Günün Seçmeleri | 10.01.2009

Günün Seçmeleri | 10.01.2009

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 15:00

Kemal Gürüz'e ve İbrahim Şahin'e farklı muamele...

Reha Muhtar
rmuhtar@gazetevatan.com


Polis arkadaşları, özel harekâtçı kardeşleri, bir zamanlar aynı yolun yolcuları, eski memurları, selefleri, mazideki amirlerine kıyak çektiler...

İbrahim Şahin’i gözaltına alırken, yanına bile yaklaşmadılar...

Eski Özel Harekât Başkanvekili gayet karizma yürüdü, tek başına arabaya bindi, çevredeki hiçbir görevli yayına bile gelmedi...

Hani bir ara dedim ki, “Arşiv görüntüsü müdür acep bu?.. Görmedim böyle bir gözaltı...”

Olabilir, insani şeyleri anlarım...

Gösterilen meslek dayanışmasını, vefa kaynaşmasını anlarım, takdir de ederim...

Anlıyorum ki, eski amirlerinin, mazideki yoldaşlarının kafasını zorla arabaya sokarak, ellerine kelepçe takarak karizmasını çizdirmiyorlar...

Vefa gösteriyorlar, eski özel harekâtçının havasını bozmuyorlar...

***


Peki bunu yapan polis arkadaşlar, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün o beyazlamış ve dökülmüş neredeyse kalmamış saçlardan oluşan kafasını zorla polis otosuna sokarken, eliyle başını iteklerken, neyin karizmasını çiziyorlar, kimin intikamını alıyorlar?..

Ergenekon o, bu, şu bir kenara İbrahim Şahin’in meslek karizması önemliyse, onbinlerce öğrenci yetiştiren koskoca bir profesörün, YÖK Başkanı’nın binlerce öğrencisinin gözünde hiç mi değeri yoktur?..

Onun karizması özel harekâtçı olmadığı için mi, nakıstır?..

***


Baktım Yalçın Küçük kalpağıyla, kırmızı atkısıyla kalabalığın arasında şiddete maruz kalmadan arabaya biniyor...

Baktım İbrahim Şahin sanki bir yerleri denetlemeye gidecekmiş gibi arabasına seyirtiyor... Bir de baktım ki koskoca profesör yumuşacık bedeninin kaldıramayacağı bir şiddetle arabaya sokuluveriyor...

Dün İbrahim Şahin’in bilgisi dahilinde gömüldüğü söylenen 30’a yakın bomba çeşidi, lav silahları, plastik patlaycılar, TNT kalıpları falan gömüldükleri yerden çıkarıldılar...

Hiçbir şeyin savcısı değilim, olmama da gerek yok, karizma yaptırdıkları İbrahim Şahin’in yanında kafasını zorla arabaya sokarak “itibarsızlaştırdıkları” Kemal Gürüz’ün o silahlardan birinden haberi varsa, ben bu işi hiç bilmiyorum...

Son gözaltılardan sonra artık her şey koskoca bir muamma...

Ama Susurluk mahkûmu bir Ergenekon zanlısı kadar muameleyi de hak etmiyorsa bir profesör şüpheli durum vahimdir...

Profesörler, hukukçular, tüm insanlar zanlı da olsalar, suçlu da sayılsalar itibarsızlaştırılmamalıdırlar...

Onbinlerce öğrencinin sızlayan yüreğinin ahı kimsenin üzerinde kalmamalıdır...

*****


BIRAKIN FISILTI KONUŞSUN... DOĞRUSU BUDUR...


Oh be...

Bırakın da millet tartışsın acaba ne söyledi diye?..

Oh be...

Bırakın da elalem merak etsin, “Yahu bunlar aralarında 1 saat 20 dakika ne görüştüler?” diye...

Bırakın “muhtıra verdiler” diye üfürülsün...

Boşverin isterlerse Başbakan zılgıt çekmiştir keza diye heveslenenler sevinsin...

Siz bu olayda yaptığınız gibi Devlet Adamı gibi davranın...

Ağır olun, cool davranın...

Başbaşa kalın, aranızda konuşun...

Her şeyi kamuoyu üzerinden oynamayın...

***


Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u tebrik ediyorum...

Ne bir demeç, ne bir açıklama...

“Genelkurmay Başkanı görüşlerini ve değerlendirmelerini Başbakan’a sunmuştur...”

Ne eksik, ne fazla...

Gayet kıvamında...

Keza Yargıtay Başkanı’nı tebrik ediyorum...

Devlet zirvesi aynen böyle olur...

Kıvamında, mesafeli ve vakur...

***


Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ göreve geldiğinde ilk yazıda bunu talep etmiştim...

“Aman paşam” demiştim, “Muhataplarınızla kamuoyunun önünde değil muhatabınızın önünde başbaşayken konuşun...”

Hem daha samimi hem daha etkili...

Fısıltı gazetesi çalışacakmış...

Çalışsın...

Bire bin katacakmış...

Varsın katsın, doğrulayan var mı?..

Yok...

Şimdi Ergenekon olayı çıktığından bu yana ilk defa ortada “ciddi” bir durum olduğu hepimiz tarafından anlaşılmakta...

Neden?..

Çünkü taraflar susmakta, sadece başbaşayken, ya da kendi başlarınayken konuşmakta...

Suskunluk olunca, ciddiyet oluyor...

Şimdi herkes ciddi ciddi gelinen noktayı, ciddi ciddi düşünsün...

Herkes kendi takkesini kendi önüne koysun, ağırbaşlı ve ciddi olarak meseleyi kendince harmanlasın...

Belki çözüm böyle daha kolay bulunur...

*****


ERGENEKON GÖZALTISI SORULARI...

Kafamı kurcalayan soruları şöyle bir alt alta sıralayayım...

Yanıtlar ortaya çıktıkça, elimine ederiz...

1) İbrahim Şahin bugüne kadar tutuklanmış...

Hüküm giymiş, 6 yıl yemiş...

