Günün Seçmeleri | 26.12.2008

Günün Seçmeleri | 26.12.2008

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:00

Çatışma...

Bekir Coşkun, 26.12.2008
bcoskun@hurriyet.com.tr


FARKINDA olsanız da olmasanız da, için için sürüp giden bir büyük çatışma var.

Vuruşma "selamünaleyküm" ile "merhaba" arasındadır.

"Cemaat" ile "cemiyet"in çatışmasıdır bu.

Bir yanda "vatandaş" öte yanda "ümmet" vardır.

"Hoşgörü" ile "cihat" karşı karşıyadır.

Bir yanda "sevgi", karşı tarafta "korku" yer alır.

*

Tüm bu olanlar iki tarafın çatışmasıdır.

"Türban" bir yanda, "toka" karşı yandadır...

"Şerbet" bir yandaysa, karşı tarafa yerleşen "rakı"dır...

Bir tarafta "sırma bıyık", öte tarafta "badem bıyık" vardır...

"Muska" ile "reçete"nin...

"Üfürük" ile "steteskop"un...

"Mest" ile "mokasen"in...

"Klozet" ile "ayaktaşı"nın...

"Cüppe" ile "ceket"in...

"Külah" ile "şapka"nın...

"Gülyağı" ile "losyon"un..

"Gazoz" ile "şerbet"in...

"Sürme" ile "rimel"in...

"Flört" ile "görücü"nün...

"Aşk" ile "muhabbet"in...

"Sevişmek" ile "halletme"nin...

"Gusül" ile "duş"un...

Bu; "prezarvatif" ile "en az üç çocuk"un karşılaşmasıdır...

*

Sizin için fark etmeyebilir...

"Doğu" ile "Batı"...

"Köylülük" ile "kentlilik"...

"Akıl" ile "ezber"...

"Bilim" ile "hurafe"...

"Mantık" ile "emir"...

"Okumak" ile "anlamak"...

"Görmek" ile "bakmak"...

"Fikir" ile "zikir" çatışmaktadır...

*

"Dün" ile "yarın"ın mücadelesidir bu...

"Geçmiş" ile "gelecek" arasındadır...

İyi bakın; bir kavganın tam ortasındayız, bu "aydınlık" ile "karanlığın" çatışmasıdır...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Erdoğan kriz yok diyorsa kriz yoktur

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:04

Erdoğan kriz yok diyorsa kriz yoktur

mmunir@milliyet.com.tr


Birçokları ekonomik krize karşı önlem almıyor diye Erdoğan’ı eleştiriyor ama bir de şöyle düşünün.
Hiçbir şey yapmamak da bir şey yapmaktır.
“Yapanları gördük” diye düşünüyor olabilir Başbakan.
ABD krizi durdurmak için 8 trilyon dolar harcadı. Bu miktar Amerikan gayri safi milli hasılasının yarısından fazladır. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanmak için yaptığı harcamanın iki mislidir.
Avrupa’nın en büyük dokuz ekonomisi ise krizi durdurmak için şu veya bu şekilde 3.36 trilyon dolar para döktü.
Ekonomik krizi durdurabildiler mi? Yoo. Kriz devam ediyor. Hatta derinleşiyor.
Eğer dünyanın en zengin ülkeleri dünya tarihinde görülmemiş kurtarma operasyonları yapıp hüsrana uğradıysa Erdoğan neden bir şey yapsın?
İş âlemi ise, zavallı, karlı havada sıcaklık yayan bir radyatör rüyası gören sokak kedisi gibi, Uluslararası Para Fonu (IMF) kredilerine bağlı önlem paketi hayalleri kurmaya devam ediyor.
Ne oluyor? Kim haklı?
Bir “Ben bu ülkenin doktoruyum” diyen Başbakan’ın gördüğü bir durum var. Bir de işadamlarının. İşadamlarının sorun gördüğü yerde Erdoğan sorun morun görmüyor.

