Mayıs 2007
İÇİMİZDEKİ SEYTANLAR kitabından bir araştırma raporu...

İçimizdeki Şeytanlar
Sivil Toplum Kuruluşları (STK-NGO)
A. Nazmi Çora

Bugün hükümet dışı örgütler eskisine nazaran güçlerinin daha çok farkına varmış, hareket ve eylem yetenekleri daha yüksek ve daha büyük kitlelere hitap eden kuruluşlar olarak karşımızda durmaktadır. Devletler dünya çapında çeşitli sorunlarla mücadele etmede yetersiz kaldıkça, farklı sınırlar içinde yaşayan insanlar ortak kaygıları ve çıkarları paylaştıkça bu örgütlerinde her geçen gün gelişmesi ve etkinleşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Amerikalı "Workshop" uzmanları gelmişler, bu övünçlü Türklerin ülkesinde raporlarında belirtikleri gibi; "Yönetim yetkisini merkezden uzaklaştırmak amacıyla belediyelere otonomi kazandırmak" için, yasa tasarısı hazırlıyorlar. Bu işin içerideki gerekçesine bakarsak, "Belediyelere yardım demek, demokrasiyi güçlendirmek demektir" diye bir yanıt hazırdır. Ne var ki, "Belediyeleri güçlendirmek' ABD'nin Cumhuriyetçi Partisi'ni neden ilgilendirir ve ABD neden bu işler için para ve eleman verir? Amerika'da gettolar temizlendi, toplumsal uçurumlar kapatıldı mı?" diye soran yoktur. Sorulmasa da, Amerikan muhafazakârlarının ve Cumhuriyetçi Parti'nin örgütü IRI'nin raporlarındaki yanıtı açıktır:

"IRI'nin rehberliğinde yerel yönetimler - Ankara'daki merkezi hükümet ('devlet' değil)- şimdi kendi yollarında yürümek üzere daha fazla otoriteye sahiptirler," Yerel yönetimlerin ABD'nin siyasal partisinin öncülüğünde yürüdüğünü belirten aynı raporda, bir başka kuruluşla birlikte Türk siyasi partiler yasasında değişiklik tasarısı hazırlandığı açıklanıyor. İş bununla da kalmıyor, bu hazırlıkların partilerle yakın ilişkiler kurularak sürdürüldüğü, partilerin içinde 'reformcu eylemciler' yetiştirildiği belirtiliyor.

Üstelik bu ülkeye öyle bir demokrasi eğitimi verildiği belirtiliyor ki, "laiklik dışı partilerin ve etnik tabanlı partilerin temsil edilmeleri"nin sağlanacağı özenle vurgulanıyor. IRI'nin 2000 yılı programına Türkiye gençliğinin ve kadın örgütlerinin desteklenmesi projesi de alınmış. Yeni dünya düzenini kavramış, moda deyimiyle, "vizyon sahibi" ve proje yapmasını bilen genç kadrolar yetiştirilecektir. IRI raporlarındaki şu sözler, hiçbir kuşkuya yer vermeden seçim özgürlüğümüzün temellerinin nasıl bellendiğini gösteriyor:

Demokratik toplumların vazgeçilmez bir unsuru olan baskı gruplarının temel amacı, siyasi mekanizmayı kendi amaçları doğrultusunda etkileyebilmektir. Ancak bunun yanında baskı grupları toplumun bilinçlendirilmesinden, devlet görevlilerinin işlerinin denetlenmesine kadar pek çok konu üzerinde de çalışmalarını sürdürmektedir. Baskı gruplarının, yalnızca çıkarları uğruna yasa hazırlanması, kabul edilmesi veya değiştirilmesi konularında faaliyet gösteren türü ise Lobilerdir. Bu bağlamda lobiler, baskı gruplarının siyasi mekanizmayı (özellikle yasama alanında ) etkileyebilmek için oluşturdukları gruplardır.

.
.
.


George SOROS-OSI-Open Society Institute-Açık Toplum Enstitüsü ve "SOROS" Kimdir?

“Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” diyen ABD vatandaşı. Darbe finansörü. Yedi milyar doları olduğu söyleniyor. Yönettiği paralar ulusal piyasaları alt üst ediyor. Açık toplum felsefesinin mimarı Karl Popper’in ve ülkemizdeki neo-liberallerin hayranlığını kazanmış olan, Friedrich von Hayek’in öğrencisi ve hayranı. Bu nedenle merkezi ABD’de olan Açık Toplum Enstitüsü’nün kurucusu. Kadife, turuncu ve sivil darbelerin yapıldığı her yerde ona rastlanıyor. Yugoslavya, Gürcistan, Ukrayna..gibi. Sivil sözcüğünün geçtiği her yerde aranması gereken isim. STK’ların fonlarını ve uluslararası ilişkilerini takip edin, mutlaka Soros çıkacaktır karşınıza. Bazen doğrudan, bazen dolaylı.

G.Soros, ABD dış politikasını yönlendiren, bazı kaynaklara göre de yöneten CFR (Council on Foreign Relations) örgütünün üyesidir. Soros, ABD siyasetine uygun olarak ülke pazarlarının sonuna dek açılmasını savunur. ABD’nin eski güvenlik yöneticileriyle kurulan örgütlerde yönetim kurulu üyesidir.

    Güneydoğu Asya Krizi'nde başrol oynadı.

    Yugoslayva’da Amerikancı, mafyatik, faşizan muhalif gruplara kaynak aktaran, bu grupların siyasi liderlerine eğitim veren Soros'un vakıfları, Yugoslavya’nın parçalanmasına ve Sırbistan'da S.Miloseviç'in devrilmesine ve yerine Amerikancı işbirlikçilerin atanmasına önayak oldu. Soros, Open Society-Yugoslayva aracılığıyla “bilgi”, “sanat ve kültür”, “eğitim” ve “gençlik” vd. projeleriyle Yugoslayva’nın parçalanma sürecinde muhalafete milyonlarca dolar bağışlanmıştır.

    Malezya’da para piyasasının çökmesi üzerine IMF’nin ülkeyi terketmesini isteyen Malezya’da kampanya başlar. Devlet yönetiminin en uç noktalara dek yolsuzluğa battığını ilan edilir. Yayına sokulan liberal bir gazete öncülüğünde “temiz toplum-açık toplum” kampanyası başlar. Şiddet gösterileri yükselir. Yönetim, iktisadi düzeni rayına oturtmaya çabalarken, kampanya yükselir.. İstenen olmuştur. Bilumum “sivil örgütler” harekete geçerler ve Devlet başkanı Mahathir’i diktatör olarak ilan ederler. Malezya yönetimi Muhalefet yayınlarını Soros’un fonladığını açıklar. Malezya, vurulan bir açık toplum örneğidir. Venezuela’da, Chavez oyların yüzde 80’inden fazlasını alınca bir anda Amerikan yetiştirmesi muhalefet eylemlere başladı. Peru’da bu eylemleri örgütleyecek olan ABD yetiştirmesi muhalif lidere Soros’u bir milyon dolar verdiği sonradan ortaya çıktı. Venezuela’da ABD kasasından beslenen sivil (!) örgütlere yıllarca dolarlar akıtılmıştı. Eylemcilerin arkasında duran AB ve koalisyon ortakları eylemleri durdurmaya çalışan devlet yönetimlerini ‘insan hakları düşmanı’ ya da ‘diktatör’ ilan ederek iktisadi ambargoya yöneldiler. Venezuela’da her şeye rağmen halk yönetime sahip çıkınca, ABD’nin maşası örgütler parayla satın alınmış subaylarla birlikte askeri darbe yaptı. Ancak bu da başarılı olamadı.

    Gürcistan’da eski Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze, 2004’de gerçekleşen seçimlerde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle düzenlenen protesto gösterilerini ve parlamento baskınını Soros’un finanse ettiğini açıklamıştı. Şevardnadze, yaptığı açıklamada Soros Fonu'na ülkenin içişlerine karışmaması yönünde uyarıda bulunurken, Soros, Saakaşvili'ye "Açık Toplum" ödülünü veriyordu. Nitekim daha önce Yugoslavya seçimlerinde de S.Miloseviç’e karşı kurulan muhalefet örgütünün sembolü ve sloganlarının aynısı, Gürcistan seçimlerinde de boy gösterdi. Soros’un Yugoslavya’da bu muhalefet örgütüne para yardımı yaptığı ortaya çıkmıştı. Soros’un aynı şeyi Gürcistan’da da yaptığı belgelendi.

    Kadife devrimde rol alan özel Rustavi-2 televizyonu ve gençlik örgütü 'Kmara’'yı vakıfları üzerinden finanse ediyor. Sadece gençlik örgütüne 500 bin dolarlık destek verildiği kaydediliyor. Tıpkı Peru, Venezuela, Malezya'da olduğu gibi. Soros’un Gürcistan eylem yöneticisi Kakha Lomaia, eylemlere New York'ta yapılan toplantıda karar verildiğini açıklamıştır. Ukrayna'da gerici darbede baş rol oynayan sivil örgütlere de eğitim ve maddi destek sunan Soros’un, Kafkaslar ve Balkanlar'da, cumhurbaşkanı, başbakan ve bürokratları, yolsuzlukları önlemek için maaşa bağladığı açıklandı.

    Soros, 80'li yıllardan beri sivil toplumculuğun şekillenmesi ve işlevlerinin çeşitlendirilmesi için aktif olarak çalışıyor. Açık Toplum projesinin taşıyıcısı ve uygulayıcısı elemanlar yetiştirmesi için, 1989'da eski Yugoslavya'nın Dubrovnik kentinde Orta Avrupa Üniversitesi' ni kurdu. 1991'de Prag'da 100 öğrenciyle başlayan eğitim, şimdi 40 ülkeden 829 öğrencisi ile Budapeşte ve Varşova şubeleri ile sürdürülüyor.

    Açık Toplum Enstitüsü

    Soros, öncelikle Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinde onlarca vakıf kuruyor. Orta ve Doğu Avrupa, eski SSCB ülkeleri, Guatemala, Haiti, Moğolistan, Güney Afrika v.s kurulu Soros Vakıflar Ağı’nın ortak misyonu “açık toplumun gelişmesini desteklemek”tir. Bu vakıflara kaynak aktarmak, siyasi ve ideolojik müdahalelerini merkezileştirmek için inşa edilen "Açık Toplum Enstitüsü" örgüt “küresel düzeyde açık toplumu” hedefliyor. Soros'un sivil toplum kuruluşları, Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin çözülmesi ve ardından kaynaklarının talan edilmesinde ve siyasi sistemlerinin AB'ci ve ABD'ci bir çizgide yeniden yapılandırılması süreçlerinde kilit rol oynuyorlar.

    ATE’nin programları: Ekonomi, Sanat ve Kültür, Çocuk ve Gençlik, Dil, Sağlık ve İnternet Programları ATE’nin Newyork merkezli “ağ” programı; Orta ve Doğu Avrupa, eski SSCB, Moğolistan, Burma gibi ülkelerden öğrencilere, akademisyenlere ve profesyonellere akademik işbirliği olanakları sağlayan Budapeşte merkezli Burs Programı; kadın ve toplumsal cinsiyet konularında çalışan Soros Vakıfları'na destek vermek için oluşturulan Kadın Programı ve daha pek çok karmaşık, yaygın ve her konuda program.

    Bu fonlar ve programlarla yapılmak isteneni 1996’da Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman şöyle anlatıyor: “çalışmalarının içine 290 ayrı kurumu ve yüzlerce insanı almışlardır. Parasal desteklerle, liselilerden gazetecilere, üniversite profösörlerine ve akdemisyenlere, kültürel, ekonomi, bilim, adalet ve edebiyat çevrelerinin tümündeki her sınıftan ve her yaştan insanı kandırdılar.…amaç ları, Hırvatistan’daki mevcut otoritenin yerini alacak, kendilerine yandaş bir çevre yaratara, yaşamın tüm lanlarında denetimi ele geçirmektir.. Özetle, Hırvatistan’ın düzenini karıştırmak üzere devlet içinde devlet yaratmaya çalışıyorlar..

    Batılı NGO’lar ve Soros bu ülkelerde demokrasinin ve özgür basının gelişimi noktasında yerli sivil toplum kuruluşları ve muhalefet hareketleri ile yıllardır işbirliği içindeydi. Emperyalist merkezlerin NGO’ları Gürcistan ve Ukrayna’da “devrim”lerin motor gücü olan Kmara (Gürcistan) ve Pora (Ukrayna) adlı gençlik örgütlerinin oluşumunu üstlendiler ve finanse ettiler. Pora ve Kmara, Miloseviç’e darbe yapan Sırp gençlik örgütü Otpor ile yakın ilişkilere sahip ve bu örgütler uzun bir süredir Otpor’dan “devrim metotları”na yönelik eğitim aldı.

Soros Türkiye’de

20 Haziran 1999'da Sabancılar'ın konuğu olarak İstanbul'a gelen Soros, burjuva siyasetçilerine, bürokratlara ve sermaye sınıfının üniversitelerdeki temsilcilerine, "Açık Toplum" projesini ve uluslararası siyaset ve ekonomideki marifetlerini anlattığı konferanslar veriyordu. Oysa Soros'un Türkiye'deki faaliyetlerinin uzun bir geçmişi bulunuyor. Soros, büyük bir yüzsüzlükle, Türkiye de bir siyasi partinin kurulmasına ve seçime girmesine destek verdiğini, ancak partinin barajı geçemediği gibi aldığı oy oranının da ülke genelinde çok düşük düzeyde kaldığını söylüyor.

Soros'un elleri, üniversite gençliğine de uzanıyor. 1999 yılında Soros ile Sabancı Üniversitesi eğitim alanında geniş kapsamlı bir anlaşma imzalıyor. Soros, Orta Avrupa Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi ortak girişimin mütevelli heyeti başkanlığına getiriliyor.

Soros, Bilgi Üniversitesi ile adeta ortaklık kurmuş.. Üniversite bünyesindeki “Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi”, “İnsan Hakları Merkezi” çalışmaları Açık Toplum Enstitüsü tarafından destekleniyor. Bunun dışında üniversitenin ATE tarafından desteklenen pek çok projesi var. Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki “Sosyal Politikalar Forumu” ATE’nin kurumsal desteği ile “sosyal politika alanında bilimsel araştırmaları teşvik etmek ve politika süreçlerine katkıda bulunmak” amacıyla kurulmuş. Forum “sosyal politika konularına vatandaşlık haklarını merkez alan bir yaklaşımla “Sosyal Avrupa” kavramı etrafındaki tartışmaların Türkiye kamuoyuna taşınmasına ve entellektüel camia, medya, politika kararlarını alan ve uygulayanlar nezdinde ilgi görmesine katkıda bulunuyor.” Friederich Ebert Vakfı ise bu forumun atölye çalışmalarına finansal destek veriyormuş.

ABD Savunma Bakanı, Endonezya operasyonları nın unutulmaz adamı, Irak halkına yapılan işkencelerin kahramanı Wolfowitz'in "yakın arkadaşım, iyi memurdur" dediği Kemal Derviş, 11 Nisan 2001'de, iki kilit ve esrarengiz adamla buluşuyor: Soros'un Quantum Fon'undan Anthony Richter ve Aryeh Neier. 1988 yılında Soros'a katılan Richter, 1988'den bu yana, ATE'nin Orta Avrasya Projesi müdürü olarak Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu'da vakfın kirli işlerini yürütmektedir. Richter, Eurasia Net'in kurucusu ve Central Eurasia Forum başkanıdır. 12 yıl Human Rights Watch yöneticiliği ve 8 yıl American Civil Liberties Union direktörlüğü yapan Neier ise, 1993'de ATE'nin başkanlığına gelmiştir. Neier, Soros'un önemli kaynaklar aktardığı ve bir anlamda uyuşturucu ticaretindeki rolüne işaret eden "drug legalization (Narkotik ilaçların yasallaştırılması )" projesini yönetmekte ve dünya gençliğinin zehirlenmesine katkıda bulunmaktadır. Soros, TESEV ve ile pek çok sivil toplum örgütünün finansörü, akıl hocası olan, projelerini yüzsüzce "eskiden CIA'in yaptığını, bugün biz yapıyoruz" diyerek açıklıyor.

Soros Vakfı'nın Açık Toplum Enstitüsü'nün Türkiye temsilcisi Hakan Altınay.

Enstitü üzerinden çeşitli sivil toplum kuruluşlarına sağlanan mali “destek” tam olarak bilinmiyor. Ancak tahmin edilen her yıl bir milyon doların üzerinde olduğu.

Açık Toplum Enstitüsü Türkiye İrtibat Bürosu rolünü ve öncelikli ilgi alanlarını şöyle anlatıyor:”Kuruluş undan itibaren Açık Toplum Enstitusu'nun irtibat bürosu Türkiye'nin önde gelen üniversiteleri ve sivil toplum kuruluşları ile Açık Toplum Enstitüsü'nün yurtdışındaki programları arasındaki ilişkiyi kolaylaştırıcı bir rol üstlendi. Açık Toplum Enstitüsü'nün dünyadaki uygulamalarına paralel olarak, Eğitim, Avrupa Birliği, Siyasi Reform, Kadın Hakları, Bölgesel Farklılıklar, Medya ve Sivil Toplum alanlarını öncelikli ilgi alanları olarak belirlendi.” Sistemlerine göre bir danışma kurulu var ve proje önerilerine danışma kurulu karar veriyor. Son karar genel merkezin.

