Günün Seçmeleri | 15.01.2009

Günün Seçmeleri | 15.01.2009

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:51

6 milyon fazla seçmen var ama bunu sadece AKP hiç merak etmiyor

Can Ataklı
catakli@gazetevatan.com


Yüksek Seçimi Kurulu, Mart 2009 Genel Yerel Seçimleri’nde bir önceki seçimden 6 milyon daha fazla seçmen olduğunu açıklandığından bu yana neredeyse kıyamet kopuyor.

Herkes şaşkın. 2007’de yapılan genel seçimde, 2004’e oranla bir milyon seçmen azalmışken, bir yılda ortaya çıkan bu artışın sırrına kimse eremiyor. Yüksek Seçim Kurulu ise seçmen kütüklerinin adres bildirimine göre yapıldığını belirterek artışın normal olduğunu ileri sürüyor.

CHP konuyu araştırıyor, seçmen listeleri üzerinde yapılan incelemelerde buldukları aksaklıkları bildiriyor. Bunun da ötesinde Danıştay’da dava açmaya çalışıyor.

MHP ve diğer partiler de seçmen sayısındaki artış karşısında hayretlerini gizleyemedikleri gibi harekete geçiyorlar.

Medya ise neredeyse bir aydır eklenen ya da buhar olan seçmenlerle ilgili haber yapıyor.

Tüm bunlar olurken sadece bir tek siyasi partiden hiç ses çıkmıyor. Üstelik bu parti en büyük parti.

AKP her nedense seçmen sayısındaki artışa hiç şaşırmamış görünüyor. Hatta tam tersine sözcüleri “Devlete güvenin” diyor.

Peki herkes şaşkınken ve seçimlere şaibe düşebileceği endişesi taşırken nasıl oluyor da AKP hiçbir şeyden şüphelenmiyor? 6 milyon fazla seçmene iktidar partisi ve yandaşlarından, bırakın şüphelenmeyi küçük bir yorum bile gelmeyince insanın içine kurt düşüyor.

Bu durumda “İktidar fazla seçmen yazarak seçimleri baştan garanti altına almak istiyor, pek çok kişiye birden fazla oy kullandırılacak” yönündeki iddialar “komplo teorisi” olmaktan çıkıp gerçeklik kazanıyor.

***

Buhar olan bloklar

Önümüzdeki seçime 6 milyon fazla seçmenle giderken, kütüklerdeki garipliklerin de ardı arkası kesilmiyor. Bugün size bana ulaşan bir bilgiyi aktarmak istiyorum.

Bir arkadaşım Kadıköy Yakası’nda Aşağı Dudullu Mahallesi’ne bağlı çok bloklu bir sitede oturuyor.

Sitede oturanlar yılbaşından önce asılan seçmen kütüklerini gidip incelemişler ve isimlerini bulmuşlar. Yürekleri rahatlamış.

Ancak 5 Ocak’ta tekrar asılan seçmen listelerini de incelemeye giden site sakinlerinden bazıları müthiş bir sürprizle karşılaşmışlar. Çünkü sitedeki iki blok yeni asılan seçmen listelerinde yokmuş.

Muhtar bunu “Bu seçimde mahallemiz ikiye bölünüyor. Sizin listeniz yeni kurulan mahallede olacak” diye açıklamış. Ancak yeni mahalle henüz kurulmadığı için onun seçmen listeleri ortada yok. Durumu düzeltmek için herkes işini gücünü bırakıp Ümraniye Nüfüs Müdürlüğü’ne koşmuş. Tapu ve kira kontratlarıyla kayıtlarını yaptırmışlar. Buradan aldıkları belgeyi Yüksek Seçim Kurulu’na götürmüşler. Yazması bile ne kadar uzun tutuyor görüyorsunuz. Peki acaba blokları buhar olan site sakinlerinden kaçı bu işlemi yaptırabildi. Arkadaşım yaptırmış ama diğerlerini bilmiyor. Şimdi herkes birbirine “Sen yaptırdın mı?” diye soruyormuş.

Olur mu vatandaşa bu kadar eziyet?

***

İnternetten kontrol

Askıya çıkarılan seçmen kütüğünde kendisini bulamayan ya da bu listeleri görmeye gidemeyenler, eğer bilgisayarları varsa “seçmen olup olmadıklarını” kontrol edebilirler.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp adresine girdikten sonra TC kimlik numaranızı yazmanız halinde nerede oy kullanacağınız karşınıza çıkıyor. Eğer orada bulamazsanız mutlaka nüfus müdürlüklerine oradan da Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmanız gerekecek.

Bu arada TC kimlik numarası ile seçmen listesi bulunabildiğine göre, demek ki Yüksek Seçim Kurulu bir komutla sistemdeki tüm TC kimlik numaralarını test edebiliyor.

Bu durumda daha önce yazdığım öneriyi tekrarlamak istiyorum: Yüksek Seçimi Kurulu, TC kimlik numaraları üzerinden “mükerrer yazım” olup olmadığını saptayabilir. Bunu yaparsa şaibe de ortadan kalkar.

***

Şahin-Güney

Ergenekon’un en ilginç açıklamalarından birini eski Özel Harekâtçı İbrahim Şahin yaptı. Dedi ki “Beni tekrar göreve çağırdılar, müsteşarlık teklif ettiler. 300 kişilik bir tim kurma hazırlığındaydım.”

Gazete haberlerine göre Şahin bu amaçla yapılacak atama töreninde yapacağı konuşmayı bile hazırlamış. Evindeki aramada bu da bulunmuş.

Şahin’in bu açıklamalarına Genelkurmay’dan ve İçişleri’nden yalanlama geldi. MİT ise “doğrulamama” yolunu seçti.

Tabii İbrahim Şahin bu kadar net bir “yalanı” neden söyler onu da anlamak mümkün değil. Ama belli ki Ergenekon savcıları Şahin’e inanmamışlar ki tutukladılar.

