Günün Seçmeleri | 13.01.2009

Günün Seçmeleri | 13.01.2009

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:44

Dereden tepeden

Ahmet Hakan
ahmethakan@hurriyet.com.tr


Emine Erdoğan’ın önderliğinde İstanbul’da toplanan lider eşleri arasında bir tek Batılı lider eşi bile yoktu... Acaba bu sonuçtan, toplantıyı düzenleyen Emine Hanım’ı mı, yoksa davet edildiği halde İstanbul’a gelmekten kaçınacak denli duyarsızlık gösteren "Batılı lider eşleri"ni mi sorumlu tutmalıyız?

Hani Allah’a inanmamayı göze alamayanların sık kullandıkları bir klişe vardır, "Allah’a inanmıyorum ama bir güç var" diye... "Penguen" bu klişeyi haftalar önce Ergenekon’a uyarlamış... Ben yeni gördüm ve bayıldım: "Ergenekon’a inanmıyorum ama bir güç var."

Vay be! Sıra "medyadaki Ergenekoncular"a gelmiş... Böyle buyuruyor demokrat arkadaşlar... Bense ABD’li senatör McCarthy’yi anımsıyorum... O da "Her yerde komünistler var... Hepsinin sırası gelecek" dememiş miydi? Bir de 27 Mayıs’ı gerçekleştirmiş bir subay, "Yakında Babıâli’den de geçeceğiz" diye buyurmamış mıydı? Demokratlar da aynı tondan konuşmaya başladı... Hay Allah...

Yavuz Bülent Bakiler diye sağcı bir yazar var... Adamda öyle bir Nâzım Hikmet nefreti var ki bitmek tükenmek bilmiyor... Bir "soğuk savaş dönemi sağcısı" olan Bakiler, oturmuş "Nâzım Hikmet’e nefretimiz hiç bitmemeli" konulu bir yazı döşenmiş... Diyor ki: "Nâzım, Sovyetler’in adamıydı." Sanki o dönem kendisi Amerika’nın adamı değilmiş gibi... Bir de Nâzım’ın özel hayatını diline dolamış... Sanki anlı şanlı sağcı yazarların özel hayatı pirüpak imiş gibi... İnsanın "Ne bu kin be adam" diyesi geliyor...

Taha Aksoy... Geçen yerel seçimde AKP’nin İzmir adayı idi... Kazanamadı... O kampanyadan bir tek "iki modern kızı ile çektirdiği fotoğraflar" kalmış aklımda... Tayyip Erdoğan, İzmir’e daha parlak bir isim bulamayınca yine Taha Aksoy’u sahaya sürdü... Sanırım bu seçim döneminde de "AKP’nin İzmir adayı Taha Bey’in güzel ve çağdaş iki kızı" konulu fotoğraflara bolca maruz kalacağız... Hadi hayırlısı...

Azıcık delikanlı olun

ŞAHSIMA ait "mail kutusu"nu da bloke eden bir kampanya yürütülüyor sanal dünyada...

Kampanyanın hedefi: Türkiye’de yaşayan Yahudiler...

Yahudi vatandaşlarımız, İsrail’i kınamalıymış...

Çünkü bizim atalarımız, onların atalarına iyilik etmiş...

Yahudiler, 5 yüz küsur yıldır bu topraklarda gül gibi geçinip gidiyorlarmış...

Tamam, arada "Varlık Vergisi" zulmü yaşanmış... Ama o zulmü "inananlar" yaşatmamış... İsmet Paşa yaşatmış...

İnsanın içinden, "Peki muhteremler, 6-7 Eylül’ü kim yaşatmıştı? Sizin ’demokrasi kahramanı’ diye selamladığınız Menderes’in 6-7 Eylül’de payı yok muydu?" diye sorası geliyor, ama gerek yok...

Çünkü çok daha temel bir "insanlık sorunu" var bu kampanyada...

