Güneydoğu - PKK - K. Irak

Güneydoğu - PKK - K. Irak

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 22:45

Talabani’nin ipiyle kuyuya inilir mi?

Fikret Bila, 25.12.2008

fbila@milliyet.com.tr



Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ortaya attığı PKK’nın silah bırakmasını da öngören dört aşamalı plan, gündemi meşgul edecek gibi görünüyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Talabani’nin planı konusunda kesin bir değerlendirme yapmadı. Sadece, “Bizim bir eve dönüş yasamız var. Önerileri değerlendireceğiz” demekle yetindi. Bu sözler, Ankara’nın böyle bir çalışmadan bilgi sahibi olduğunu gösteriyor.
Henüz üzerinde taraflarca uzlaşılmış bir plandan söz etmek için erken. Tablo ortaya çıkmış değil. Önümüzdeki günlerde netleşebilir.

Talabani faktörü
Konunun boyutları tam olarak ortaya çıkmadı ama bu projeye Talabani öncülük edecekse, başından sorunlu bir süreç yaşanacağını söylemek mümkün.
Talabani, bugün Irak Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyor olsa da sonuçta bu sıfatının konjonktürel olduğu ve ABD tarafından bu koltuğa getirildiği biliniyor. Talabani’nin yine Kuzey Irak’taki Kürt lider olduğunu unutmamak gerekir.
Talabani hakkında Türk kamuoyunda iyi bir izlenim olduğunu söylemek zor. Siyasi “esnekliği” güven sorunu yaratacak boyutta olan Talabani’nin ipiyle kuyuya inilir mi sorusuna Türk kamuoyundan olumlu yanıt beklememek gerekir. Bu da işin başında bir güven sorunu olduğunu gösterir.
Abdullah Öcalan’ın yanında Şam’da boy gösteren, birlikte basın toplantısı düzenleyip “ateşkes” ilan eden Talabani’nin PKK konusundaki tutumu hiçbir zaman Ankara’ya güven vermemiştir.
Bu nedenle, Talabani’nin öncülük edeceği bir girişim, başından sakat bir girişim olabilir. Ankara iyi niyetle hareket etse bile Türk kamuoyu açısından Talabani faktörünün yaratacağı etkiyi iyi hesaplamalıdır.

Kim kimi ikna edecek?
Talabani’nin olayı sunuşuna biraz daha yakından bakalım...
PKK’nın silah bırakmasını, silahlı mücadele döneminin geride kaldığını söylüyor. Dağdan inecek PKK’lıların Türkiye’de cezaevlerine değil evlerine dönmeleri gerektiğini belirtiyor. Türkiye’nin bunu sağlayacak adımı atması gerektiğini savunuyor.
Bu söylem sanki ikna edilmesi gereken unsur PKK’ymış gibi bir izlenim doğuruyor. “Türkiye sizi cezaevine göndermeyecek, evlerinize döneceksiniz” söylemiyle PKK’nın, “silah bırakma”ya ikna olacağı gibi bir hava yaratıyor Talabani...
Bu işlerin bu kadar basit olmadığını herkes bilir. Sanki ikna edilmesi gereken PKK’ymış gibi bir sunuş başından yanıltıcıdır.
PKK’nın silah bırakıp, tasfiye edilmeyi beklemesi düşünülemeyeceğine göre, Türkiye’den talep edilen nedir? Bir başka ifadeyle, Talabani’nin dile getirdiği planın karşılığı nedir? Karşılık olarak Ankara bir taahhütte bulunmuş mudur? PKK’lı olmayan Kürt vatandaşlarımız bu projenin neresindedir? Talabani’nin bu girişimi ile Irak’taki Türkmenlerin durumu arasında bir bağlantı var mıdır? Bu denklemde Kerkük yer alıyor mu?
PKK’ya karşı Türkmenler gibi bir pazarlık söz konusu mu?
Soruları çoğaltmak mümkün. Önümüzdeki dönemde, bu soruların yanıtlarını birlikte göreceğiz.
Ancak şurası açıktır ki, çalışmaların Talabani imzası taşımasını Türk kamuoyu kuşkuyla karşılayacaktır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Kısır döngü bu sefer kırılabilir