Buna karşın hiçbir sıfatı olmayan, Türkiye’ye de gelmeyen Tuncay Güney her nasılsa “muteber” kişi sayılıyor ve söylediği her şey doğru kabul ediliyor. Bunu da anlamak çok zor.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Nâzım tamam! Ya Nedim? Ahmet tamam! Ya Ferhat?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:54

Nâzım tamam! Ya Nedim? Ahmet tamam! Ya Ferhat?

can.dundar@e-kolay.net


Nâzım Hikmet’in eşi Vera anlatmıştı: 1962’de Kahire’de Asya-Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne gidiyorlar. Türkiye’yi temsil eden Nâzım, Kongre Başkanlığı’na aday...
Çin delegesi çıkıyor:
“Nâzım Hikmet Türkiye’yi temsil edemez, çünkü Türk pasaportu yok. Cebindeki, Sovyet pasaportu” diyor.
Nâzım kalkıp kürsüye geliyor ve diyor ki:
“Benim, Türkiye’mi temsil etme hakkım var. Halkının dilinde yazan şair, kendi ülkesini temsil edebilir.”
Ve başkan seçiliyor.
* * *
Öyledir.
Şairin, yazarın anavatanı, dilidir.
O, Türkçe ülkesindendir.
Şiirleri dilden dile, elden ele gezdikçe, hiçbir Bakanlar Kurulu kararı onu o ülkeden kovamaz, yurttaşlıktan çıkaramaz.
Asıl büyük ceza, unutulmaktır.
* * *
Nâzım’ı 107. yaş gününde anıyoruz.
Geçen hafta ona yurttaşlığını iade etti hükümet...
Nâzım’a bir şey katmaz, ama Türkiye için sevindim ben...
Bir ayıptan kurtulmuş olduk.
Yine de buruk bir sevinç bu...
Neden buruk?
Sol iktidarlardan beklediğimiz adımı AKP attığı için değil. Kim atarsa başım üstüne...
Sorun şu:
“Nâzım’a yurttaşlık”, eksik bir adım...
* * *
İyi biliyoruz ki, Sovyetler çökmese, sosyalizm bir tehdit olmaya devam etseydi Nâzım üzerindeki ambargo sürecekti.
Bunu nereden anlıyoruz?
O dönem Nâzım’a reva görülenlerin, bugün tehdit sayılan başka fikir sahiplerine uygulanıyor olmasından...
İşte Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” kitabı...
Kitap geçen yıl çıktığında “halkın dinsel değerlerini alenen aşağılama” suçlamasıyla soruşturma konusu olmuştu. Gürsel savcılığa gitti, ifade verdi:
“Kitabın böyle bir amacı olamayacağını, kendisinin inançlara saygılı olduğunu” söyledi; “Ama teokratik bir toplumda yaşamıyorsak dine eleştirel bir bakış yöneltmek en doğal hakkımızdır” dedi.
Savcılık takipsizlik kararı verdi. Dosya kapandı.
Şimdi öğreniyoruz ki, takipsizlik kararı alan kitap hakkında, ikinci kez, mahkûmiyet talebiyle dava açılmış.
* * *
Devlet Kürtçe TV yayına başlıyor, bizler Ahmet Kaya’yı ölüme sürükleyen Kürtçe klibi yayımlıyoruz. Sevindirici gelişmeler...
Ama aynı günlerde bir başka Kürt sanatçı Ferhat Tunç, İstanbul’un orta yerinde kimlik kontrolünde, eline İstanbul polisince kelepçe vurularak götürülüyor; karakolda tartaklanıyor.
Bir yandan da Kürtçe şarkı söylediği için yargılanıyor.
Devlet söylerse mubah; Ferhat söylerse yasak.
* * *
Cumhurbaşkanı, bir futbol maçı vesilesiyle cesur bir Ermeni açılımı yapıyor; komşuyla barış umutları canlanıyor.
Ama ardından, “özür kampanyası”na imza atan aydınlar hakkında soruşturma açıldığı haberi geliyor.
Ergenekon davası büyük hızla ilerliyor; ama aynı çevikliği, şevki, Hrant Dink davasında göremiyoruz.
Anlaşılan o ki devlet, “Sınırlarını benim çizdiğim özgürlük havuzunda oynayın. Oradan çıkanı yakarım” demek istiyor.
Buna özgürlük denemez.
Nâzım’a yapılacak asıl jest, ona yurttaşlığını iade etmek değil, bütün sanat eserlerine ve her tür düşünceye özgürlük vermek, kendisine yaşatılanı bugünkülere de yaşatmamak olurdu.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Korku imparatorluğu

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 10:04

Korku imparatorluğu


ŞU inancım bir kere daha doğru çıktı."Kadınlar, erkeklerden daha cesurdur..."

Eski İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı, şimdi Öcalan’ın avukatı Eren Keskin’i kutluyorum.

Hepimiz köşeye pısmış, oturup, gözümüzün önündeki bir ırkçılığa sessizliğimizle suç ortaklığı yaparken, o çıktı apaçık suç duyurusu yaptı.

Bursa Orhangazi’de birtakım insanlar çıkıp ellerinde "Buraya köpekler girer, Yahudiler ve Ermeniler giremez" yazan pankart taşıyor ve bu ülkenin vicdanı tek kelime edemiyor.

Çünkü herkes korkuyor.

Ben de korkuyorum.

Sesimi çıkarıp, "Gazze’de katledilen insanları savunacağım diye, başka insanların onurunu, hayatını katletmeyin" demeye kalksam, Başbakan ne der bilemiyorum.

"Yahudi medyası" diye etiketlediği gazetelere Hürriyet’i de ekler mi?

Evet itiraf ediyorum, korkuyorum.

* * *

Gazze’de Filistin halkıyla ta içimden gelen bir dayanışma duygusu içindeyim.

Ama okullarda Filistin için saygı duruşu yapılmasını fevkalade tehlikeli ve yanlış buluyorum.

Hem de bir değil, üç beş nedenden dolayı yanlış buluyorum.

Filistin işi siyaset.