İsrail’in yaptığı zulüm karşısında yapacak onca şey varken, en kolay yolu seçerek, zaten bir avuç kalmış korumasız Yahudi yurttaşları hedef almak, en azından delikanlılığa sığmaz diye düşünüyorum...

Sen geçmişte iyilik yaptın diye adamlara sürekli diyet mi ödeteceksin kardeşim...

Ya da...

Çoğunluğuna güvenip adamlara her daim "rehin alınmış azınlık" muamelesi mi çekeceksin...

Azıcık delikanlı olsana...

Böyle ayıplı işlerle uğraşacağına, gidip esas faille meşgul olsana...

Kemal’i şişe geçiriyorum

"MEMLEKETİMİZİN yeni Akif Beki"si, Başbakan’ın yeni basın danışmanı Kemal Öztürk kardeşimiz, 28 Şubat’tan önce İslamcı bir mecmuanın en arka sayfasında "müstear" isimle mizah yazıları yazardı...

"Laiklerle kafa bulma" iddiasında olan yazılardı bunlar...

"Mizah, zekânın zekâtıdır" derler...

"Bizim Kemal"de maalesef zekât verecek bir potansiyel yoktu...

Ancak o, buna rağmen "ille de zekâtımı vereceğim" diye tuttururdu...

Sonuç: Facia tabii ki...

Espri duygusu sıfır olan bir adamın espri yapma gayreti nasıl da acıklıdır, bilirsiniz...

Bizim Kemal’in gayreti de çok acıklı bir gayretti...

Ne yazık ki Kemal’de "farkındalık" da yoktur...

Feci esprilerinin harika olduğuna inanırdı...

Bu yüzden, tuttu o berbat mizah yazılarını, bir kitapta toplayıverdi...

Dönemin yargıçları ise, zamanın ruhuna uygun olarak, irticacı avına motive olduklarından, espri falan dinlemediler...

Kitapta geçen "Laikleri şişe geçirmek lazım" gibi cümlelerin altını çizerek, "Bizim Kemal"e irticadan bastılar cezayı...

Kitap toplatıldı... Kemal "düşünce suçlusu" oldu...

O dönem "düşünce suçlusu" olmanın ekmeğini epey yemişliği vardır Kemal’in...

"Kitabım ceza aldı, ben bir düşünce suçlusuyum" diye az mı kapı aşındırdı?

Neyse... Neyse...

Aslında Kemal, yazdığı yazılardan dolayı cezayı gerçekten hak etmişti...

Ama "irtica" nedeniyle değil, "yaptığı berbat mizah" nedeniyle ceza almalıydı...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Üst üste koyduğumuzda bakın neler oluyor

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:48

Üst üste koyduğumuzda bakın neler oluyor



Amerikalı ev alsın, iyi yaşasın diye çalıştık çabaladık, aldıkları evlerin paralarını ödemediler, her nedense biz işsiz kaldık. Gücü olan her hükümet bir, hatta nerede ise haftada bir, on beş günde bir paket açıklıyor. Bizde ise tık yok.