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 22:48

Kısır döngü bu sefer kırılabilir

rcakir@gazetevatan.com



Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin son sözlerini “yıllardır aynı şeyleri söylüyor zaten”, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ziyaretini de “bu tür gelişi gidişler çok oluyor zaten” diye önemsiz görmeye ve göstermeye çalışanlar olabilir. Ancak son gelişmeleri, içinden geçmekte olduğumuz sürecin verileriyle değerlendirdiğimizde PKK sorununda yepyeni bir aşamanın eşiğinde olduğumuzu pekâlâ söyleyebiliriz. Çünkü:

1) Obama’nın başkan seçilmesiyle Irak’taki Amerikan varlığının çok fazla sürmeyeceği tescillenmiş oldu. Iraklılar -buna Kürtler de dahil- bundan böyle komşularıyla ilişkilerini kendi başlarına düzenlemek zorunda olduklarını biliyorlar. Yıllardır Irak topraklarını üs olarak kullanan İranlı rejim muhalifi Halkın Mücahitleri’ne kapıyı gösteren Iraklılar’ın PKK’yı tolere etmeyi sürdürerek Türkiye’yi alenen karşılarına almaları beklenemez. Kürdü, Şiisi ve Sünnisiyle tüm Iraklılar Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmeye mecburlar. Bunun önündeki en büyük engelin topraklarındaki PKK varlığı olduğunu biliyor ve artık bu işi noktalamak istiyorlar.

2) Hükümet uzun bir süredir PKK’yı devre dışı bırakmak, bunun için Irak Kürtleri’nden istifade etmek istiyordu ancak TSK’nın önüne çıkardığı “kırmızı çizgiler” nedeniyle istediği gibi hareket edemiyordu. Fakat Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte çok ciddi bir değişim yaşandı. Org. Başbuğ, Irak Kürtleri’ni neredeyse PKK’dan daha tehlikeli görme anlayışını terk etti ve hükümetin Kürt yönetimiyle görüşmelerine “yeşil” olmasa da “sarı” ışık yaktı. Öyle ki hükümetle asker arasında terörle mücadelede son dönemde varılan mutabakatın en temel ayaklarından birinin Irak Kürtleriyle ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz.

Zorla mı, gönüllü mü?

Öncelikle şu soruya cevap vermek gerekiyor: PKK zorla mı tasfiye edilecek, yoksa kendi rızasıyla silah mı bırakacak? Talabani, Irak Kürtleri’nin PKK ile savaşmasının asla söz konusu olmayacağını bir kez daha açık açık vurguladı. Onların aktif katılım ve desteği olmadan Türkiye’nin örgütü Kuzey Irak’tan kazıyabilmesi çok gerçekçi değil.

Talabani’yi dinlediğimizde, Irak Kürtleri’nin bütün enerjilerini PKK’yı silah bırakmaya ikna etmeye sarf edeceklerini anlayabiliyoruz. Bunun yolu da hiç kuşkusuz silah bırakmayı örgüt için cazip kılmaktan geçiyor. Peki bu cazibe nasıl sağlanabilir?

İlk akla gelenleri sayalım: Alt düzey militanlara af (Talabani de açık bir şekilde militanların “evlerine dönmesi”nden bahsediyor suçları neyse onun cezasını -belki belli indirimlerin ardından -çekmelerini telaffuz etmiyor) üst düzey yöneticiler için sürgün benzeri bir formül Kürtlere yasal siyaset imkanlarının sonuna kadar sunulması buna bağlı olarak Kürt sorununun çözümü noktasında reformlara hız verilmesi... Öcalan’ın geleceği konusu da en yakıcı sorun olarak dile bile getirilemiyor.

Fakat Başbakan Erdoğan ise zaten yıllar önce “Eve Dönüş Yasası” çıkartmış olduklarını söylemekten öteye gitmiyor. Org. Başbuğ’un da buna ek olarak af çağrışımı yapabilecek herhangi bir yeni yasaya hiçbir şekilde sıcak bakmadığını biliyoruz. Halbuki “Eve Dönüş Yasası” kimsenin eve dönmesine kapı aralayamamış bir “Pişmanlık Yasası”ndan başka bir şey değildi.