Okula siyaset sokulmasını istemiyorum.

Çocuklara kin değil, sevginin öğretilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bir de şunu düşünüyorum.

Yarın bir gün bir başka ülkenin, ülkelerin okullarında çocuklara 24 Nisan günü saygı duruşu yaptırmaya kalkanlar çıkarsa ne diyeceğiz?

Siz itiraz etseniz, önceki günkü fotoğrafları suratınıza çarpmazlar mı?

"Canım siz Yahudilere karşı yapmadık diyorsunuz. Biz de Türklere karşı yapmıyoruz. Maksat insanlık" derse, verilecek hangi cevabınız var?

"Ecdadımdan bana ne" deyip sıyrılabilecek cesaretiniz var mı?

O kadar kolaysa bugün niye sıyrılmıyorsunuz...

Bunu da apaçık yazmak, manşetlerde göstermek istiyorum.

Yine itiraf ediyorum.

Korkuyorum.

Çünkü, kendisinin etiketlendirilmesinden şikâyetçi zevatın, bize anında "Siyonist", "Yahudi" gazetesi etiketini yapıştıracağından eminim.

Orada kalmayıp, okullarda saygı duruşu ile harekete geçirilmiş kalabalıklardan korkuyorum.

* * *

Ergenekon davasında da korkuyorum...

Hançeremi parçalarcasına, "Çeteler temizlensin" diye bağırıyorum.

Ama bu davanın ne kadar hoyratça, ne kadar insan hakları, hukuk çiğnenerek sürdürüldüğünü görünce hissiyatımı yazmak istiyorum.

"Kardeşim siz ne yapıyorsunuz, bunları yapmaya, insanları terörize etmeye, kızdıklarınızı susturmak için silah olarak kullanmaya ne hakkınız var" demek istiyorum.

Bunu bile, içimden gelen öfkeyle yazamıyorum. Çünkü korkuyorum.

Çünkü, kendine hâlâ "demokrat", hâlâ "liberal" demeye utanmayan faşist bir linç mangası karşımda hazır bekliyor.

Serbestçe yazamadığım, öfkemi istediğim gibi dile getiremediğim halde, gammazlamaya başlamış; savcıyı bile kenara itip, parmaklarını bizlere uzatmış bağırıyor:

"Ne duruyorsunuz, onları da içeri alın."

Bir avuç güya liberal gazeteci, güya aydın, iktidarı ele geçirmiş, entelektüel bir faşist rejimi payidar kılmış.

Hava neredeyse 12 Eylül’ün sivil versiyonu...

En küçük itirazınızı yazsanız anında sırtınıza "Darbeci" ve "Ergenekoncu" etiketini yapıştıracak.

Ve biz demokratik bir hukuk toplumuna doğru gidiyoruz.

Öyle mi...

O ihbar da bu değil mi

BAZI şeyleri anlamakta zorluk çekiyorum.

Ne idüğü belirsiz bir adamın, Türkiye’nin önde gelen birçok işadamı, gazetecisi ile ilgili ipe sapa gelmez, imzasız bir ihbar mektubunu ciddiye alıp, Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı’na ileten MİT, aynı "heveskârlığı" memleketin daha ciddi meselelerinde göstermiyor mu?

Şüpheye düştüm.

İbrahim Şahin, "Aktütün ile ilgili aldığım bilgiyi bir arkadaşım aracılığıyla MİT’e bildirdim" diyor.

MİT’in bu iddiaya karşı yaptığı açıklamaya basından gelen tepkilere bakıyorum.

Herkeste derin bir şüphe...

"Kurumsal ilişki" yokmuş, ama "sosyal ilişki" ile Güneydoğu’ya ilişkin bazı bilgiler aktarılmış.

Zaten Şahin de böyle diyor.

Ben de vatandaş olarak soruyorum.

MİT "sosyal ilişki" yoluyla gelen Güneydoğu’ya ilişkin bu bilgilerle ne yapmış?

Aktütün konusunda herkes ordunun üzerine bir şeyler yıkmaya çalışıyor.

Peki ama devletin öteki kurumları bu konuda ne yapmış?

O bilgiyi iletmelerini de "Ergenekon çetesi" mi engelledi?

MİT, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş.

Abuk sabuk ihbar mektuplarına atfedilen "ehemmiyetin" onda birinin, buraya verilmesini istemek çok fazla mı olur?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Fransız aydını

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:03

Fransız aydını

m.asik@milliyet.com.tr


Fransız aydınlarının etkisiyle Fransa Ulusal Meclis Başkanı Bernard Accoyer’nin başkanlığında milletvekillerinden kurulan bir komisyon, Aralık 2008’de yayımladığı raporda, parlamentoya şu tavsiyede bulundu:
“Parlamento bundan böyle tarihi olaylar hakkında yasa geçirmemelidir. Tarihsel olaylar, tarihçiler tarafından araştırılmalı ve değerlendirilmelidir.”
Yukarıdaki sıcak gelişmeyi hatırlatan CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ devam ediyor:
“Fransa’daki aydınların tutumu bu iken, Türkiye’de aydın sayılan kimseler, gerekli tarihsel araştırma yapılmadan Türkiye’yi mahkûm ettirme sonucunu doğuracak bir girişime önayak olmaktadırlar.”
Bu arada CHP özür dileme kampanyasına karşı Meclis’in bir ortak kınama açıklaması yapmasını öneriyor. Ama AKP bu öneriye sessiz kalıyor.
Bu şekilde Ermeni diyasporasını da memnun ediyor... Başta ABD olmak üzere yabancı parlamentoları soykırım kararı almaya cesaretlendiriyor.
Kimden yana olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor...
NOT: Kurt dumanlı havayı sever... Eskişehir’de Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu adlı bir kuruluş pankart asmış: “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez. Köpeklere giriş serbesttir... ”
Puslu havadan bu tür ırkçı faşist grupların yararlanmasına da izin verilmemeli...