Son üç-dört aydır dünyada işler karışık. Bizde doktor, "psikolojiniz bozuk, ölmeden ilaç vermem" diyor. Bari basit bir müsekkin verseler de rahat uyusa millet.
Amerikalı ev alsın, iyi yaşasın diye çalıştık çabaladık, yüksek faiz, düşük ücret, düşük kur ile mutlu etmeye çalıştık yabancı dostlarımızı. Her ay hesap yaptık; Amerika'nın işsizliğinin azalması çok sevindirdi aydın insanlarımızı. Ama onlar bize acımadı; aldıkları evlerin paralarını ödemediler, her nedense biz işsiz kaldık.
Üç-beş ay öncesine kadar her kesimin kulağından, burnundan dolar çıkarken birdenbire bitiverdi dolarcıklar. Peki bu paralar nereye gitti? Paraları yediler desek yine de bir yerlerde duruyor olmalı. Dünyanın nerede ise üçte biri elektriği bilmiyor, paraların onlarda olma ihtimali yok, bir o kadarı zaten fakirliğin sınırında yaşıyor, onlarda da olma ihtimali yok. Peki kim yedi bu paraları? Amerikalı dostlar bahçeli evlerde otursun, büyük arabalara binsin, ucuz benzin kullansın, kocaman hindi bacağı yesin, güzelim dondurma yerine, krema yalasın, televizyona baksın diye mi oldu bunların hepsi? Bilmem size inandırıcı geliyor mu? Hele elli milyar doları yok eden Amerikalı "Banker Madoff"u hatırlayınca.
Çözüm için her kafadan bir ses çıkıyor. Deniyor ki "Küresel ekonomik büyümeyi canlandırmak için hükümetlerin daha fazla harcama yapmasına ihtiyaç var". Gücü olan her hükümet bir, hatta nerede ise haftada bir, on beş günde bir paket açıklıyor. Bizde tık yok. Merkez Bankası Başkanı mert davrandı. Dedi ki, "Bizim önlem paketi çıkaracak gücümüz yok". Yani kalan sağlar bizimdir. Yalanı kabullenmenin, bir şeyin yalan olduğunu anlatabilmekten yüz kat daha kolay olduğu ülkemizde gerçekten alkışlanacak bir durum.

İşi Allah'a havale etmişler
Eğer haberleri yakın takip edebiliyorsanız satır aralarında önemli ipuçları yakalayabiliyorsunuz. Bu, küresel dünya ekonomisinin bir parçası olan ülkemiz için de geçerli. Dünyadan örnekler verelim: Japonya, Çin nerede ise trilyon dolarlık destek paketi sunuyor vatandaşlarına, harcamayı teşvik etsinler diye. Kamu yatırımlarına hız vermeyi planlıyorlar. Avrupa Birliği'nin gelişmiş ekonomileri de öyle. Topladığımızda onlar da trilyon dolar mertebesinde çözüm paketleri sunma telaşı içinde. Asıl hesap yine Amerika'da, yeni Başkan Obama her ne kadar "dere geçilirken at değiştirilmez" diyerek savunma bakanını görevde bırakacağını açıklayıp, savaş yandaşlığına devam mesajını verse de ülkenin krizden kurtuluşu için trilyonlarca dolarlık paket hazırlanıyor. Ama sanırım bir sıkıntı da var. Zira rakamları alt alta topladığımızda altı trilyon dolar ile sekiz trilyon dolarlık bir yardım paketi ortaya çıkıyor. Böyle bir para sanırım yok. ABD'nin milli hasılası on dört trilyon dolar. Devletin bütçesi de iki buçuk trilyon dolar imiş. İki buçuk trilyon bütçe ile altı trilyon dolar destek nasıl olacak? Hızla akla gelen "Ben yaptım oldu", deliler gibi para basmak. Muhakkak bir şeyler basıyorlar ama bu büyüklükte bir para basılırsa görün siz dünyanın halini.
Bize gelince işler farklı, hem sıkıntılı hem neşeli. Çareyi, işçi çıkarmada, işini kapatmada, işini küçültmede, tamamen tersi daha çok çalışmakta, "Fırsattır yatırım yapalım, büyüyelim"de arayanlar olduğu gibi kolaya kaçanlar da var. Leblebiciler Odası, Çorum Esnaf Odası, Kunduracılar Odası, Saraçlar Ocağı, Sobacılar ve Tenekeciler Odası, Kamu Çalışanları Sendikası'nın Denizli yöneticileri, işi Allah'a havale etmişler. Çareyi dua ile aramışlar. Sanırım o gece rahat uyumuşlardır.
Yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz, meslek örgütlerinin önemli temsilcileri, ekonomi yazarları, herkes düşüncelerini sıralıyor. Bu sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalıyız? Gelin biz de hepsini bir alt alta yazalım sonra kararı düşünelim.