Susurluk’tan aranmış, Ergenekon’da adı geçmiş...

Böyle bir adam, nasıl olmaktadır da evinde bir cephaneliğin krokisiyle uyumaktadır?..

Çeteler ve çeteciler böyle midirler?..

***


2) Kazılan çukurlardan çıkan gazeteler 7 Temmuz 2004’ü göstermekteler...

Bunların orada gömülü olduğu 5 yıldır bilinmiyordu da önceki gün İbrahim Şahin’in evi basılıp kroki ortaya çıkınca mı meydana çıktı her şey?..

***


3) Madem Sabih Kanadoğlu ve İbrahim Şahin aynı terör örgütü Ergenekon’un aynı dalgada yakalanan üyeleridir...

Bu adamlardan hukuk başsavcısı olanı, özel timci olanı niye hapse sokmak için çabalamaktadır?..

Niye Susurluk kararına itiraz etmekte, “Bu adamlar ceza çekmelidir” diye ahkam kesmektedir?..

***


4) Bu terör örgütü nasıl bir şeydir?..

Bunlar birbirlerini tanıyorlar mı?..

Aynı örgütün üyesi olduklarını biliyorlar mı?..

Yoksa tanımadan, bir sürüsü kafasına göre mi takılıyor?..

***


5) Bu terör örgütünün bir manifestosu, bir bildirgesi, bir düşünceler ya eylemler sinsilesi var mı?..

Terör ötgütü Ergenekon’un üyeleri, kararlardan nasıl haberdar ediliyorlar?..

Farzı mahal “Alınan örgüt kararı Yargıtay Başsavcısı’yla, onun daha fazla hapiste tutmak istediği eski özel harekâtçıya nasıl ulaştırılıyor?..”

***


6’ncı ve son sorum:

Lütfen bilen birisi varsa bana söylesin...

Şüpheli Sabih Kanadoğlu’yla, şüpheli İbrahim Şahin aynı ülküler, idealler ve örgütler adına çalıştıklarını biliyorlar mı?..

Ve son sorunun bonusu:

Yalçın Küçük’e örgüt kararlarını ileten kişi kim?..

Yalçın Küçük disipline bir terör örgütü militanı mı?..

Merakım şundan...

Üstat ağır Marksist olduğu zamanlarda bile ego şişmesi yüzünden doğru düzgün örgütleşememişti...

Nihayet bunu Ergenekon sağladıysa, valla helal olsun!..


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Yaşasın adalet yerini buldu!?..

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 15:10

Yaşasın adalet yerini buldu!?..

okumbaracibasi@gazetevatan.com


Ergenekon ismiyle anılan dava giderek toplumu geren ve bölen niteliğe bürünüyor. Son gözaltılar ve konut aramaları yazık ki, kamplaşmayı güçlendirmiş görünüyor. Toplumda en saygın konumlarda ülkeye hizmet vermiş önemli isimlerin hukuku zorlayan görüntülerle gözaltına alınması, evlerinin aranması, objektiflik açısından inandırıcı gelmiyor. Hele yandaş medyanın baştan beri gelişmeleri intikam ve misilleme tadında sunuşlarla değerlendirmesi, davayı siyasallaştırıyor. Konuşması, yazması istenmeyen, asılsız ihbarlar ve dinlenme kuşkusu içinde suskunlaşmış bir toplum amaçlandığına ilişkin kaygıları artırıyor! Adalete güven ve saygı sarsılıyor...Vatandaşın tepkisini Türk bayrağı ile dile getirmeye başlaması bu bulanıklıktan kaynaklanan ciddi endişelerin göstergesidir!

***


Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun davadaki gelişmeleri sorgulamak gereğini duyarak toplanması, Genelkurmay’ın Kuvvet Komutanları’nı çağırarak acilen durumu değerlendirmesi, endişelerin sade vatandaşı aşan boyutlara ulaştığının kanıtıdır!

Ergenekon, Susurluk’tan beri açığa çıkarılmasını her kesimin dilediği birtakım örtülü faaliyetlerin aydınlatılmasına mı, yoksa siyasal çekişme ve intikam hırsına mı alet ediliyor sorusu zihinlerde yaygınlaşmıştır. Dava derin devlet adı altında yürütüldüğünden şüphelenilen yasa dışı organizasyonların üzerindeki perdenin kaldırılması boyutunu aşmış izlenimini veriyor. CHP davayı merak edilen soruların yanıtı yerine, salt muhalif sesleri kısmaya, ürkütmeye yönelik ucu bucağı belirsiz bir şantaj mekanizması olarak algılıyor. Hukukun çiğnendiğini belirtiyor!

CHP Milletvekilleri “delillere dayanan suçlamalar yerine, suçlanması hedeflenenler için delil yaratılmaya çalışıldığı” görüşünü savunuyor. Baykal, haklı olarak, yaşananların öncesi ve sonrasıyla Hitler ve Humeyni rejimlerine özgü metotlara dayandığını söylüyor. “Türkiye’nin tarihi bir virajı döndüğünden kuşku olmadığını” vurguluyor. Ergenekon’u hukuki değil, siyasi bir dava ve intikam operasyonu olarak niteliyor.

***


Gerçekten saygın hukukçular da gelişmelerden hukuk adına kaygılandıklarını açıklıyorlar. Hukuk saygısı ve objektif değerlendirmeleriyle tanınan Onursal Yargıtay Başkanı Sami Selçuk uyarıyor. Başta Onursal Yargıtay Başsavcısı S. Kanadoğlu, tüm kişilere, toplumdaki saygınlıkları gözetilerek, görevlilerce titiz davranılması gereğini anımsatıyor. Meslek yaşamında böyle bir iddianame görmediğini vurguluyor. Tereddüt ve endişeleri halkın ve muhalefetin kaygılarıyla örtüşüyor. Değerli hukukçu Milletvekili Şahin Mengü hukuki sürecin noksanlarını belirtirken gözden kaçan önemli bir noktaya işaret ediyor. Evlerin sahibi veya vekilinin gözetimi olmadan aranmasının yasal uygulamaya ters düştüğünü ve şüphe çektiğini söylüyor!