Görüldüğü gibi, çözüm tartıştığımızda hep aynı kısır döngünün içine yuvarlanıyoruz. Çünkü Türk devlet geleneğinde, bildiğim kadarıyla “pes etme” (günümüz için tercüme edersek “teröristle müzakere”) intibaı yaratacak herhangi bir örnek yok.

Peki bugün bu döngüyü kırma ihtimali var mı? Bence var. Daha önce de yazmış olduğum gibi, yine aynı tarihe baktığımızda, devletin en beklenmedik anlarda alabildiğine gerçekçi davranabildiğini, kendi içinden çıkan ayaklanmaların sorumlularını kolaylıkla affedebildiğini, hatta bazı durumlarda bunları mevcut sisteme dahil etmekten çekinmediğini görüyoruz. Prof. Metin Heper’in “Devlet ve Kürtler” kitabında bu konuda birçok örnek bulabiliriz.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bugünkü manşetleri merak ediyorum

İletigönderen kgursu » Prş Ara 25, 2008 22:53

Bugünkü manşetleri merak ediyorum




FOTOĞRAFA baktığımda kendi kendime şunu söyledim: "Acaba Türk gazeteleri, bugün bu kameraman fotoğrafını nasıl değerlendirecekler?"

Kaçı manşete çekecek?

Kaçı bunu büyük bir skandal olarak değerlendirecek?

Kaçı olumlu bir gelişme olarak görecek, kaçı nötr verecek veya es geçecek?

Fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var.

Irak Başbakanı Maliki’yi izleyen muhabirlerden birinin kamerasının üzerinde şu yazıyordu:

"Kürdistan."

Belli ki, Kuzey Irak’taki Kürt otonom bölgesinin televizyon kanallarından biri de ziyareti izliyordu.

* * *

Yıllar önce Atina’da Türk Büyükelçisi’nin ofisinde bir olaya tanık olmuştum.

Bulgaristan’ın yeni göreve gelen başbakanı, Atina’ya ilk resmi ziyaretini yapıyordu.

Gelişini canlı yayında televizyondan izliyorduk.

Bulgar Başbakan’ın uçağı piste indi.

O ana kadar normal bir tonda olayı anlatan spikerin sesi aniden yükseldi.

Karşılamaya gelen Yunan heyetindeki bazı kişiler koşuşturmaya, heyecanla birbirlerine bir şeyler söylemeye başladılar.

Bulgaristan Başbakanı’nı Atina’ya getiren uçağın arka dikmesinin üzerinde, Makedonya’nın amblemi olan büyük bir güneş resmi vardı.

Yunanistan, Makedonya’yı tanımıyor.

Tanımamak ne demek, adı geçtiğinde çılgına dönüyor.

Bu tutum, ülkede milli bir refleks haline gelmiş, daha doğrusu getirilmiş.

Meğer komünizmden henüz çıkan Bulgaristan’da doğru dürüst bir uçak bulamadıkları için, Makedonya’dan bir uçak kiralanmış.

* * *

Yanılmıyorsam, Bulgaristan Başbakanı veya onu getiren uçak apar topar geri gönderildi.

Semboller her yerde güçlüdür, ama Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’da daha da güçlüdür.

Bu sembollere takılıp kalmak, ülkeler arasındaki yakınlaşmayı da önler.

Türkiye yıllardan beri Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumuna karşı çıktı.

Yunanlılar için "Makedonya" kelimesi ne kadar tabuysa, bizler için de "Kürdistan" kelimesi böyle bir şeydi.

Kürdistan kelimesi dün, bir televizyon kamerasının üstünde Çankaya Köşkü’ne çıktı.

Doğrusu çok merak ettim.

O kameraman hangi isimle akreditasyon aldı?

Başvuruda böyle bir kelime hiç kullanılmadı mı, yoksa kullanıldı da, önemsenmedi mi?

Bence hiç önemli değil. İyi de oldu.

Çünkü Kuzey Irak’la ilişkilerde kelimelere, sembollere takılıp kalmak herkese zarar veriyor.

Oysa artık yaşayarak öğrendik ki, tabular yakılıp belli bir anlayış noktasına gelinince, tarihin biriktirdiği sorunların çözümü yolunda ciddi adımlar atılabiliyor.

* * *

Bağdat’tan ve Kuzey Irak’tan gelen haberlere bakılırsa, PKK sorununun çözümü için umut verici bir işbirliği zemini oluşmak üzere.