Para tamam da problem mal alan yok
Deniyor ki, "Vergiler ötelensin, uygun şartlarda kredi verilsin". Kim, kime, nasıl verecek? Krediler geri alınamazsa ucunda bankacılar için hapis de var. Kamu yatırımları artırılsın. Bizdeki son yılların kamu yatırımı, bozuk duble yol ile kaldırım taşı değiştirmek, enerji özelleşti biliyorsunuz, kamu yeni istihdamlar yaratsın, emekli maaşları artırılsın, onlar daha çok harcasın. Bu ara unutmayın; "Kamuya destek versin, devlet hastanelerinin muayene ücretlerini toplasın" denen eczacılar çok dertli. "Biz" diyorlar "devletin tahsildarları mıyız?" Diğer bir habere göre "Köfteci Ramiz"de işler iyi, otuz şubeye gidiyor. Şaka bir tarafa istekleri sıralamaya devam! Yine deniyor ki; "Yerli otomotiv üretimine ayrıcalıklar sağlansın", ithalatçılar ayaklanıyor "bize de" diyorlar, "bize de". Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği diyor "gayrimenkul sektörü desteklenmelidir", bir taraftan deniyor ki "Her yüz dolarlık döviz gelirine karşı yüz yirmi dört dolar harcadık, artık aklımızı başımıza alalım harcamayalım." Türk parası çok değerli diyenler sustular, bir lira elli kuruşluk dolar kurundan ve bir lira seksen kuruşluk döviz sepeti ortalamasından pek şikâyet yok. Para tamam da problem mal alan yok, ihracat ne olacak? Bankalar arada bir kolaya kaçıyor, "gelen paramızı krediye kapatıyorlar" şikâyetleri oldukça etkili. İlgili bakanları göreve çağırıyorlar. Dericiler, elbiseciler, tekstilciler daha dertli: "Bu kriz başka bir şey, para muslukları açılmalı" diyorlar. Diyorlar da muslukta para var mı? Hava mı çıkıyor? İlgililerin kimi "IMF ile hemen anlaşmalıyız" diyor, kimi "asla bizim mahalleden geçmesinler, KDV'yi ÖTV'yi indirin" savında. Otelciler çare bulamamışlar, yaptırım gücü için kanun taslağı hazırlamışlar. Bilmem iyi bir örnek midir? Ana muhalefet duygusal davranıyor, "insanlar borçları nedeni ile intihar ediyor, icralar bir süre durdurulsun" diyor.

'ABD'deki işsizliğe üzülüyoruz'
Bu arada hatırlatmalıyım: Uluslararası ödemeler bankasından bir başekonomist bir toplantıda Tevrat'tan bir bölüm okumuş: "Hz. Yusuf yedi yıl kıtlık, yedi yıl bolluk olacak" demiş. Yani abukluk sadece bizde değil. Paraları iç edip Hz. Yusuf ile kurtulmak pek inandırıcı olmuyor.
Bu arada iyi bir haber: Antalya Organize Sanayi Bölgesi'nin yöneticileri "Kriz bizi vurmadı" demişler. Bir müjdeli haber de Irak'tan "para çok, yatırım yok" imiş, ilgilenenlere duyurulur. İyi insan, çok eski dost Güngör Uras da şaşırıyor, "Kendi işsizliğimizi unutuyoruz ABD'deki işsizliğe üzülüyoruz. Ha bu ne biçim iştir?" diye soruyor.
Evet sevgili dostlar sıralarsak daha çok laf var. "Aklın yolu bir imiş" diyor eskiler. Madem öyle ne yapmak lazım? Artık o yolu bulup kararı siz verin.

Kalın sağlıcakla. Haftaya "Doğru zamanda doğru yerde olmak"


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Vana kimin elindeyse...