    Kasım 2003- Kasım 2004 dönemi Danışma Kurulu üyeleri:

    · Nebahat Akkoç (Kadın Merkezi Başkanı),
    · Özlem Dalkıran (Uluslararası Af Örgütü eski Türkiye temslicisi),
    · Neşe Düzel (Gazeteci),
    · Ahmet İnsel (Bilgi Üniversitesi Öğretim üyesi),
    · Osman Kavala (Kavala Şirketler Grubu Başkanı, TESEV YK.Üyesi, Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi),
    · Eser Karakaş (Bahçeşehir Ü. Öğretim üyesi),
    · Oğuz Özerden (Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı,TESEV YK. Üyesi, Açık Radyo Kurucusu,),
    · Can Paker (Danışma Kurulunun Başkanı, Türk Henkel Genel Müdürü, TÜSİAD YK.Üyesi,Sabancı Holidng YK.Üyesi, TESEV YK Bşk,) ve
    · Salim Uslu (HAK-İŞ Konfederasyonu Başkanı)'dur.[ 1][16]
    · Daha önceki üyeler arasında, Şahin Alpay (Gazeteci-yazar) ,
    · Murat Belge (Bilgi Üniversitesi Öğretim üyesi,Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi),
    · Üstün Ergüder (Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü),
    · Ömer Madra (Açık Radyo-Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi),
    · Nadire Mater (Gazeteci) var.
“Demokrasi” Çetesinin Hükümeti

ABD’nin “Uluslararası Kadın Sorunları Ofisi”, kadın sorunlarını merkezi olarak ele alıyor. Bölümde yer alan açıklamaya göre “Birleşik Devletler Amerika’da ve dünyada kadınlar için önemli olan konulara derin bir ilgi duymaktadır. Kadınların ekonomik ve sosyal katılımının desteklenmesi Birleşik Devletlerin dış politikasının en önemli unsurlarından biridir ve tüm dünyadaki kadınların kendi toplumlarındaki politika, sağlık, eğitim ve ekonomik fırsatlara ulaşmalarındaki çeşitli girişimlere ve programlara tümüyle katılımlarına yardım etmektedir. Ofisin uzman koordinatörü, kadın sorunlarının (konularının) Birleşik Devletlerin stratejik, ekonomik ve diplomatik amaçları içinde bütünleşmesini (entegrasyonunu) düzenlemektedir. Bu koordinatör, partili olmayan kamusal ve özel aktörlerle birleşen ofisin, kadın haklarını ABD’nin dış politikası doğrultusunda ve tüzel kişiliği içinde korunmasını destekler ve sağlar. Ofis, doğrudan Küresel İlişkiler Bakanlığı’nı bilgilendirmektedir .” [2][17]

ABD kadın sorunlarını bölgelere, ülkelere göre tek tek değerlendirip, her bir bölge ve ülke için ayrı ayrı ya da bağlantılı politikalar üretiyor. Politikaların üretilmesinden sonra, takip edilecek stratejiye göre, ayrı ayrı birimler, programlar, projeler oluşturuluyor. Bu politikalar, yine ABD hükümetine bağlı ancak kamuoyuna non-profit ve non-govermental diye sunulan vakıf, enstitü vd. kuruluşları eliyle dünya kadınlarına ulaştırılıyor. ABD’nin dış politikasına uygun ve bunu gerçekleştirmek için oluşturulan programlar arasında akla gelebilecek her konu var. Kadınların sorunlarından hiç biri unutulmamış. Mültecilerden Çatışmalar Sonrasındaki Durumda Kadınlara, AIDS’den Politik Katılıma, Ekonomi ve Mikrogirişimciliğ in Geliştirilmesinde, Kadın Ticaretine, Eğitimden Kadının İşlevsel Okuryazarlığına, Kadının Yasal Haklarından Medyada Kadına kadar her şey var. Hepsi Avrasyalı, Doğu Avrupalı, Afrikalı, Orta Doğulu ve Asyalı kadınlar için. Bütün programlar amaca uygun olarak en ince detaylarına kadar programlanmış ve bütçesi belirlenmiş. Türkiye’den küçük iki örnek:

ABD hükümetinin Uluslararası Kadın Sorunları Ofisi Türkiye’ye Boğaziçi Üniversitesi eliyle ulaşmış ve 18-21 Eylül 2002 tarihinde “Global Toplumda Kadın” konulu bir panel düzenletmiş. ABD elçisi Robert Pearson, ABD Eğitim ve Kültür İşleri Sekreter Yardımcısı Patricia Harrison, ABD Uluslararası Kadın Sorunları Uzman Koordinatörü April Palmerlee’nin açış konuşması yaptığı bu toplantının katılımcıları Fatmagül Berktay, Gönül Saray, Kezban Hatemi (Avukat) , Yaprak Özer (İndeks İçerik ve İletişim Danışmanlık Şti. YK Bşk, Gazeteci) Gülsüm Sağlamer (İ.T.Ü Öğretim üyesi).

Yine ABD İstanbul Konsolosluğu 2000 yılında Yücel Sayman’ın İstanbul Barosu Başkanı olduğu dönemde “Kadına Karşı Cinsel Şiddete Karşı Yasal Yaklaşımların Karşılaştırılması” konulu bir konferans hazırlatıyor. Bu konferansı Baro adına organize eden ise Kadın Hakları Uygulama Merkezi. ABD İstanbul Konsolosluğu’nca konferansın Birleşik Devletler İstanbul Konsolosluğu Halkla İlişkiler Bölümünün desteği ile düzenlendiği bildiriliyor. Konferans duyurusunun üzerinde “Kadına Yönelik Şiddeti Durdur” logosu sizi ABD’nin Adalet Bölümünün “Kadına Yönelik Şiddet Ofisi’ne götürüyor.[3][18] Konferansta Canan Arın (Avukat, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı), Filiz Kerestecioğlu (Avukat, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Ayşegül Kaya (Avukat), Şebnem Korur Fincancı (Doktor, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Kurucu Üyesi) kolaylaştırıcı (facilitatör) olarak görev almışlar. Toplantıyı açan Canan Arın’ın konuşmasından öğreniyoruz ki, sadece Amerikan Başkonsolosluğ u değil, Heinrich Böll Vakfı, The British Council’de katkıda bulunan diğer kuruluşlar arasında.

Sivil Toplum Kuruluşları uluslararası (!) bir öneme sahip olduğu için Amerikan Konsolosluğu 1-3 Temmuz 2002 tarihleri arasında İstanbul Hilton Otelinde “Dünden Bugüne Türkiye’de Sivil Toplum” adıyla uluslararası bir konferans düzenliyor. Bu konferansın ardından iki yıl sonra bu kez Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Tarih Vakfı, Alman Siyasi Vakıfları ve Açık Toplum Enstitüsü İşbirliği ile 19-20 Kasım 2004 günü The Marmara Otel’inde “Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve AB Reform Süreci” konulu bir uluslararası konferans düzenleniyor. [4][19] Aynı muhitin kadınları (ve erkekleri ile de tabi) aralarında iki yıl olan bu iki konferansta da yan yanalar. Karin RONGE, (Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı) Nazik IŞIK, (Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu), Ayla Göksel, (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) İpek Gürkaynak, (Umut Vakfı), Mehveş Bingöllü, (Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı (NEW WAYS).

ABD ve AB’ye Bağlı “Hükümet Dışı Kuruluşlar”

Sivil Toplum Kuruluşları’nın hepsi kendisini non-profit ve non-govermental olarak tanıtıyor. Non-profit kar amacı güdülmemesi, non-govermental ise hükümet/devlet dışı olmak demek. Buradaki hükümet dışı olmak, STK’lar için Türk Ulusal hükümeti ve devleti dışında olmak anlamındadır. Dışında olunan hükümet veya devlet ABD veya Avrupa Birleşik Devleti veya Devletleri değildir. Çünkü, bu STK’ların büyük bir çoğunluğu program, siyaset ve eylem planında tamamen bu hükümet ve devletlere bağlı oldukları gibi, faaliyetleri içinde gerekli parayı buralardan alıyorlar. Bu duruma göre ABD hükümetine bağlı bu ofisler ve bürolar resmi değil, sivil oluyorlar. Veya ABD devleti aslında bir sivil toplum kuruluşu.

Ulusal devletleri parçalamak, yıkmak ve sömürgeleştirmek için nükleer silahlar kadar müthiş bir örgütlenme modelinin mucitleri bakımından NGO yapılan örgütlerin bir arada tutulması, destek ve iletişim bakımından aynı merkeze bağlanması ve sürekliliğin sağlanması aşılması gereken ikinci aşamadır. Son zamanlarda STK’lar bunun için eğitilmektedir. Örneğin Tarih Vakfı tarafından Henrich Böll Vakfı desteği ile yapılan Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumları’nın 16.sı Amerikan İstanbul Başkonsolusluğ u’nun eşgüdümünde düzenlenmiştir.

Kadınlar kendilerine atfedilen ikincil rolleri nedeniyle “resmi olandan”, “devletle / hükümetle ilgili olandan” ve “siyasi olan” çalışmalardan uzak durmaktadırlar ve hatta bunlara “bulaşmamayı” tercih etmektedirler. Bu nedenle, emperyalist merkezlerin NGO silahı en çok kadınlar arasında değer görmüştür. Çünkü, NGO’lar, sivil ve devletin dışında ve siyasetle uğraşmayan örgütlenmeler olarak sunulmakta ve para istemedikleri gibi üste para vermektedirler. Non-profit, yani kar amaçları olmadığı için, STK’ların yaptıkları işler “allah rızası” için yapılıyor gibi “temiz” görünmektedirler. Toplumun en örgütsüz bireyleri olan kadınlar, bu sözde örgütler ve oluşumlar tarafından “gönüllü” yapılmakta, ulusal cephede örgütlenmeleri ihtimali daha başından boğulmakta, kapalı salonlarda ve projelerde meşgul ve kontrol edilmektedirler. STK’lar, meşgul ve kontrol ettikleri kadınları önce katılımcı, sonra gönüllü yapmakta, bu süreç içinde ABD ve AB muhipliği duygusunu yerleştirmektedir. Bu duygunun ardından kitlelerin taşınacağı en önemli statü taraftarlıktır.

Özellikle son 10 yılda, ABD’nin ve AB’nin STK’lar eliyle yaratmaya çalıştığı duygu şudur: Türkiye’nin kendi başına yaşaması mümkün değildir, bu nedenle varlığı Avrupa Birliği’ne girmesine ve ABD’nin stratejik müttefik olarak desteğini almasına bağlıdır. Demokrasi, özgürlük, insan ve kadın hakları Batı’dan gelecektir.

Mondros Mütarekesi’nden sonra ekonomik ve siyasal anlamda çözülmüş ve çökmüş Osmanlı Devleti’nde de durum bugünkünden farklı değildi. Sözde aydınlar tarafından İngiliz ya da Amerikan manda ve himayesinin savunulduğu bu dönemde İtilaf Devletleri “kamuoyu oluşturmak” için cemiyetler (STK) kurduruyorlardı . Bunların en önemlilerinden İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Dahiliye Nazırı Sait Molla’ya kurdurulmuştu.

ABD’nin Brüksel Ofisi: Avrupa Birliği

Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliği dökümanları arasında yer alan “Sivil Toplum İşbaşında” başlığını taşıyan belgeye göre yönetişim modelinde “sivil toplum kuruluşları”nın gereği şöyle anlatılmaktadı r: “Bütünleşme süreciyle, Topluluk içinde de, ulus-devletin rolü, giderek daha göreceli hale gelmektedir. Bireyler, ulus-devletin egemenliğe ilişkin geleneksel iddiaların artık toplumsal gerçekliği yansıtmadığını daha çok anlamaya başlamıştır. Bugün, istihdam ve çevre sorunları, refah ve sosyal adalet meseleleri, sadece ulusal düzeyde çözümlenebilir sorunlar olmaktan çıkmıştır. Bu da Avrupa’da STK’ları bir ihtiyaç haline getirmektedir. Merkeziyetçi anlayışla idare edilmeleri mümkün olmayan karmaşık toplumlarda, mevcut sorunlar, ancak toplumun yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde etkin katılımıyla çözülebilir.”Bu açıklamaya göre STK’lar ulus-devletin tasfiye sürecinde önemli bir rol üstlenmektedir Belgede STK’ların bir diğer işlevinin de “üye devletlerin ulusal çıkarlar adına savunduğu merkezi güce karşı, bir "karşı denge" işlevi görmek” olduğu belirtiliyor.

Bugün daha da fazlası yaşanmakta, devlet kurumları Avrupa Birliği parasıyla proje yapmaktadır ve proje ortaklığı kurumsal biçime dönüşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrupa Birliği’nin bir STK’sı haline dönüşmüş bulunmaktadır.

Devletin kurumları tarafından AB parasıyla “Sivil Toplumu Geliştirme Programı”yapılmakta, bu kapsamda “STK Destek Ekibi” oluşturulmakta, “STK nasıl kurulur, proje nasıl yazılır, projeye fon/para nasıl bulunur” konularında sayısız broşür ve kitaplar yayınlanmakta ve “Sivil Toplumcunun El Kitabı”adıyla yol gösterilmektedir. [5][22] Devletin kurumlarında aynen inşaat ihaleleri gibi, proje ihale duyurularına rastlamak kanıksanmış bir durumdur. Örneğin, Üreme Sağlığı İkinci Teklif Çağrısı: Son başvuru tarihi 28 Mart 2005 gibi. Aynı program ve ihale duyuruları Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın internet sayfalarında da yer almaktadır.

Hükümetlerin teslim alınması yetmiyor, halkın da bu teslim oluşa zihni ile katılması gerekiyor. Bu yapıldığı zaman, hükümetleri değiştirecek halk da kalmayacaktır çünkü. Emperyalizmin hükümetlerle yetinmemekte, milletleri de istemektedir.
Kızlarımızın ve kadınlarımızın okula gitmeleri ve okur yazarlıkları dahi ABD, AB ve Soros’a havale edilmiş. Milli Eğitim Bakanlığı ile ABD Büyükelçisi yana yana “Haydi Kızlar Okula” kampanyası başlatıyorlar. ABD kampanya için 9 milyon dolar vermiş.. [6][23] Bu kadarla kalmıyor, bu kez “Haydi Kadınlar Okula” kampanyası başlıyor. Anne Çocuk Vakfı (AÇEV), Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER) ile Eğitim Reformu Girişimi (Sabancı Üniveristeis- AÇEV ve Soros projesi) tarafından uygulanacak proje AB tarafından kabul edilmiş. 1928’de yapılan yeni Türk harflarinin kabulünden sonra yaşı 15-45 arasında olan kadın-erkek okula gitmemişlerle, biraz okuyabilen ve eski yazıyı öğrenen tüm vatandaşlara yeni Türk harfleri ile okuma yazma öğretmek için eğitim seferberliği başlatılmış ve Millet Mektepleri açılmıştı. Cumhuriyet Devriminin önderleri bununla da yetinmiyor, köylüler okuma yazma öğretmek ve onları aydınlatmak için Halk Okuma Odaları açıyor ve bunu 1932’de Halkevleri takip ediyordu.

“Ya İstiklal, Ya Ölüm” kararı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir yöneticisi milletine, kızlarına ve kadınlarına “okuma yazma öğretmek için” yabancı devletlerden para almıyordu. Tam tersine, 1 Mart 1922’de TBMM’de Mustafa Kemal Atatürk “…efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, an’ anatı milliyesine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” diyordu.

Hükümetler ve STK’lar Amerikan karşıtı bir tepkiden çekiniyorlarsa, biz AB’den para alıyoruz diyerek durumlarına bir çare üretmeye çalışıyorlar. AB’nin Avrupa Birleşik Devletler’i olduğu gizlenerek ya da görmezden gelinerek özürleri kabahatlerinden büyük hale geliyor.

Fon Verilecek STK’ların Referansları

AB kriterlerine göre her kuruluş istediği zaman STK olamıyor. Önce bu STK’nın bir durum analizine tabi tutulması gerekiyor. Örneğin, Üreme Sağlığı Programı kapsamında fon verilecek STK’lar belirlenirken “Sivil Toplum Kuruluşları Durum Analizi” raporu hazırlanmıştır. Durum Analizini hazırlayan Dr. Rukiye Gül, Catherine Pownall ve Fatma Uz’dan oluşan ekip envanterde yer alan bilgileri, aralarında İçişleri Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, İngiltere Büyükelçiliği, İngiliz Kültür Derneği, Uçan Süpürge ve Uluslararası Çocuk Merkezi’nin bulunduğu çeşitli kaynaklardan elde ettiğini, raporun hazırlanmasında, GAP idaresi, UNICEF, Açık Toplum Enstitüsü ve AB Sivil Toplum Destek Programı tarafından gerçekleştirilen daha önceki STK değerlendirmelerinde n büyük oranda yararlanıldığını belirterek bu kişi ve kurumlara teşekkür etmektedir.

Analiz raporunda görüldüğü üzere İngiltere Büyükelçiliği, İngiliz Kültür Derneği (The British Council), Açık Toplum Enstitüsü (Soros) ve Uçan Süpürge referans olarak gösteriliyor. Bu durum İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin üyelerine verdiği Üye Kimlik Kartı’nın devlet dairelerinde sağladığı avantajlı duruma çok benziyor. İngiltere Büyükelçiliğinin, Açık Toplum Enstitüsünün ve Uçan Süpürgenin listesine girmişseniz ve hele bir de Üye Kimlik Kartınız varsa, ihaleyi kazanmanız ve parayı almanız kolaylaşıyor. Envanterdeki STK’lara ilişkin bilgilerin İngiltere Büyükelçiliğinde ve İngiliz Kültür Derneği’nde ve Soros’un paravan örgütünde ne işi var? Kimse bunu sormuyor.

27 Mart 1920’de İtilaf Devletleri ve İngiliz Temsilcisine telgraf çekerek “Eğer maksat Türk milletini boğmak, öldürmek, tamamen imha etmek ise bu gayr-ı mümkündür. Her gün bahsettiğiniz medeniyete, hak ve adalate avdet ediniz. İngilizlerin gayr-ı meşru ve tarih ile alem-i İslamiyete bir darbe olan İstanbul işgalini ve onlara müsaade edenleri cemiyetimiz bilimum alem-i medeniyete karşı alenen protesto eyler” diyen Anadolu kadınlarından, İngiliz Devletinin parasıyla örgütlere ilişkin bilgileri toplayıp itilaf devletlerine teslim eden kadınlara. İngiliz devleti aynı devlet, değişen bizim kadınlarımız.

İngiltere’nin kadın-erkek ayrımı gözetmediğini ve hatta kadınlara daha çok değer verdiğini tarihten örnekleri ile de biliyoruz. 1919 yılı sonlarından itibaren, İstanbul’da gücü en üst düzeye çıkmış olan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, yürüttüğü faaliyetler ile halkın her kesiminden kişileri kolaylıkla etkileyerek İngiliz taraftarı yapıyordu. Bu durumla ilgili olarak 13.Kolordu Kumandanı Cevdet Bey’in Heyet-i Temsiliye’ye gönderdiği bir telgrafta; “Kadınları bile önce İngiliz Muhipleri Cemiyetine dahil eden ve daha sonra da İngiliz taraftarı yapan tesirlerin herkesi etkileyebileceğ ini, bu sebeple Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da açılmasının mahzurlu olduğunu, çünkü mebusların bile bu durumdan olumsuz yönde etkilenebilecekleri ni“söylemesi cemiyetin İstanbul’daki faaliyetlerinin etkisini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

İngiliz Muhibleri Cemiyeti o dönemde zoru başarmış, Osmanlı Devletinde kadınların cemiyetlere üye olması adetten değilken, kadınları da üye yapmıştır. Ardından üye kadınlar taraftar olmuştur.

STK Sözlüğü

Sivil toplumculuk ruhları devşirdiği gibi, dilimizi de devşirmektedir. Bu sayede, dilimize yeni sözcükler kazandırıldı ve yerleştirildi. Sivil Toplum Kuruluşu, Hükümet Dışı Kuruluş, Lobi, Lobicilik, Savunuculuk, Kolaylaştırıcı, Moderator, Aktivist, Flantropsit, Veri Tabanı, Proje, Proje Koordinatörü, Workshop, Partner vs. Bu taktik yeni değildir. Kültür emperyalizminin birinci aracı ana dili tahrif etmek, ulusal kültürle olan bağları dilimizden başlayarak zayıflatmak. Cumhuriyet Devrimi ve anti-emperyalist mücadele sürecinde oluşan kavramlar STK diline çevrilmektedir. Terimler, sözcükler düzeyinde dahi Türk ulusu bu mücadelenin ve sürecin dayanaklarından yoksun bırakılmaktadır. Bu nedenledir ki, Demokratik Kitle Örgütleri unutturulmuş ve unutulmuştur. Hatta öyle ki, Barolar, Sendikalar ve meslek odaları dahi kendilerini “sivil toplum kuruluşu” olarak ifade etmeye başlamışlardır.

