İki gündür toz-pembe bir dünyadayız. Her şey yolunda, her işimiz güzelmiş. Gülen Gül'e bakıyoruz, sayfa sayfa; gülen Gül'ü seyrediyoruz ekran ekran. Kâh Hayrünisa'nın hayrındayız; kâh Abdullah'ın gülündeyiz.
Meğer hiçbir derdimiz yokmuş. Bütün derdimiz-tasamız, O'nun adının açıklanmasındaymış. Neşe doluyuz dünden beri, neşe. Gül'en gülücüklerle dolaşıyoruz ortalıkta.
Derdimiz belliymiş meğer bizim, belli. Bir adın açıklanmasıymış derdimiz.
Meğer geçim sıkıntısı içinde değilmişiz. Maaşımız yeter de artarmış, meğer.
Bütün gençlerimiz iş-güç sahibiymiş, meğer. İşsizlik bunalımında değilmiş, gençler. Her şeyleri yerinde olduğu içinmiş meğer intihar etmeleri.
Çiftçimiz aç değilmiş, meğer. Ürünleri para edermiş, meğer.
Esnafımızın siftah derdi yokmuş, meğer. Müşterinin biri girip biri çıkarmış, meğer mağazalarına.
Üniversiteye giremeyen gençlerimiz yokmuş, meğer. Gerek görmedikleri için üniversiteye girmezlermiş meğer. Abdullah'ın yahut Tayyip'in çocukları gibi ta Amerikalarda okumaya ihtiyaçları yokmuş, meğer.
Her gencimizin işi varmış, meğer. Okulu bitirir-bitirmez, gemi sahibi olmuşlarmış, meğer. Kimisi tavuklarına mısır yetiştirmeye çalışır, kimisi Vadofone'la otel odasında pazarlık peşindeymiş, meğer.
Başörtüsü diye bir sorunumuz yokmuş, meğer. Kızlarımız okuluna rahatça girip çıkarmış meğer. AİHM'ye dilekçe yazmaya ihtiyaçları bile yokmuş, meğer.
İmam-Hatiplerin katsayı diye bir derdi yokmuş, meğer.
Dağlarımızda teröristler gezmezmiş, meğer. Hepsi dağdan inip düz ovada siyaset yaparmış, meğer.
Kıbrıs diye bir derdimiz yokmuş bizim. Ada yerinde duruyormuş, meğer. Bir adım önde olup Ada'nın batmasını önlemişiz, meğer.
Kuzey Irak'ta habis bir ur oluşmamışmış, meğer. Bu ur, Türkiye'yi tehdit etmezmiş, meğer. Barzani ve Talabani adında iki uyuz it, havlayıp durmazmış, meğer.
Meğer misyonerlik diye de bir derdimiz yokmuş. Sattığımız topraklarımızı, gemilere doldurup götürmemişler, meğer. Bütün topraklarımız bizdeymiş meğer.
Ofer, Tüpraşımızın yüzde on dörtlük hissesini ihalesiz almamışmış, meğer. Bankalarımız satılmamışmış, meğer. Yunan Devlet Bankası dahi bankalarımızı almamışmış, meğer.
Zina diye bir derdimiz yokmuş bizim, meğer.
Alt kimlik-üst kimlik diye bir tartışmanın içinde değilmişiz meğer.
"Gocunmayan da kendine Türk diyebilir" diyen ağız diye bir derdimiz yokmuş meğer bizim.
İmar yasasındaki cami yeri ibaresinin kaldırılması diye bir derdimiz yokmuş, meğer bizim.
Ekümeniklik, Ruhban Okulu'nun 24 saatte açılması diye bir aciliyetimiz yokmuş, meğer.
İstanbul yaşanılır bir şehirmiş, meğer. Sokaklarında insanımız karısıyla-kızıyla kapkaça uğramadan rahatça dolaşabilirmiş, meğer.
Kısacası karnımız tok, sırtımız pekmiş, meğer. İki gündür yüzümüzde gül'ücükler açıyordu. Her nereye baksak Gül'ü görüyorduk.
Fakat o da ne?
İnternet sayfalarına bir haber düştü. "Hepimiz Türk'üz, hepimiz Mete'yiz".
Nereden çıktı bu şimdi?
Hâlbuki ne de mutluyduk iki gündür.
Gül'erken niye uyandırır ki bu haber bizi.
Sanal mutluluğumuzu niye yarıda bırakır ki?
Hâlbuki ne kadar da mutluyduk.
Gül'e bakıp güldüğümüz sırada uyandırmanın, gerçekleri göstermenin zamanı mıydı? Bilmez mi ki, bu haber, biz millet olarak uzun yıllardır, gülmeye hasret kalmıştık. Sanal da olsa gül'erken niye uyandırır bizi.
Siirt'te şehit düşen piyade komando Metehan Atmaca'nın al bayrağa sarılı tabutunu niye yayınlarlar ki?
Şehit fotoğrafı yayımlamanın sırası mı?
Hem de Siirt'te şehit olmuş bir Mehmetçiğin fotoğrafını. Halbuki biz Siirt'ten yola çıkan kervanımızı 864 rakımlı tepeye çıkarmak üzereydik.
Sırası mı?
Sırası mı, şehit Metehan'ın başörtülü anasının oğlunun tabutuna sarılı fotoğrafını yayımlamanın? Hâlbuki biz başörtülü "first leydi" seçmenin mutluluğundaydık.
Olmadı bu. Uyandırmamalıydılar bizi.
Niye acımasız gerçekleri hatırlatırlar bize.
Gerçekler iki günlük mutluluğu çok gördü bize.
Hâlbuki ne de mutluyduk, iki gündür.
Prof.Dr. Metin ERGUN
Etikhaber