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:51

Vana kimin elindeyse...

skohen@milliyet.com.tr


BUGÜNLERDE Orta ve Doğu Avrupa, yıllardan beri görülmemiş bir soğuk dalgasının etkisinde. Slovakya’dan Sırbistan’a, Bosna’dan Bulgaristan’a kadar birçok ülkede milyonlarca insan, kelimenin tam anlamıyla, soğuktan donuyor.
Bunun nedeni, Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz sevkiyatını kesmiş olması. Aslında Rusya’nın dev enerji kurumu Gazprom’un Avrupa ülkeleriyle bir sorunu yok. Anlaşmazlık, Gazprom ile, bir enerji transit ülkesi olan Ukrayna arasında.
İşte Avrupalılar, kendi iradeleri dışında bir uyuşmazlık yüzünden, kara kışın ağır faturasını ödemek zorunda kalıyor.
Aslında Rusya’nın doğalgaz vanalarını kapattığı yılbaşından beri, sadece “taraf” olan Ukrayna değil, “tarafsız” davranmaya çalışan Avrupa da bu cefayı çekiyor. Rusya ile Ukrayna arsındaki bu anlaşmazlığın halli için, AB geçen hafta devreye girdi. Hatta bu konuda iki tarafla “üçlü” bir anlaşma da imzaladı.
Buna göre, Rusya Avrupa’daki müşterilerine Ukrayna yoluyla doğalgaz sevkiyatını normal şekilde yapacak, üçlü bir komisyon bunun denetimini sağlayacaktı. Bunun anlamı da şuydu: Ukrayna, Rusların iddia ettiği gibi, Avrupa’ya yönelik doğalgazı, kendi sistemlerine pompalamayacak, yani açıkçası “çalmayacaktı”...
Ne var ki, bu anlaşma Ukrayna’nın son dakikada yeni şartlar eklemesi yüzünden hafta sonu hayata geçirilemedi. Dün müzakereler sonunda ikinci kez imzalanan anlaşma uyarınca, Rusya, bugünden itibaren vanaları açacak, Ukrayna da sevkiyatın yönünü değiştirmeyecek ve Avrupalılar gene ısınmaya başlayacak...

Ticari kriz
AMA bu olay, düşündürücü ve hatta kaygı verici. Zira mutabakatın kalıcı olacağı garantisi yok. Avrupalıların (ve herkesin) başına böyle bir durum gelebilir. (2006’da da böyle olmamış mıydı?)
Rusya’nın Ukrayna ile anlaşamadığı başlıca konu, fiyattır. Pazarlıklardan son varılan nokta şuydu: Rusya başta (bin metreküp için) 418 dolar istiyordu. Sonra bunu 250 dolara indirdi... Ukrayna ise geçen yılki fiyatın, yani, 178 doların üstüne, 235 dolara çıktı... Mutabakat sağlanamayınca, Rusya bu kez tekrar ilk fiyatına (418 dolara) döndü ve bunda ısrar etti...
Ukrayna Rusya’yı adeta ümüğünü sıkmakla suçluyor. Rusya ise aksine Ukrayna’ya Avrupa’dan çok daha düşük özel tarife uyguladığını söylüyor ve ayrıca Ukrayna’yı, Avrupa için transit borularından geçen gazı “çalmak”la, bu da yetmemiş gibi, birikmiş olan borçlarını (gecikme zammıyla birlikte 2 milyar dolar) ödememekle suçluyor.