Ama asıl hukuk devletinin adalet anlayışına ve insan haklarına aykırı olan durumun, gözaltına alınanlara neyle suçlandıklarının söylenmemesi, tutuklananların haklarında iddianame olmaksızın tutuklu hallerinin sürdürülmesi olduğu görülüyor. Olağanüstü dönemlerde Türkiye’de uygulanan “suç olmadan cezalandırma” yöntemi yazık ki, bu davada da görülüyor. Örneğin çok saygın bir komutan olan em. Org. Hurşit Tolon, hakkında iddianame olmaksızın, altı ayı aşkın tutuklu bulunuyor! Bu süre neredeyse iki yıllık cezaya denk geliyor! AİHM iddianamesiz tutukluluk süresini dört ayla sınırlarken, Türkiye’de bu ölçü unutulmuş görünüyor! Dileriz ülkenin saygın kişileri, eski YÖK Başkanı Prof. K. Gürüz, özgün araştırmacı Prof. Y. Küçük, emekli komutanlar Org. T. Kılınç, Org. K. Yavuz, Tümg. Erdal Şenel ve diğer gözaltına alınanlar, asıl suçluların cezasına gölge düşürülmeden, aynı uygulamanın mağduru olmazlar. Hatta insan haklarına aykırı bu uygulamaya tümüyle son verilir.

Böylece tutuklulukla cezalandırılanlar, beraatlarında traji-komik biçimde “sonunda adalet yerini buldu!” demek durumunda kalmazlar!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon Yalakaları

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 18:53

Ergenekon Yalakaları

asirmen@cumhuriyet.com.tr


Adam gazeteci, akademik unvanı da var üstelik, inanılmaz bir pişkinlikle,

- Koskoca emekli Yargıtay Başsavcısı’nın evini aradıklarına göre, herhalde bir şeyler var, diyebiliyor.

Bu denli insan haysiyetinden, bu denli demokrasi fikrinden, bu denli hukuk nosyonundan, bu denli aydın namusundan yoksun bir çıkış olabilir mi?

Bir soruşturmayı başlat, çamur at, bunun gibi kakavanlar ortaya çıksınlar, daha yargı yapılmadan, yargıya gerek kalmadan, hemen işin içinde bir suç olduğuna karar verilsin.

Doğrusu bunlar hödüklük katalizörü olarak, yargının yerine kaim olup, hüküm verecek ve kamuoyunu yönlendireceklerse adalete ne gerek var ki?..

Adam güya hukukçu ve de Bakan olmuş, Ergenekon soruşturması ile ilgili olarak,

- Olay siyasi değil, her şey hukukidir, diyebiliyor.

Adam güya hukukçu ama hukuktan nasibini alamamış, herhangi bir tasarrufun siyasi olmayıp, hukuki olabilmesi, hukuken geçerli sonuçlar doğurabilmesi için yalnızca hâkim veya savcılar tarafından yapılmış olmaları yetmez, aynı zamanda kurallara, hukukun öngördüğü hususlara da uygun olması gerekir.

Savcının ya da hâkimin cinayeti, salt bunlar hukuk adamı diye, hukuken meşru olamaz.

Vural Savaş, Ergenekon soruşturması sırasında hukukun nasıl çiğnendiğini anlatıyor. Vural Savaş dün “Kanal Biz”de haykırıyor, bu soruşturmada ve davada hukuk kurallarının çiğnendiğini, “olay yargıya intikal etmiştir” diye susmanın yanlış olduğunu söylüyordu.

***

Ergenekon soruşturmasının ne olduğunu bilmek için, son dalgayı beklemeye gerek yoktu. Son dalgada gözaltına alınan isimlere bir bakın! tabii İbrahim Şahin gibi Susurluk sosu olsun diye katılan isimleri bir yana bırakın, ortak noktaları nelerdir diye bir sorun kendinize, bu olayın ne olduğunu pekâlâ anlayabilirsiniz.

Gözaltına alınan ve evi aranan toplumca bilinen muteber kişilerin ortak noktası, hepsinin de, AKP’nin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, laikliğin, hukukun, yargı bağımsızlığının esamisinin okunmadığı, sosyal devletin yerini, sadaka sistemine bıraktığı bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmeye çalışan sivil darbesine karşı olmalarıdır. Zaten Ergenekon soruşturması, bugüne kadar tıkır tıkır yürütülen sivil darbenin bir parçasıdır.

Bugün artık, sorulması gereken soru, iktidarın meşruiyetini yitirip yitirmediğidir.

Bu sorunun gündeme gelmiş olmasının sorumlusu bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisidir.

Bu gerçekler artık herkesçe bilindiği için Ergenekon’un ne olup ne olmadığı üzerinde durmak yerine, Ergenekon yalakalarına bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

Ergenekon çerçevesinde gelişen olaylardan duyduğu endişeyi ve rejim hakkındaki haklı kaygılarını dile getiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a karşı, Ergenekon yalakaları (Tayyip yalakalarıyla eşanlamlıdır) hemen seslerini yükselttiler:

- Bu yargıya müdahaledir.

Hemen soralım:

- Başbakanın bu davanın savcılığına soyunması yargıya müdahale değil miydi? O zaman nerelerdeydiniz ey Ergenekon yalakaları?

***

Ergenekon yalakalarının en önemli savlarından biri rejime karşı darbe iddiasıdır.

Bu iddia doğru, fakat yalakaların baktıkları yer yanlıştır. Darbeyi görmek isteyenler, laik rejimi İslami rejime dönüştürmeye çalışanlara bakmalıdırlar.

Onlar da yalakaların baktığı yerde değil, tam aksi yönde durmaktadırlar.

Hadi diyelim ki, bunların sığ kafaları yalnızca, askeri darbeye şartlandırılmıştır.