Adlarına ve amaçlarına bakıldığında, yüzlerce, binlerce üyesi olduğu ve Türkiye yararına faaliyet gösterdiği sanısı yaratan ve Açık Toplum Enstitüsü’nün desteklediği kadın örgütlerinden bazılarını, ABD’nin demokrasi dağıtan enstitüleri ile kadın örgütlerinin proje bağlarını ve AB Komisyonundan ihale kazananları ve bunların birbirleriyle olan yakın ilişkilerini inceleyelim. Bundan böyle kendilerini Soros Toplum Kuruluşları (STK) olarak okumakta hiçbir sakınca yok. Adları kocaman olmasına rağmen, tek kişilik, bilemediniz, yasaya uygun olsun diye yedi kişilik STK’lar.
  • 1-KADIN YURTTAŞ AĞI-KAYA

    · Aslı Günel,
    · Ceren Ünel,
    · Çiğdem Yazıcı,
    · Dicle Kogacioğlu ,
    · Ferda Paksoy,
    · Meltem Aksoy,
    · Nazan Üstündağ,
    · Nükhet Sirman [7][29],
    · Selen Yılmaz [8][30],
    · Seyhan Ekşioğlu,
    · Tuluğ İlgen ,
    · Zülal Kılıç .

    Kendilerini ekip olarak tanıtan bu kadınların ortak özelliği, ABD’de veya Avrupa’da şu veya bu şekilde eğitim almış olmaları ve pek çoğunun KA-DER’de başkanlık, sekreterlik veya yöneticilik yapmış olmaları ve aynı STK’larda yer almaları. Hepsi uzman projeci. 6 Mart 2002 tarihli Akşam gazetesinde yer alan haberde “namus mağdurlarına kol kanat germek için bir araya gelen öğretim üyesi kadınların, Kadın Yurttaş Ağı (KAYA) adlı bir proje geliştirdikleri, KAYA’nın kurucularından Zülal Kılıç’ın dernekleşmeyi planladıklarını ve kadınları şiddetten korumayı amaçladıklarını söylediği” aktarılıyor.

    KAYA’lar “Kadınlara Hukuk Danışmanlığı Projesi, Kadınların Kamu Hayatında Karşılaştığı Engeller Araştırması“ adlı bir proje hazırlamışlar, ya da projelerine para alabilmek için böyle bir dernek kurmuşlar ve Açık Toplum Enstitüsünden fonlanmışlar.
  • 3-KAGİDER - KADIN GİRİŞİMCİLER DERNEĞİ

    Vizyonları “Geleceğin iş dünyasını yapılandırmada etkin kadın girişimciler yaratmak”, misyonları “Ekonomik değer yaratan kadın girişimci sayısını arttırarak; varolan kadın girişimcileri güçlendirerek ve Türk kadın girişimcilerin dünya ile bütünleşmesini sağlayarak Türkiye'nin sosyal ve ekonomik gelişimine katkıda bulunmakmış.”

    Mayıs 2002’de ilk kez TÜSİAD’da biraraya gelmişler, Türkiye’de kadın girişimcileri destekleyen bir derneğin eksikliğini konuşmuşlar ve çok hızlı yol alarak çeşitli sektörlerde, ulusal ve uluslararası arenada başarı ile faaliyet gösteren 37 kadın girişimci ile yola çıkıp 12 Eylül 2002’de derneklerini kurmuşlar.

    Kim bu girişimci kadınlar, bir kaçı fikir vermeye yeter. Arzuhan Yalçındağ, (Aydın Doğan’ın kızı.Kanal D İcra Kurulu Bşk.) Feryal Menemenli, (Doğa Bitkisel Ürünler Yön.Krl.Bşk), Meltem Kurtsan, Kurtsan Şirketler Grubu Başkanı, Leyla Alaton, Alarko Holding Yönetim Kurulu Üyesi, İpek Cem Tütüncü, Ümit Boyner vd.

    Bu girişimci (!) kadınlar derneklerini kurar kurmaz bir de Kadın Fonu kuruyorlar. Kadınla ilgili bir dernek kurulur da, fonu kurulmaz mı. Aslında bu olayı tersinden ele almak gerekir. Ortada demokrasi programı için ayrılmış bir fon vardır. Bu fon aracılığıyla sıradan insanların örgütlenmesi için bir dernek kurulmalıdır. KAGİDER, Kadın Fonuna gönderilecek her bir proje başına 30.000 Euro veriyor.

    Kadın Fonu Danışma ve Yönetim Kurulu’nda tanıdık isimler çıkıyor karşımıza. Doç. Dr. Selma Acuner, (A.Ü.Öğretim Görevlisi, KSS Gn.Md. eski vekili), Nebahat Akkoç, Halime Güner, (Uçan Süpürge Müdürü), Zülal Kılıç, Prof. Nükhet Sirman, Arzuhan Yalçındağ, Ayla Göksel Göçer, (AÇEV YK Bşk Yard.)

    KAGİDER’in Kadın Fonu’nun da foncuları var. Bunlar ise şu şekilde açıklanıyor: KAGİDER, KAGİDER Yönetim Kurulu ve Kadın Fonu Çalışma Grubu Üyeleri, KAGİDER üyeleri, yani TÜSİAD ve Açık Toplum Enstitüsü, yani Soros.

    19 Ekim 2004 günlü Radikal gazetesinde Funda Özkan’ın yazısında yer alan bir cümle çok çarpıcı: “Dün Ümit Boyner, Selma Akdoğan ve İpek Cem ile bir araya geldiğimde, KAGİDER'in bir ayağının Brüksel'de, bir ayağının Diyarbakır'da olmasını konuştuk.” Evet, şatafatlı proje kriterlerinin, vizyonların ve misyonların özeti bu bir cümleden ibaret. KAGİDER’in bir ayağı Brüksel’de, bir ayağı Diyarbakır’da olacak. Bu, “Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır’ dan geçer ve Diyarbakır’ı ABD nin Büyük Ortadoğu Projesine merkez yapacağız” sözüyle birebir örtüşüyor.

    Kagider’in katıldığı toplantılardan bir kaçı: German Marshall Fund Yönetim Kurulu üyeleriyle toplantı, TESEV, Meltem Kurtsan, 19 Nisan 2004; M. Albright ile National Democracy Institute Toplantısı, 11 Nisan 2004; Kadın Çalışma Grubu Toplantısı, National Democratic Institude (NDI), 21 Şubat 2004; Dünya Bankası, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu tanıtımı, 29 Ocak 2004; NDI (National Democratic Institute) Başkanı M.Albright ile bir toplantı, 1 Kasım 2003.

    Bu arada Kagider AB hibe fonlarından yararlanmayı da unutmuyor ve “Su Damlası“ adlı bir proje için AB den hibe, yani para kazandığını duyuruyor.
  • 4-KA-MER: KADIN MERKEZİ

    Kadın Merkezi Diyarbakır’da faaliyet gösteriyor. Başkanı Nebahat Akkoç. Nebahat Akkoç aynı zamanda Açık Toplum Enstitüsü Danışma Kurulu üyesi. Soros’un Türkiye'deki faaliyetlerine ve paranın nereye harcanacağına bu danışma kurulu karar veriyor. Nebahat Hanımın harcanmasına karar verdiği ilk proje de herhalde başkanı olduğu Ka-Mer’in “Namus Cinayetlerini Önleme Projesi” olmalı.. Yani Soros’un parasıyla “namus cinayetlerini” önleyecek. Bir yandan aynı emperyalist merkezler tarafından sivilleşme adıyla millet aşiretlere, tarikatlara ve cemaatlere bölünecek, ardından Cumhuriyet Devriminin tasfiye ettiği feodal kurumlar canlandırılacak ve sonra bu kültürün yansıması olan namus cinayetlerini önlemek için para verilecek.

    Nebahat Akkoç, basına yansıyan röportajlarında Soros’un bu para desteğinden doğal olarak hiç bahsetmiyor.

    Gazetelerde yer alan habere göre, Avrupa Birliği Komiseri Verheuhen Diyarbakır'da Kadın Merkezi’ni ziyaretinde “KA-MER'in Brüksel'de dahi çok iyi tanındığını ve kadın haklarının savunulmasında büyük çalışmaları” olduğunu belirterek, “Türkiye'de demokrasi ve insan hakları, kadın ve erkek eşitliğiyle olmalıdır, kadın-erkek eşitliği olmadan demokrasiden söz edilemez” şeklinde bir açıklama yapıyor. KAM-ER Başkanı Akkoç ise “Türkiye'nin AB yolunda büyük adımlar attığını vurgulayarak, Türkiye AB'ye girmeyi hak ediyor. Çünkü, bu süreçte çok şeyler yaptı. Verheugen'in KAM-ER'i ziyareti kendisinin kadınlara verdiği desteği gösteriyor” diye cevabi bir açıklama yapıyor. Alan memnun, satan memnun yani.

    Bir komiser gidiyor, bir ay geçmeden diğeri geliyor. 6 Aralık 2004 günlü Radikal Gazetesinin haberine göre “Avrupa Parlamentosu Başkanı J. Borrell, Kadın Merkezi Başkanı N.Akkoç'u ziyaret etti.” Borrell’de meslektaşı Verhaugen gibi, "Kadın ve erkek arasındaki eşitliğin, AB'nin en temel koşullarından biri olduğunu” ve “burayı ziyaretinin, ayrımcılığa karşı çalışanlara destek ziyareti anlamını taşıdığını” söylemiş. Daha fazla örneğe gerek yok. Bilinmektedir ki, AB’den her kim gelmiş ise Diyarbakır’a gider, Diyarbakır’a giden herkes Ka-Mer’i ziyaret eder.

    Kendisini “Türkiye’li Kürt kadını” olarak tanımlayan Nebahat Akkoç AB ve ABD karşısında bir hayli itibarlı.[1][ Kendisine bu defa “Namus Cinayetlerine Karşı Kürt Kadın Hareketi” adlı 2000 yılında Londra’da kurulmuş, Kürt ve Kürt olmayan aktivistler, avukatlar ve akademisyenlerin katılımı ile kurulduğu bildirilen bir organizasyon ile Uluslararası Kürt Kadın Çalışmaları Ağı ve Paris Kürt Enstitüsünün birlikte düzenlediği bir konferansta rastlıyoruz. Konferansın adı “Kadın, Şiddet ve Politik Güçlerin Direnişi: Kürt Kadınlarının Davası” N.Akkoç, “Silahlı Çatışmalarda Kadın: Kadına Karşı Şiddet ve Feminist Başkaldırı” başlıklı oturumun tartışmacılarından biri. 22.2.2002 tarihli bu konferansın açış konuşmasını Madam Mitterand yapmış.

    Akkoç, 13 Ekim 2004 de Brüksel’de düzenlenen “AB de Kadın Diyoloğu” adlı toplantıda da konuşmacı. Aynı toplantıda Arzuhan Yalçındağ, Binnaz Toprak (Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi), Selma Acuner, Clodia Roth (Almanya Yeşiller Partisi), Zeynep Karahan Uslu (AKP Milletvekili) , Nazan Moroğlu (Avukat,İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı), Fatmagül Berktay varlar. Aynı muhitin kadınları.

    Nebahat Akkoç, Henrich Böll Vakfının maddi katkısı ile 1998’den bu yana toplanan Türkiye’de İnsan Hakları Hareketi’ nin vazgeçilmez katılımcısı. Fazla uzatmadan, sizleri Nebahat Akkoç ve aynı muhitin kadınlarının konuşmacı olduğu bir başka toplantıya götürelim. “Türkiye ve AB’de Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru”13 Eylül 2004, Boğaziçi Üniversitesi. Nebahat Akkoç, Selma Acuner, Fatmagül Berktay, Ayşe Bilge Dicleli (Ka-Der Genel Başkanı), Şirin Tekeli (Ka-Der Eski Başkan, Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi, WINPEACE üyesi), Yıldız Ecevit, İpek İlkkaracan, Nazik Işık, Ferai Tınç (Gazeteci), Gönül Saray (DSP eski milletvekili, GençParti Yöneticisi) . Başta söylediğimiz gibi, Türkiye’de Kadınlardan Sorumlu Kadınlar bunlar.

    22 Nisan 2004 tarihli Radikal Gazetesi “Çağımızın Bir Kahramanı” başlığı ile “Time dergisinin 'Modern Çağın Kahramanları' arasında gösterdiği 38 kişilik listede kadın hakları için mücadele eden emekli ilkokul öğretmeni Nebahat Akkoç’un da yer aldığını” bildiriyor. Habere göre, “Akkoç, 1997’de Diyarbakır’da Kadın Merkezini (Ka-Mer) kurarak şiddete maruz kalan kadınlara yasal ve psikolojik destek sağlamakta”. Haberde doğal olarak Soros’un Açık Toplum Enstitüsünün parasal desteği ve Danışma Kurulu üyeliğinden hiç sözedilmiyor.

    ABD ve Avrupa Birliği adeta mıknatıs gibi. AKP Milletvekilini, Kürt kadın aktivisti ve Soros’un danışmanını, Atatürkçüyü, eski sosyalisti, eski KSS Gn.Md vekilini ve TÜSİAD’lı kadını bir araya getirip aynı semtte topluyor ve onlara “diyalog” kurduruyor.

    Yeni Dünya Düzeni ve AB süreci, kadınları İlerici Kadınlar Derneği üyeliğinden, NDI’nin partneri Ka-Der yöneticiliğine fırlatıp, sosyalistleri ve Kemalistleri büyük sermayenin ve AB emperyalizminin sözcüleri ile aynı toplantılarda buluşturuyor. Sivil toplumcu ideolojinin, NGO’laşmanın ve AB kapısına bağlanmanın kaçınılmaz sonucudur bu. Bu süreç aynı zamanda titreyenlerin ve tereddüt içinde olanların yutulduğu bir süreçtir.
  • 5-UÇAN SÜPÜRGE-

    Congress Tourism and Organizations Co. Ltd. (Kongre Turizm ve Organizasyon Limited Şirketi)

    Süpürgenin uçanına rastladınız mı bilmeyiz ama, Halime Güner’in süpürgesi kadınları Brüksel’den, Waşinghton’a, Soros’tan NDI’ye her yere uçuruyor. Halime Güner ismini az önce de KAGİDER’in Kadın Fonu Danışma Kurulu üyesi olarak okudunuz. Aynı muhitin insanları olunca insan her yerde karşılaşıyor tabi. Bir Kagider’de, bir Uçan Süpürge’de, bir Avrupa Birliği fonları içinde, bir ABD’nin NDI’sinde.

    Halime Güner aynı zamanda Uçan Süpürge Kongre Turizm ve Organisazyon Limited Şirketi’nin patronu. Nedendir bilinmez, Süpürgeciler, Türkçe ve İngilizce olarak hazırladıkları internet sayfasının Türkçe’sinde Kongre Turizm ve Organizasyon Limited Şirketi olduklarını yazmamışlar. Bu bilgiyi, sayfanın İngilizcesinden öğreniyorsunuz.

    İngiltere’nin Irak üzerine bomba yağdırdığı Nisan 2004 ayı içerisinde “The British Council” in maddi desteği ile, “CEDAW Alternatif Toplantısı-Sivil Forum” düzenleyen ve bu toplantıda İstiklal Marşı okunduğu için kendi toplantısını protesto ettiğini söyleyen “kadın aktivist” Halime Güner.

    Süpürge, ”kuruluşundan beri Türkiye’den ve dışardan çeşitli organizasyonlar tarafından desteklendiğini, onların bağışlarının projelerinin devamlılığında ve başarısında hayati bir rol oynadığını” belirttiği “Supporting Organizations” (Destekleyen Kuruluşlar)’a en derin şükranlarını sunuyor.” Açıkladığı listede NED (National Endowment for Democracy-(USA) , Avrupa Komisyonu, The British Council, Kanada Elçiliği, USIS (Embassy of the United States), Hollanda Krallığı Elçiliği, Ankara Fransız Kültür Enstitüsü, Ankara Goethe Enstitüsü, Global Fund for Women (Kadınlar için Küresel Fon-ABD), Mamacash-Hollanda, Sheraton Ankara Hotel&Towers, ASE International var.

    Uçan Süpürge ABD’nin her yıl Demokrasi ve İnsan Hakları Bürosu tarafından Ülkelerin İnsan Hakları Raporlarında adı zikredilecek denli önemli bir şirket. Tüm dünyada insan haklarını ihlal eden, bu ihlalleri cam ekranlardan naklen seyrettirmesine rağmen arsızca “ülkeler hakkında insan hakları raporu” yayınlayan ABD’nin 2002 yılı Türkiye raporunun “kadın” bölümünde “Bağımsız kadın gruplarının ve kadın hakları derneklerinin mevcut olduğu ancak bunların çoğunlukla parasal nedenler yüzünden sayılarının ve faaliyetlerinin yeterli olmadığı “belirtiliyor ve sonra üç kadın örgütünden açıkça söz ediliyor: Ka-Der, Uçan Süpürge ve Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı.[9][42] Amerika’nın Türkiye’deki “kadın lobisinin” baş aktrisleri. ABD’nin Türkiye İnsan Hakları raporunda yer alma başarısına sahip primadonnaları.

Türkiye’deki bir Alman Kuruluşu: UÇAN SÜPÜRGE

Kadinlar arasında ve genel olarak kadın derneği ve sivil toplum kuruluşu olarak bilinen Uçan Süpürge bir şirket olmanın da ötesinde başka bir vasfa sahip. Uçan Süpürge, Almanya Büyükelçiliği’nin internet sayfasında Türkiye’deki Alman Kuruluşları arasında sayılıyor. Listede aynen şöyle yer alıyor: Fliegender Besen / Uçan Süpürge Frau Halime Güner. Devamında adres ve telefonları da bildiriliyor. Yorumu gerektirmeyecek kadar yalın bir bilgi.

Uçan Süpürge, kadın örgütlerinin buluşturulduğu orkestranın şefi. Süpürge çatısı altında herkesi görebilirsiniz. Lezbiyenlerden eşcinsellere, liberallarden sosyalistlere, Atatürkçülerden etnik ayrılıkçılara, çağdaşlardan şeriatçılara herkes şefin sopasına göre enstrümanını çalıyor. Orkestra üyeleri emperyalizmin sivil toplum ideolojisine ve yönetişim esasına göre eğitiliyor, orkestra dışına kaçmanın önlenmesi için ihale edilen şarkıların birer bölümü onlara söyletiliyor ve böylece çalgıcılar kontrol altında tutularak şarkının uyum içinde çalınması sağlanıyor. Konserin başarısı politikayı ve parayı veren merkezlere rapor ediliyor.

Uçan Süpürge adeta bir proje üretim merkezi. Ama her nedense, ürettiği bu projelere kimin ne kadar fon verdiğini kendileri söylemiyor. “Gavurun ekmeğini yiyen, kılıcını sallar” demiş atalarımız. Bakın Uçan Süpürge ekmeği nerelerden almış..