Burada ilerleme sağlamak için başka bazı tabuların da yıkılması gerekir.

Türkiye’de "Makedonya refleksi" ile hareket eden bazı çevrelerin bunu torpillemek için elinden geleni yapacağına eminim.

Cesur siyasetçilere ihtiyacımız var.

Sadece AKP yetmez, CHP ve MHP’nin de akan kanı durdurmak için kendi tabularını kıracak bir anlayışa gelmesini umut ediyorum.

"Makedonya refleksi" bu yolu kapatır.

Çankaya Köşkü’nün bahçesindeki esnek ve komplekssiz tavırsa sonuna kadar açabilir...

O zaman geriye dağdaki PKK’nın dünkü gibi, alçakça provokasyonları kalır ki, Türkiye, Irak ve Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi biraraya gelirse, o alçağı halletmek çok kolaylaşır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Kürtçe vazgeçilmez bir ön koşul

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:41

Kürtçe vazgeçilmez bir ön koşul

mabirand@e-kolay.net


Tesev’in Kürt sorunuyla ilgili son raporunu bilmem görebildiniz mi?
Adı “Kürt Sorunu’nun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası. Bölgeden Hükümete Öneriler”.
İlginç yanı. Bu rapor, Güneydoğu’da siyasi eğilimler dernekler ve çok sayıda, Kürtler arasında lider konumunda olan, sözü dinlenen kişilerle yapılan görüşmelerin ortak noktalarını açıklıyor
Şimdiye kadar ”çözüm önerileri” hakkında nice çalışma, anket, hatta değerlendirme yayınlandı. Hiçbiri TESEV’in ki gibi, sivil zemindeki ortak görüşmeleri toplamıyordu. Siyasiler, askerler ve medyanın çok ilgisini çekmesi gereken bir çalışma.
Raporun ortak noktası, Kürt sorununun çözümünün “olmazsa olmazı” dil ve eğitim olarak ortaya çıkıyor.
Bakın, somut öneriler şöyle:

• Anayasa ile Milli Eğitim Temel Kanunu değiştirilerek tüm eğitim kurumlarında Kürtçe’nin ikinci dil veya seçmeli dil olarak kullanılabilmesinin önü açılmalıdır.
• Örgütlenme ve ifade özgürlüğüne getirilen dil yasakları kaldırılmalıdır.
• Yer isimlerinin değiştirilmesi önlenmeli, değiştirilenlerin Kürtçe ve diğer dillerdeki orijinal isimleri iade edilmelidir.
• Bölgedeki camilerde vaazlar Türkçe/Kürtçe verilebilmelidir.
• Bölgedeki sağlık kurumlarına yapılan atamalarda Kürtçe bilen personel tercih edilmelidir.
• Bölgedeki mahkemelere Kürtçe bilen personel atanmalıdır.
• Bölgedeki devlet tiyatrolarında Kürtçe oyunlar da sergilenmelidir.
• Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı üzerine çalışma yapacak Kürdoloji enstitüleri açılmalıdır.

Tabii bu listenin dışında daha çok sayıda öneri var. Ancak bunlar, hemen her kesim tarafından önemle vurgulanan noktalar.
Bu liste, Kürt kökenli vatandaşlarımızın vazgeçilmez beklentilerini yansıtıyor. Şimdi kalkıp “olur mu kardeşim, bu şekilde ülke bölünür” dersek, Kürt sorununu çözemeyiz ve PKK’nın yeşermesi için mümbit bir bataklık yaratmış oluruz.
Bilmekte yarar var.