Bütün gemiler sallanıyor
Her ikisinin de haklı olması mümkün olmadığına göre, bir taraf yanılıyor demektir.
Erdoğan haklı olamaz, mantıki düşünecek olursak, ki bu politika söz konusu olduğunda her zaman en iyi yöntem değildir.
Dünyada bir kriz var ve bütün ülkeler bu krizin şoklarını hissediyor. Türkiye bundan muaf olamaz.
Benzetmek gerekirse, denizde fırtına var ve o denizde bulunan bütün gemiler sallanıyor. Türkiye’nin gemisi de aynı denizde olduğuna göre, sallanmaması mümkün değil. Tersine, Türkiye’nin daha fazla sallanması lazım çünkü, teknesi, sallanan bazı başka gemilerden daha küçük ve eskidir ve hatta, delikleri var.
Ama, dediğim gibi, mantık en iyi araç değil. Haklı olmak değil, güçlü olmak önemlidir. Güçlü olan Erdoğan’dır. “Kriz psikolojiktir” diyorsa psikolojiktir. “Türkiye’yi teğet geçecek” diyorsa teğet geçecektir.
Psikolojik değilse? Teğet geçmezse?
Churchill yıllarca önce cevabını verdi: “Siyasette maharet yarın, gelecek hafta, gelecek ay, gelecek yıl ne olacağını öngörmek ve öngörülen şey gerçekleşmeyince de neden gerçekleşmediğini izah edebilme yeteneğine sahip olmaktır.”

Not: Yıllık iznimi kullanacağım için yazılarıma 1 Ocak’a kadar ara vereceğim. Mutlu yıllar dilerim.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Özel kesimin dış borcu 140 milyar doları aşıyor

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:09

Özel kesimin dış borcu 140 milyar doları aşıyor

hgunes@milliyet.com.tr


Dış borç sorunumuz hakkında çok şey söyleniyor. Önümüzdeki yıl temel ekonomik riskin dış borçlar olduğu ve özel kesimin yüklü dış borcunu çevirmekte zorlanacağı belirtiliyor. Zaten IMF ile bir anlaşma aranmasının nedeni de bu. Peki bu risk ne kadar? Çünkü her kafadan ayrı bir rakam çıkıyor. Bu konuda bu hafta Merkez Bankası önemli veriler açıkladı.
Ekim sonu itibarıyla özel kesimin uzun vadeli dış borçlarının toplamı 139.4 milyar doları buluyor.
Bunun 95.9 milyar doları reel kesime ait. Gerisi, yani 43.5 milyar doları ise, finans kesimine. Ancak Eylül ayı sonunda uzun vadeli dış borçların toplamı 145 milyar dolarmış. Yani özel kesimin bu borçları ödemeye başlamasıyla 5.5 milyar dolar azalmış.
Kısa vadeli borçlar ise oldukça az. Banka dışı kesimin kısa vadeli dış borcu sadece 1.7 milyar dolar. Bankaların ise kısa vadeli dış borcu 9.4 milyar dolar. Fakat burada da azalma var; kısa vadeli borçlar reel kesim 300 milyon dolar ödemesiyle azalmış.

10 ayda 30 milyar dolar ödenecek
Önümüzdeki 10 ayda (ocaktan itibaren) reel kesimin 29.8 milyar dolar uzun vadeli dış borç ödeyeceği anlaşılıyor. 1 milyar dolar kadar da kısa vadeli dış borç ödeneceğine göre, hemen her ay 3 milyar dolara yakın dış borç ödemesi gerekiyor. Az değil.
Ayda 2 milyar dolar da cari açık oluşacağına göre, kamu hariç, finansman gereği 5 milyar doları aşıyor. Hadi özel kesim borcunun yarısını yinelesin; yine de 3-4 milyar dolarlık bir finansman gereği doğacaktır.
Kasım ayında özel kesim 2.1 milyar dolar borç ödemiş. Aralık ayında ise 3.9 milyar dolar. Böylece döviz kurunun aralık ayında neden gevşemediğini de anlamış oluyorum. Ekim ayında sıcak para çıkışı 4.5 milyar dolardı.
Demek ki, bunun üzerine ciddi ölçüde kurumsal döviz talebi de doğarak dış borçlar ödenmiş.
Tabii bu borçların çevrilmesindeki en büyük sorun borcu sağlayan ülkelerdeki mali kriz. Daha önce borç vermek için müşteri kovalayan bankalar bugün “Kelin merhemi olsa başına sürerdi” misali paralarının üstüne oturup kendileri borç para arıyor.
Örneğin, İngiltere bu borçların yüzde 21’ini sağlamış ve mali kesimi sorunlu. Gerçi yüzde 14’ünü sağlayan Bahreyn’de sorun daha az, ama petrol fiyatları da düşüyor. Almanya bu kredilerin yüzde 11’ini sağlıyor ve yine sorunlu. Fakat en azından ABD’den iyi. Daha sonra Malta geliyor; yüzde 10. Ama bu daha çok yerli bankaların yurtdışında sağladığı kredilerden oluşuyor. Özetle sorun çok da abartılmamalı.