  • 1-Uçan Süpürge WEBSİTE’si - İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİ

    Kadın örgütleri arasında işbiliğini, iletişimi ve eşgüdümü sağlamak; cinsiyet alanında çalışmalar yapanlar ve politika oluşturanlara kaynak merkzi olmak amacıyla bir website kurulması için İngiliz Devleti 43,000 Sterlin vermiş.
  • 2-"Köprüler Kuruyoruz" Belgesel Film ve 6. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali-AÇIK TOPLUM ENSTİTÜSÜ-SOROS

    “Köprüler Kuruyoruz” projesinin uygulandığı illerde yapılan sohbetlerin kayıtları belgesel film haline dönüştürülmüş. Film 13 Ekim 2003’te Brüksel’de yapılan “Avrupa Birliği ile Kadın Diyaloğu”, 19-22 Ekim 2004 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen “Avrupa Birliği’nde Türkiye: Ortak Bir Gelecek” toplantılarında gösterilmiş. Belgeselin gösterildiği bir diğer etkinlik de, Tarih Vakfı’nın yürüttüğü bir insan hakları projesi olan “Hikayemi Dinler misin?” sergisi olmuş. Yeri gelmişken söylemekte yarar var, Tarih Vakfı’da Soros’un fonladığı vakıflardan biri.

    6.Kadın Filmleri Festivali’ni Açık Toplum Enstitüsü 2003 etkinlikleri kapsamında fonlandığı belirtiyor. Ancak uçan süpürgenin internet sayfasında bu bilgiye rastlanmıyor. Uçan Süpürge’nin 1999 ve 2000 yıllarında gerçekleştirdiğ i Kadın Filmleri Festivali’ne, Avrupa Komisyonu’nun yanısıra, Portekiz ve Yunanistan Büyükelçilikleri ile, İtalyan Kültür Heyeti, Fransız Kültür Merkezi ve Alman Kültür Merkezi de destek sağlamış.
  • 3-Türkiye'deki Kadın Örgütleri Veri Tabanı Projesi - İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİ

    Uçan Süpürge, bu ‘veri tabanı’ projesi ile Türkiye’deki kadın örgütlerinin haritasını oluşturmak, kadın örgütleri arası iletişimi ve etkileşimi artırmak, ortak çalışmalar için zemin hazırlamak ve bu yolla kadınların güçlenmesine katkıda bulunmayı en önemli amaçları arasında sayıyor. Tabi oluşturduğu bu haritanın bir örneğini İngiliz Büyükelçiliğine, yani İngiltere Devletine verdiğini söylemiyor. Projenin koordinatörlüğünü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı öğretim üyesi Prof. Dr.. Yıldız Ecevit üstlenmiştir.

    İngiliz Büyükelçiliğinden bu proje için 24,410 Sterlin verildiğini öğreniyoruz.
  • 4-Kadın 2004 Radyo Programı - AVRUPA BİRLİĞİ

    Uçan Süpürge, Avrupa Birliği’nin desteğiyle 7 Ocak-14 Temmuz 2004 tarihleri arasında 26 hafta süren “Kadın 2004 Radyo Programı”nı gerçekleştiriyor. “Demokrasi ve İnsan Hakları Girişimi Programı” çerçevesinde hazırlanan ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen proje, 14 bin Euro'ya mal olmuş.

    Her hafta TRT Radyo 1’den canlı yayınlanan Kadın 2004’ün konu başlıklarından bazıları anmaya değer nitelikte: 2004 Yılı Kadın Politikaları, Devlet-Sivil Toplum Yerel Yönetimler ve Kadın Beklentileri, Avrupa Birliği Sürecinde Kadın, Uluslararası İnsan Hakları Örgütlenmeleri, Yerel Demokrasiler, Güneydoğu’da Kadın Örgütlenmesi, Uluslararası Mahkemeler ve Kadın İnsan Hakları İhlalleri ve Rehabilitasyon.
  • 5-Örgütlü Kadınlar Geleceği Örgütlüyor: ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ

    Çarpıcı ve iddialı bir başlık. Toplantının ilk gününde Türkiye’de ve Almanya’da kadın hareketinde örgütlenme ele alınmış. Geleceği örgütleyen kadınlar aynı muhitten: Inge von Börninghausen (Almanya Kadın Örgütleri Ulusal Konseyi Başkanı ve Avrupa Kadın Lobisi Yönetim Kurulu Üyesi), Şenal Saruhan (Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı), Şirin Tekeli, İlknur Üstün (Ka-Der Ankara Şubesi Başkanı), Selma Kavaf, Güldal Okuducu (CHP Kadın Kolları Genel Başkanı, Milletvekili) , Nazik Işık, Hidayet Şefkatli Tuksal (Başkent Kadın Platformu Bşk.Yrd.) ve Nilgün Yıldırım, Sema Kendirci (Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı), Yıldız Ecevit.

    Toplantının ikinci gününde, Almanya’daki Thumm&Partners danışmanlık firmasından Ute Thumm tarafından lobicilik eğitimi verilmiş. Thumm “Türkiye’de Organizasyon Geliştirilmesi ve Kadın Hareketi” üzerine bir sunum yapmış.

    Duruma bakın, bir Alman Danışmanlık Firması, Türkiye’deki Alman Kuruluşu olan bir şirket ile yani Uçan Süpürge ile, Türkiye’de kadınların nasıl örgütleneceğini anlatıyor.. Bunun adı da lobicilik eğitimi oluyor.
  • 6-Türkiye Homenet’e Doğru: Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar 1. Ülke Konferansı - FREDRIC NEUMAN VAKFI

    Uçan Süpürge “bu toplantıya Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen 100’ü aşkın kadının katıldığını, ev-eksenli çalışmayı ve sorunlarını konuşup birlikte çözüm yolları aradıklarını, ev-eksenli çalışan kadınların ‘görünmek istiyoruz’ dediklerini “ bildiriyor. Parayı veren bir Alman Vakfı, örgütün adı İngilizce. Nerede görünecekler? HomeNet’de.

    Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Grubu Başkanı Nazik Işık. Grubun Yerel İşbirlikleri: Jiyan Kürt Kadın Kültür Merkezi, 8 Mart Kadın Grubu Uluslararası işbirlikleri: International Alliance For Home-Based Workers (Homenet), Self Employed Women's Assocıatıon (Sewa)-India, International Centre For Research On Women (ICRW)-ABD
  • 7-“Lobicilik Stratejileri ve Teknikleri” Eğitim Semineri (NDI-NATIONAL DEMOCRATIC INSTITUTE)

    ABD “Kadın aktivistlerin daha etkin savunma ve lobi yapma teknikleriyle tanışmalarına, bu teknikleri öğrenerek uygulamaya geçmelerine, ortak bir strateji belirleyerek bu strateji doğrultusunda bir eylem planı hazırlanmasına zemin hazırlamayı amaçlıyorlarmış.” Eğitim, ABD Kaliforniya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi eğitimi alan, Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI-ABD) ile Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarına danışmanlık yapan Dilek Ertükel tarafından verilmiş. Lobicilik üzerine uzun yıllar etkin çalışmalar yürütmüş olan Ertükel, katılımcıları lobicilik temel bilgileri, lobicilik için amaç ve hedef belirleme, ikna teknikleri ve rol oynama, lobi kampanyası planlama gibi konularda bilgilendirmiş .

    Uçan Süpürge bu eğitim seminerine katılanları da bildiriyor. Anne Çocuk Eğitim Vakfı, Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı, Türk Kadınlar Birliği, Başkent Kadın Platformu, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (Ka-Der), Kadın Dayanışma Vakfı, Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği, Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, CHP Kadın Kolları, AKP Kadın Kolları, Eğitim-Sen Kadın Sekreterliği, CEDAW Yürütme Kurulu, Bağımsız Kadın Derneği, Ege Kadın Dayanışma Vakfı, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı . AKP ve CHP Kadın Kolları, Türk Kadınlar Birliği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği ABD ve AB politikasına uyumlu ve bir Alman Kuruluşu olan Uçan Süpürge adlı şirketin lobicilik eğitiminde yan yanalar. AB’nin “sosyal ve sivil diyalog“ dediği şey bu olsa gerek. Türk Kadınlar Birliği’nin rozetinde başından örtüyü çıkaran bir kadın figürü var, Cumhuriyet’le yaşıt bir dernek. Cumhuriyet Kadınları Derneği ise 15 Şubat 1997‘de Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü’nün ardından kuruldu. Ancak şimdi AKP kadın kolları, türbana özgürlük diyen Başkent Kadın Platformunun ve ABD’nin listelerinde yer alan Ka-Der vd. örgütlerle yan yana “lobicilik” eğitimi alabiliyorlar. Yukarıda “demokrasi programının” kimseyi muaf tutmadığını belirtmiştik.

    Uçan Süpürge, projenin önemini ve katılımcıların ne kadar değerli bir eğitim aldıklarını vurgulamak için Dilek Ertükel’i etraflıca tanıtıyor. Bakın Dilek Ertükel kimmiş? “Washington DC’de büyüyen Ertükel, Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi öğrenimi gördü. İlk ilgi alanı “politika ve sivil girişim” olmuş. 25 yıldan fazla bir süre insan hakları, kadının siyasi ve ekonomik hakları alanlarında çalışmış. Uluslararası Af Örgütü ve Emily’s List’te liderlik konumlarında çalışmış. Aynı zamanda, Amerikan Temsilciler Meclisi Azınlıklar Lideri Nancy Pelosi, Amerikan Senatörü Dianne Feinstein, Amerikan eski Senatörü ve Başkanlık adayı Bill Bradley ve Clinton yönetimi İçişleri Bakanı Bruce Babbitt gibi isimler için başdanışmanlık görevlerini yürütmüş. Democratic National Committee ve National Democratic Institute for International Affairs (NDI) gibi kurumlar için de danışmanlık yapmış. Kadınların Amerika’da siyasette üst konumlarda çalışmaları, insan haklarının korunması ve güçlendirmesi konularına harcanması için 150 milyon doları aşan bir bütçe için kaynak ayrılıyor..."
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Eki 15, 2008 3:39

Çetin Taş yazdı:borabey.
Verdiğin bilgiler son derece kıymetli.Teşekkür ederim.

Hem IRI ve hem de NDI gayet açık bir şekilde görüleceği üzere AMERİKAN SİSTEMİ'ni dünyaya yerleştirmek için faaliyet gösteriyorlar. IRI,Cumhuriyetçilerin bakışını yansıtıyor. NDI'da, Demokratların.

Ben de şöyle bir şey yapacağım.Yazında adı geçen yerli-yabancı kişilerle ilgili internette yaptığım araştırmada bu kişilerin ne iş yaptığını,bir çeşit VİKİPEDYA gibi yazacağım.Böylece sanırım bütünün anlaşılması ya da hepimizin anladığı gerçeklerin daha da iyi yerlerine oturmasına katkı olur düşüncesindeyim. Önce yerlileri yazacağım. Buldukça paylaşacağım.

Burada temel hareket noktam ''ORTAK EYLEM İÇİNDE OLAN KİŞİ YA DA KİŞİLERİN,ORTAK BİR GEÇMİŞLERİ-TANIDIKLARI-DÜŞÜNCELERİ VARDIR.'' şeklindeki kabuldür. Ayrıca ilk bölümü A şıkkı olarak inceleyeceğim ve bu bölüm sadece Borabey'in yukarıda alıntıladığı listedeki yerli isimleri içirecek. Yabancı isimler ve yerli-yabancı isimleri incelerken karşılaştığımız yeni isimleri de B, C, kim bilir D, E, vs. şeklinde sınıflandıracağım.

  • A) HAKAN ALTINAY:

    - OPEN SOCIETY INSTITUTE Türkiye yöneticisi.
    - 1968 yılında İstanbul'da doğdu.
    - Ortaokulu Kadıköy Anadolu Lisesi,liseyi de İstanbul Fen Lisesi'nde okudu.
    - Boğaziçi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi, Oslo Universitesi'nde Sosyal Antropoloji tahsili yaptı.
    - Doktora çalışmalarını Amerika New York'daki New School for Social Research'de tamamladı.
    - Açık Toplum Enstitüsü'nden evvel Spunk Fund, Pathfinder International ve International Research & Exchanges Board'da calıştı.
    - SABANCI ÜNİVERSİTESİ Öğretim Üyesi AYŞE GÜL ALTINAY'ın kocası.
Buradan çıkartılması gereken notlar:

1) New School for Social Research'ü araştıracağım.Spunk Fund(Cesaret Fonu-ne demekse?),Pathfinder International ve International Reserach& Exchanges Board'u da araştıracağım. SOROS ile tanışıklığı büyük ihtimal buralarda olmuştur.

2) SOROS'un SABANCI ÜNİVERİSTESİ ile 1999 yılında anlaşma imzaladığı yukarıda Borabey'in aktardığı notlarda da görülüyor.Hakan Altınay'ın karısının Sabancı Üniversitesi üyesi olması da bu nedenle anlamlı.Dolayısıyla bu karı-kocaya SOROS'un el attığı anlaşılıyor.

O zaman karısının kim olduğu da önemlidir.


Not: Daha önce yazdığım Hakan Altınay,hani şu ilk robotu yapan Türk ve robot firması sahibi olan kişi ile SOROS.u Hakan Altınay aynı kişiler değilmiş. Bu durumu farkedip düzeltme yaptım. Bilginize. Ayrıca daha bir oturdu taşlar yerine. Çünkü bir türlü kafamda bulamıyordum İTÜlü Hakan Altınay'ın nasıl Sorosçu olduğunu ve nasıl Amerika'da okuyan karısı ile tanıştığını? İlk anda saçma gelebilir bu sorular ama düşününce anlamlı oluyor. Neyse. Hakan Altınay'lardaki karışıklıktan dolayı özür dilerim.

  • AYŞE GÜL ALTINAY:

    - SABANCI ÜNVERİSTESİ KÜLTÜREL ETÜDLER BÖLÜMÜ Öğretim Üyesi.
    - DUKE UNIVERSITY mezunu.
    - MİLİTARİZM üzerine araştırmalarıyla tanınır.
    - ŞİDDETE KARŞI İNİSİYATİF'te yeralmış olan akademisyendir.
    - YEKTAN TÜRKYILMAZ'ın serbest bırakılması için kampanya başlatan akademisyendir.
    - AÇIK RADYO'da HİKAYENİN KADIN HALİ adında ki programda ki ses sahiplerinden biridir.
    - AKP-MHP Başörtü Düzenlenmesi'ne destek için hazırlanan bildiriyi imzalayan akademisyenlerden birisidir.
    - İŞTE BÖYLE GÜZELİM isimli kitabı yazan 4 kadından birisidir.
    - Kürt Sorunu için BENİM DE MESELEM isimli bildiriyi yayınlayan 38 tırnak içinde AYDIN tarafından kaleme alınmış bildiriyi imzalamıştır.

Buradan çıkartılması gereken notlar:
    1) Ayşe Gül hanım Amerikan Duke Üniversitesi mezunu.Acaba SOROS önce ona mı el attı?Daha sonra da onun aracılığı ile kocasına mı el attılar?

    2) Ermenistan kütüphanelerinde araştırma yapma hakkını alan ilk Türk vatandaşı olan Yektan Türkyılmaz yurtdışına çıkışı yasak olan kitapları çıkartmak istediği iddiası ile Ermenistan tarafından tutuklandı.Ayşe Gül Altınsay'ın Yektan Türkyılmaz ile tanışıklığı Duke Üniversitesi'nden geliyor.

    3) Demek ki ayrı bir balık altında YEKTAN TÜRKYILMAZ'ı da ileride daha detaylı tanımamız gerekecek.

    4) HİKAYENİN KADIN HALİ,AÇIK RADYO'da her Perşembe 15:35-16:30 saatleri arasında yayınlanmaktadır.Ayşe Gül Altınay,Çiğdem Mater,Fulya Kama ve Hülya Gülbahar birbirleri ile dönüşümlü olarak bu programı sunmaktadırlar.15 Ağustos Perşembe günkü programın konusunu buldum.Bana anlamlı geldi.Programda HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ'nin düzenlemiş olduğu ''YURTTAŞLIK ve MİLLİYETÇİLİK:Farkında mıyız?''başlıklı yazokulu konusu işlenmiş.

    5) HÜLYA ADAK, ESİN DÜZEL, NİLGÜN BAYRAKTAR ile birlikte İŞTE BÖYLE GÜZELİM isimli kitabı yazmıştır.
    6) ''BENİM DE MESELEM'' bildirisi

    Bu memleketin bazı köşeleri bazı köşelerinden daha az 'kıymetli' değil. Türkiye'nin bir başka köşesinde yaşanan bir acı varsa, bu benim de meselem. 'Orada' açılan bir yara, 'Burada' beni de acıtır, kanatır sızlatır.

    Hepimiz aynı gemideyiz, kadınlar, erkekler, Kürtler, Türkler, Aleviler, göçle gelenler, işsizler, gelecekten korkan gençler, büyük şehirlerin varoşlarında hakça bir yaşam kurmaya çalışanlar, azınlıklar, şiddet mağdurları ve bilmeden şiddeti besleyenler... Hepimiz aynı seferde yolcuyuz, yol arkadaşıyız birbirimize... Bunu bilsek de bilmesek de...

    Kemalist-dinci, Türk-Kürt gibi kategoriler etrafından kutuplaşmış bir Türkiye istemiyoruz. Kutuplaşmış bir söylemin parçaları olmayı reddediyoruz. Her türlü renk, ara tonları, köprüler ve sentezlerdir savunduğumuz...

    'Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür' diye öğrendik küçük yaştan itibaren. Oysa gitmeden olmaz, görmeden olmaz, insanı anlamadan, insanı duymadan, ötekine yüreğini açmadan olmaz...

    Ortadoğu ve dünyadaki son hadiseler, hem yeni gelişmelere hem yeni sorunlara gebe. Bu tarihsel dönemeçte, kendi dinamikleriyle sorunlarını çözebilen, demokrasi ve özgürlükleri geliştirerek sosyal barış ve adaleti gerçekleştirecek ülkeler güç kazancaklar.

    Ülkemizde bu kapsamda neleri öncelikli olarak istiyoruz.

    1. Kürt sorununa çözüm arayışları içinde, siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel ve uluslararası boyutlar olduğunu görüyoruz. Tüm bu boyutları hesaba katmakla beraber bizler 'insani boyut'un öneminin kavranılarak öne çıkarılmasını...

    2. Ülkemizin şiddet ve terör ortamından bir daha tekrarlanmamak üzere kurtulması için silahla siyaset olmayacağının ve hak arayışlarının tehdit ve şiddetle susturulamayacağının anlaşılmasını...

    3. Meselenin sadakat-ihanet temelinden çıkarılmasını ve eleştirel düşünen herkesi 'potansiyel iç mihrak' olarak gören 'şartlanmış milliyetçi refleks'in kırılmasını...

    4. Birbirimizin acılarına saygı duymanın, birbirimizin yasını paylaşmanın bir 'toplum' olabilmek ve bu toplumda barış içinde yaşamak açısından büyük önem taşıdığını görebilmeyi...

    5. Kalıcı bir çözümün Türkiye'nin dışından değil, içeriden, bizzat bizlerden geleceğinin ve askeri değil sivil olacağının daha iyi kavranması için adımlar atılmasını...