Yaşar Kemal'de aynı noktada ısrarlı
Türkiye’nin gurur duyduğu Kürt kökenli isimlerin başında Yaşar Kemal gelir.
Yaşar Kemal’in özelliği, Kürt kökenini ne içerde, ne de uluslararası alanda kullanmamasından kaynaklanır. Geçmiş yıllarda istese Kürt sorununun bayraktarlığını yapar, Kürtlerin Türk Devleti tarafından nasıl ezildiğini anlatır, bir bayrak durumuna girebilirdi. Bu sayede, şimdiye kadar kazandığının bir mislini elde edebilirdi.
Yapmadı...
Aksine, sorunun silahla çözümlenemeyeceğine sahip çıktı. Bir iç savaş veya silahlı çatışmanın, Kürtlere de büyük zarar getireceğini söyledi. İki tarafı da uyardı.
Geçenlerde, Zülfü Livaneli ve eski DYP milletvekili Sedat Aloğlu ile ziyaretine gittik.
“Bak, M.Ali beni iyi dinle...” diye başladı ve tüm birikimini konuşturdu. “Eğer iktidar, Kürt sorununu çözmek istediğini göstermek istiyorsa, bunun vazgeçilmez ve tek adımı, ona dil hakkının sağlanması, tüm kısıtlamaların kalkmasıdır” dedi.
Yaşar Kemal başka hiçbir şeyin üstünde durmuyor. Varsa yoksa ana dil. İnsanoğlunun en önemli ve vazgeçemeyeceği ihtiyacının ana dilinde konuşabilmesi, ana dilinde haberleşebilmesi ve ana dilinde yazışabilmesi olduğuna dikkat çekiyor. Ana dilini kullanması kısıtlanan insanların, sürekli tepki duyacaklarına, yaşadıkları yeri vatan gibi görmeyeceklerine, eziklik hissedeceklerine dikkat çekti.
“Bir insanı kendimize düşman etmenin yolu, ona en temel ihtiyacını, yani ana dilini yasaklamaktır” dedi.
Yaşar Kemal’in dediklerini düşündüğünüz zaman, ne kadar doğru bir saptamada bulunduğunu anlamamak imkansız.
Kendimizi Kürt kökenli vatandaşlarımızın yerine koyalım. Farzedin onlar çoğunlukta, biz de onların yerindeyiz. Devlet bize Türkçe konuşmamızı, çocuğumuza, hatta yaşadığımız yerlere Türkçe isim vermemizi, Türkçe TV, radyo, hatta şarkıyı yasaklıyor. Türkçe dersi verilmesini, çocuğumuza ana dilini öğretmeyi engelliyor.
Ne hissedersiniz?
Kürtler de böyle hissediyorlar.
TESEV raporunun bulgularıyla, Yaşar Kemal’in .bize söyledikleri örtüşüyor...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Çiçek: Talabani 221’i dağdakilere iletebilir

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:45

Çiçek: Talabani 221’i dağdakilere iletebilir

fbila@milliyet.com.tr


Irak Devlet Başkanı Talabani’nin, PKK’nın tasfiyesi için dört aşamalı bir plandan söz etmesi, dikkatleri bu yöne çevirdi.
Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Barzani de bu konuda Türkiye ile bir yakınlaşma içinde olduklarını ifade ederek, ortak bir çalışmanın yürütüldüğü izlenimi verdi.
Başbakan Erdoğan da Irak Başbakanı Maliki’nin ziyaretinden sonra gazetecilerin sorusunu yanıtlarken, PKK ile mücadele konusunda Irak yönetimiyle en küçük bir sorun olmadığını söyledi.
Talabani’nin “Dağdakiler cezaevine değil evlerine dönmeli” açıklaması ayrıca merak uyandırdı.
Ankara’nın tutumu nedir? Bu planın neresinde duruyor? Talabani’nin ima ettiği gibi, dağdaki PKK’lılar için bir af söz konusu mu?
Bu soruları dün Başbakan Yardımcısı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı Cemil Çiçek’e yönelttim. Şu yanıtı verdi:

‘Af yok’
“Önce şunu belirteyim ki, bizim gündemimizde af yok. Son günlerde gündeme gelen gelişmeler hükümetimizin uzun süreden beri PKK’nın tasfiyesi konusunda yürüttüğü yoğun diplomasinin bir sonucudur. Biz, Irak yönetimiyle de o yönetimin içinde Irak Anayasası’na göre yer alan diğer ilgililerle de ABD ile bu konuyu sürekli konuşuyoruz. Birinci talebimiz, PKK’nın tasfiye edilmesi, etkisiz hale getirilmesidir. Ancak bunun bir af düzenlemesiyle yapılması söz konusu değildir.”