2010’da ferahlayacağız
2009 yılında ödenecek borç yekûnu 39.3 milyar doları buluyor. Ama 2010 yılında bu 19.4 milyar dolara düşüyor. Yani 2009 yılından sonrası biraz daha ferah gözüküyor.
Fakat hükümetin oturup düşünmesi gerek. 2003 yılında iktidara geldiklerinden bir yıl sonra özel kesimin uzun vadeli dış borcu 30 milyar dolardı. Bunun 5,3 milyar doları finans kesiminindi, 24.7 milyar doları da finansal olmayan kesimin. Şimdi bu rakam 139 milyar doları aşmış durumda. Finans kesiminin borcu 43.5 milyar dolara çıkmış, diğer kesimin ise borcu 95.9 milyar doları buluyor.
Buradan da anlaşılıyor ki, finans kesiminin dış borcu 8 kat, diğer kesimin ise 3.9 kat artmış. Yani yine bankalar ortalığı bulandırmış. Bu sürede ayakta mı uyundu?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Velev ki düzen değişse bile...

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:12

Velev ki düzen değişse bile...

h.pulur@milliyet.com.tr


İŞTE size devlet! Reha Muhtar’ın kulakları çınlasın, her haberden sonra devlet’i arardı:
“Devlet nerede?” diye.
Sadece o mu?
Başı sıkılan, başı derde giren herkes önce Allah, sonra devlet demez mi?
“Devlet nerede?”
* * *
AHA işte orada, kapının arkasında, sanki süpürge, bir zahmet arayıver!
Bulamadın mı, git o zaman Erzurum’un Çat ilçesinin Karaşeyh köyüne...
Köye girince, devlet hemen karşına çıkacak değil ya, Bakan mısın, Başbakan mısın, Vali misin, Paşa mısın?
Devlet seni “Hoş gelmişin, aziz vatandaşım!” diye karşılayacak değil ya!
Ararsın, Atiye Ağgül’ün evini sorarsın...
“Atiye Bacı”nın evi de konak değil ya, “Tezek Palas”ı gösterirler.
* * *
KÖY ahalisi sorar:
“Atiye Bacı’yı netcen?”
“Devleti o biliyormuş, soracağım!”
Bıyık altından gülerler:
“He he he, bilir, bilir ama şimdi yok”
“Nerede?”
“Mapus damında, hapishanede, cezaevinde!”
“Niye gitti oraya, niye düştü oraya?”
“Devleti tanısın diye.”
* * *
BİRAZ kurcalayınca, “Atiye Bacı”yı size tanıtırlar:
“Garibin biriydi, yedi çocuğu vardı, kocası geçen yıl kanserden öldü, fukara garip biriydi işte!”
Daha da meraklanırsınız:
“Peki ne yapmış ki, mapusa düşmüş?”
“Suçu büyük; sen kim, devlete kafa tutmak kim? Demek devleti tanımıyorsun ha, şimdi aklın başına gelir, devlet sana devletliğini gösterir... Devlet Baba der dolanırdın, al sana, babanı gör, istersen ananı da sor!”
* * *
ANLAŞILDI, yedi çocuklu, kocası kanserden ölen, “Tezek Palas” mukimi “Atiye Bacı”nın suçu büyük ki, devlet ona devletliğini gösteriyor!
Acaba ne yapmış?
Vergi mi kaçırmış, hayali ihracat mı yapmış, banka mı soymuş, mafya mı kurmuş, çalmış mı, çırpmış mı, Hazine’yi mi hortumlamış, ne yapmış?
“Yoooo!” diye sözünü keserler:
“Atiye Bacı öyle şeyler yapmazdı, yapmasını da bilmezdi, bilse de beceremezdi, onun suçu daha büyük!”
“Yahu söyleyin, yazının sonuna geldik, hâlâ muamma!”
* * *
HERKES elini ağzına götürür, aman kimse duymasın, diye kulağınıza fısıldarlar:
“Evinde kaçak elektrik kullanmış!”
“Yapma yahu, bu ne cüret, bu ne cesaret! Hazine’yi soymak, bankayı hortumlamak, vergi kaçırmak, mafya kurmak varken, niye bu kadar büyük suç işlemiş? Hadi işledi, hadi evine kaçak elektrik çekti, biraz beklese zamanaşımına girecek!”
* * *
ATİYE Ağgül şimdi içeride...
20 aya mahkûm, cezaevinde!
Ya yedi çocuk?
İki küçüğe bakacak kimsesi olmadığı için onları da yanına aldı, mapusa girdi...
YA geride kalanlar, beş çocuk?
Onlara da devlet sahip çıktı, kaymakamlık yiyecek içecek, yardımı yaptı, 130 lira da aylık bağlattı.
* * *
İŞTE size devlet, işte adil devlet!
“Atiye Bacı” da devleti tanıyacak, “Allah devlete millete zeval vermesin!” diye dua edecek.
Ne sandınız, devleti tanımak o kadar kolay mı?
Bir zamanlar dilimizden düşmezdi:
“Bu düzen değişmelidir!“
Velev ki düzen değişse bile, düzülenler değişiyor mu?
Hamam aynı hamam, tellaklar değişmiş, ne fark eder?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hayata dair - 17