O zaman da onlara şu söylenebilir:

- Efendi darbe arıyorsan mutasavver darbeden önce, gerçekleşmiş darbeye bak. Lideri Marmaris’te duruyor.

Demokratlıktan dem vuranlara da söylemek gerekir ki;

- Yapılmış darbenin hesabını soramayanlar, yapılacağı ileri sürülen darbenin hesabını hiç soramazlar.

Bunların içinden milletvekili bile olmuş güya hukukçu biri de, buyurmuş:

- Artık dokunulamaz kimse kalmadı...

Yapma yahu!

Kendisine hemen dönüp soralım:

- Senin milletvekillerin ve de Başbakan’ın hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, resmi evrakta sahtekârlık gibi kovuşturmalardan dokunulmazlık zırhının arkasına sığınarak saklanmıyorlar mı? Dokunulmaz değil mi onlar? Onlar orada durdukça, sen hiç utanmadan nasıl ‘kimse dokunulmaz değil artık’ diyebiliyorsun? Sonra kendisine şu husus da anımsatılmalıdır:

- ‘Bizim arkadaşlarımız, yargıya güvenmedikleri için dokunulmazlıkların kaldırılmasını istemiyorlar’ diyen sen değil miydin?

Sizi gidi, Ergenekon yalakaları sizi!..


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İletigönderen bozkurtlar diyari » Cmt Oca 10, 2009 19:42

Yargi bagimlidir,hemide göbekten
Iktidar bunun bir gün hesabini verecek.

MÜTIS BIR YAZI ANLAYANA

Ergenekon Yalakaları
TÜRK GENÇLİĞİNİN ANDI !!!

EY TÜRK'ÜN BÜYÜK ATASI GAZI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK !!!

Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verip, kendimizi büyük Türk Milletine adarız.
Kullanıcı küçük betizi
bozkurtlar diyari
Üye
Üye
 
İletiler: 570
Kayıt: Cum Ara 19, 2008 11:27

Fasa fiso bombaları

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:20

Fasa fiso bombaları


AYLARDIR anlatmaya çalıştığımız şey işte buydu.Her şeyi aynı torbanın içine atmak.

Çeteciyle, teröristle, sadece konuşanı, itiraz edeni, muhalifi aynı çantanın içine koymak.

Dün Türk haber televizyonlarının yayınlarını izleyen insanlar ne düşünmüştür?

Bir yerler kazılıyor, bombalar çıkarılıyor.

Vay vanına...

Evet vay canına.

Demek ki birtakım insanlar, belli bir gün için bazı silahları toprağa gömmüşler.

Günü gelince kullanılsın diye.

Ve adamdaki şu cürete bakın ki, bunca olaya, yediği cezalara rağmen o krokileri hâlâ evinde tutuyor.

Asıl şunu sormak lazım.

Kardeşim sen kafayı mı kırdın, yoksa sana bu deli cesaretini veren birileri mi var?

* * *

Susurluk günlerinden beri aynı şeyi söylüyoruz.

"Devletin içinde bir çete varsa mutlaka bulunup çıkarılmalı."

Ama şu manzaraya bakın.

Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile Susurlukçu İbrahim Şahin’in evi aynı gün aranıyor.

Peki ikisinin arasında ne alaka var?

Var, hem de çok büyük bir alaka var.

İbrahim Şahin Susurluk’un en önde gelen simalarından biri.

Daha önce zaten yakalanmış, yargılanmış ve mahkûm olmuş.

Karar Yargıtay Sekizinci Dairesi’ne gelmiş.

O daire davayı bozmuş, yani İbrahim Şahin’in lehine karar vermiş.

Peki 8’inci Daire’nin bu kararına itiraz edip, Şahin’e ceza yolunu açan insan kim?

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu.

Ee şimdi ne oluyor?

İkisinin de evini aynı gün arayıp öyle bir manzara yaratmışsınız ki, sanki aynı olayın, aynı çetenin üyeleri.

Sabih Kanadoğlu’nun, Kemal Gürüz’ün, Yalçın Küçük’ün, Bedrettin Dalan’ın bunlarla ilgisi ne?

Soran yok, ama psikolojik harekât başarıyla tamamlanmış.

Bu insanların hepsi "Ergenekoncu".

* * *

Tabii dün o arazi kazılırken şunları da düşünüyordum.

Biz bir zamanlar İbrahim Şahin ve yanındakilere "Susurlukçular" derken, bazıları, bunlara "fasa fiso" diyordu.

Bunları söyleyenleri, "gulu gulu dansı" yapmakla suçluyordu.

Gazetelerinde, televizyonlarında bu şahısları çıkartıp konuşturuyorlar, savunuyorlardı.

Ergenekon’un en büyük zaafı işte budur.

Tüyler ürpertecek gerçekler ile siyasi ihtirasların, intikam duygularının, rövanş tutkularının birbirine karıştığı bir dava.

Dünkü gazetelerde iki AKP milletvekilinin o kibirli, intikamcı sözlerine bakın.

Biri Grup Başkanvekili.

Parmağını sallayıp, Anamuhalefet Partisi Başkanı’nı, neredeyse "Dur bekle, seni de içeri alacağımız gün gelecek" dercesine tehdit ediyor.

Öteki İzmir milletvekili, "Durun bekleyin, daha başkaları var. Sıra onlara da gelecek" diyebiliyor.

Havalarına, edalarına baksanız, bu soruşturmayı Savcı Öz değil onlar yürütüyor.

Kim içeri alınacak, kime vurulacak, sanki onlar tayin ediyor.

* * *

İşte o nedenle durmadan aynı şeyi söylüyorum.

Bu davayı, embedded gazetecilerin ve savcıdan daha afralı tafralı siyasilerin inhisarından kurtarmazsak, Türkiye’ye kötülük yapmış oluruz.