Erdoğan, Ergenekon dalgaları için, “Bunlar daha işin başı” demiş.
Devamını da bildiklerine göre “bağımsız yargı”yla koordineli çalışıyorlar demektir...

Haldun Ertem



* Zaman yazarı Mehmet Kamış, ‘’Baykal’ı Saddam’ın Enformasyon Bakanı El Sahaf’a benzetmiş!
El insaf, daha 2 gün önce “yaftalamayın” diye reklam verdiniz, şimdi kendi reklamınıza kamış atıyorsunuz...

Engin Balım



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sinemacılarla Köşk'te yemek yemiş, sohbet etmiş, birlikte resim çektirmiş...
Böylece sinema sanatçıları Abdullah Gül'ün imajını cilalamışlar. Yaptıkları görev, Abdullah Gül'ün bütün ulusun değil, AKP'nin memuru gibi imza atarak yıpranan imajını tamir etmek... Onu demokrasiye aykırı faaliyetlerinde güçlendirmek. Bravo bu ünlü sanatçılara... Figüranlıkta da başarılılar...




Çekin arabaları!
Melih Bozkurt, 12 Ocak Pazartesi günü (önceki gün) otomobilini her zaman olduğu gibi, Ankara Küçük Esat semtindeki Mimar Kemal Lisesi’nin arkasındaki sokağa bıraktı ve 10.30’da Kızılay’a indi... Saat 15.00 sularında geri döndüğünde aracını yerinde göremedi... Çevrede herhangi bir park yasağı söz konusu değildi. Köşedeki bakkal, sokaktaki bütün arabanın öğle üzeri trafik ekiplerince çekilip götürüldüğünü söyledi... Bozkurt, aracını uzun aramalar sonucu otoparkta buldu. 45 lira ceza ödeyip aldı. Sebebini de öğrendi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan Kocatepe Camii’nden kalkacak bir cenazeye katılmışlar... Güvenlik amacıyla o bölgeden 100 dolayında araç çekilmiş... Peki vatandaşın neden hem vakti çalınıyor hem yasağı ihlal etmediği halde 45 lira ceza ödetiliyor? Ülke diktayla yönetiliyor da ondan. Devlet büyükleri geçerken vatandaşın ne aracı ne kendisi ortalarda dolaşmamalıdır.



Gazze gözyaşları!
Milli Eğitim Bakanlığı Filistinlilerle dayanışma konusunda okullarda 1 dakikalık saygı duruşundan başka bir resim ve kompozisyon yarışması düzenledi, ayrıca okullarda yardım kampanyası başlattı.
İsrail’in Filistin üzerindeki zulmü hiç kuşkusuz bir insanlık dramıdır.
Ancak çocukların işe bu şekilde katılması yerinde midir?
CHP Milletvekili Muharrem İnce soruyor:
- Filistin’den önce PKK terörüyle yaşamlarını yitiren askerlerimiz, sivil yurttaşlarımız ve hatta öğretmenlerimiz hakkında bu yönde genelgeler neden yayımlamadınız?
- ABD ’nin Irak’ta masum insanların üzerine bomba yağdırdığı günlerde siz Milli Eğitim Bakanı değil miydiniz? O zaman neden 1.5 milyon masum insanın katledilmesine karşı okullarımızda benzeri etkinlikler düzenlemediniz?
- Çocuklara yönelik kampanya düzenleyecek yerde; ihale verdiğiniz işadamlarından neden yardım istemiyorsunuz? Okullarda velilerin kırılan camları taktıracak parası bile olmadığını bilmiyor musunuz?
NOT: Mart tezkeresinin çıkması için büyük çaba gösteren AKP iktidarı, tezkere çıkmayınca hava sahasını ABD’ye kullandırdı. İlk günden beri ABD’yi destekliyor. İsrail saldırısından hiç farkı olmayan o haksız ve hukuksuz savaşta 1.5 milyon masum insan öldü. Acaba Iraklı çocuk ile Filistinli çocuk arasında ne fark var?
Erdoğan ailesinin gözyaşları karşısında insan Iraklı cocuklarının günahının ne olduğunu düşünmeden de edemiyor...



Yüzleşme...
Aylardır basında; gemicikler, dişler, mısırlar, yumurtalar, Suudi Kralı’nın hediyeleri, Deniz Feneri, yandaşlara peşkeş çekilen orman arazileri ve kamu ihaleleri, yok pahasına satılan milli değerlerimiz ve yargı üzerinde oluşturulan baskılar. Tüm bunların yasadışı yollarla yapıldığının kanıtlarını ve belgelerini izliyoruz.
Bunca olandan sonra 29 Mart yerel seçimleri ne partilerin ne de adaylarının çekişmesi veya düellosu olacaktır.
29 Mart yerel seçimleri Türk halkı ile merhum Aziz Nesin’in yüzleşmesi olacaktır.
Hulusi Tunuş


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Atatürk, yeni banknotlarda niye gülümsüyor?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:06

Atatürk, yeni banknotlarda niye gülümsüyor?

mtamer@milliyet.com.tr


Yeni paralarımıza ilişkin ilk tartışma, paraların arka yüzlerinde yer alan mühim şahsiyetlerdi. Neden Mimar Sinan değil de Mimar Kemaleddin, neden Halide Edip Adıvar değil de Fatma Aliye, neden Yunus Emre vs...
Banknotların Merkez Bankası tarafından tanıtılmasından sonraki ilk tartışma ise 200 TL’lik banknotta bitişik yazılan ikiyüz sözcüğüyle ilgiliydi. Dilbilgisi kurallarına göre iki yüz, 2 ayrı kelime; sadece çeklerde ve tahsilat makbuzlarında, aradaki boşluğa bir rakam daha yazılmak suretiyle tahrifat yapılmasın diye birleşik yazılıyor. Parada bir tahrifat da söz konusu olamayacağına göre...