‘Türkiye’nin talepleri’
“Bizim, Irak’a da ABD’ye de söylediğimiz şudur: Terörle mücadele konusunda görüş birliği olduğuna göre ve PKK da Kuzey Irak’ta üslenip saldırdığına göre, bunu tasfiye edin. Etkisiz hale getirin. Getiremiyorsanız, birlikte getirelim. O da olmuyorsa biz yapalım. Gündeme gelen gelişmeler bizim bu çerçevedeki yoğun çabalarımızın sonucudur.”
‘Etkin pişmanlık nelerine yetmiyor?’
Çiçek, Türk Ceza Yasası’nın etkin pişmanlığı düzenleyen 221. maddesinin dağdan inmek için yeterli olduğunu da savundu ve şöyle dedi:
“Bizim af düzenlemesi gibi bir düşüncemiz yok. Türk Ceza Kanunu’nun 221. maddesi var. Etkin pişmanlığı düzenliyor. Batı hukukunda da olan bir düzenlemelidir. Birkaç savcılıktan bile aldığımız bilgi, 350-400 örgüt üyesinin bu maddeden istifade ettiği yönündedir. Bu madde hükmü kimin, neyine yetmiyor? Sadece örgüt üyesi olmak suçunu işlemiş olanlar bu maddeden istifade ederek serbest kalıyorlar. Bu aslında dağdan inmek için yeterli bir maddedir.”

‘Talabani iletebilir’
Çiçek, bu maddenin uygulanmasıyla ilgili olarak da iki sorundan şöyle söz etti:
“1- 221. maddeden dağdakinin haberi yok.
2- Dağdaki örgüt yöneticisi kadro, örgüt üyelerini bir bakıma rehin tutuyor.
Belki dağdakiler bu maddeden bilgi sahibi olsa inmek için daha çok çaba gösterecekler. Bu maddenin bir şekilde dağdakilere iletilmesi lazım. Bunlar Kuzey Irak’ta. Kim iletebilir? Ben, Talabani Ankara’ya geldiğinde havaalanından ikametgâhına kadar 221. maddeyi anlattım. ‘Biz bunu bilmiyorduk’ dedi. Evet, bilmiyorlar. Dağdakiler de bilmiyor. Dağdakilere Talabani yönetimi iletebilir. Ben de bu amaçla anlattım zaten kendisine.”

‘Üçte biri yabancı’
Çiçek, yeni düzenleme tartışmasıyla ilgili şu değerlendirmeyi de yaptı:
“Zaten 221. madde var. Yeni düzenleme deniliyor. Şu anda örgütün üçte biri yabancı uyruklu. Suriye’den, diğer ülkelerden var. Üçte birlik bir oran da 1800 civarında örgüt üyesi demektir. Bunlar bizim yapacağımız yasal düzenlemelerin dışında. Düzenleme yapsanız da 1800’ü zaten dışında kalacak. Ama Türk vatandaşı olanların çoğunun da eylemli suça karıştıklarını sanmıyorum. Çoğu dağa yeni çıkmışlar. Terör örgütüne üye olmak dışında ekseriyeti henüz suç işlememiş durumda. İşte bunlar 221. maddeden yararlanarak dağdan inebilirler.”

‘Söyleyen Baykal olmasaydı’
Çiçek, CHP lideri Baykal’ın, “Talabani üzerinden PKK’nın talepleri görüşülüyor” sözlerine ise şu karşılığı verdi:
“PKK ile doğrudan veya dolaylı bir görüşme söz konusu bile olamaz. Bunu söyleyen Sayın Baykal olmasa daha ağır yanıt verirdim. Ama Sayın Baykal’a saygım var. Bu tür beyanlar eksi 15 derecede nöbet bekleyen, teröristle mücadele eden personelimizi olumsuz etkiler. Terörle mücadele her şeyden önce moral işidir.”

‘Baykal isteseydi’
“Sayın Baykal isteseydi bizzat ben kendisine bilgi verirdim. Bu beyanı vermeden önce bizden bilgi istese, ‘böyle bir şey var mı’ diye sorsa, belki bu beyanı vermeye ihtiyaç duymayacak. ‘Sadece bir endişem var’ diyerek bu konularda bilgi almadan beyanda bulunmasa daha iyi olurdu.”


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

PKK’yı “dağdan indirmek”...