Çünkü siz bugün elmalarla armutları aynı torbaya koyup, işlerini bitirelim diye bakarsanız, yarın adalet masum ve mağdurları kurtarırken, bir bakarsınız, o aynı torba katilleri, çetecileri de kurtarmış.

Diyeceğim, Goebbels’vari propaganda ile gerçek adalet arasına yüksek ama çok yüksek duvarı çekme zamanı geldi.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Boş laflardan vazgeçecekseniz...

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:23

Boş laflardan vazgeçecekseniz...

h.pulur@milliyet.com.tr


DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, TRT’de başlayan Kürtçe yayın için “Halkımızın yıllardır yürüttüğü onurlu mücadelenin bir kazanımıdır” demiş...
Doğrudur, bu tespitin bize göre yorumu “Terörle bir yere varılamaz!” diyenlere verilen cevaptır.
Terörle bir yere varılamazmış!!!
Varıldı bile, daha da varılacak yerler var.
Diyarbakır Belediye Başkanı da “Yakında bu topraklara Kürdistan diyecekler!” diyor.
* * *
BİLAL N. Şimşir yeni çıkan “Kürtçülük ll” kitabında cumhuriyetin ilanından bugünlere gelen süreci belgelerle açıklıyor.
Eğer “Kürtçülük” ve Kürt olayını öğrenmek istiyorsanız bu kitabı okumalısınız. (Bilgi Yayınları)
Tabii öğrenmek istiyorsanız, boş laflarla kendinizi avutmak istemiyorsanız.
Çünkü yıllarca “Kürt yok, dağ Türkü vardır” gibi, ya da “Karda yürürken ayakları kart kurt diye sesler çıkarır” gibi saçma sapan laflarla vakit geçirecekseniz, ya da “Kürdüm!” diyen adamın Kürtçe konuşmasını yasaklayacaksanız, kitap okumaya filan gerek yoktur.
Bilal N. Şimşir’in kitabında ilginç olaylar ve görüşler var.
Şeyh Sait İsyanı, sıkıyönetim, Fethi Okyar hükümetinin istifası, İsmet Paşa’nın Başbakanlığı, Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri...
Meclis kürsüsünde Milli Savunma Bakanı Recep Peker vardır... Şeyh Sait İsyanı’nı anlatırken İstanbul basınının bir bölümünü tabir caizse topa tutar:
“Cumhuriyetin yarınki çocukları, bugün yaşadığımız tarihi günleri incelerken göreceklerdir ki, bu yüce cumhuriyet binasını yıkmak için yanıp tutuşan hainleri ilk özendiren ve kışkırtan İstanbul basını olmuştur. (...) Tabii bazı müstesna gazeteler de vardır.”
Ya cumhuriyetin yarınki çocukları, bugün için 2009’un ocak ayı için ne diyeceklerdir?
* * *
CUMHURİYET karşıtı yayınlar, milletvekillerinin de kafasını karıştırmıştır; örneğin Eskişehir bağımsız milletvekili M. Emin Sazak 29 Şubat 1924’te not defterine şu notu düşmüş:
“....Hilafet hanedanının ülke sınırları dışına çıkarılmasından, Şeriye Vekâleti’nin kaldırılmasından, mahkemelerin ve eğitimin birleştirilmesinden bahsetmeye başladılar... Paşa’nın bu dostları, fikirsiz, inançsız adamlardır.... Bu inkılap şahsi emel ve amaçlardan kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın yakınındaki adamlar yüzünden memleketin kötülük göreceğini görüyorum...”
* * *
AMA bir yıl sonra isyanın önemini ve gerekli tedbirlerin alındığını gören Emin Sazak görüşünü değiştirir:
“Şeyh Sait İsyanı’nın, Fethi Bey kabinesinin bastıracağı türden bir iş olmadığı, memleketin geleceği için gerçekten şiddetli tedbirler uygulamak gerektiği ve bu isyanın, önemli dış ve iç tertiplerin sonucu olduğu anlaşıldı. Şu halde, Gazi Paşa ve İsmet Paşa haklıymışlar.”
* * *
ARADAN yıllar geçer, İkinci Dünya Savaşı biter, Türkiye NATO’ya girer, lakin Şeyh Sait İsyanı’nı körükleyenler, teşvik edenler değişmez.
Bilal N. Şimşir der ki:
“İlginç ve düşündürücü bir nokta da şudur: Soğuk Savaş döneminde, dost sandığımız NATO müttefiklerimiz de Türkiye’ye karşı bölücü Kürtçülüğü kışkırtmaktan ve terörü kollamaktan geri durmamışlardır. Hatta NATO üyesi İngiltere ve Varşova Pakti üyesi Çekoslavakya’nın (aslında Sovyetler Birliği’nin) Soğuk Savaş içinde, Türkiye’ye karşı işbirliği yaptıkları, bölücülüğü körükleyen bir kitabı aynı anda iki ülkede birden yayımlayıp piyasaya sürdükleri görülmüştür.”
Bilal N. Şimşir’den öğrenilecek çok şey var.
Ne olur öğrenin!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Sapla saman yine karmakarışık!

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:27

Sapla saman yine karmakarışık!

rmengi@gazetevatan.com


Saadet Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu son Ergenekon operasyonunun başladığı ve Sabih Kanadoğlu’nun evinin aranması şokunun yaşandığı gün ekranda Hüsamettin Cindoruk’un karşısında ısrarla tekrarlıyordu:

“Resmin bütününe bakmak lazım. Bunlar darbe ortamını hazırlayacak, ordu da darbe yapacaktı...”

Cindoruk her zamanki sükuneti ile gülümseyerek; “Yargı henüz olayı çözmüş değil, tutuklanmış olanların iddianameleri bile sonradan hazırlanıyor ve tartışılan şey buradaki hukuksuzluk tablosudur ama siz her şeyi çözmüş, konuyu kapatmışsınız.”

