Günün Seçmeleri | 07.01.2009

Günün Seçmeleri | 07.01.2009

İletigönderen kgursu » Prş Oca 08, 2009 4:09

Türkiye’de stagflasyon yok

Esfender Korkmaz


BAZILARI ekonomik krizi izah ederken, “stagflasyon var” şeklinde izah etmektedirler. Stagflasyon deyimi 1970 petrol krizi sırasında yaşanmıştı. Sonraları da birçok ülkede yaşandı. Stagflasyon, ekonomik durgunluk ile enflasyonun http://tr.wikipedia.org/wiki/Enflasyon aynı anda yaşandığı makroekonomik http://tr.wikipedia.org/wiki/Makroekonomi durumdur. Stagflasyon durumu için durgunluk içinde enflasyonun da artması gerekiyor. Eğer bizde olduğu gibi, yapısal sorunlardan kaynaklanan kronik bir enflasyon varsa ve artmıyorsa, buna stagflasyon demek mümkün değildir. Normalde enflasyon ve işsizlik oranı arasında ters orantı mevcuttur... Durgunluk zamanında enflasyon düşer. Çünkü durgunlukta işsizlik artar...Toplam talep düşer... Oysaki enflasyonun ortaya çıkması için toplam talebin toplam arzı aşacak derecede artması gerekir. 1973- 1974 petrol krizi sırasında, stagflasyon yaratan makro ekonomik ortam bu günkünden farklıydı.
Fakir ülkelere darbe
O yıllarda OPEC ülkeleri ham petrol fiyatlarına sık sık zam yapıyordu. Ancak OPEC ülkeleri petrol gelirlerini Batı’nın sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerine aktarıyordu. Gelişmiş ülkeler fiyat artışlarından doğan sarsıntıyı kısa sürede atlattılar. Çünkü, sanayileşmiş ülkelerin korktuğu üretimin azaltılması idi. Zira, artan fiyatların üretici ülkelere sağladığı gelir, yani petrodolar, yine Batı bankalarına ve Batı’nın sermaye ve nakit piyasasına intikal etti.
Öte yandan toplam talep uygun olduğu için Batı’nın sanayileşmiş ülkeleri, artan petrol fiyatlarını kolaylıkla kendi sanayi mamullerine ve teknolojilerine aksettirdiler. Batı’nın sanayine, teknolojisine, silahına ve hatta tüketim maddelerine en fazla ihtiyaç duyanlar, petrol üreticisi Arap ülkeleri idi. Arap ülkeleri petrollerini pahalı sattılar ve ancak aldıkları silahları ve ileri teknoloji mallarını da pahalı almaya başladılar. Bu arada olan, gelişmekte olan fakir ülkelere oldu.
Bugün dünya krizi farklı... Petrol fiyatları arttı... Yeniden düştü. Bu günkü sorun, ekonomideki dengelerin bozulmasıdır.
Bugünkü kriz daha farklı
BUGÜN yaşanan dünya krizi, ekonomide temel yapısal dengelerin bozulması sonucu ortaya çıktı.
Devlet- piyasa dengesi bozuldu...
Finans- reel sektör dengesi bozuldu...
Dünya faktör dengeleri bozuldu... Örneğin, Çin işçisine 100 dolar vererek ürettiği tekstil ürünlerini ABD’ye satıyor... ABD ise, işçisine 5 bin dolar vererek ürettiği çelik ürünlerini Çin’e satıyor.
Özetle, dünya krizi son on yılda biriken yapısal sorunların bir ürünüdür... Bu nedenle işsizlik artmıştır. Tüketici tüketim talebini ertelemiştir. Bu nedenle enflasyon ortamı yoktur.
Türkiye’de, kurlar artmasına rağmen enflasyon artmamıştır. 2009 yılında artış olsa da bu devamlı bir artış trendi sağlamayacaktır. Bu nedenle stagflasyon yoktur. Türkiye’yi tehdit eden, durgunluk ve işsizliktir.