Ben paraları beğendim
Yeni banknotlarımız yılbaşında piyasaya çıktı, ama halkın büyük çoğunluğu bu paraları henüz eline almış değil. Ben birkaç gün önce ATM’den çektiğim paralar sayesinde 200 TL hariç bütün banknotlarla bir anda tanışıverdim. Ve yeni paraları sevdim.
Eskilerine oranla daha modern. Euroya benziyorlar. Paraların boyutlarının eski kâğıt paralarımızdan daha küçük olmasını olumlu buldum; cüzdanlarımızda buruşma ihtimali azaldı. Ayrıca paraların boyutlarının, değerlerine göre büyükten küçüğe doğru küçülmesi de fonksiyonel. Böylelikle 50 lirayı 5 lira diye verme ihtimali de minimuma inmiş oluyor.

Gülümseyen Atatürk
Yeni paralardaki Atatürk fotoğraflarıyla ilgili ilk eleştiri, sekreterim Alev’den geldi: “Hiç beğenmedim yeni paraları. Nerede eski paralardaki Atatürk, nerede bu yenilerdeki...”
Allah allah, benim niye dikkatimi çekmedi diye eski ve yeni paraları yan yana koyup baktım. Evet farklıydılar, ama o kadar.
Önceki gün kızımın eline ilk kez yeni 20 liralık geçmiş. O da hiç beğenmemiş Atatürk’ü: “Diğer paralarda nasıl bilmiyorum, ama 20 liradaki Atatürk niye öyle gülümsüyor? Çok tuhaf” dedi.
Hemen çantamdaki bütün paraları çıkarttım. 100 liradan 5 liraya kadar hepsini yan yana dizdik. Atatürk fotoğrafları Doğa’nın iyice sinirine dokundu. Atatürk hepsinde gülümsüyor. Sanki fotoshoplanmış gibi. Büyük banknotlarda yüzü bize dönük; paralar küçüldükçe fotoğraflar da profile dönüyor.

Ay-yıldız ters duruyor
Ertesi gün gazeteye geldiğimde okurların da benzeri e-posta mesajlarını buldum. Birkaçını aktarıyorum:
“- Atatürk, hükümetten mi memnun, muhalefetten mi ki gülümsemeye başlamış? Yoksa kendi kurduğu CHP’nin bugünkü haline mi acı acı gülüyor?
- Atatürk’ü neden güldürmüşler bu kadar? Güldürelim derken yüzünü de deforme etmişler. Tombul yanaklı biri olup çıkmış.
- Ya 5 ve 10 liralıklardaki bıyıklı Atatürk’e ne demeli?
- Ay-yıldızın sağ yana değil de, Osmanlı dönemini andırır şekilde yukarı doğru bakması, acaba hangi aklı-evvelin işi?”
Yeni banknotlar halkın eline geçtikçe, bu tür eleştirileri daha sık duyacaksınız. Hazırlıklı olun.

Resim


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Filistin acısına da el attı!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:22

Filistin acısına da el attı!

ndogru@gazetevatan.com


Bir ağıttır Filistin, Gazze, o topraklar. O toprakların acısıyla doğar Filistin’deki çocuklar. İlan tahtalarını gördünüz mü! Deniz Feneri Derneği, Filistin’in acısına da el attı. Gazze’deki çocuklara ulaştırılmak üzere yardım kampanyası başlattı.

Gözyaşlarının gücü!

Yüreklerdeki isyan!

Besmele kokan yakarışlar!

İnsan olan insan isyan ediyor ve “bulalım, buluşturalım, verelim yardımları” diye çağırmaya niyet ediyor. Fakat, Almanya’daki “Deniz Feneri eV dosyası” henüz gelmedi.

Bugün 134 gün oldu.

Dosya savcımıza gelmiyorsa savcımızın dosyaya gitmesi gerekirdi.

Üzgünüm.

Savcım da gitmedi.

Belli ki duvarı yıkamadı.

Gidemedi.

Adalet Bakanımız; “Deniz Feneri eV dosyası”nın en geç 5 Ocak 2009’da Ankara’da Cumhuriyet Savcısı’nın önünde olacağını söylemişti. Bugün 14 Ocak ve dosya henüz gelmedi.

***


İsmi benziyor. Amblemi aynı. Yöneticilerinin halleri, tavırları, giyinişleri, geçmişleri, arkadaşlıkları, partidaşlıkları, gelişip serpildikleri ortam, ilişkileri, çevreleri birbirinin kopyası; “neredeyse tek yumurta ikizi gibiler” diyesim geliyor fakat Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği yöneticileri, “Almanya’daki Deniz Feneri eV’nin bizimle ilgisi yoktur” diyorlar.

Alman savcı var diyor.

Alman hâkim var diyor.

Alman başkomiser var diyor.

Dosya’da çok özetle şu bilgiler yer alıyor: 1998 yılında Türkiye’de kurulan Deniz Feneri Derneği’nin bir eşi de 1999 yılında Almanya’da kuruldu. Başından beri bu derneğin amacı, yoksullara yardım bahanesiyle para toplayıp sermaye oluşturmaktı. Toplanan paralarla Kanal 7 finanse edildi. Asıl sorumlular Türkiye’dedir. Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve Zahid Akman “gesondert verfolgen”dir. Yani zanlı oldukları halde yakalanamadıkları için yargılanamadılar, dosyaları ayrıldı, izlenmeye devam ediliyor ve Almanya’da sanık sıfatları devam ediyor. Mehmet Gürhan, tutukluluğu sırasında Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’a sahte vekâletname ile irade ve hisse devri yapmıştır. Almanya’dan Türkiye’deki Deniz Feneri’ne 8 milyon euro gitti. Almanya ve Türkiye Deniz Feneri Dernekleri’nin faaliyetleri ortaktır. Deniz Feneri eV. yöneticileri ile Kanal 7 yöneticileri, başından beri toplanan bağış ve yardımların amaç dışı kullanımını bildikleri halde, bağışçılardan gerçekleri saklamışlar ve sahte belgeler kullanmışlardır. Hükümlü Firdevsi Ermiş, Almanya’daki Deniz Feneri e.V ve Kanal 7 Int. şirketinin muhasebe sistemlerini Türkiye’deki Deniz Feneri ve Kanal 7’den bağımsız olmayan bir şube biçiminde tutacak şekilde devralmıştır. Resmi ve gayriresmi olmak üzere ikili muhasebe sistemi tutarak, yasa dışı biçimde paraları gizlemiş ve kuryelerle Türkiye’ye göndermiştir.