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:15

Hayata dair - 17

zlivaneli@gazetevatan.com


Kentte konuşulanlar anlamına gelen politika sözcüğü, gerçekten de meramını çok iyi anlatmakta. Çünkü politika olup bitenler değil, olup bitenler hakkında konuşulanların bütünüdür.

Gerçek önemli değildir politika için. Gerçeğin nasıl yansıtıldığı önemlidir. Medya çağında, kimin kendini nasıl ifade ettiği, o kişinin gerçek düşüncelerinden daha öndedir. Bu yüzden kentte düşünmeye yatkın kişilikler, kentte konuşmaları yönlendirme sanatı olan politikayı pek beceremezler.

Doğru bildiklerini söylemeye çalışırlar ama sonunda kendi sözlerinin yeniden biçimlendirilmesinden oluşan bir ucubeyle karşılaşır ve “bu ben miyim” sorusunu sormaktan kendilerini alamazlar.

Çünkü politika, hem etimolojik anlamıyla hem de bugünkü gerçeğiyle bir dedikodu zinciridir.

***


Türkiye’de yaşayıp da ölüm üzerine düşünmemek imkânsız. İnsanlarımız Güneydoğu dağlarında ölüyor, mayına çarpıyor, trafik kazasında parçalanıyor, cinayetlere kurban gidiyor, hastalıklardan kırılıyor, hastane kapılarında can veriyor. Gün geçmiyor ki tanımadığımız ama “bizim” dediğimiz insanların ölüm haberleriyle sarsılmayalım.

Ne var ki ölüm çok yakınınıza geldiğinde, sevdiğiniz birini, hele “sırasız ölüm”le sevgili bir çocuğu koparıp götürdüğünde, dünya, evren, yaratılış, varoluş üzerine düşünceleriniz yoğunlaşıyor, ölçeğiniz değişiyor: Dünyayı farklı gözlerle yorumlamaya başlıyorsunuz.

Gündelik hırsların, sonu gelmez didişmelerin, yok edici kavgaların ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu bir kez daha kavrıyorsunuz.

Düşmanlarınıza bile kızmamayı öğreniyorsunuz çünkü zaten kısa bir süre sonra hepsi ölüp gidecek.

Milyonlarca yıl içinde insan ömrü dediğin nedir ki! Bir kelebek ömründen bile kısa. Yunus’un “Bir göz açıp yummuş gibi”

dediği ömürden söz ediyoruz.

***


İnsanın bilmediği şeylere metafizik (fizikötesi) demesi olağandır ama bu kavram çağlara göre değişir. Mesela 17. yüzyılın insanına elektrik kavramından söz etseniz, “metafizik” olarak algılardı. Babalarımıza, “Japonya’da konuşan bir insanın görüntüsü ve sesi, aynı anda odalarımızın içinde olacak” desek herhalde inanmazlardı. Bugün basit gelen bu buluşlar, o zaman metafizik kavramı içindeydi.