Siyasi koz
ŞİMDİ AB baskıları ve denetimi sayesinde, Rusya doğalgazı Avrupa’ya gene akacak ama, Rusya ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden bu “geçiş yolu” güvensiz ve riskli kalmaya devam edecek...
Rusya ile Ukrayna (ve diğer müşterileri) arasındaki uyuşmazlıkların önemli bir nedeni, kuşkusuz “ticari”dir. Yani Moskova, tüm dünyanın büyük ihtiyaç duyduğu doğalgaz (ve petrol) zenginliğine sahip olmanın avantajını kullanmak istiyor ki bu da onun doğal hakkı. Rusya bu sayede bir “enerji süper gücü” olarak öne çıktı ve ekonomik olduğu kadar siyasi kartlarını da iyi oynamaya başladı.
Eğer Ukrayna “turuncu devrim” ile, Moskova ekseninden ayrılıp Batı yörüngesine kaymasaydı, herhalde Ruslar bugün böyle bir dayatmacılığa girişmezlerdi. Kremlin elindeki sağlam kartı kullanarak Kiev’i baskı altında tutmaya çalıştığı gibi, Avrupa’ya ve genelde Batı’ya da Rusya’nın gücüne ve etkinliğine daha saygılı olması gerektiğini hatırlatıyor.
Alternatif enerji kaynakları geliştirilmediği ve daha güvenli transit yolları bulunmadığı sürece, son sözü gene vanaları elinde tutanlar söyleyecektir...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Depremler ülkesi

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:55

Depremler ülkesi

zlivaneli@gazetevatan.com


İsveç’te yaşayan da insan biz de insanız. Ama onlar rahat, biz ise sürekli olarak depremlerle sarsılıyoruz.

Fiziki, siyasi, iktisadi depremler birbirini kovalıyor.

İsveçliler 300 yıldır savaş görmemiş. Biz yıkılıp yıkılıp yeniden kuruluyoruz.

Hem de her anlamda.

Halk yorgun ve bezgin.

Fırtınaya tutulmuş olan gemideki herkesin başı dönüyor, midesi bulanıyor.

Ve gündelik olayların hayhuyu içinde kapımızda bekleyen felaketleri düşünmeye mecalimiz kalmıyor.

Ama doğa bizi beklemiyor elbette.

***


Bakın yetkililer ne açıklamış:

“Allah korusun, ne olacağı belli değil. Marmara Denizi’nde inceleme yapan Japon uzman bana İstanbul depreminin ne zaman olacağını bilmediğini; ancak 1 saniye, 1 yıl veya 10 yıl sonra da olsa mutlaka 7 veya üzerinde büyüklükte olan bir depremin gerçekleşeceğini söyledi. Japon uzman böyle bir depremde binaların yüzde 65’inin yıkılacağını da söyledi. Bu nedenle köprüler ve kamu binalarında güçlendirme çalışmaları başlattık.”

Yüzde 65’i yıkılacak bir şehirde yaşıyor olmak nasıl bir duygu?

Buna nasıl dayanıyoruz anlamıyorum.

Belki de dünyanın en dirençli (ya da en vurdumduymaz) insanlarıyız.

İstanbul’da yeni bitmiş binaların bile güçlendirilmesi gerekiyormuş. Yetkililer bu konuda ellerinde raporlar olduğunu açıklıyorlar.

Bir başka çarpıcı veri de şu: İstanbul’daki binaların yüzde 85’i ruhsatsızmış.

Yani bu şehrin yüzde 85’i imar suçu işliyor.

Bu oran Ankara’da yüzde 65, İzmir’de yüzde 45’miş.

***


Sadece bu rakamlar bile içinde bulunduğumuz kargaşayı anlatmaya yeter.

İsteyen istediği yere beş-altı katlı binayı konduruvermiş.

Boğaz sırtları mahvolmuş, şehir diye bir şey kalmamış ortada.

İmardaki bu durumu siyasete uygulayın, aynı şeyi göreceksiniz.

Vahşi Amerika’daki Batı’ya hücum dönemi gibi, eline silahı alan koşmuş İstanbul’a.

Bu durum ne Moskova’da var, ne Atina’da, ne Belgrat’ta, ne Prag’da.

Gelişmiş dünya merkezlerini saymıyorum bile.

Şimdi aklıma takılan şu:

Acaba bu durum bizim demokrasimizle ilgili bir ipucu veriyor mu?

Bir zorbalar düzeninde mi yaşıyoruz yoksa demokratik bir toplumda mı?

Buna siz karar verin.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x