***


İşte bu dosya!

Türkiye’ye gelecekti.

134 gün geçti.

Dosya gelmedi.

Savcı da dosyaya gitmedi.

Alman mahkemesinin Deniz Feneri e.V. ile ilişkisi olduğuna dikkat çektiği Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği “Filistin acısına” da el attı. Bir ağıttır Filistin!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Paramızdaki kadın!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:34

Paramızdaki kadın!

rturan@hurriyet.com.tr


FATMA Aliye Hanım...Yeni 50 liralıkların üzerinde onun resmi var.

Tanıyan, bilen var mı?


Birçok kişiye sordum. Hem de, iyi eğitim görmüş, toplumda önemli yerlere gelmiş kişilere... Bilemediler!

Dostlara, "Yeni basılan 50 liralıklara bakın" dedim. Baktılar. 50 liralığın bir yüzünde Atatürk’ün, bir yüzünde de Fatma Aliye Hanım’ın resmi vardı.

"İşte tanıyın! Fatma Aliye Hanım bu... 1862 yılında doğmuş, 1936 yılında ölmüş... 6 tane roman yazmış... İlk kadın romancımız" dedim.

Unutulan, iz bırakmayan bir romancıdır Fatma Aliye...

Millet, yeni 50 liralık banknotlar sayesinde Fatma Aliye Hanım’ı tanımış oldu!

* * *

Bu hanım, Tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın iki kızından biridir. 13 yaşında tesettüre girmiş! 1891 yılında Ahmet Mithat Efendi ile birlikte, adını kullanmadan yazdığı "Hayal ve Hakikat" adlı ortak romandan başka kendi adıyla yazdığı 6 romanı daha var.

Edebiyatla ilgilenen dostlar arasında bir mini anket yaptım. Fatma Aliye Hanım’ı okuyan da, adını duyan da çıkmadı. İz bırakan bir yazar değil çünkü...

Peki, paralarımıza nasıl girdi bu hanım?

Böyle değerli bir vatan evladını bugüne kadar nasıl da tanımadık, bilmedik, öğrenmedik?

Aslında bu cahillikten kurtulmak için dinci gazeteleri okumak yeterli.

Merkez Bankası Başkanı’na "Çok mutlu olduk" diye teşekkür mektubu yazacak kadar duygulananlar var!

Neyse... Fatma Aliye’yi bundan sonra hepimiz tanıyacağız. Çünkü resmi ceplerimizden eksik olmayacak!

* * *

Düşündüm de... Cumhuriyet döneminde yetişen bunca başarılı, çok değerli kadınlarımız varken Fatma Aliye Hanım da nereden çıktı?

Bu hanımın yazdığı romanlar önemli olmadığı için adı sanı bugüne kadar duyulmamıştı.

Peki, paralara nasıl girdi? Nasıl oldu da resmi Atatürk’le birlikte 50 liralıkların üzerine basıldı?

Bunun nedeni onun romancılığı değil, dinciliği ve Atatürk devrimlerine karşı olmasıdır!

Bugünlerde buna pek şaşırmamak lazım! İktidarda kimler var?

"Bütün laikleri şişe geçireceğini" söyleyen birinin, bizzat Başbakan tarafından Başbakanlık Basın Sözcüsü yapıldığı bir dönemde, tabii ki buna da şaşırmamak gerekiyor!

* * *

Fatma Aliye’yi inceleyen yazar Fatma K.Barbarosoğlu, onun hakkında "Fatma Aliye: Uzak Ülke" adında bir kitap yazmış...

O kitapta, saltanatın ve hilafetin kaldırılmasını ve harf devrimini bir türlü kabul edemeyen Fatma Aliye’nin ülkemize yabancılaştığı, kendisini Türkiye’ye uzak hissettiği anlatılıyor.

Atatürk’e ve cumhuriyet devrimlerine hep karşı olan Fatma Aliye, yıllar sonra resminin Atatürk’le birlikte aynı paranın üzerine basıldığını görebilseydi, kim bilir ne kadar şaşırırdı!

Köktendinci kesim, Fatma Aliye’nin 50 liralığın üzerine basılan resmini hiç beğenmemiş!

Sebebi, kadının başının açık olması...

13 yaşında tesettüre giren Fatma Hanım, hayatı boyunca hep kapalı kalmış ama Merkez Bankası yetkilileri, laik çevreler tepki göstermesin diye resimde kadının başını açmışlar!

Laik Türkiye’nin yöneticileri için ne büyük incelik böyle... Gözlerim yaşardı doğrusu!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Öğretimde Ortadoğu politikası