[img]http://www.tercuman.com.tr/v1/images/tercuman_02.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Gülmeyin Nâzım Bey

İletigönderen kgursu » Prş Oca 08, 2009 4:12

Gülmeyin Nâzım Bey

tkiremitci@gazetevatan.com


Yüzünüzdeki “müstehzi tebessümü” görür gibiyim. Aslında haklısınız: Kaç yıl sonra vatandaşlığınızı verdik ve aferin bekliyoruz. Biraz komiğiz gerçekten.

Ne yapalım, bugüne kısmetmiş. Biz istemez miydik sizi sağlığınızda sevindirmeyi? Daha o zaman “Türk şairi Nâzım Hikmet” diye dağa taşa yazmayı?

Vatanı satanın, cahil cühelanın, bizi namerde muhtaç edenin cebindeki vatandaşlık hakkını size vermek istemez miydik?

Ama elimizden bu kadarı geldi. Lütfen mazur görünüz.

Ama sevindiğinizi de saklamayın: Asıl gurur duyması gereken biz olsak da gözlerinizdeki mutluluğu tahmin edebiliyoruz.

Her ne kadar dünya şairiyseniz de, aslen “buralı” olmaktan duyduğunuz saadeti biliyoruz.

***


Tabii acı tebessümü hak eden başka şeyler de var. Mesela bakın bugünkü gazetelere: “Çocuklara kıymayın efendiler” dediğinizden beri pek bir şey değişmemiş.

Hatta fanatizmler sizin zamanınıza rahmet okutacak kadar popülerleşmiş.

Uygarlığın bebeklik çağında takılıp kalmışız sanki: Bebekleri öldüren, pis bir çağda.

Madem bize bu çağı yaşamak düştü, bari arada iyi şeyler yapalım diyoruz işte. Mesela büyük şairimize vatandaşlığını iade edelim.

Bu saatten sonra belki komik kaçacak; ama onunla vatandaş olmaktan duyduğumuz gururu yaşayalım.

O yüzden gülmeyin halimize Nâzım Bey. Sizden sonra çok badirelerden geçtik, biraz yorgunuz.

Velhasıl, hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Nazım’ı kim kaçırdı?

İletigönderen kgursu » Prş Oca 08, 2009 4:16

Nazım’ı kim kaçırdı?

mehmetaltan@stargazete.com


‘Memleket mi, yıldızlar mı, / gençliğim mi daha uzak? / Kayınların arasında / bir pencere, sarı, sıcak.’
Türkiye Cumhuriyeti, yazı ve şiir yazdığı için hayatını kararttığı Nazım’ı, bir de askere almaya çalışıyordu...

17 Haziran 1951 sabahı, elli yaşındaki Nazım’ın, ‘askerlik işini düzeltmek için’ sokaklara çıkması o yüzdendi...

Okumaya devam edelim: ‘20 Haziran 1951’de Romanya’ya vardığı Bükreş Radyosu’ndan öğrenildi. Akrabası Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat motoruyla İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e açılmış, Bulgaristan sahillerine çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gitmişti.

Oradan Moskova’ya geçmesi üzerine, Nazım Hikmet, 25 Temmuz 1951’de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılmıştı.’

***

Bundan yıllar önce... Bir yaz günü...

Babamla baş başa Cankurtaran’daki Kalyon Otel’de öğle yemeği yemeğe gittiğimizde, selamlaştığımız kişinin kim olduğunu ben de bilmiyordum... Nazım Hikmet’in yurt dışına çıktığı 1951 yılında Demokrat Parti Dönemi’nin ünlü Emniyet Genel Müdürü rahmetli Kemal Aygün’müş...Yemek ertesinde, beraber kahve içmeye aynı masada bir araya geldiğimiz o sohbette, babamın bir ara doğrudan Kemal Aygün’e:

-Nazım’ı siz kaçırdınız değil mi? diye sorduğunu hiç unutmadım...

Tabii Kemal Aygün’ün cevabını da:

-Solcularla tavla oynadık, demişti...

***

Aslında...

Nazım’ın gölgesi gibi peşinde dolaşan bir araba dolusu sivil polis varken kaçmasına imkân yoktu...