    6. Kürt sorununun tek boyutlu olmadığının, çözümünün de çok aktörlü olacağının kavranmasını...

    7. Etkileri kısıtlı kalsa da insani durumun iyileşmesine yönelik çözüm ve girişimlerin küçümsenmemesini... Toplumsal barış için bizzat sivil toplum içinden gelecek adımlara ne denli ihtiyaç olduğunun anlaşılmasını...

    8. Kadınların sorunlarına ayrıca eğilmenin ve bağımsız bir kadın hareketinin öneminin kavranmasını...

    9. Zorunlu göçlerle gerek bölgedeki gerekse batıdaki büyük şehirlere gelen Kürt ailelerin, özellikle çocukların sorunlarıyla ayrıca ilgilenmek gerektiğinin anlaşılmasını, göç mağdurlarının yeni bir yaşam kurmalarını destekleyecek politikaların ve projelerin acilen başlatılmasını...

    10. Namus cinayetlerine karşı tüm toplumda geniş çaplı bir bilinç yükseltme kampanyasının başlatılmasını, siyasetçilerin ve karar mekanizmasındakilerin bu yönde daha somut uygulamalar geliştirmeye teşvik edilmesini...

    11. Anadilin eğitimde kullanılmasının bölge insanı için öneminin anlaşılmasını, anlatılmasını... İki dilliliğin, çokkültürlülüğün bir hak olarak ele alınmasını...

    12. Güneydoğu'da ismi değiştirilen köylerin eski isimlerini yeniden alabilmelerini... İnsanların çocuklarına özgürce isim verebilmelerini...


    13. Artan kin ve nefret ve şiddet söylemlerinin cenderesinden ırak ve birbirimizi dinlemeyi, anlamayı ve affedebilmeyi sağlayacak yeni bir dil geliştirmeyi...

    14. Hepimizin eninde sonunda aynı kamusal alanı paylaştığımızı ve ortak değerlerimiz, ortak çıkarlarımız olduğunu görmeyi, gösterebilmeyi...

Ahmet İnsel, Ahmet İçduygu, Ali Bayramoğlu, Ayşe Gül Altınay, Ayhan Bilgen, Can Paker, Derya Sazak, Ece Temelkuran, Elif Şafak, Erol Katırcıoğlu, Eyüp Can, Fazıl Hüsnü Erdem, Ferhat Kentel, Fuat Keyman, Gençay Gürsoy, İbrahim Betil, Kutbettin Arzu, Mesut Öztürk, Mesut Yeğen, Mithat Sancar, Murat Belge, Muharrem Erbey, Mustafa Karaalioğlu, Nebahat Akkoç, Necdet İpekyüz, Osman Kavala, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Rojbin Tugan, Sabih Ataç, Salim Uslu, Sedat Yurtdaş, Sezgin Tanrıkulu, Şahismail Bedirhanoğlu, Tahir Dadak, Tarhan Erdem, Yusuf Alataş, Zozan Özgökçe.



Tabi burada adı geçen isimler hakkında da ayrıca araştırma yapmak başlangıçtaki kabulümüzün gereğidir.



DEVAM EDECEK........
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Eki 15, 2008 3:47

Çetin Taş yazdı:Borabey’in alıntıladığı yazıdaki isimlerin kimler olduklarını yazarak devam ediyorum. Yalnız bu kişileri tanırken karşımıza çıkan yeni isimleri de unutmayın. Daha sonra onları da kısaca tanıyacağız.


NEBAHAT AKKOÇ:

Hakkında çok fazla bilgi var internette.Ben aşağıda RİZGARİ isimli Iraklı Kürtlere ait Kürtçü sitede yer alan röportajından kendi ağzından verdiği bazı bilgileri yazacağım.

‘’Diyarbakırlı Kürd bir bayanım’’

Aynı röportajda Diyarbakırlı emekli bir öğretmen olduğunu, İnsan Hakları Derneği ve çeşitli sendikal kurumlar içinde yer aldığını anlatıyor.

  • Kadın Merkezi anlamına gelen KA-MER’i 40 kadınla birlikte kuruyorlar ve işletiyorlar.
  • İSVEǒe ÇOCUKLARI KORUMA DERNEĞİ isimli bir derneğin davetlisi olarak yine aynı dernekle ortak düzenledikleri bir proje için gitmişler.Bu projeyi İSVEǒin İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU finanse etmiş!!!
  • Altısı Diyarbakır’dan olmak üzere Türkiye’den dokuz kişi ile gitmişler İsveç’e. Burada pek çok görüşmeler yapılmış. KÜRT KADINLAR BİRLİĞİ isimli bir organizasyonun çok iyi çalıştığını gözlemlemiş. Bunu belirtiyor.
  • Daha önce de İsveç’e gitmiş Nebahat Akkoç. O zaman Ranö isimli bir yerde toplanmışlar. Türkiye’deki insan hakları üzerine tartışma yapmışlar; aralarında İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı gibi başka kuruluşların da olduğu kuruluşlarla. Burada ANNA LINDH isimli bir İsveçli kadın ile tanışmışlar. Bundan 1.5 yıl kadar sonra ya da başka bir deyişle röportajın yapıldığı 27 Mayıs 2004 tarihinden 1.5 yıl kadar önce ANNA LINDH Diyarbakır’a gitmiş. KA-MER’i ziyaret etmiş. Töre cinayetleri konulu projelerini bu kadının finanse ettiğini söylüyor.
  • Aynı röportajda finans kaynaklarını şöyle açıklıyor:

    ‘’ Mesela ”töre cinayetleri” konusundaki projelerimizi Anna Lindh finanse etti. Ama KA-MER´in kendi finans kaynakları vardır. Bizim birçok işyerlerimiz var. Lokantalarımız, işyerlerimiz, alışveriş merkezlerimizvar. Finans kaynaklarımız ne yazikki yine de yeterli değil. Bazı elçiliklerden küçuk miktarda para yardımı alıyoruz. Büyük miktarda para yardımı alamıyoruz, çünkü biz dernek değil, şirketiz. Şimdi yeni, yeni dernek olmaya başlıyacağız. Biz mecburen şirket olduk. Çünkü 1997 yılında Diyarbakır´da dernek olarak başlamak, bağımsız kalmak, bu kadar zor ve yüklü bir projeyi başarmak çok zordu, hatta mümkün değildi. O zamanın şartlarında, siyasi ortamında şirket olarak başlamak bir zorunluluktu ama dernekleşmeye gitmek için şartlar olgunlaşmıştır.’’
  • Röportaj sonunda kendisine sorulan; ‘’ Biz Avrupa´da yaşayan Kürdlerden/Kürt Kadınlarından beklentileriniz nelerdir ?’’
    sorusu ne kadar anlamlı ise verdiği yanıtta o kadar anlamlıdır: ‘’ Beklentiler karşılıklıdır. Öğrenme karşılıklıdır. İsveç Kürd Kadınlar Birliği´nin Irak Kürdistan´ındaki kadınlarla olan ilişkilerinizi, gezilerini ve projelerini görünce çok heyecanlandım. Cok sıkışık bir zamanda onlarla sohbet ettik. Gönül isterdiki daha cok zamanımız olsun ve kadınların hakları uğruna verdiğimiz mücadelede birbirimizden daha çok yararlanalım. Dayanışmayla çok yol alabileceğimiz inancını taşıyorum.’’
  • "BENİM DE MESELEM" isimli, yukarıda Ayşe Gül Altınay bahsinde bahsettiğimiz 38 tırnak içinde aydının imzaladığı bildirgeyi o da imzalamış.

    -25 Eylül 2006 tarihinde, Fransa Büyükelçiliği’nde düzenlenen törende, kendisine meşhur Légion d’Honneur madalyası verildi. Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Paul Poudade’nin yaptığı konuşma Fransız Büyükelçiliği’nin resmi sitesinden alındığı şekli ile aynen aşağıdaki gibidir. Yazının sonu sanırım siteye eksik eklenmiş. Ben olduğu gibi yapıştırıyorum:

    ‘’ Sayın Başkan,

    Sizi ve dostlarınızı bu akşam, Fransa Büyükelçiliğinde ağırlamak benim için büyük bir mutluluk. Fransa’nın İnsan haklarının savunulmasına olan bağlılığını biliyorsunuz. Türkiye ve Türk halkı ile ilişkilerimizin ne denli eskiye dayandığını ve yoğunluğunu da biliyorsunuz. Dolayısıyla, mesleki geçmişiniz ve Türkiye’de kadın haklarını savunmak için uzun yıllardır yürüttüğünüz hareket bizim için son derece önemli. 22 yıl boyunca öğretmenlik yaptınız. Birbiri peşisıra gelen atamalar, köklerinizin bulunduğu Türkiye’nin Doğu bölgesindeki sosyal durumla ilgili derin bilgiler edinmenizi sağladı.

    Türkiye tarihinde meydana gelmiş olan ve sizin için özellikle çok zor sonuçlar yaratmış dramatik olaylarla karşı karşıya gelmemiş olsaydınız belki de bu onurlu göreve devam edecektiniz. Bu zor zamanlardan dolayı hayatınızı kadın haklarının savunmasına adamaya karar verdiniz. 1997 yılında kurduğunuz Kadın Merkezi Derneği (KAMER) tarafından oluşturulmuş merkezler, kötü muamele görmüş, dövülmüş ya da utanç verici şekilde namus cinayeti olarak nitelendirilen cinayetlerle tehdit edilmiş kadınlar için sığınak ve danışma mekanı oldu.

    Avrupa Birliği’nden destek almaktasınız ama aynı zamanda derneğiniz etkinliklerini kendi çalışmalarınız ile finanse ediyorsunuz. En temel hakları hiçe sayılan bu kadınlara eşsiz bir hizmet sunuyorsunuz. Aynı zamanda, bazılarının, gelenekler yüzünden, kadın düşmanlığı nedeniyle ya da parlak bir imaj verme kaygısıyla gizlemeye çalıştıklarını gözler önüne sererek, diğerlerinin önemini azımsadıkları ciddi bir sorunu üstlenerek, Türkiye’ye ve Avrupa Birliği ile yakınlaşmasına da büyük hizmetlerde bulunuyorsunuz. İhbar ediyorsunuz, tepki veriyorsunuz ve şahitlik yapıyorsunuz : davranışınız son derece cesurca, sorumluluk duygusuyla dolu ve yapıcı. Sizin gibi şahsiyetler sayesinde Türkiye İnsan Hakları ve Avrupa Birliği ile yakınlaşma yolunda ilerliyor.

    İşte tüm bu saydığım nedenlerden ötürü, ülkemin yetkilileri, isteğim üzerine, sizi, ilk olarak iki yüzyıl önce 1. Napolyon tarafından verilmeye başlanan, Fransa’nın en prestijli nişanı Légion d’Honneur ile taltif etmeye karar vermişlerdir. Bu akşam bu madalyayı size sunmaktan çok mutlu ve gururluyum.

    Sayın Nebahat Akkoç, Cumhurbaşkanı adına sizi Légion d’Honneur nişanı Şövalye
    ’’

Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. NEBAHAT AKKOǒun, İSVEÇ HÜKÜMETİ ve FRANSA HÜKÜMETİ ile ve adlarını söylemediği daha başka hükümetlerle doğrudan ya da adı geçen kişi-organizasyon-büyükelçilikler ve bunun gibi kuruluşlar aracılığıyla bağlantısı vardır. Bu hükümetlerden-kişi-kuruluşlardan maddi yardım almıştır.
  2. SOROS’tan başladık ve daha henüz şunun şurasında TESEV’den ikinci kişiyi incelerken karşımıza yine Kadın Hakları Savunucusu görünümünde KÜRT kökenli birisi çıktı.Kürt kökenini vurguluyorum çünkü anlaşıldığı üzere Nebahat Akkoç İsveç’e diğer İnsan Hakları Derneği-Vakfı gibi kuruluşlarla gidip TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI konulu toplantılara katılıyor. Onu Avrupa’da ki ve Irak’ta ki tüm Kürtçü hareketler sayıyor ve alıntıladığım örnekte olduğu gibi röportajlar yapıyor. KÜRT HAREKETİ’nin önemli bir parçası olarak görüyor. Netice olarak LÖJYON DÖNOR denilen FRANSA’nın en yüksek devlet nişanı ile ödüllendiriliyor.
  3. ANNA LINDH ismini de araştıracağım.Unutmayın bu ismi. He,bu arada, siz hiç Türkiye’den herhangi bir kişinin sözgelimi atlayıp İsveç’e gittiğini ve burada şiddete uğrayan kadnlar ile görüşmeler yaptığını, bunların örgütlerine maddi destek yaptığını duydunuz mu? Duymadıysanız bile hayal edebiliyor musunuz? Ya da TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin sözgelimi Uganda’da bir kadının kadın hakları konusundaki faaliyetlerinden dolayı DEVLET ÜSTÜN HİZMET MADALYASI ile ödüllendirildiğini duydunuz mu? Duymadıysanız bile hayal edebiliyor musunuz?
  4. SOROS’un Türkiye’de ki kuruluşunda görevli olduğuna göre henüz çok az olan başlangıçtaki tahminlerimizle ve daha ta yazılara başlarken ki kabulümüzle SOROS ile Nebahat Akkoç arasındaki bağlantının nereden kaynaklandığını biraz olsun tahmin edebiliyor musunuz? Edebiliyorsanız edin ve bekleyin bakalım. İlerleyen yazılarda bu tahminlerimiz doğru mu,sınayalım. Edemiyorsanız da yine bekleyin bakalım.Herhangi bir ilişkiye rastlayacak mıyız?
  5. Bana göre en önemlisini en sona sakladım. Size birisi soru sorduğunda siz ''İstanbullu Türk bir bayanım'' ya da ''Sakaryalı Çerkez bir erkeğim'' diye mi başlarsınız? Buradan bile Nebahat Akkoç'un KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ konusunda bir fikir sahibi olmak mümkün. Aynı Nebahat Akkoç kendi katıldığı bir ortamda,katılımcılardan birisi söze ''Bolulu Türk bir kadınım'' diye başlasa,size göre bu duruma tepki gösterir miydi,göstermez miydi?
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Çetin Taş » Prş Eki 16, 2008 23:38

ÖZLEM DALKIRAN:

  • Vikipedi’de hakkında yazılana göre 2002-2004 arasında Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nde Danışma Kurulu üyeliği yapmış.
  • Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin ilk başkanıdır.
  • Helsinki Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı Koordinatörüdür.
  • Haziran 2007’de KATE EVANS’ın yazdığı ACAİP HAVALAR isimli kitabı Türkçe’ye çevirdi ve bu kitap AÇIK RADYO KİTAPLARI’nda yayınlandı. Bu aynı zamanda Açık Radyo Kitapları’nın ilki oldu.
  • 15 Mayıs -15 Eylül 2006 tarihleri arasında tamamlanan ve İBER MÜZİK’ten çıkan N’ETTİM SİZE isimli AYŞEGÜL’e ait albümün Proje Danışmanlığı’nı yapmıştır.
  • PKK sitelerinden birinde BASINDAN SEÇMELER bölümünde yazıları alıntılanmaktadır.
  • UÇAN SÜPÜRGE DERNEĞİ BAŞKANI. Bazı internet sitelerinde iddia edildiğine göre İngiliz Büyükelçiliği ile yakın ilişkileri olduğu söyleniyor. Uçan Süpürge Derneği'nin bir diğer özelliği de yukarıda Borabey'in alıntıladığı yazıda da yazdığı üzere ALMAN BÜYÜKELÇİLİĞİ web sitesinde Türkiye'deki Alman kuruluşları arasında bu derneğin adı geçiyor.
  • AÇIK RADYO 2006 Dinleyici Destek Projesi Katılımcıları’ndan birisidir.
  • HADİ BUNU KÜRESELLEŞTİRİN: DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ VE ŞİRKET EGEMENLİĞİNE KARŞI MÜCADELE isimli 2004 yılında METİS kitapevinin bastığı KEVIN DANAHER ve BURBACH ROGER’ın yazdıkları kitabı Türkçe’ye çevirdi.

Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Oldukça aktif bir insan hakları savunucusu görüntüsü veriyor.
  2. KATE EVANS’ı da araştıracağız.
  3. KEVIN DANAHER ve BURBACH ROGER’ı araştıracağız.
  4. METİS KİTAPEVİ’nin kimliği önemli. Bizzat metiskitap.com sitesinden kendilerini şu şekilde tanıtıyorlar:

    ‘’ Metis Yayınları 1982 yılında kuruldu. Üniversite yıllarında dönemin sosyal muhalefet hareketlerinin içinde yer almış Sol görüşlü 5-6 üniversiteli genç, kendi kişilikleri ile eğitimini aldıkları meslekleri arasında ilişki kuramayıp kültürel ve siyasi bir odak olarak Metis yayınevini kurdular. Araştırmayı, doğru bildiklerini sorgulamayı, tartışmayı, öğrenmeyi sürdürmeyi amaçlamışlardı. Bu ilk ekipte yer alanların bir kısmı daha sonra mesleklerine ve diğer ilgilerine yöneldiler.
    1987 yılına kadar sadece edebiyat dışı kitaplarla ilgilenen yayınevi, bu tarihten sonra Türkçe ve çeviri edebiyat ürünleri de yayınlamaya başladı. Zaman içinde çeşitlenen kitaplar farklı dizilerde kümelendi.
    ’’
  5. AYŞEGÜL'ün albümüne danışmanlık kısmını anlamadım. Bu durum apayrı bir araştırma konusudur. Araştıracağız. İsim benzerliği olma ihtimali de olabilir.


DEVAM EDECEK...
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cum Eki 17, 2008 0:31

NEŞE DÜZEL:

  • Aydın doğumlu, İzmir Amerikan Kız Koleji mezunudur. Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur.
  • YENİ ASIR Dış Haberler Servisi’nde çalışmıştır.
  • RAPOR gazetesi yazı işleri müdürlüğü yapmıştır.
  • DÜNYA, MİLLİYET, HÜRRİYET ve RADİKAL gazetelerinde muhabirlik ve yazarlık gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur.
  • Şu an TARAF Gazetesi yazarıdır.
  • ERGENEKON ÖRGÜTÜ ile ilgili henüz hiç kimse bir şey bilmezken kitabını yazan ŞAMİL TAYYAR’la yaptığı röportaj basında ilgi çekmiştir. Bu röportajdan dolayı Genelkurmay’ın şikayeti üzerine Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı hakkında soruşturma açmıştır.
  • İlk Türk özel kanalı STAR’da AHMET ALTAN ile birlikte birkaç yıl süresince KIRMIZI KOLTUK isimli programı sundular.
  • KANAL 6’da BİZİM KOLTUK ve DİNAMİT programlarını yine Ahmet Atlan ile birlikte sundular.
  • KANAL D’de ise DİNAMİT ve KAMPANA isimli haber-tartışma programlarını sundu.
  • Aykırı şeyleri söyleyen, savunan kişileri ve bu aykırı düşüncelerini yaptığı röportajlarla kamuoyuna duyurdu. Örneğin 6 Ağustos 2007’de Prof. Dr. Ergun Özbudun ile yaptığı röportajda uzun süre kamuoyunun gündemini meşgul etmişti. Bu röportajda Ergun Özbudun ANAYASA’dan Atatürk İlkeleri’ni ve Kemalizm’i çıkarmayı savunan bir anayasa taslağını AKP’ye teslim ettiklerini söylemişti.
  • İnternette pek çok sitede ortak bir metin var. Bunun da doğruluğunu yabancı sitelerden araştırıyorum ama biraz zaman alacak. Bu ortak metne göre İngilizce olarak 2003 OSIAF’ın (Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Şubesi) New York ofisi tarafından hazırlanan İngilizce orijinal metinli olan 2003 Türkiye Raporu’nda, SOROS’un bağlantılı olduğu iddia edilen Türk medyasındaki 526 isim arasında NEŞE DÜZEL’in de ismi var. Gerçi bu bilgi o kadar ekstra bir bilgi değil çünkü bizim tek tek incelemeye başladığımız A başlığı altındaki kişilerin hepsinin ismi o listede var.