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:07

Öğretimde Ortadoğu politikası


Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik geçen pazartesi günü, bakanlığına yakışmayan bir adım attı: Geçen pazartesi günü bir bakanlık genelgesiyle; ertesi gün, ilk ve orta öğretim kurumlarında ‘yüzlerce Filistinli, özellikle de çocuklar ve öğrenciler için bir dakikalık saygı duruşunda’ bulunulmasını ve ayrıca ‘Filistin’de İnsanlık Dramı’ konulu resim ve kompozisyon yarışması düzenlenmesi istendi.
Bu genelgenin hemen arkasından yayımlanan yeni genelgeyle resim ve kompozisyon yarışmasından ‘sarfınazar’ edildiği bildirildi.
Dünkü Radikal’de konuyu ele alan Haluk Şahin’in yazısı, konunun insani yanını çok güzel yazdı.
Tamamına katıldığım düşüncelerinin bir kısmını, Haluk Bey’in kelimeleriyle buraya alıyorum:
“Çocuklara ölüm ve dehşet yağdırmayı hiçbir neden mazur gösteremez.
Okullarda saygı duruşunun, körpe dimağlara nefret tohumları ekebilecek ciddi bir yanlış olduğunu düşünüyorum.
Bakan Çelik bu işe önayak olarak ne yazık ki kötü bir örnek-olay yarattı.
O okullardan birinde bir tek Yahudi çocuğunun topluca söylenenleri dinlerken yaşayacağı psikolojik parçalanma duygusunu düşünmek de beni kahrediyor!
O yaştaki arkadaşları İsrailli, Yahudi, Musevi ayrımı yapabilirler mi? Gazzeli çocukları öldürenlere yönelik toplu protesto, ömür boyu sürecek bazı anti-semitik önyargıların
başlangıcı olamaz mı?”
Bakan’ın saygı duruşu genelgesi, Başbakan’ın İsrail’e karşı sözlerinin sonucudur denilebilir. Cuma nazmazı çıkışlarındaki gösterilere, öğrencilerin saygı duruşunu eklenerek, halkın İsrail’e tepkisinin derinliği ve genişliği vurgulanmış olmaktadır!
Oysa hükümet halkın duygularını köpürtmek yerine bastırmalıdır. Bu anlayış içinde Başbakan, Irak, İran ve Filistin sorunları çıktığında, taraflardan biriymiş gibi davranmış, en azından öyle görünmek istemiştir.
Bu görüntüye bakarak, AK Partisi’nin Ortadoğu politikasını, ‘Arap ülkelerinin tümünü ilgilendiren konularda inisiyatif ve söz sahibi olmak’ gibi tanımlıyorum. Eğer böyleyse, bu yaklaşım veya hedef, bana pek gerçekçi görünmüyor.
Öncelikle bu politikanın tarihsel dayanağı yoktur. Özellikle yakın tarihte, Araplar, bizim sorunlarıyla ilgilenmemize karşı hassasiyet göstermişlerdir. Bir türlü samimi dostluklar kurulamamış, ilişkiler tam iyiye gidiyor denildiği zaman, bir terslik çıkmıştır. Onların bu tutumunun kısa zamanda değişmesini beklememeliyiz.
Günümüze dönelim: Son Filistin olayında Başbakan, girişimleri sırasında ‘insanlık dramı’ failini İsrail hükümetiyle sınırlı tutmak yerine, bütün Musevileri sakınmayıp yaygınlaştırmıştır; diyelim ki böyle anlaşılmasını kolaylaştıracak biçimde konuşmuştur.
Biz, askeri ve sivil hedef ayrılmadan toplu yaşam yerlerinin bombalanmasının karşısına çıkarken, İsrail halkının duygularını rencide etmekten çekinmeliyiz.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Türkçe çeviriyle hukuka yolculuk

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:16

Türkçe çeviriyle hukuka yolculuk


BAKINIZ İsviçre Lehman Davası. Bakınız İspanya Tejero Davası. Bakınız Fransa şu davası, bakınız İtalya bu davası ve devamı.

Bunlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği kararlar. Hangi ülkede, hangi davaya bakıldığını gösteriyor.


Kararlar evrensel hukuk açısından ve bizim için önemli. Çünkü, başka ülkeleri ve bizi bağlıyor. Teknik deyimle, içtihad oluşuyor.

Ancak, bir sorun var. AİHM kararları İngilizce ve Fransızca. Yani, bakmak için dil bilmek gerek. Bizde benzer bir davada yargıç karar verecek, bakınız bilmem ne kararı, ama yargıç İngilizce ya da Fransızca bilmiyor. Nasıl bakacak?

O davanın Türkçe çevirisini okuyarak. Ama, çeviri yok.

YARSAV EL ATTI

Ergenekon’da hukuk faciası yaşanıyor, iddiası pek çok hukukçunun dilinde. Oysa, evrensel hukuk tüm kurallarıyla uygulansa, Ergenekon normal işleyecek.

Ergenekon’da evrensel hukukun işlemesini savunduğu için, yandaş medyada çok eleştirilen YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu devletin iki kurumuna başvuruyor:

"AİHM kararlarını Türkçeye çevirin, o kararlar yargıçlara yol gösterir."

Dışişleri Bakanlığı sürpriz değil: "Bize ne?"

Adalet Bakanlığı sürpriz değil: "Bize ne?"

Devletin ilgili kurumları oralı bile değil.

İKİYE BİR LEHTE KARAR

Eminağaoğlu dava açıyor, AİHM kararlarının Türkçeye çevrilmesi için.

Aralık sonunda Ankara İdare Mahkemesi bire karşı iki oyla, "çeviri yapılmalı" yönünde karar veriyor.

İlgili bakanlıkların sırt çevirmesi çok tipik, "başımıza bir de bu mu çıkacak" gibi, klasik devlet bıkkınlığı. Hukuk diye bol bol nutuk atan Tayyip Erdoğan ve şürekasının evrensel hukukla ilgisi işte bu kadar.

Bundan sonra AİHM kararları çevrileceğine göre, yargıç ve savcıların önünde somut örnekler olacak. Türkiye belki o zaman evrensel hukuka daha çok yaklaşacak. Şikayetler azalacak.

YARSAV Başkanı Eminağaoğlu’nu kutlamak gerek. Bu ciddi bir katkı.

Bizim Hollywood’da faşizm

MTTB, Milli Türk Talebe Birliği, bir dönemin aşırı milliyetçi ve tutucu öğrenci örgütü.

Abdullah Gül sinema dünyasından sanatçı ve yönetmenleri yemeğe davet ediyor. Yemekte politika yok, sinema ve sanat var. Gül sinemaya yakınlığını anlatırken, "MTTB’nin Sinema Kulübünü ben yönetiyordum" diyor. Fırsat buldukça sinemaya gittiğini söylüyor.

Yemekte radikal çıkış yönetmen Sinan Çetin’e ait:

"Sinema kurulları, RTÜK ve benzeri kurulları kaldırın, bunlar özgürlükleri kısıtlıyor, toplumu bunlarla terbiye etmek faşizmdir."