Muhtemelen de askere alınması halinde bunun ömrünün sonu olacağını bilenler ve bundan ürkenler, gitmesine yeşil ışık yakmıştı...

Ardından da yeryüzünde bilinen bir kaç Türk’ten biri olan Nazım, hiç utanmadan ve sıkılmadan vatandaşlıktan çıkartılmıştı...

‘Memleket mi, yıldızlar mı,

gençliğim mi daha uzak?

Kayınların arasında

bir pencere, sarı, sıcak.’

***

DP dönemi eski Emniyet Genel Müdürü’ne, ‘Nazım’ı siz kaçırdınız değil mi?’ diye soran babama, parlamentodayken Süleyman Demirel’in sorumluluğunda düzenlen linç tertibini de unutmam mümkün değil...

TBMM zabıtlarından izleyelim:

‘O zamanki Adalet Partisi hükümetinin İçişleri Bakanı Faruk Sükan kürsüde...

Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15 kişilik grubunu Komünistlikle suçluyor.

Grubun içinden TİP Milletvekili Çetin Altan bakana, ‘böyle konuşamazsınız’ diye müdahale ediyor.

Bundan sonrası, şöyle:

İçişleri Bakanı Faruk Sükan:

- Çetin Altan siz, Türk mahkemelerinin mahkûm ettiği...

Çetin Altan:

- Evet...

İçişleri Bakanı Faruk Sükan:

- Nâzım Hikmet’i milli şair, vatan şairi olarak gösterdiniz mi?

Çetin Altan:

- En büyük şair idi Nâzım Hikmet. (AP sıralarından bağrışmalar, TİP sıralarına doğru konuşmalar.)

Başkan:

-Arkadaşlar, rica ederim, kavga çıkarmak için bahane arıyorlar. (TİP sıraları önünde dövüşmeler, TİP’lilerden de bağırarak AP’lilere karşı çıkışlar, yumruklaşmalar, bağırmalar ve bir karışıklık...)

Başkan:

-Celseyi tatil ediyorum.’

‘Celsenin kapandığı sırada saat gece yarısından sonra 1.55’tir. Tutanaklardaki ifadesiyle ‘dövüşmeler’, ‘yumruklaşmalar’ ve tutanaklara girmeyen ‘tabanca çekmeler’, ‘tabanca kabzasıyla vurmalar’, bir süre daha devam eder...

Çetin Altan, arkadaşlarının üstüne kapanmasıyla saldırıları daha hafif atlatır.

Yediği yumruklar ve tekmelerle vücudu yara bere içinde kalır, sağ gözünün görme yeteneği yüzde elli kaybolur.’

***

Nazım’ın Moskova’daki mezarını Çehov’unkiyle birlikte on bir yıl önce ziyaret etmiştim. ‘Sanki ölüler günündeyiz... Lenin-Puşkin... Ardından Nazım’ın mezarı... Nazım’ın yattığı mezarlık bilet alınarak geziliyor. Bir rehber gene önümüze düşüyor... Nazım’ın yattığı bu mezarlıkta bütün ünlülerin bulunduğunu öğreniyorum. Rehber merakımı ödüllendiriyor. Beni Çehov’un mezarına götürüyor.

Çehov’un hemen bir sıra önünde Gogol var... Yanında ise Stanislavski...

Grup ayrılırken, ben Nazım’ın başındaydım.

Taşına ‘Komünist şair’ yazmışlardı.

Türk devletinin, işçi sınıfının ideolojisi olan Komünizm’i umacılık gibi göstermesi, büyük bir şairimizi topraklarımızın dışına sürmüştü.

Belki de bu ilkel ve anlamsız korkuya ironik bir cevaptı, Nazım’ın mezar taşında yazan ‘Komünist’ sözcüğü.’

***

Başbakan Erdoğan’ın yeşil ışığıyla ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın girişimleriyle elli sekiz yıl sonra Nazım Hikmet’e ‘iadeyi itibar’ edildi ve vatandaşlığı geri verildi... Bence asıl itibarı yok olan Nazım’ı vatandaşlıktan atan devlet anlayışıydı...