Daha henüz Savcı Zekeriya Öz’ün Şener Eruygur, Hurşit Tolon, İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu’nun da aralarında bulunduğu bazı isimler hakkında “örgütle ilişkileri nedir” sorusunu ABD’deki Tuncay Güney’e sorduğu, ilişkilerini ilgili savcı bile bilmediği halde bu kişilerin gözaltına alınıp bazılarının tutuklandığı, bazılarının bu nedenle ağır sağlık sorunları yaşadığı bir ortamda Mehmet Bekaroğlu’nun yaptığı gibi Ergenekon’la ilişkilendirilen tüm isimleri aynı şekilde suçlayanların sayısı az değil. “Herkesin evinde en az birkaç silahın bulunduğu, silah meraklılarının gereğinden fazla olduğu bir ülkede aranan evlerde çıkan 1 ya da 5 silah onları örgüt üyesi sayma hakkını verir mi” sorusunu sormadan başlıyoruz hepsini toptan suçlamaya...

Eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin’in “evinde çıkan krokiler”le Gölbaşı’nda yapılan aramada silahlar, bombalar bulunuyor. Veya örgüt üyesi olduğu söylenen bazı ordu mensuplarının evinden silah, bomba çıkıyor. Bunların elbette araştırılması, Susurluk olayıyla, Danıştay suikastıyla, 28 Şubat’la veya darbe isteyen çetelerle ilişkisi varsa suçluların ortaya çıkarılması gerekir. Buna da kimsenin bir itirazı olamaz. (Susurluk olayını çözmek için neden yıllarca beklendi sorusu da önemli aslında...)

Kafaları öyle karıştırdılar ki...

Ama İbrahim Şahin gibi zaten daha önceden suçlu bulunarak cezaevinde kalmış isimlerin, suçluluğu kanıtlanabilecek ya da hakkında kesin deliller bulunan kişilerin olması, en üst düzey görevlerde bulunmuş Kanadoğlu ve onun gibi diğer saygın ve dürüst insanların evini arayıp “cinayetler işlediği iddia edilen bir örgütle” ilişkilendirilmelerini, YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz gibi “adi suçlu muamelesi yapılarak” iteleye kakalaya, tepesinden bastırıp araçlara bindirilmelerini haklı çıkaramaz. Gerçek bir hukuk devletinde suçsuz (veya hakkında herhangi bir suçla ilgili iddia bulunmayan) insanların manevi kişiliği, onuru böyle ağır şekilde zedelenemez.

Birkaç kişi veya grubun karanlık işler çevirmeye kalkmış olması “devletin bir bölümünü veya tümünü” zan altında bırakacak girişimlerin haklı görülmesini sağlayamaz.

Ergenekon operasyonlarıyla ve özel eşyalarına kadar aranan, gözaltına alınan, tutuklanan saygın kişilerle ilgili tepkilerin “elde çetecilikle ilgili suç kanıtı olanlar”la veya gerçekten karanlık planlar peşinde koşanlarla ilgisi yoktur.

Mesele, bu kadar ciddi bir konuda bile elmalarla armutları aynı küfeye koymaya, sapla samanı karıştırmaya kalkılması, Ergenekon davasının gerçekten de “AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerine tepki gösteren” kişi ve kesimlere gözdağı verme, korkutma ya da “gündem değiştirme” gibi nedenlerle kullanılıyor olması şüphesinin artık toplumda iyice yaygın hale gelmesidir.

“Her Açıdan” araştırıyor

Cevabı aranması gereken soru “Suçlu olduğu kanıtlanmış veya aleyhinde güçlü deliller bulunanların evinde ya da orada burada çıkan silahlar, saygın kişileri veya devleti suçlamaya yeter mi” sorusudur.

Kafalar çok fazla karıştırıldı, bu arada iktidarla bağlantılı yolsuzluklar da, Türk hükümetinin İsrail’in Gazze saldırısıyla ilgili yaptığı hatalar da “gündemin değişmesiyle” unutuldu.

Bu hafta Her Açıdan’da son Ergenekon operasyonunu ve Ergenekon’la ilgili merak edilen tüm soruları tartışacağız.

Devamlı olarak tekrarlanan “Kimsenin dokunulmazlığı yoktur, şu bilinmelidir ki yargı herkese dokunur” diyenler acaba gerçekten doğruyu mu söylüyor onu araştıracağız.

Program konukları; evi arandığı sırada Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun yanında bulunan Barolar Birliği Bşk. Özdemir Özok, CHP Gnl. Bşk. Yrd. Onur Öymen, Hak ve Eşitlik Partisi Gnl. Bşk. Osman Pamukoğlu, Saadet Partisi Gnl. Bşk. Yrd. Ahmet Demircan ile eski Bayındırlık Bakanı-Susurluk Kom. üyesi Yaşar Topçu olacak.

Bilmediğiniz çok şeyi öğrenmek istiyorsanız “sadece gerçeği arayan” Her Açıdan’ı kaçırmayın derim. (11 Ocak Pazar, öğlen 12.30’da STAR TV’de.)


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Nâzım Hikmet ve yurttaşlık

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:30

Nâzım Hikmet ve yurttaşlık

zlivaneli@gazetevatan.com


Birkaç gündür Nâzım Hikmet’e yurttaşlık hakkının geri verilmesi konuşuluyor. Bazıları buna iade-i itibar diyor ki akla ziyan bir söz.

İtibarı iade edecek olan kim, edilecek olan kim?

Birincisi, dünyada insan hakları ihlalleriyle öne çıkmış, şairlerini, yazarlarını öldürmüş, hapsetmiş, bugün bile işkencede adam öldüren, on binin üstünde faili meçhul cinayet dosyasına sahip bir devlet. Öteki ise dünyada adını duyunca herkesin önünü iliklediği bir büyük, hümanist şair.

Kim kime itibarını iade ediyor, anlamak mümkün mü?

Paris’te UNESCO Onursal Büyükelçi toplantılarında gördüğüm efsane insan Nelson Mandela’ya, kendisine verilmek istenen Atatürk ödülünü niye reddettiğini sormuyorum bile.