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:47

PKK’yı “dağdan indirmek”...

cengizcandar@referansgazetesi.com


Ankara’da Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile yapılan görüşmelerde “PKK’nın silahsızlandırılması”na ilişkin bir plân sunulduğu anlaşılıyor.


Genellikle güvenilir haberler yayımlanmasıyla bilinen Arap gazetesi El-Hayat, Maliki’nin Türkiye’ye sunduğu plânda dağdaki PKK’lıların Türkiye’ye dönebilmelerine ilişkin Türkiye tarafından bir “mekanizma kurulması” gerektiğinin yer aldığını ileri sürüyor. Aynı haberde, PKK’nın lider kadrosunda yer alan 150 kişinin de ya Kuzey Irak’ta kalması veya bir Batı Avrupa ülkesi ya da ülkelerine nakledilmesinin öngörüldüğü yer alıyor.

Irak Cumhurbaşkanı Celâl Talabani’nin bir süre önce sözünü ettiği “aşamalı” çözüm formülünde de “PKK’lıların Türkiye’ye döndüklerinde hapishaneye değil evlerine dönmelerinin sağlanması”na ilişkin sözleri hatırlanacak olursa, Maliki’nin başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, Türk yetkililerine nasıl bir öneri ile geldiğini tahmin etmek çok da zor değil.

PKK’yı “dağdan indirmek” veya bir başka deyimle “silahsızlandırmak”, yani Kürt sorununun “şiddet boyutu”na, Türkiye için ön plânda olan “güvenlik boyutu”na son vermek anlamına gelecek bu tür önerilerin, birkaç yıldır üzerinde çalışıldığı zaten biliniyor. Belirli ayarlamalarla ısıtılıp getirilen bu öneriler, adına öyle deyin veya demeyin bir tür “genel af” anlamında.

Temel sorunların başında her vakit “lider kadro” geldi. Sayıları 150 dolayında olarak belirlenen “lider kadro”nun elini kolunu sallayarak Türkiye’de seçmen kütüklerinde görünen adreslerine “meşru haklar sahibi yurttaşlar” olarak geri dönmelerinin gerçekleştirilmesi, pek gerçekçi gözükmüyor. Gözükmediği için, onların “silah bırakılması” halindeki durumları en önemli “tıkanıklık noktaları”nın başında geliyor. Öyle olduğu içindir ki, birkaç yıldır üzerinde çalışılan hususların başında, onların nereye yerleşecekleri ya da hangi statüyle nereye yerleştirilecekleri geliyor.

Neresinden bakarsanız bakın, Kürt sorununu değil ama “PKK sorunu”nun halli, kapsamlı, radikal, ezber bozan ve uluslararası boyutta bir “uzlaşma” ile çözülebilir nitelikte.

Türkiye böyle bir “çözüm” ya da “uzlaşma”ya ne kadar hazır?

Tartışma konusu bu ve şu an itibarıyla “gerçekçi” olmak gerekirse, pek de buna “hazır” olduğuna dair bir “sinyali” en azından biz göremiyoruz.



*** *** ***

Başını devekuşu gibi kuma gömmüşlerin Türkiye’de hayli etkili olduğu bir gerçek. Bunlara sorarsanız, yapılması gereken Iraklıların ve bu arada Irak’ın Kürt yöneticilerinin yapması gereken, Irak topraklarında bulunan PKK’lıları kulaklarından tutup Türk makamlarına teslim etmeleri ve Türk adaletinin ülkede bunca yıldır can almış olmaktan sorumlu sayılan kişilere gereğini yapması.

Bunun altında davranan herhangi bir Türk siyasetçisinin içerde topa tutulması, “teröre taviz vermek”ten “haklı davâyı satmak”la suçlanması adeta mukadder. Öylesine bir “siyaset cesaret sahibi” Türk yetkili bulmak da, bugünün konjonktüründe neredeyse imkânsız.

Nereden baksanız, ifade özgürlüğüne gönderme yapan bir Cumhurbaşkanı’nın ırkçı bir tecavüze maruz kaldığı anda, soyunun sopunun “Türk ve Müslüman” olduğunu kanıtlama zahmetine gereksizce giriştiği ve soyunda sopunda Türk ve Müslüman bulunmadığı imasını mahkemeye başvurma konusu yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.