Dünyadaki en tanınmış insanlarına zulüm eden bu devlet anlayışı, bu önemli adımla sona erer mi acaba?

Bilemiyorum...

Bilebildiğim, çağdaş bir ülkede doğsaydı baş tacı edilecek olan Nazım’ın hayatını kararttıkları...

***

‘Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?

Kayınların arasında bir pencere, sarı, sıcak.’


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İslam dünyasında sorun teolojik!

İletigönderen kgursu » Prş Oca 08, 2009 4:38

İslam dünyasında sorun teolojik!

ynozturk@hurriyet.com.tr


Her ‘ülkeler topluluğu’ gibi İslam dünyasının da birçok sorunu var. Ama bir de ‘temel sorun’ meselesi var.

İşte biz bu yazıda o temel sorun üzerinde duracağız

Bize göre, İslam dünyasının temel sorunu ne ekonomik ne askerî ne de siyasal. İslam dünyasının temel sorunu teolojik...

İslam dünyasının sıkıntısının temelinde dindeki yozlaşmadan kaynaklanan yanlış algılamalar, saptırmalar, dayatmalar, akıldışılıklar, hatta dindışılıklar var.

Bu, yeni değil, asırlardır böyle.

İslam dünyasındaki bu ‘sorunların sorunu’ veya ‘sorun yaratan sorun’ çözülmeden hiçbir şey çözülemez. Batı bunu çok iyi bildiğinden, İslam dünyasını, geleneksel hurafe dininin cenderesinde tutmak için yirmi tırnağıyla didiniyor.

En büyük yardımcısı da Allah ile aldatan hain veya gafil yobazlar.

İslam dünyasının canına okuyan bu teolojik sıkıntıyı aşan tek lider Atatürk oldu.

Ne yazık ki, Hıristiyan emperyalizmi, işe hemen el koyarak, Atatürk’ün, sorunların temel çözümünü getiren ve uygulayan mirasını ‘İslam dışı’ göstermeyi başardı.

Ve böylece, Müslümanların bu ‘çözüm getiren miras’tan yararlanmalarını engelledi.

Türkiye’de Tanzimat dönemi de ondan sonraki sonraki dönemin ekolleri de ‘temel sorun’a, temelli bir yaklaşım gösteremedi.

Atatürk’ün bu sorunu hangi tarihsel misyonun ilham ve itişiyle nasıl çözdüğünü ve bu çözümü getirirken Ehlisünnet inancının fikir ve iman babası İmamı Âzam ile nasıl bir selef-halef ilişkisi sergilediğini yakında bu milletin bilgisine sunacağız.

Şaşırdınız değil mi? “Bu da nereden çıktı?” diyorsunuz, biliyorum.

Kitabı elinize geldiğinde ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız. Biraz bekleyin.

Hadi, merakınızı biraz gidereyim:

İlk boyutları ta çocukluğumda, hocam ve babam olan zat tarafından beynime ve yüreğime yerleştirilen İmamı Âzam sevgisi, kırk yılı aşkın bir zamandan sonra meyvelerini verdi ve bana göre, tarihsel değerde muhteşem bir çalışma yaptım. Tam adı, yazılışının punto karakterlerini de koruyarak verirsek şöyle:



Saltanat Dinciliği ve Arapçılık ile Mücadelenin Fıkıh Öncüsü
İMAMI ÂZAM EBU HANÎFE
(Esas Fikirleri Gölgelenen Önder)



Kıyamet sarsıntısı yaratacak bu eseri okuyunca göreceksiniz ki, İslam dünyası için İmamı Âzam’ın teorisini getirip hasretini çektiği yapılandırmayı, ondan bin küsur yıl sonra, onun iman evlatlarından biri olan Mustafa Kemal gerçekleştirmiştir.

Ciddî ve büyük bir iddiadır bu.

Ama, Allah’ın izni ve İmamı Âzam’ın büyük ruhaniyetiyle biz bu iddianın hakkını verdik ve üstesinden geldik kanaatindeyim.