Çünkü biliyorum ki o ödülü bağımsızlık savaşçısı Atatürk’ün adını taşıdığı için değil, Kenan Evren verdiği için reddetmişti. Cuntacılarıyla hesaplaşamayan, anayasasında “darbeciler yargılanamaz!” maddesi olan devlet mi Nâzım’a itibarını iade edecek?

Hani bir söz vardır: “Kendi muhtac-ı himmet bir dede - Nerede kaldı gayrıya himmet ede!” (Kendisi yardıma muhtaç bir dede - Nerede kaldı başkalarına yardım ede.)

Türk devleti önce bu ülkeye yaraşır bir demokrasiye, saygınlığa kavuşur; işkenceleri, faili meçhulleri önler, ondan sonra böyle iddialarda bulunabilir.

Yoksa uluslararası arenada kendisini güç duruma düşürmekten kurtulamaz. Özel harpçilerin başkente gömdüğü cephanelikleri daha yeni bulmaya başlayan, kendisi adına kurşun atanları şerefli sayan bir devlet, kusura bakmasın ama şimdilik böyle iddialardan vazgeçmek zorundadır.

***


İkincisi ise yurttaşlık konusu.

Ancak kaybedilen bir şey geri verilebilir. Nâzım bir şey kaybetmemişti ki geri alsın.

Hem de ölümünden bunca yıl geçtikten sonra. Yaşarken, çok sevdiği memleketine gelebilmesi açısından bu düzenleme bir anlam taşıyabilirdi ama şimdi bu jestin bir önemi yok.

Türk vatandaşlığını kaybettiği gün Nâzım Hikmet Türk şairi olmaktan çıkmamıştı. Polonya pasaportu aldığı gün de Polonya şairi olmamıştı.

Dünyanın birçok ülkesine gidin; mesela Latin Amerika’da bir aydınla, Çin’de bir üniversite öğrencisiyle, Japonya’da kitap okuyan bir garsonla konuşun.

Onlara, gelmiş geçmiş bütün bakanlar kurulu üyelerini sayın, bakın bakalım bir tek isim biliyorlar mı?

Ama “Nâzım” dediğiniz zaman iş değişir.

Japon size onun “Hiroşima” şiirini okumaya başlar, Latin Amerikalı “No Pasaran!” der, Çinli öğrenci Sarı Nehre doğru akan orduyu anımsar.

Geçen yaz, küçük bir Yunan adası olan Leros’ta lokantacılık yapan Takis’le konuşuyorduk. Söz açıldı, ona “Nâzım’ın ’En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır!’diye bir şiiri vardır” dedim.

Ne yaptı biliyor musunuz?

Bana şiirin tamamını ezberden okudu. Hem de İngilizcesini.

Onun için bırakın bu işleri.

Nâzım zaten bir dünya değeri.

Siz bir şey yapacaksanız şu anda yazıları, kitapları, sözleri yüzünden yargılananlara; yani Nâzım’ın hâlâ çile çekmekte olan torunlarına bakın.

Ayrıca Çaykovski gibi dünya devlerinin yanında yattığı, bir müze haline gelen mezarlıktaki huzur uykusunu da bozmayın. Bırakın dünya insanları onu ziyaret edip, saygılarını sunabilsin, çiçeklerini bırakabilsinler.

“Ama vasiyeti var!” mı diyorsunuz.

Merak etmeyin: Anadolu’dan götürdüğümüz bir çınarı mezarının başına, Vera’nın da katıldığı bir törenle diktik zaten.

Yani Anadolu’nun iki çınarı orada, yan yana.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Derin devlet kazıları!

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:33

Derin devlet kazıları!

gmengi@gazetevatan.com


Devlet devlettir, derini - sığı yoktur. Hukuk devletinin yedeği de alternatifi de olmaz.

Gözaltına alınan eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in evinde ele geçirilen belgelerden yola çıkarak Ankara’nın birçok yerinde kazı yapıyor.

Bu dev kepçeler eğer derin devletin kuyusunu kazıyorlarsa kolay gelsin!

Aradıklarını bulmaları ulusun hayrınadır.

Öteki kazılar sürüyor ama Gölbaşı’ndaki çalışma, küçük çapta bir cephaneliği gün yüzüne çıkarmıştır.

Bunlar, daha önce işlenmiş suçların artığı mıdır, yoksa “haydi” dendiği gün kim bilir hangi hücrenin kullanması için depo edilmiş silâhlar ve patlayıcılar mıdır?

Dünkü kazıları ilham eden kaynak Susurluk uzantısı İbrahim Şahin olmuştur.

Şimdi burada şunu sorabiliriz: Susurluk Ergenekon’un bir parçası mıdır, yoksa çekirdekten öteye esas unsuru mu?

Sorunun cevabını yargılamalar bittiğinde öğreneceğiz. Dileriz ki sonuç, adaletsizlik doğuracak kadar uzamaz. Çünkü bugün Susurluk kördüğümünü çözemeyen basiret yoksunluğunun bedelini ödüyoruz.

Susurluk ibret olsaydı...

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş 11 yıl önce yazdığı “Susurluk Raporu”nda şu hükmü kuruyordu:

“Susurluk olayının başlangıcı belki de zamanın Başbakanı Çiller’in bir cümlesinde gizlidir: Çiller ‘PKK’ya yardım eden iş adamlarının listesi elimizde’ diyordu. Sonra infazlar başladı. İnfazların kararını kim veriyordu? Bozulmanın başlaması ve vatan millet hesaplarının yerini kişisel hesapların alması kaçınılmazdı ve öyle oldu. Bu rapor, Susurluk olayını işte böyle algılamaktadır!”

Kanunsuz işleri “derin devlet” adına yerine getirilmiş fedakârca hizmetler gibi yüceltirseniz hukuk devletine kastedersiniz.

Susurluk mirası üstüne inşa edilmeye çalışıldığı hissedilen Ergenekon yapılanması iyi amaçlar için bile olsa kötü aletler kullanmanın kabul edilemez olduğunu öğreten bir ibrettir.