Gül bu söze gülümseyerek karşılık veriyor. Kural yoksa, toplumda düzen nasıl sağlanacak? Her şeyi kurala bağlamak faşizm mi, yoksa neyi, nasıl bağladığına mı bakmak gerek.

Sanatçılar dizilerden ve oradaki koşullardan yakınıyor. Haliç Camialtı Tersanesi gündeme geliyor. O tersanede sinema stüdyoları kurulması fikri ortaya atılıyor. Camialtı, bizim Hollywood hayali. Gül, bu fikri takip edeceğini söylerken, yönetmen Erden Kral Almanya’dan örnek veriyor, devletin sinemaya müdahale etmediği bir sistemi savunuyor.

Gül, Türk sinemasından mutlu:

"Sevinçliyim, Türkiye Hollywood’la yarışıyor, Türk filmleri şimdi bizim piyasada yabancı filmleri geçiyor. Türkiye’nin tarihi çok zengin. Batılılar kendi kaynaklarını tüketti, oysa bizim işlenecek kaynaklarımız var."

Sanatçı ve yönetmenler, "içinden çıkamadıkları için", Ergenekon’a hiç girilmiyor. Gül’ün canına minnet.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Türkiye Rusya'ya teslim! Neden kimse bir şey demiyor?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:19

Türkiye Rusya'ya teslim! Neden kimse bir şey demiyor?



Sizler konu hakkında "Neden feryat ediyorsun" demeden ben hemen arz edeyim; daha önce "Türk-Rus İmparatorluğu" başlıklı yazılar okudunuz.
O yazıların ana tezi yeni dünya düzeninde esir olduğumuz Avrupa Birliği (AB) senaryosu yanında, alternatifleri de sorgulamamızın gerekliliğiydi.
Türk-Rus İmparatorluğu başlığı ile konuyu "en noktasına" taşıdığımda dahi asla tek taraflı bir bağımlılığı düşünmedim. Ülkesini seven biri için bugün Rusya karşısında düştüğümüz durum asla kabul edilemez.
Peki şimdi derdim ne?
Onu da arz edeyim...

Karşılıklı ve eşit şart
Değerli dostlar, gerek AB ile gerek Rusya ile geliştirdiğimiz bütün projeler ve birliktelikler karşılıklı ve eşit şartlarda oluşmalı. Rusya'ya teslim edilmemiz gerçeğine gelince... Son iki gün içinde belki de fazla dikkatinizi çekmeyen bir haber ile başlamak istiyor ve aynen aktarıyorum; "Türkiye'nin ilk nükleer santral projesinde sona gelindi. Atom Enerjisi Kurumu, eylüldeki ihaleye tek teklifi veren AtomstroyExport-Inter Rao-Park Teknik Konsorsiyumu (Rusya-Türkiye) ile ilgili incelemesini tamamladı. Enerji Bakanlığı çevreleri, fiyat ve teknik açıdan yeterli bulunan şirkete hükümetin de olur vereceği görüşünde. Mersin-Akkuyu'da kurulması planlanan Türkiye'nin ilk nükleer santral inşaatı ve işletimi için 24 Eylül'de ihale yapılmıştı. 13 firmanın şartname aldığı ihaleye, sadece 1 firma teklif vermiş, 5 şirket ise teşekkür mektubu sunmuştu."

Elektrikte de bağımlıyız
Evet, aynen okuduğunuz gibi. Konu hakkında detayı takip etmeyenler "Ne var bunda" diyebilirler. O zaman bilgi olarak bazı detayları arz etmem gerekli:
1- Türkiye'de doğalgaz vanamızın neredeyse tamamının kontrolü Ruslar'ın elinde. İran gibi alternatif projeler var, ama şimdilik ana arz Rusya kaynaklı.
2- Kullandığımız elektriğin yüzde 40'tan fazlası doğalgazdan üretiliyor. Bu şu demek; sadece gaz bağımlısı değiliz, gaz dolayısıyla yanlış üretimden dolayı aynı zamanda elektrikte de bağımlıyız!
3- "Bu kadar yetmez" diyorsanız, bir adım daha atayım; bu ihale sonrası nükleer enerji vanalarımız da yani içerideki enerji ihtiyacımızın büyük bir bölümü ve en önemlisi "Alternatif" dediklerimizin de tamamı Ruslar'ın eline geçiyor. Bu detaylar sonrası "Ne olacak canım" diyenlere ve Türk kamuoyuna sormak istiyorum; hangi egemen ülke enerji arz güvenliğini bu kadar başka bir ülkeye teslim eder?

Sıra nükleer enerjide
Sonuç 1: Türkiye çok tehlikeli bir yolda ilerliyor. Çocuklarımızın arz güvenliğini onları başka bir ülkeye enerji bağımlısı hale getirerek tehlikeye atıyoruz.
Sonuç 2: Bu ülkeye kimsenin bunu yapmaya hakkı yok. Bütün kamuoyuna, yetkililere, vicdanı olan herkese sesleniyorum; bu ihale iptal edilmeli.
Sonuç 3: Aynı şekilde boru hatlarında da inanılmaz hatalarımız var. Günlerdir yazıyorum, Nabucco'da Türkiye bütün haklarını, bilinmeyen bir sebepten Avusturyalı bir şirkete teslim etmiş.
Sonuç 4: Nedeni ve kazancı bilinmiyor. Doğalgaz ve elektrikte vana-şalter verilmiş şimdi de nükleer enerjinin anahtarları teslim ediliyor.

Son söz: Bu arada bütün bu endişelerim ile ilgili Enerji Bakanı Hilmi Güler ile görüştüm ve böyle bir enerji bakanımız olduğu için ülkem adına sevindim. Diyeceksiniz ki; "Peki neden böyle?" Ben de şunu söyleyeceğim; bazen karşınızdaki güçler o kadar büyük, yerleşik ve köklüdür ki başbakan olsanız bir şey yapamazsınız.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x