Yayınlanınca, büyük ürpertiler yaşayarak bana hak vereceksiniz.

Size bir alt yapı versin diye söyleyeyim:

Sekiz bölümlük bu eserin sekizinci ve son bölümünün adı şu:


‘İMAMI ÂZAM’IN HASRETİNE CEVAP: GAZİ MUSTAFA KEMAL’


Batı, bizim bu eserle ilk kez gündeme getirdiğimiz bu ‘çığır açacak gerçek’i çok önceden fark ettiği için Atatürk’e düşman oldu. Çünkü sömürmeye ant içtiği Müslüman dünyanın uyanış ve kurtuluşunun tek reçetesini Atatürk’ün keşfettiğini gördü.

Bu reçeteyi üreten adamı asla affetmez.

Teolojik sıkıntıyı, namıdiğer, sorunların sorununu aşmak için iki yol var:

1. İslam’ı, Kur’an’daki aslına yani İmamı Âzam’ın sistemleştirdiği özgün yapısına döndürmek, bu yapılmayacaksa,

2. İslam adı altında yaşanan ‘sahte din’i tamamen terk etmek.


Ateist-sol ile Hıristiyancı-Batıcı liberallerin ahmak veya hain iddialarının aksine, Atatürk birinci yolu tercih etmiştir.

Biz, otuz yılı aşan mesaimizle bu tercihin nedenlerini, niçinlerini, daha da önemlisi ‘nasıllarını’ milletimizin ve dünyanın önüne koymakla meşgulüz.

Ne yazık ki, bizim, benzeri henüz telaffuz bile edilmemiş bu hayatî mesaimizin, Atatürk’ün anavatanında yaşayan ve onun kurduğu devletin nimetlerinden yararlanan halk tarafından yeterince anlaşıldığını söyleme şansından yoksunuz.

Henüz yoksunuz.


İMAMI ÂZAM’IN HASRETİNE İLK CEVAP

Müslüman dünyadaki sıkıntının teolojik olduğunu ilk fark eden ve çaresi için radikal tedbirleri ilk uygulayan, başka bir deyimle İmamı Âzam’ın hasretine cevap getirmenin ilk teşebbüsünü yapan, ama başarılı olamayan Müslüman devlet adamı, Ekber Şah’tır.

Öyle Üçüncü Selim, İkinci Mahmut falan değil…

Ekber Şah (ölm. 1605), bazı bakımlardan, Türk-İslam tarihinin ilk ama başarısız Atatürk’ü sayılabilir.

Ekber, büyük bir devlet adamı ve çok yetkin bir aydındı. Ama bir dahi değildi. Ne yaratıcı dehaya sahipti ne de teşkilatçı deha idi.

Oysaki yüreğinde taşıdığı hasretin cevabını vermek ancak teşkilatçı bir deha ile mümkün olabilirdi.

Müslüman dünya, o dehayı üç yüz küsur sene bekleyecekti, Mustafa Kemal’i bekleyecekti.

Ekber Şah, ulema denen içten çürütücü kadronun açtığı yaraları gördü ve bir arayış içine girdi. Ulemanın ahlaksızlıklarını, ikiyüzlülüklerini, tutarsızlıklarını, çıkarcılıklarını, kin ve cehaletini yakından biliyordu. Ama İslam’a saygılı ve bağlıydı.

Ekber Şah, ulema kılıklı şerirlerin bühtan ve ithamlarını göze alarak onların iç yüzlerini kamuya göstermek için çareler aradı. Öncelikle, diğer din mensuplarının da katıldığı münazaralar tertipledi. Bu sayede hem diğer dinleri daha iyi öğreniyor hem de İslam ulemasının kendine gelmesine yardımcı oluyordu.

Ekber, ulemanın dine verdiği zararın aşılması için din meselesine ciddî biçimde müdahil olmuştur. Onun bu müdahalesi bazı zamanlar camilerde Cuma hutbelerini bizzat okumasına kadar gidiyordu.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x