Buradan Çıkartılması gereken notlar:

  1. SOROS ile bağlantılı olduğu iddia edilen OSIAF raporunun orijinalini bulmaya çalışacağız.
  2. Yıllardır takip ettiğim kadarıyla her zaman demokrat ve tarafsız görünmeyi becerebildiğini sanan bir hanım yazar. Tetikçi yazar olduğu yönünde ki pek çoklarının düşüncesine ben de katılıyorum. Çünkü röportaj yaptığı kişiler ve bu kişilerin o röportajlarda savunduğu düşüncelerin gündem yaratması, Neşe Düzel’in gazetecilik başarısından çok danışıklı dövüş hissi uyandırır hep bende. Çünkü bana göre Neşe Düzel iyi bir gazeteci değildir, çünkü iyi bir konuşmacı bile değildir. Televizyonda izlerken ‘’eeee….eeeeee……eeeee’’lemelerinden nefret ederdim. Röportajlarında akıl ürünü sorulardan ziyade önceden sanki birilerinin eline verdiği soruları soruyormuş hissi uyanır nedense ben de.
  3. Amerikan Kız Koleji mezunu olması bence dikkat çekici. Yani savunduğu dünya görüşü itibariyle formasyonu nereden aldığı konusunda kafalarında soru işareti olanlar için dikkat çekici olmalı.

DEVAM EDECEK…
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cum Eki 17, 2008 16:01

AHMET İNSEL:

  • 1955, İstanbul doğumludur.
  • Paris Pantheon-Sorbonne Üniversitesi’nde İktisat Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede iktisat doktorası yaptı. 1984’ten beri aynı üniversitede ve Galatasaray Üniversitesi’nde çğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2007 yılından beri Galatasaray Üniversitesi’nde bölüm başkanıdır.
  • 1990-1994 tarihleri arasında Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde Ekonomi Bölümü Dekanlığı yapmıştır. Aynı üniversitenin rektörlüğünü ise 1994-1999 yılları arasında yapmıştır.
  • Aylık sosyalist kültür dergisi BİRİKİM editörlerinden ve sürekli yazarlarındandır.
  • Eski Radikal gazetesi yazarlarındandır.
  • Açık Radyo’da Ömer Marda ile birlikte program yapmaktadır.
  • Düzen ve kalkınma kıskacında Türkiye, İktisat ideolojisinin eleştirisi, Türkiye toplumunun bunalımı, Solu yeniden düşünmek kitaplarından bazılarıdır.
  • Aşağıdaki yazısı RADİKAL gazetesinde 09.02.2003’te yayımlanmıştır.Ben yorum yapmıyorum, siz okuyun lütfen. Yorumu aşağıda notlar kısmında yapacağım:


Kıbrıs'ta kilitlenen geleceğimiz | AKP'nin "hüküm etme" yetkisinin sınandığı asıl nokta Irak'tan çok Kıbrıs sorunu

‘’Bugün Türkiye'de devletçi-milliyetçi statüko cephesinin hayati direniş hattını Kıbrıs oluşturuyor. Kıbrıs sorununda gelecek nisan ayına kadar yaşanacak gelişmeler, önümüzdeki uzun bir zaman dilimi içinde, Türkiye'de devlet -toplum ilişkilerinin yeniden biçimlenmesinin, asker-sivil bürokrasinin siyasal üstünlüğüne son verilerek olağan parlamenter rejim çerçevesinde demokratik bir siyasal yapının kalıcı biçimde yerleşmesinin mümkün olup olmadığını belirleyecek.

Kıbrıs'ta Annan planından hareketle sürdürülecek görüşmeler ışığında ve karşılıklı verilecek tavizler sonunda, kısa zamanda, yani önümüzdeki nisan ayı ortasından önce varılacak bir çözüm, hem Kıbrıs Türklerinin hem Türkiyelilerin geleceğini büyük ölçüde değiştirme potansiyeli taşıyan bir büyük adım olacak. Sadece AB üyeliği perspektifi açısından değil, Türkiye'de tabandan demokratikleşme hamlesinin fiiliyata geçmesi açısından da Kıbrıs adımı canalıcı önemde. Bu bağlamda, Kıbrıs sorununun Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğunun istemleri yönünde çözümüyle, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun demokratikleşme, sivilleşme, iktisadi refah ve siyasal istikrar beklentileri arasında birebir ilişki var.

Statükocu cephe

İki beklenti arasında böyle yakın bir ilişki olduğu içindir ki, bugün Türkiye'de AB üyeliği konusunda açıkça veya zımnen muhalif olanlarla Kıbrıs'ta Annan planından türeyen bir çözüme şiddetle karşı çıkanlar yanyana geliyorlar. Aynı kişiler YÖK konusunda, Kürt sorunu konusunda, özgürlükler konusunda da omuz omuza durup, statükocu direniş cephesini oluşturuyorlar. Geçtiğimiz pazar günü İstanbul'da toplanan 800 kuruluş destekli birkaç bin kişilik "Denktaş'a destek mitingi"nin katılımcılar ve destekleyiciler listesi, Türkiye'de siyasetin belli başlı fay hatlarından birini, belki en önemlisinin coğrafyasını belirliyor. MHP, BBP, Aydınlar Ocağı, Kemalist Düşünce Dernekleri, İstanbul Üniversitesi Senatosu, YÖK Başkanı, nasyonal-sosyalistler, kutsal devletçiler, devlet egemenlikçiler, milliyetçi sendikalar ve dernekler ve bilumum milliyetçi-devletçi "ilerici" ya da muhafazakâr çevrenin kolkola girdiği bu cephenin dört dörtlük bir direniş cephesi olduğu açık. Yakın geçmişte bir generalin, "artık silahsız kuvvetler işi ele alsın" derken kastettiği kuvvetler, o haki perspektiften bakınca işte bunlar. Açıkça içinde yer almamakla beraber, büyük ağabey olarak bu devletçi-milliyetçi zinde güçleri kanatları altında koruyan TSK üst düzey bürokrasisi de bu cephenin bir unsuru. Herhangi bir unsuru değil, en önemli unsuru, anlam ve varlık merkezi.

Bu cephe, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve Kıbrıs Türklerinin geleceğini korumak, AB üyeliği konusunda bir pazarlık kartını ileride elde tutmak gibi nedenlerle sadece direnmiyor. "Türkiye'yi Anadolu'ya hapsetmek" gibi, ifade edenin son derece bulanık tahayyül dünyasını ele veren karabasanlar dahil olmak üzere, çoğu direniş nedeninin çözümün mümkün olduğu anda ortaya atılması da gösteriyor ki, Kıbrıs konusunda ret cephesinin bir amacı, varolan KKTC'nin ayrı ve egemen bir devlet olarak bekasını sağlamak ve burayı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir dominyonu olarak elde tutmak. Ama bu asli değil, tali bir amaç. Bu devletçi-milliyetçi direniş cephesini esas birleştiren unsur Kıbrıs'taki "menfaatlerimiz" veya "Kıbrıs'lı soydaşlarımızın menfaatleri" değil. Onları yan yana getiren unsur, Kıbrıs sorununun, hele Kıbrıs Türklerinin alışılmadık mobilizasyonu ve AKP hükümetinin çözüm yönünde kararlılıkla ilerlemesi sonunda çözülmesinin, Türkiye'nin geleceğini karartan bir dizi sorunun çözümü için bir örnek oluşturması.

Kıbrıs sorununda gelinen aşamada, tarafların uzlaşmasıyla kısa vadede ulaşılacak çözümün hem AKP için hem de Türkiye'deki milliyetçi kamburu olmayan demokratik çevre ve hareketler için çok büyük bir güç, şevk ve meşruiyet ivmesi anlamına geldiğini direniş cephesinin kurmayları çok iyi biliyorlar. Bu anlamda, Kıbrıs sorununun çözülmemesi için ellerindeki silahları ard arda kullanırlarken, bu mücadelenin ellerinde tuttukları kadim siyasal-toplumsal üstün konumların sürdürülmesi için elzem olduğunun, bu anlamda bunun kendileri için bir hayat memat meselesi olduğunun bilincinde olarak davranıyorlar. Can havliyle direniyorlar. Beklenmedik beraberlikleri, beklenmedik savları, beklenmedik iddiaları dile getiriyorlar. Daha sıkıştıklarında provokasyonların dozunu artıracaklarını biliyoruz.

İktidarın meşruiyeti

Bu mücadele AKP'nin "hükümet etme" yetkisinin sınandığı asli mücadele. Irak savaşında ABD'nin yanında yer almaya zorlanması, AKP'nin özerk siyaset geliştirme yetisinin sınandığı ilk cepheydi. İçinde bulunulan konum zor ama bu şu olguyu ortadan kaldırmıyor. AKP yöneticileri, Irak konusunda son tahlilde savaş çığırtkanlarına teslim olmalarının onlara "hükümet partisi" meşruiyeti vermeyeceğini büyük ihtimalle kestiriyorlardır. Eğer kestirmiyorlarsa, ki AKP'nin içindeki milliyetçi-otoriter damarın kabarması da mümkün, bu savaşçı angajmanlarının toplum nezdinde teslimiyet olarak algılanacağını ve onların artı hanesine yazılmayacağını da düşünmeleri gerekir. Savaş taraf olmakla AKP devletin partisi olduğunu kanıtlamış olur ama bu "hükümet etme" ve "meşruiyet" sorununu çözmez.

Buna karşılık AKP'nin iktidar meşruiyetinin esas sınandığı yer Kıbrıs sorunu olacak. AKP'nin Kıbrıs kördüğümünü Kıbrıs Türklerinin istemleri yönünde çözmesi, devletçi-miliyetçi muhafazakâr kampın diğer direniş noktalarını, statüko siperlerini temellerinden sarsacak bir dalga yaratacak. İki taraf da bunun bilincinde olduğu için, bugün Türkiye siyaset sahnesinin en şiddetli çatışma alanını Kıbrıs sorunu oluşturuyor. 12 Eylül rejiminin zımni kurallarından biri olan, hassas dış politika konularına siyasal partilerin bulaşmaması, hükümette olsalar bile inisyatif almaması kuralını bozan Erdoğan'ın siyasal geleceği de bu soruna bağlı. Bu bilek güreşinde yenilen taraf bunun ardından kolay kolay toparlanamayacak.
Türkiye'nin orta vadedeki geleceği bugün Kıbrıs'ta kilitli. Bu kilit taşı yerinden oynadığında, Türkiye toplumunun başına çöreklenerek onu boğan otoriter-devletçi tahakkümü geriletmek mümkün olacak. Aksi takdirde, Irak savaşının da tetikleyeceği yeni "KKTC"lerin yaratacağı sorunlarla uluslararası dünyadan izole olan, içine kapanmış, sönüp pörsüyen bir Türkiye'de yaşamaya kendimizi hazırlayalım.
‘’

Bu yazının linkini vereyim.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=1971


  • En son kitabı ise ERGENEKON’A GELMEDEN TÜRKİYE’DE DEVLET ZİHNİYETİ isimli kitabıdır. Bu kitabı ÜMİT KIVANÇ ile birlikte yazmıştır ve kitap BİRİKİM YAYINLARI tarafından yayımlanmıştır.
  • Açık Radyo’da ÖMER MADRA ile birlikte program yapan Ahmet İnsel’in, Ümit Kıvanç ile yaptıkları programın linkini aşağıya yapıştırıyorum. Bu röportajdan özellikle bir bölüm benim ilgimi çekti. Bu kısmı paylaşayım sizinle:

Link aşağıdadır.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=23018


Alıntıladığım kısım aşağıdadır:

    ÖM: Ergenekon’un boyutları herhangi bir şeyle sınırlanabilecek gibi küçük gözükmüyor doğrusu, hem tarihsel, hem ekonomik hem de siyasal boyutları, cinai boyutları da var. Dolayısıyla CHP de eğer bir kurum olarak, siyasi bir kurum, bir örgüt olarak kalacaksa, muhakkak bir tavır belirlemek zorunda kalacaktır.

    : Bir tavır belirledi, “avukatıyız” dedi, ama o tavırda herhalde ısrar edemeyecektir.

    ÖM: O tavırda kalamayacaktır diye ümit ediyorum.

    ÜK: Nasıl kalamayacak? Orada halen görevdeki bir sürü insan geçiyor, şimdi özel kuvvetler komutanlığından biriyle telefonda konuşuyor bir Ergenekon sanığı ve “emrinizdeyiz, buyurun” diyor. Gazeteci bir kadın oradaki bir albaya fırça atabiliyor. Bunlar basit şeyler değil, yenilir, yutulur şeyler değil. “Avukatıyım” derken bir yandan bunlar çıktığında yapabileceğiniz bir tek şey var bunları inkâr etmek. Bunları bir yerinden kabul etmeğe başladığı zaman, -inşallah öyle olur- Baykal’dan da kurtuluruz bu vesileyle.

    ÖM: CHP’nin yerle yeksan olması gerekir bence.

    ÜK: Şimdiye kadar 10 kere olması gerekirdi Deniz Baykal bir lideri olduğu için.

    ÖM: Ergenekon’un arkasında bir tavır alarak devam ettirmesi biraz zor gibi.

    : O da büyük bir sorun, ama sadece CHP değil, tabii büyük bir tıkaç fonksiyonu görüyor, ama onun ötesinde toplumun da, toplumsal hareketlerin de, demokratik hareketlerin de, sendikaların da sorumluluğu var; sendikalar “bu bizim işimiz değildir, biz ekmek parasını eve götüreceğiz” dedikleri andan itibaren ne yapmalıyız? Mafya ilişkileri, oradaki manipülasyonlar, bazı sendikaların bu işte kullanılması vs. bütün bunları da dikkate alarak insanların bakması lazım.

    “Ergenekon davası sonuçlandığında Türkiye AKP tarafından tertemiz yıkanmış olacak” diye bir beklentide bulunmak bütünüyle safdilliktir. “Ak Parti” tabiri de benim sevmediğim, çoğumuzun da sevmediği bir tabir, çünkü bir temizleme tozu değil bu parti. Otoriter vasıflarını, otoriter tepkilerini, otoriter reflekslerini biraz evvel ele aldık, muhafazakâr olduklarını biliyoruz, şiddetli biçimde bir kültürel muhafazakârlık söz konusu, ama bütün bunların yanında toplumsal değişim açısından ben ümitliyim. Ergenekon’un sonuçları büyük mü olur, az mı olur, çok mu olur bilmiyorum, ben Türkiye’de azla yetinmesini de öğrendim, dolayısıyla az da olsa önemlidir, hiçbir şekilde burun kıvrılacak, “aman bundan bir şey çıkmaz” deyip de kenara çekilecek bir konu değildir. Bunu diyen kişiler de sadece kendilerini toplumsal mücadelelerden ve siyaset alanından çekmişler anlamına gelir.

    ÖM: Çok teşekkür ederiz, kendimize bir iç bakış yapma fırsatı da bulduk sayenizde.


Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Bir Türk’ün Fransa’nın en ünlü üniversitesinde rektör olabilmesi bana ilginç geldi.
  2. Açık Radyo şu ana kadar incelediğimiz kişilerin bir çeşit buluşma noktası, adeta başka bir ortak noktaları. Bu kesin olarak belli.
  3. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip izlenimi veriyor. Ama bu sosyalizm ile Marx’ın anladığı sosyalizm ne kadar ilintilidir? Tartışma konusu.
  4. Artık söylemeye gerek yok, şu OSIAF New York şubesinin 2003 yılında yaynladığı raporda Soros’tan destek alan kişiler arasında onun da adı geçiyor.
  5. Kıbrıs ile ilgili yukarıda alıntıladığım yazısında Türk askerini Kıbrıs'ta işgalci olarak gören görüşü destekliyor. Yanlış mı anladım sizce?
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cum Eki 17, 2008 23:41

OSMAN KAVALA:

  • 1957 Paris doğumludur. İstanbul Robert Lisesi'ni bitirdikten sonra Manchester Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezun olmuştur.
  • Babası Mehmet Kavala'nın 1982 yılında vefat etmesinin ardından, Kavala Grubunda yönetici olarak çalışmaya başlamıştır.
  • Osman Kavala Türk-Polonya İş Konseyi, Türk-Yunan İş Konseyi, Center for Democracy in Southeast Europe (Güneydoğu Avrupa'da Demokrasi Merkezi) gibi çeşitli iş ve toplumsal kuruluşların Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.
  • KAVALA GRUBU, Türkiye’deki ilk 2 GSM operatöründen birisi olan TURKCELL’in kurucularındandır. ÇUKUROVA HOLDİNG, MURAT VARGI ve KAVALA GRUBU’nun yerli işbirliği ile birlikte FİNLANDİYA TELEKOM’un ortak yatırımı olarak ortaya çıkmıştır TURKCELL.
  • KVK isimli şirket aracılığı ile cep telefonlarını pazarlamıştır bu topluluk. Hepimizin duyduğu KVK’nın açılımı KARAMEHMET-VARGI-KAVALA’dır. 2000 yılında 6 milyon 150 bin aboneye ulaşmışlardır.
  • 1998 yılında içine girdikleri mali kriz nedeniyle KAVALA GRUBU, TURKCELL hisselerini BİKKA (BİLGİ VE KAYNAK A.Ş.)’ya devretmiştir.
  • TARIK BUĞRA'nın kızı AYŞE BUĞRA ile evlidir.
  • Mart 2006’da GÜRBÜZ ÇAPAN ile birlikte BİRGÜN gazetesine ortak oldu.
  • Bir sitede rastladığım, DİHA (PKK yandaşı haber ajansı)’nın kendisi ile yaptığı röportajın bazı yerleri çok ilginç. Okumanızı rica edeceğim. Ben birkaç alıntıyı aşağıya yapıştıracağım. Sonra linki de vereceğim.


Osman KAVALA röportajı

      Osman Kavala’yı kısaca tanıyabilir miyiz?

      Sosyal ve kültürel alanlarda bir etkinlik içindeyim. TESEV danışmanlığı yapıyorum. Bunlar dışında Anadolu Kültür Sanat alanında çalışmalar yürütüyorum. Bu İstanbul dışında yapılan bir çalışma, özellikle Doğu’da yapılıyor. Diyarbakır’dan Kars’a uzanan geniş bir çalışma. Bunların dışında toplumsal sorunlar üzerinde de belli çalışmalarım oluyor. Belli toplantılara katılarak, kendi düşüncemi yansıtmaya çalışıyorum.