TESEV tarafından büyük çoğunluğu PKK karşıtı Kürtlere dayanılarak oluşturulan “Kürt Sorununun Çözümüne Dair bir Yol Haritası-Bölgeden Hükümete Öneriler” başlıklı gayet kapsamlı raporda, şu bölüme özellikle dikkat çekmek gerek:

“Öte yandan, sadece veya ağırlıklı olarak siyasal talepleri olan üçüncü bir kesimin varlığı da göz ardı edilmemelidir. Hükümetin, Kürt Sorunu’nun çözümünün genel siyasi aftan, Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’ndaki tecridinin sona erdirilmesinden ve PKK üyelerinin toplumda yer edinmelerinin sağlanmasından geçtiğini düşünen bu kesimin taleplerini de dinleyerek değerlendirmeye alması, bu konularda nihai olarak ne yapacağından bağımsız olarak önem

taşımaktadır. Hükümetin bu siyasi talepleri göz ardı etmeyerek, Kürt toplumunun PKK konusundaki hassasiyetinin farkında olması, güven ilişkisinin tesisinde faydalı olacaktır...”

Irak hükümetinden, Iraklı Kürt liderlere, onlardan Türkiye’de üstelik PKK karşıtı Kürt şahsiyetlere uzanan geniş ve renkli yelpaze “akıl için tarik birdir” hesabı, yukarıda ifadesini bulan “asgarî müşterek” üzerinde biçimleniyor.

Şiddetin sona ermesi için, ülkedeki “iç kanama”nın önüne geçilmesi için atılacak adımlar arasında “PKK’nın silahsızlandırılması” listenin başına yerleşecek ise, bunu gerçekçi biçimde ve gerçekten uygulayabilmenin bir yolu olmalı.

Bu yol, “Ya teslim olsunlar; ya bize teslim edilsinler ki, hadlerini bildirelim”den başka bir seçeneğe yolu kapatan bir yol olursa, şehit cenazelerinde ağıt yakmaya ve yıllardır haykırılan “intikam yeminleri”ni etmeye devam edeceğiz demektir.



*** *** ***

Türkiye, Abdullah Öcalan’ın Amerikalılar tarafından paketlenerek kendisine teslim edildiği 1999’dan 2004’e kadar geçen süreyi, “Kürt sorunu”nun çözüm doğrultusunda adım atmak bakımından olsun, “PKK sorunu”nu bitirmek için olsun heba etti.

1999, sadece Abdullah Öcalan’ın yakalanma tarihi değildi. O yılın sonunda Helsinki Zirvesi’nde “AB aday üyesi” ilân edildi ve önünde “Avrupa Birliği üyeliği” yolu açılmıştı. Yine aynı yıl, PKK silahlı eylemlerine son vermiş ve PKK’nın silahlı unsurları liderlerinin talimatına uyarak Türkiye topraklarını terk ederek Kandil ve çevresinde toplanmışlardı.

Türkiye içinde PKK damgalı şiddetin durduğu yıllar içinde, Güneydoğu’da olağanüstü hal uygulamasına son verilmesi ve Kopenhag Kriterleri’ne uyabilme kaygısıyla yapılan bazı yasal düzenlemeler dışında, bu işe “nihaî” olarak son verebilecek cesarette ve çapta adımlar atılamadı.

Şimdi, gerek Bağdat hükümetiyle ABD onaylı yakın bir ilişki ve en az onun kadar önemli Erbil’deki Kürt yönetimiyle bir “yakınlaşma” girişimi var. Bu yeni iklim, 1999-2004 arası ölçüsünde, Türkiye’ye terör belâsının üstesinden gelme şansı sunuyor.

PKK’yı “dağdan indirmek” bir yanıyla adı öyle konulmayacak olsa bile “olmazsa olmaz” niteliğinde“genel af”ten geçiyor ama “dağa çıkmayı anlamsız kılacak” Kürt sorununa ilişkin “iç reformlar”la desteklenmeden de, tek başına sonuç verebilecek bir şey olmaz.

O nedenle, “yeni dönem”in ortaya çıkarttığı PKK’yı silahsızlandırma şansını kullanabilmek, yine “ezber bozucu” adımlar atabilmekten geçiyor.

Ezber tekrarlamaktan değil...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x