Ergenekon konusunda oluşan siyah-beyaz bloklaşmasını bu nedenle doğru bulmuyoruz.

Bizim savunduğumuz, derin devlet adına vatanı kurtarma görevi vehmeden ve bu uğurda kanunsuz işlere kalkışan kişiler, gruplar, örgütler varsa bunların izlenmesi ve bertaraf edilmesidir.

Zamanında Susurluk çözülse, onun ibreti Ergenekon’a yaşama alanı bırakmazdı.

Âleme rezil olmayalım

Karşı olduğumuz şey nedir?

O da çete oldukları daha Susurluk’ta sabit olmuş kişileri kullanarak, sırf iktidara muhalif oldukları için bazı temiz insanların karalanması, incitilmesi, özgürlüklerinin ellerinden alınmasıdır.

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar ve yargılayan mahkeme tarihi sorumluluk altındadır.

Siyasi cinayetler ve darbe ortamı yaratma iddiaları üstüne kurulan dava uluslararası nitelikte bir merakın takibi altındadır artık.

Savcıların her adımı, mahkemenin her kararı çözüme yardımcı olmalıdır.

Suçlama ve suçlanan kişiler arasındaki ilişki toplumsal vicdanı ve mantığı rencide etmemelidir. Şimdiye kadar hakaret edildi!

İngiliz gazetesi Guardian, son operasyonu “AKP’nin laik rakiplerine karşı yürüttüğü cadı avı” diye niteledi. Bundan sonra AKP ile askerlerin yargı üstünden iktidar mücadelesi yapacaklarını yazdı.

Türkiye’yi Afrika cumhuriyetleri kalitesine indiren bu manzarayı değiştirmeye mecburuz.

Birinci adım Ergenekon davasını siyasetin elinden alıp sadece hukukun konusu yapmaktır!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Dağ, dağ olalı!

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 10, 2009 20:36

Dağ, dağ olalı!

ndogru@gazetevatan.com


Kazdıkça; “derin devletin günahları” çıkıyor. Bu da bir kazançtır. Dağ, dağ olalı nihayet doğurdu. Ergenekon, Ergenekon olalı ilk defa “inandırıcı olmaya çok yakın” kanıtlara ulaştı.

Kazdıkça derinleşiyor!

Akıl, mantık, zekâ fukarası mıydılar, yoksa basiretleri mi bağlanmıştı? Silahları, bombaları “nehre atıp, denize salıp” kanıtları yok etmeyi bile düşünmemişler.

Demek ki, bizim derin devletin de zekâsı ile feraseti bu kadarmış!

İyi ki bu kadarmış.

Evde kroki saklıyor.

Kazıdıkça derinleşiyor, derinleştikçe netleşiyor. Vuranı bulunmayan cinayetleri işleyen silahlar mı bu topraktan çıkanlar? Ya da yargısız infazlara kurban edildikten sonra cesedi bile bulunmayan kayıpları yok eden bombalarla aynı seriden midir bu kazı buluntuları?

Göreceğiz.

Dağ, dağ olalı doğurdu.

***


Kazdıkça topraktan çıkan silahlar; objektif hukuka göre suç olan eylemlerin bizim ülkede çokça yapıldığını hatırlattı.

Neler görmüştük?

Neler yaşamıştık?

Cumhurbaşkanı Muhafız Alayı Komutanı Kurmay Albay Osman Köksal, korumakla görevli olduğu “Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı” 1960 ihtilalinin ilk gününde bizzat kendisi tutuklamıştı. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nı, koruması gereken adama tutuklatmışlardı. O sırada Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Rüştü Erdelhun’u da aynı ihtilalin ilk gününde genç teğmenler, gözaltına almıştı.

27 Mayıs 1960.

12 Mart 1971.

12 Eylül 1980.

Türkiye’de dokunulmadık adam bırakmamıştı. Cumhurbaşkanları hapse konmuş, başbakan asılmış, parti başkanları, sendika liderleri, profesörler, yazarlar, şairler içeri tıkılmış. Gencecik üniversite öğrencileri, sırf solcu düşüncede oldukları için; elde hiçbir bilgi, belge, kanıt, şahit olmadan “Taksim’deki Kültür Sarayı’nı yakmaktan, Haliç’teki Marmara gemisini batırmaktan” idamla yargılanmışlardı. Arkasından da devleti etkisiz hale getirmek isteyen ve hak, hukuk, demokrasi tanımaz PKK gibi, mafya gibi örgütleri yok etmek için kurulmuş Gladio ve kontrgerilla türü “derin devlet gizli örgütleriyle” vuranı bulunmayan çözümler üretmişlerdi.

***


Üretim, çeşitlenmişti.

Devleti etkisiz hale getirmek isteyen PKK, mafya türü kalkışmaları yok etsin diye üretilmiş “derin”ciler; “PKK ve mafya ile savaşıyoruz kutsallığının arkasında kendilerine de yasal olmayan yollarla para, çıkar, avanta, üretmeye” soyunmuşlardı. Neyi devlet için yaptıkları, kimi kendileri için vurdukları “toprağa gömülmüş” olarak çıkmaya başladı.

Dağ, dağ olalı doğurdu.

*****
Savcım, Dosya sizi bekliyor!


Bugün 129 gün doldu. 129 gündür beklediniz. Dosya gelecekti.

Gelmedi.

Gelemedi.

Gelemiyor.

Sayın savcım; dosya size gelmiyorsa siz dosyaya gidin. Alman savcılar ile hâkim; “soygunun bir de Türkiye ayağı var, Türk adaleti de bu kokmuş-çürümüş ayağı yargılamak istiyorsa biz elimizdeki bilgileri paylaşmaya hazırız” diye özetleyebileceğim açıklamalar yaptılar.

Savcım!

Halk da arkanızda.

Basın da yanınızda.

Dosya sizi bekliyor.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x