      Evet geniş bir alanda kültür çalışması yürütüyorsunuz. Peki niçin özellikle bölgede böylesi bir çalışma yapma gereksinimi hissettiniz?

      Öncelikle sanatsal etkinliklerin İstanbul’da yoğunlaşmasını çok olumlu bulmuyorum. Cumhuriyetin başından beri merkezi yapılara kendi içinde imkânlar sağlamış. Bununla birlikte tabii ekonomik gelişme de büyük merkezlere, İstanbul’a yoğunlaşmış. Hem idari anlamda hem ekonomik anlamda diğer kentler bu işten mahrum kalmışlar. Gerçekten de bundan 30 yıl öncesi, 40 yıl öncesi Sivası, Adanası, Diyarbakırı şimdiye göre kültürel alanda daha zengin yerlermiş. Özellikle Diyarbakır kültürel alanda zengin bir mirasa sahip. O yüzden böyle bir girişimi önemli görüyoruz. Tabii bunun dışında azınlık kültürlerini yok sayan bir zihniyetten kaynaklı ideolojik tabulardan dolayı bu gibi yerlerdeki kültürler çalışmalarını önemsiyoruz.


      Sizce Türkiye’deki Kürtler ne istiyor, sizin gözleminiz neler?

      Yani Kürtler deyince tek bir ibare olarak görmek mümkün değil. Nasıl “Türkler ne istiyor” sorusunu sormak tuhaf ise de “Kürtler ne istiyor” sorusuna da cevap vermek öyle kolay değildir. Kürtler içerisinde muhakkak farklı talepler vardır. Ben bir Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olarak vatandaşlığımın gereği olan kültürümü yaşamak isterim ve böylelikle vatandaş olduğumu hissederim. Elbette Kürtçe ile ilgili Kürt kültürüyle ilgili devlet politikaları beni vatandaş olarak rahatsız ediyor. Kürtleri de benden daha fazla rahatsız etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Kürtlerin varlıklarının yok sayılmasının tabii diğer azınlıkların da, büyük bir talihsizlik olmuştur. Bu durum Cumhuriyetin ilkelerinin de tam olarak oturmamasına ve gerçekleşmemesine neden olmuştur. Her Türk vatandaşının bunlara duyarlı olmasının gerektiğini düşünüyorum, ki duyarlılık artıyor. Ama daha yeterli düzeyde olduğunu kanaatinde değilim.


      Türkiye’de 30 yıldan beri süren bir savaş var. Sizce kim bu savaştan kazanç sağlıyor? Kim bu savaşın bitmesini istemiyor?

      Bu savaştan kimse kazançlı çıkamaz. Savaş iki taraflı bir şey. İki taraf da bunu devam ettiriyor. Güneydoğu’da bir Kürt isyanı tarihi var. 80 askeri darbesiyle birlikte PKK bir isyan başlatmış ve etkili olmuş. Bugün baktığımızda PKK’nin siyasal talepleriyle silahlı talepleri arasında bir uyumsuzluk olduğu kanaatindeyim. Yani genellikle dünyadaki örneklerde, silahlı mücadele ayrılıkçı hareketler tarafından yürütülüyor. Devlet kurmak isteyenler tarafından yürütülmek isteniyor. Veya o ülke içinde ciddi bir ihtilal yapmak isteyenler tarafından yapılıyor. Ancak son dönemde bildiğimiz kadarıyla PKK’nin böyle bir ayrı devlet yani ‘Birleşik Kürdistan’ talebi yok. Burada silahlı mücadeleyle bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Ancak öbür tarafta başlamış bir dinamik var. Bu dinamik kendiliğinden son bulmuyor. Dünyada bu tür silahlı mücadeleler kendi başlarına bitmemiş, bitirilmemiştir. Bunun da devlet tarafından görülmesi gerekiyor. Ancak duyduğum kadarıyla devletin şöyle bir düşüncesi var devlete karşı böyle bir şey yapılması yani devlete karşı silahlı mücadele yürütenleri muhatap almazlar. Onları mükafatlandıracak adımlar atmazlar. Bu anlayış eski bir anlayıştır. Çağımızda bu anlayış aşıldı. En son İngiltere’de IRA’yla yapılan mutabakat bir örnektir. Peki burada niye adım atılmıyor dediğimizde bu da ülkenin demokrasi yapısıyla alakalı bir durum.


      Bundan sonra barış için nasıl bir atılmalı?

      Barış Meclisi adımlar atacaktır. Miting düzenleyecektir, çeşitli kurumlarla görüşecektir. Ama Kürt sorununun çözümünde siyasi partilerin de etkisi vardır. DTP’nin de hem Meclis dışında, hem Meclis içinde uygulayacağı strateji etkinliği önümüzdeki dönemde etkili olacaktır. Etkili olması gerekir.


      DTP’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? DTP yeterli politika üretebiliyor mu?

      DTP, Güneydoğu ağırlıklı oy alan bir parti. Yine de sol değerleri benimsemiş parti. Tabii bu bizi çok duygulandırıyor. Çok uzun yıllardan beri Meclis’e böyle bir parti girmemişti. O yüzden bizim beklentilerimiz daha fazladır. Sadece Kürt sorununu değil, Türkiye’nin demokrasi ile ilgili sorunlarını da Meclis’e getirmesini bekliyoruz.


      PKK’nin ateşkes ilan etmesi ve silahları bırakması devleti harekete geçirir mi? Yani devletin demokratik adım atması gibi bir durum olur mu?

      PKK’nin zamanlaması da önemli. Ama genel olarak böyle bir şeyin güçlü bir faktör yaratabileceği kanaatindeyim. Şemdinli olayları sırasında PKK’nin silahlı eylemlerine son vermesi yönünde adımlar atması demokrasi dinamiklerini etkileyecekti. Bazı dönemlerde bazı durumlarda sadece iktidarın yaptığı değil, iktidar dışındaki kurumların ve kuruluşların adımları da önemli olabiliyor. Bu yüzden bir adım, uygun zamanda atılabilirse önemli olabilir.


      Bölgede artan operasyonlar var, her iki tarafa da cenazeler gelmeye başladı. Kürt sorunundaki çözüme ilişkin hem PKK’ye, hem devlet yetkililerine bir çağrınız olacak mı?

      Devam eden operasyonlarda benim anladığım iki gerçek var. Sanıyorum toplumda da bunu görenlerin sayısı artmakta. Birincisi askeri yöntemlerle sorunun çözülemeyeceği. Diğeri PKK’nin Kuzey Irak’ı lojistik bir bölge olarak rahat kullanamayacağı ortaya çıkıyor. Bugün farklı olan şey, yani operasyonların farklı yanı Türkiye’nin Kuzey Irak yönetimiyle işbirliği yaptığıdır. Bir kurumsallaşma içinde bunların yapılıyor olmasıdır. Eğer olumlu yerden bakacak olursak bunun devlette Türkiye’nin bölünmesi ilgili endişeyi azalttığı sonucunu çıkarmasını bekleyebiliriz. Bu, hem Kuzey Irak Kürt yönetimi ile ilişkilerin normalleşmesi buralarda da hasımhane bir niyetin olmadığını göstermekte. Diğer taraftan istediği zaman operasyon yapmak askerler için güven verici bir durum. Bence birtakım adımların atılması için, bu işin barışçıl yöntemlerle çözülebilmesi için en uygun zaman.

Röportajın tamamını bulabileceğiniz link aşağıdadır.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.nurhakdagi.net/modules.php?name=News&file=article&sid=4816



Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Aileden zengin.
  2. Yönetmen TARIK BUĞRA’nın kızı ile evli olmasını da not edelim.
  3. SOROS’un bu ekonomi-işletme-iktisat üzerine eğitim alan kişilerle ilişki içinde olmasının tesadüf olmadığının bence kanıtıdır. Çünkü Osman Kavala’da Ekonomi Bölümü mezunudur ve hem de İngiltere-Manchester Üniversitesi’nden.
  4. GÜRBÜZ ÇAPAN ile ortaklığı ilginç.
  5. Farkında mısınız bilmiyorum ama şu ana kadar haklarında sadece birkaç satır yazdığımız bu isimler dönüp dolaşıp ille de sözüm ona KÜRT sorunu-PKK-DTP hakkında İLGİNÇ sözler söylüyorlar.
  6. TURKCELL ile hayata bağlanan sadece sizler ve bizler değilmişiz demek ki arkadaşlar. :)

DEVAM EDECEK…
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cmt Eki 18, 2008 11:22

ESER KARAKAŞ:

  • 1953 İstanbul Doğumlu Türk akademisyen.
  • 1978 yılında Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü'ne girdi. 1978 yılında İktisat alanında İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans, 1985 yılında aynı üniversitede Maliye Anabilim Dalı'nda doktorasını yaptı. 1987'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde yardımcı doçent, 1990'da doçent ve 1996 yılında da profesör oldu. 17 tane yüksek lisans ve 5 tane doktora tezi vardır. 1993-99 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde bölüm başkan yardımcılığı ve 1991-99 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 1999-2003 yılları arasında Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı yapmıştır.
  • Yazdığı kitaplar:

    1. Sivil siyaset küresel ekonomi
    2. Normalleşme Avrupa Birliği sürecinde Türkiye
    3. Barış köprüleri dünyaya açılan Türk okulları (İLBER ORTAYLI ve TOKTAMIŞ ATEŞ ile ortak yayın.)

  • SAINT JOSEPH lisesi mezunu.
  • YENİ YÜZYIL gazetesinde başladığı köşe yazarlığına, REFERANS, FİNANSAL FORUM, STAR gibi gazetelerde devam etmiştir.
  • Türban serbestisi için yapılan imza kampanyasına destek vermiştir.
  • TRT’de katıldığı bir programda yaptığı ilginç konuşmanın tam metni için aşağıda vereceğim linki tıklayın lütfen. Ben ilginç gördüğüm kısımları aşağıya yapıştırıyorum.
      • Son zamanlar çok moda, laik cumhuriyet... Tek başına laik cumhuriyet benim için çok anlam ifade etmiyor. Laik cumhuriyeti savunanlar aynı ölçüde demokratik cumhuriyeti savunmak zorunda... Laik cumhuriyet diye bayrak açarsam demokratik cumhuriyeti dışlayabilirim. O nedenle hukuk devleti matematiksel olarak öne çıkar. Laik cumhuriyette, laiklik olmayabilir. Ama eğer hukuk devleti öne çıkarsa zaten mecburen laik cumhuriyeti savunursunuz. Demokrasinin olmazsa olmazıdır laiklik. Ama tek başına laiklik için demokrasi olmazsa olmaz değildir.


      • Bir kere 8 bin çalışanıyla Diyanet İşleri Kurumu varken devlet içinde devlete bağlı bu ülkede laiklikten söz edilebilir mi?
Linki aşağıya yapıştırıyorum.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.tumgazeteler.com/?a=2666130


  • STAR gazetesinde 12 Ekim 2008 tarihinde ki yazısı da hayli ilginç yazıları içinden seçtiğim bir yazı. Aşağıya bu yazıyı yapıştırıyorum. Nereden aldığımı görmek isteyenler için linkide en alta yapıştıracağım. Yazının başlığı ‘’NOBELLER ve ABD ile AVRUPA neden çökmez?

Nobeller ve ABD ile Avrupa neden çökmez?

Pazar yazısını hem biraz güncel karmaşanın dışına çıkarak hem de güncelin özünü kaçırmadan yazmak istiyorum.

Aktütün faciası ve skandalı, küresel kriz, iki liraya dayanan avro falan derken Türkiye yine Nobel meselesine pek ilgi göstermeden bu seneki Nobel ödülleri dönemini geçiriyor.

Zaten tarihimizde bir kez Nobel ödülünü bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kazanıyor, 2006 Nobel edebiyat ödülünü Türkiye’ye getiriyor ama adama Türkiye’yi dar ediyoruz, ülke dışına gitmek zorunda kalıyor, ülkesine döndüğü zaman da polisin ciddi koruması altında gezebiliyor.

Bugüne kadar dünyada 788 kişi ve yirmi kuruma Nobel ödülü verilmiş, bu kişiler dünyanın altın beyinleri ve bunlar arasında bizden sadece bir tek Orhan Pamuk var, bizim sözde ulusalcılarımız da tüm geri zekalılıklarını sergileyerek Orhan Pamuk düşmanılar.

Gelelim bugünkü konumuza yani içinden geçtiğimiz kriz ortamı ile Nobel ilişkisine.

Birileri böyle bir ilişki var mı diye sorabilirler ama benim naçizane kanaatim bu ilişkinin sanıldığından da güçlü ve ileride daha da güçleneceği yönünde.

ABD kökenli kriz dünya piyasalarını sallamaya başladıktan sonra piyasa ekonomisi, özel mülkiyet ve bireysel özgürlük üçlemesinden ideolojik olarak hoşlanmayan kişi ve kurumların (en doğal ve en demokratik haklarıdır) bu üçlemenin yarattığı medeniyet üzerine getirdikleri eleştiriler artmaya başladı.

Hatta bu eleştiriler kapitalizmin, piyasa ekonomisinin, özel mülkiyetin sonunun geldiği noktasına kadar uzadı.

Ama, eleştirilerin daha anlamlı ve yapıcı olabilmesi için (şart da değil, insanların saçmalama hakkı da vardır) belirli kavramların üzerine inşa edilmesi de önemli.

İçinde bulunduğumuz büyük kriz 21. yüzyılın başına rastladı ama bu asra damgasını vuracak, ekonomik büyümenin motoru olacak kavramın da innovasyon, yaratıcılık olacağı kesin.

İnnovasyon, yaratıcılık da çok pahalı bir iş ve büyük kaynak, gelenek, özgürlük ve çalışma gerektiriyor.

21. yüzyılda yaratıcı kişi, kurum ve ülkeler öne geçecek, diğerleri ise arkadan izleyecekler.

ABD ve Avrupa ülkelerine, birileri tarafından rekabet dışı siyasi modelleri daha çekici geldiği için Çin, Rusya gibi ülkeler alternatif olarak gösteriliyor ve hatta daha da ileri gidilerek 21. yüzyılın bu ülkelerin yüzyılı olacağı iddia ediliyor.

Acaba bu mümkün mü?

Bu ülkelerin bugün sahip oldukları en büyük güç gibi gözüken nüfusları ve ucuz emek gerçeği aslında bir önceki dönemin yani sanayi döneminin avantajları ve bu iki ülke o dönemde siyasi nedenlerden bu avantajlarını küresel düzeyde kullanamamışlar ve bugün için artık gecikmiş bir aşkın gözyaşlarını döküyorlar ama bilindiği gibi her kötü malın bir kör alıcısı var.

Nobel demek araştırma demek, innovasyon demek, yaratıcılık demek, özgürlük demek, cesaret demek, araştırma geleneği demek; Nobel konusunda önde olan, daha atak olan ülkeler emin olabilirsiniz 21. yüzyılda daha başarılı olacaklar yani daha yüksek bir büyüme ve daha gelişmiş bir hukuk devleti düzeyini yakalayacaklar, buna kuşku yok.

İsterseniz Vikipedia’dan ‘ülkelere göre Nobel dağılımı’ (Nobel list by country) listesine bir göz atalım.

21. yüzyıla damgasını vuracağı söylenen, iddia edilen Çin’in toplam sekiz Nobel ödülü mevcut, Rusya’nın ise 22 Nobel’i var ve bu nobellerin çoğunluğu da SSCB dönemine ait. Hindistan’ın da sekiz Nobel’i, Japonya’nın 15 Nobel’i var.

Gelelim içinde bulunduğumuz kriz nedeniyle çöktüğü ve dünya liderliğini Çin ve Rusya’ya kaptıracağı söylenen ABD’ye ve AB ülkelerine.

ABD’nin 307 evet yazıyla üç yüz yedi Nobel’i var.

AB ülkelerinden İngiltere’nin 113, çöken, göçen (!!!) Fransa’nın 57 (son tıp ve edebiyat nobellerini de aldılar), Almanya’nın 101, küçük Hollanda’nın 18, birilerinin bize benzettiği İtalya’nın da 20 Nobel’i var.

Ev sahibi olduğu için yazmadım ama İsveç’in de 28 Nobel’i mevcut.

Bu arada Mısır’ın da beş Nobel’i olduğunu hatırlatalım.

Bizde ise tek Nobellimiz Orhan Pamuk ancak polis korumasında sokakta gezebiliyor.


Alıntı yaptığım link aşağıdadır.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.haber7.com/haber/20081012/ABD-ile-Avrupa-neden-cokmez.php


  • Yine Aynı yazarın ilginç bir yazısını aşağıya yapıştırıyorum. Yazı STAR gazetesinde 20 Mayıs 2007’de yayımlanmış. Başlığı: ‘CUMHURİYETİN TEMEL YANLIŞI’

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 84. senesinde, yüzüncü yaşına hızla yaklaşıyor ama bu önemli kurum hálá çocukluk hastalıklarından kurtulabilmiş değil.

1925-1926 senelerinin temel meseleleri olan şeriat endişesi ve bölücülük, 2007’de hálá temel meseleler ise ortada bir sorun olduğunu aklı başında herkesin kabul etmesi lazım diye düşünüyorum.
2007 senesinde hálá ve hálá askerler muhtıra veriyorsa ve siyaset sınıfının azımsanmayacak bir bölümü ‘bu muhtıranın her satırına’ katılıyorsa, mayo reklamları hálá ve hálá mesele olabiliyorsa ortada gerçekten bir sorun olduğunu kabullenmek gerekiyor.

Cumhuriyetin inşaa senelerindeki bazı şeyleri anlayabiliyoruz ama bu inşaat ve getirdikleri 84. senede hálá çocukluk hastalıklarından kurtulamamışsa üzerinde hepimizin düşünmesi şart. Bu başarısız görüntünün arkasında kanımca iki temel neden yatıyor; birincisi inşaat sürecinin hatalı başlaması ve böyle devam etmesi, ikincisi ise inşaatın ilk günkü koşullarda devam etmesinden birilerinin ciddi rantlar kazanıyor olması ihtimalleri. Ben bu yazımda daha ağırlıklı olarak ilk ihtimal yani inşaa sürecinin yanlış temellendirilmesi teması üzerinde duracağım. Yanlış temellenmenin çeşitli veçheleri var ama kanımca bunlardan biri çok ağır basıyor ve sistemi gerçekten kilitliyor.

***

Bu temel kilit Cumhuriyetin eski hurafeleri yani dinsel olduğunu düşündüğü hurafeleri; milliyetçi, din dışı hurafelerle ikame etmeye çalışması ve Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşırken hálá bu temel hatada ısrar etmesidir.
YÖK’ün en son yayınladığı Denklik Yönetmeliği’nin ilgili maddesi de, YÖK Başkan Vekili’nin gerçekleri yansıtmayan açıklaması da bunun çok yeni bir kanıtıdır.

Şayet eski bir dinsel hurafeyi yeni, din dışı, mesela milliyetçi bir hurafe ile ikame etmek isterseniz burada söz konusu iki hurafe arasında din dışı milliyetçi hurafenin pek şansı olmayacaktır. Nedeni çok açıktır; dinsel olduğunu söylediğiniz hurafe on beş asırlıktır ve en azından on asırdır da Türkler arasında yaygındır, din dışı milliyetçi hurafeler ise daha yüz yaşına girmemişdir ve birincisinin köklülüğü karşısında nev zuhur hurafelerin çok şansı yoktur.

Şayet Cumhuriyet daha ilk kuruluş günlerinden beri eski hurafelerin yerine hurafesizliği, şüpheciliği, özgür eleştiri ortamını getirmeye çabalasaydı bugün geleceğimiz noktanın çok farklı olacağı kesindi. Doğrudur, Cumhuriyet söylem düzeyinde daha bilime uygun gibi duran yöntemleri kabullenmiştir ama başta eğitim ideolojimiz olmak üzere somut gerçeklik böyle olmamıştır. Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşırken yurtdışında okuyan öğrencinin, akademik zenginlik ortamının gereği olarak, programı dışından seçtiği derslerin içeriğinin YÖK yasasının ünlü 4. ve 5. maddelerine aykırılığı varsa denkliğinin verilmeyeceğini söyleyebilmek gırtlağa kadar din dışı milliyetçi hurafelere saplanmak değilse nedir acaba?

Sözün özü

Hurafelerle mücadele edebilmenin yegane yolu gençliğe kuşkuculuk temelli düşünceyi aşılayabilmek idi ve Cumhuriyet bu sınavda maalesef başarısız olmuştur. ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ tiradları ile kuşkuculuğun egemen kılınamayacağı belli idi ve bu mağlubiyet sonrası Türkiye 2007 senesinde hálá ve ancak mayo reklamı ve muhtıra konularını konuşabilen bir ülke görüntüsü veriyor. Her ramazan ayında oruç tutmayan öğrencilere birilerinin saldırdığı, askeri binaların dış cephelerine ‘Orduya sadakat şerefimizdir’ ibarelerinin yazılabildiği bir ülkede gündemi fizik ya da ekonomi nobellerinin oluşturmasını herhalde kimse beklemiyor.

Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in de bu hurafe ortamının gereği olarak tek nobelli yazarımızı tebrik etmemesine şaşmayalım.


Linki aşağıya yapıştırıyorum.
İm (Kod): Tümünü seç
http://www.mollacami.com/konu/cumhuriyetiin-temel-yanli-i-prof-dr-eser--13086.html


Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. ABD ve AB projelerini destekleyen bir iktisatçı.
  2. Robert mezunu, Paris’ten mezun, Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu (yahu ben de KAL mezunuyum, ben de mi SOROSÇUyum, neyim? : ) derken; Eser Karakaş’ın da SAINT JOSEPH mezunu olması ilginç. Demek ki özellikle yabancı dille eğitim yapan okullarda zihnen de devşirme işlemimi yapılıyor acaba şeklinde bir düşünce akıldan geçmiyor değil?
  3. ABD-AB yandaşı, Fettullah okullarını öven ve bu konuda ortak kitap bile yazan,türban savunucu demokratlardan olduğu tescillenmiş.
  4. Laiklik, cumhuriyet konularındaki yukarıdaki yazılarından da anlaşılacak görüşleri bence SOROS’un nasıl kişiler ile ilşkide olduğunun, nasıl kişilere yardım ettiğinin fotoğrafıdır.
  5. Artık söylemeye üşeniyorum çünkü şu ana kadar kısaca tanımaya çalıştığımız kişileri hepsi gibi o da SOROS’tan yardım alanlar listesinde ismine yer bulmuş.

DEVAM EDECEK…
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Ram » Prş Eki 23, 2008 3:03

Başlık bakımdan çıkmıştır.

Gönderiler düzenlenmiş, taşınmış ya da silinmiştir. Silinen gönderiler; kaynak yoksunluğundan ve -karakter kodlaması yapılmadan kopyalayapıştır yapıldığından ötürü- yazıların çıkmaması yahut eksik çıkması sonucunda ilgili gönderinin okunamaması sebebiyle silinmiştir.
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen Çetin Taş » Cum Eki 24, 2008 21:51

OĞUZ ÖZERDEN

  • Eski BİLGİ ÜNİVERSİTESİ Mütevelli Heyeti Başkanı.
  • TESEV Yönetim Kurulu Üyesi.
  • AÇIK RADYO kurucusu.
  • 09.06.1963 Ankara, Maltepe doğumlu.
  • Sırasıyla TED Ankara Koleji, Beyoğlu Atatürk Lisesi'ni bitirdi. 1986'da İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü-Uluslararası İlişkiler'den mezun oldu.
  • YENİ ASIR gazetesi Dış Haberler Editörü olarak 1989 yılına dek görev yaptı.
  • Milli Eğitim Bakanlığı'nın Lisans üstü yurtdışı burs sınavlarını kazanarak İngiltere'ye gitti.
  • 1991'de Cambridge University'de hazırladığı master tezi ile Master of Philosophy derecesi aldı.Bu tezi ile medya-siyaset-kamuoyu arasındaki etkileşimlerini incelemiş.
  • 1991'de İngiliz LEGION TELECOMUNICATIONS grubu ile ALO BİLGİ Telekomünikasyon Hizmetleri isimli şirket kurdu. 1994 yılına kadar bu şirketin Genel Müdürlüğünü yaptı.
  • 1992-1995 yılları arasında;

      BİLGİ HASTANESİ,
      ICV REKLAM HİZMETLERİ,
      ALO MARKET,
      ART TV YAPIM,
      AÇIK RADYO
    gibi kuruluş ve/veya yönetimlerinde aktif görev aldı.
  • 1993 yılında ATV’nin kuruluşunda kısa bir süre Yayın Yönetmenliği yaptı.
  • 1994 yılında kurduğu ISIS (School of International Studies) kendi deyişine göre iletişimden bilgi sektörüne geçişinde dönüm noktası oldu. ISIS aracılığı ile University of Portsmouth ve London School of Ecomonics ile ortak eğitim programları düzenlediler.
  • Yine 1994 yılında BİLGİ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI’nı kurdu. Bu aynı zamanda yine kendi deyimiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin temellerinin atılması anlamına geliyordu. Nitekim 1996 yılında İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ kuruldu. Buraya kadar olan bilgilerin önemli bir bölümünü Erdal Şafak’ın 19.12.2005 tarihli SABAH gazetesindeki yazıdan aldım. Yazının linkini aşağıya veriyorum.

    İm (Kod): Tümünü seç
    http://www.sabah.com.tr/...p/gnc105-20051211-102.html

  • 19.05.2008 tarihinde BİLGİ ÜNİVERSİTESİ eski ABD Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright onuruna SANTRAL İSTANBUL’da yemek verdi. Yemekte Oğuz Özerden,Başbakan, SABAH gazetesi sahibi, genel yayın yönetmeni birlikte aynı masada oturdular. Pek sevmememe rağmen ORAY EĞİN’in AKŞAM gazetesinde ki 21.05.2008 tarihli yazısını okumanızı tavsiye ederim. Linki aşağıya veriyorum.

    İm (Kod): Tümünü seç
    http://www.tumgazeteler.com/?a=2867753

  • AZİZ NESİN’in oğlu matematik profesöri ALİ NESİN’in İzmir’in Şirince ilçesindeki MATEMATİK KÖYÜ projesine pek çok ünlü ile birlikte OĞUZ ÖZERDEN’de destek vermiş.
  • Türkiye’nin kendi kendine trilyoner olmuş en genç işadamlarından biri, belki de en genci.

Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Bu arkadaşın da böyle hızlı bir biçimde trilyoner olması bana anlamlı geldi. Acaba ellerinden kim ya da kimler tuttu?
  2. 900lü hatlardan kazandığı para ile bilgi sektörüne yatırım yapan bir kişi. Neden bilgi sektörü?
  3. Asıl ilginç olanı telekomünikasyon şirketinin kuruluşunda bulunuyor ve genel müdür oluyor hemen. Yahu böyle bir firma ben niye bulamadım? Ya da var mı çevrelerinde henüz masterını tamamlamışken gelen ‘’şirket kulalım’’ önerisini değerlendirip genel müdür olan bir yakınınız? Arkadaşlar nedir bu adam ve benzerlerindeki keramet?
  4. Aynı şekilde 23 yaşında üniversiteden mezun olan bir adam nasıl YENİ ASIR gibi köklü bir gazetede DIŞ HABERLER EDİTÖRLÜĞÜ gibi bana göre önemli olması gereken bir görevi yürütür ya da yürütebilir?
  5. Ve henüz 30 yaşında olan bir genç adam nasıl olur da bir televizyonun kuruluşunda Yayın Yönetmenliği yapabiliyor? Özgeçmişine göre bu konu ile ilgili bir eğitimi yok. Sadece ve sadece kendisine önemli bir unvan kazandıran bir master tezi var. Ki anlaşıldığına göre bu tezde medya konusunu öğrenmek ya da öğretmekten ziyade felsefi bir tez ki FELSEFE USTASI anlamına gelen bir unvan hak etmiş bu tezle.
  6. ALİ NESİN’e yaptığı yardım bana ve tabi ki eminim size de Ali Nesin’in de SOROS’tan yardım alanlar listesinde Oğuz Özerden ile birlikte buluşması ile anlamlı gelecektir.
  7. SANTRAL İSTANBUL’un yeri hükümet tarafından BİLGİ ÜNİVERSİTESİ’ne hibe edilecek kadar hükümete yakın bir kişi olduğu kesin.

DEVAM EDECEK…
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cmt Kas 15, 2008 10:46

CAN PAKER (NAFİZ CAN PAKER)

  • 1942 doğumlu.
  • Robert Kolej, Berlik Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu. Yıldız Üniversitesi'nde lisansüstü, Colombia Üniversitesi'nde doktora ve MBA yapmış.
  • Türk Henkel'in (Türkiye'de kimya sanayinin en önde gelen firması diyebiliriz) genel müdürüydü. Dünya genelindeki Henkel müdürlerinin başkanı ve sözcüsüydü. 2004 yılında emekli oldu.
  • 1997 Ocak ayında TESEV yönetim kurulu başkanı oldu.
  • 1998 yılında Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi oldu.
  • 2001 yılında Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi oldu.
  • 2001 yılında Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu üyesi oldu.
  • 2002 yılında Açık Toplum Enstitüsü Tüğrkiye Danışma Kurulu Başkanı oldu.
  • TÜSİAD yönetim kurulu üyesi ve Parlamento Komisyonu'nun başkanı (TÜSİAD siyasete katılımı arttırmak için kurmuştu).
  • 2007 yılında Liberal Düşünce Topluluğu tarafından kendisine Hürriyet Onur Ödülü verildi.
  • ENKA Okulları Danışma Kurulu Üyeliği yapmıştır.
  • Liberal-Demokrat çizgide bir politik görüşü vardır.
  • Bir dönem Deniz Baykal'ın danışmanlarından biridir.
  • Mehmet Barlas'ın eşi gazeteci Mecbure Canan Barlas'ın kardeşidir.
  • 13.05.2008 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanan Mine Şenocaklı röportajında, Türkiye'deki çeşitli faaliyetler için SOROS'tan yıllık ortalama 1 milyon 800 Dolar para aldığını söyledi.

Röportaj, aşağıdaki ilişimdedir:

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=7153


Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Ilgaz Zorlu isimli Musevi vatandaşımızın ''Evet ben Selanikliyim'' isimli kitabının bazı bölümlerine ulaştım. Bu vatandaşımız açık açık Sabetay kökenli olduğunu söylüyor ve inanılmaz şeyler yazıyor. Hatta Can Paker ile mahkemelik olmuşlar ve aşağıdaki ilişimi tıklarsanız bu vatandaşımızın Can Paker ile ilgili olarak mahkemeye yaptığı savunmayı okuyabilirsiniz. Gerçekten de bu savunmada inanılmaz iddialar var.

    İm (Kod): Tümünü seç
    http://www.sabetay.50g.com/Terakki/Vakif/vakif.html

  2. Can Paker'in de Sabetay kökenli olduğu anlaşılıyor.
  3. Ilgaz Zorlu'nun mahkemedeki savunmasında söylediği şu sözler bence çok ama çok ilginçtir:

    ''Sayın Nafiz Can Paker tarafından hakkımda ortaya atılan iddiaların tam olarak mahkemenizin sayın heyeti üzerinde bir kanaat teşkil edebilmesi için Sabetaycılk konusunun tüm yönleri ile ele alınması ve Türkiye’nin yönetiminde çok etkili olan bu cemaat hakkında eldeki mevcut bilgilerin bu mahkeme kanalı ile resmen Türkiye Cumhuriyeti kayıtlarına girmesinin sağlanması gerekmektedir. Zira bu cemaat üyeleri gizli yahudidirler, Türkiye kamuoyunda gündemi oluşturacak şekilde bir gruplaşma halindedirler ve ne yazık ki maksatlı olarak bazıları 1919 dan beri süregelen bir cemaat politikası neticesinde Türkiye’nin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü hedef alaarak bir başka ülkenin yönetimi altına sokulmasını istemektedirler ve bu amaçla da gizli bir örgüt üyesi gibi çok mühim çalışmalar yapmaktadırlar. Bu yönü ile bu dava tarihi bir anlam taşımaktadır. Çünkü benim temel iddiam “Sabetaycı kökenli olarak bir gizli cemiyet oluşturan ve Türkiye siyasetinde ve devletinde önemli yerlere gelen kamuoyunda liberal solcular olarak tanınan ve hemen hemen hepsi ya köken olarak sabetaycı olan ya da evlilikler yoluyla sabetaycı cemaate girmiş kişilerden müteşekkil olan bu örgüt Türkiye devletini ele geçirme gayreti içindedirler.” Oysa bu cemaat dini vasıfları olan bir cemattir ve yahudi dini kuralları gereğince de bu tip faaliyetlerde bulunması yasaktır. Tevrat’ta yeralan yaşadığınız ülkenin kurallarına uyacaksınız ayeti ile de bunun bir dini manası da vardır. Bu kişiler ve kendilerine kan bağı ile bağlı olan akrabaları; Türk Basını içinde kökenleri 1919 lara kadar dayalı bir şekilde bir menfaat grubu oluşturmuşlardır. Aynı şekilde Şişli Terakki isimli bir cemaat okulunun da yönetiminde bir arada bulunmak suretiyle hiç kimsenin dikkatini çekmeden bir örgütün faaliyetlerini sürdürmektedirler. Sabetaycıların ondokuzuncu yüzyılda aynı gizli örgüt mantığı ile yeraldıkları Mason Locaları, Melami Tarikatı ve İttihat Terakki Partisi bugün yerini Şişli Terakki Lisesi’ne bırakmıştır. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir okulmuş gibi algılanan bu okulun yönetiminde yeralan Prof. Asaf Savaş Akat, Prof. İlter Turan, Prof. Ahmet Yücekök, Dr. Nafiz Can Paker bugün Türkiye yönetimine hazırlanan ve perde arkasında da çok ciddi politik ilişkileri olan kişilerdir.''

    Ilgaz Zorlu, Kudüs'te ki BEN ZEWİ ENSTİTÜSÜ'NDE -ki Sabetaycılığın önemli kaynaklarının korunduğu enstitüdür- önemli araştırmalar yapmış ve belge-bilgilere ulaşmıştır. Bu durumu bizzat Prof. Dr. Selçuk Erez Cumhuriyet gazetesinin Dergi ekinde 30.08.1998 tarihinde yazmıştır.
  4. Daha önce kısaca sizlere tanıtmaya çalıştığımız kişiler gibi onun da Sabancı Grubu ve SOROS ile ortak ilişkileri dikkate değerdir.
  5. Bir şekilde en azından bir dönem sol içinde etkili bir isim olmuş. Olmuş ki yine bir dönem Deniz Baykal'a danışmanlık yapabilmiş.
  6. Kemal Derviş'in Amerika'dan ile ilk geldiği dönem üstüste yaptığı görüşmelerde neler konuştuğu pek çok kişinin merak konusudur.
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Çetin Taş » Cmt Kas 15, 2008 11:39

SALİM USLU

İm (Kod): Tümünü seç
http://guvenlik.iem.gov.tr/roportaj/salim_uslu.asp


Yukarıdaki ilişimden de ulaşılacağı üzere, kendi anlatımıyla:

  • Çorum-Alaca doğumludur.
  • Kamu ve Özel sektörde çalışmış.
  • 1995 yılına kadar Hak-İş'e bağlı Öz Gıda-İş Sendikası ve Hak-İş Konfederasyonu'nda çeşitli görevlerde bulunmuş.
  • 1995’ten beri, Hala Öz Gıda-İş Sendikası ile Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanlığı görevini sürdürmektedir.
  • AB-Türkiye Karma İstişare Komitesi ve ETUC (Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurulu üyesidir.
  • Çeşitli sosyal kültürel vakıf ve derneklerde kurucu ve mütevelli heyet üyeliklerinde bulunmaktadır.

    - Sendikal hareket, Bütün yönleri 1 Mayıs, Göç isimli kitapların yazarıdır.
  • Benden de bir cümle:

    Muhafazakar sendika olarak bilinen HAK-İŞ'in mantıken muhafazakar olması gereken genel başkanıdır.


Buradan çıkartılması gereken notlar:

  1. Şu ana kadar incelediğimiz isimler arasında hakkında en az bilgi bulunan kişidir. Bana bu durum çok tuhaf geldi. Yani SOROS ile bağlantısı olduğu açık. Çünkü Açık Toplum Enstitüsü Danışma Kurulu üyeliği yapan bir kişinin bir şekilde Amerika ile, Avrupa ile, Sabancı Grubu ile, ya da bunlardan bir veya birkaçı ile hayatının bir bölümünde bir araya gelmiş olması gerektiği gibi bir önyargım oluştu şu ana kadar yaptığım araştırmalardan sonra. Salim Uslu ile ilgili bu konular ile ilgili çok detaylı bilgiye henüz rastlayamadım. Ayrıca kamu ve özel sektörde çalıştığını bizzat kendisi söylemiş ama hangi devlet kuruluşlarında ve hangi özel sektör şirketi ya da şirketlerinde çalıştığına dair bilgiyi henüz bulamadım.
  2. Kendisi ile ilgili bir sendikacının uzun yazısı ilgimi çekti, çünkü hakkında ki iddialar yenilir-yutulur gibi değil. Ve yine bir başka sendikanın web sitesinde Talat Turhan'ın SOROS ile ilgili yazdığı yazıda adının geçtiği bölüm de yine şimdiye kadar incelediğimiz kişiler ile birlikte adının geçtiği görülüyor. Her iki yazıya ait web sitelerini aşağıda alt alta veriyorum.Dileyen tıklayıp okuyabilir.

İm (Kod): Tümünü seç
http://sendikaciabi.blogcu.com/taseron-sendikaci-salim-uslu-iyi-oku_19334601.html


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.turkegitimsen.org.tr/modules.php?name=Kose_Yazilari&file=yazdir&sid=147
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02


Şu dizine dön: Türkiye Ağı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x