Demek ki bugün bizim algı kabiliyetimizin dışında olan birçok şeye burun kıvırmamak, “bilimsel değil” diyerek ve insanoğlunun bilgi düzeyini bir matah zannederek reddetmemek gerekiyor.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:21

Melih Gökçek'ten Alfagas'a örtülü kıyak

Resim

fatihaltayli@haberturk.com


Ankara Büyükşehir Belediyesi, doğalgaz dağıtım işini geçen yıl içinde özelleştirmeye çıkarmış ve ihaleyi yaklaşık 1,6 milyar dolara Global Menkul Değerler'in sahibi Mehmet Kutman ve ortakları kazanmıştı.
Ancak ekonomik krizin patlamasıyla birlikte Kutman, bu iş için gerekli finansmanı bulmakta zorlanmaya başladı.
Süre bu hafta doldu ve Kutman parayı bulamadı.
İhale şartnamesine göre, ihaleyi kazanan firmanın verilen süre içinde ödemeyi yapamaması halinde ihale 2. sıradaki firmaya verilecekti.
Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi böyle yapmadı.
İhaleyi kazanan Kutman'a ödemeyi yapması için 3 ay ek süre verdi.
Gerekçe ise çok akılcı: " Bir daha ihaleye çıkarsak bu fiyatı bulamayız"
Oysa bir daha ihaleye çıkmaya gerek yok.
Parayı ödeyemeyenin 50 milyon dolar teminatını yakıyorsunuz, ihaleyi ikinciye veriyosunuz olup bitiyor.
Ama zurna da tam burada zırt diyor.
Ankara'nın Doğalgaz ihalesinde 2. gelen firma, Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne yıllardır yüksek fiyata doğalgaz sayacı satan, neredeyse Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin "İşortağı" haline gelen grup.
Yani Alfagas.
Kutman'a ek süre verilmesinin nedeni Alfagas'ı kurtarmak.
Çünkü bugünkü şartlarda Kutman'ın bulamadığı parayı Alfagas'ın bulması da pek mümkün görünmüyor.
Bu durumda Alfagas da parayı ödeyemeyecek ve Alfagas'ın da 50 milyon dolarlık teminatı yanacak.
Teke Tek'te Melih Gökçek'e bu durumu sorduğumda yanıtı çok netti:
"Bakın bakalım yakınım dediğiniz Alfagas'ın teminatını da yakıyor muyum, yakmıyor muyum?"
Ben o akşam bu sözü bir kenara not ettim.
Ancak gördüğüm kadarıyla Melih Gökçek Alfagas'ın teminatını yakmamak için elinden geleni yapıyor.
Kutman'a ek süreyi de bu nedenle veriyor.

Doğrudur, kriz psikolojik

Başbakan krizin teğet geçmediğini görünce, krizin psikolojik olduğunu öne sürmeye başladı.
Doğrudur, krizin psikolojik tarafı da var ama hükümetler krizlerin hem soyut, hem de somut yönleriyle başetmek zorunda değil mi?
Elbette yüksek moral krizlerle, sıkıntılarla başetmek için gereklidir ama sadece moralle, sadece psikilojiyle krizler aşılabilir mi?
Yarın eve doğalgaz gaturası geldiğinde ben İGDAŞ'a "Moralim bozuk ödemiyorum" diyemeyeceğim gibi, "Psikolojim çok iyi paranızı ödeyemiyorum" diyebilir miyim?
Ya da çocuğun okul taksiti geldiğinde kimse bana psikolojik durumumu
sormayacak.
Kredi ödeme günü geldiğinde bankalar da.
Habertürk Gazete'nin ekonomi servisi bir araştırma yaptı.
Şu anda bankaların portföyünde 355 bin motorlu araç var.
Ödenmeyen kredilerden dolayı bankaların el koyduğu motorlu araç sayısı bu.
Üç yüz elli beş bin.
Keza yine bankalara geçen konut sayısı da 6 bin 500.
Altı bin beş yüz.
Acaba bu 355 bin otomobilin sahiplerinin psikolojisi nasıl sizce!
Ya da bu otomobilleri nasıl paraya çevirebileceğini düşünen banka yöneticilerinin psikolojileri.
6500 ev sahibinin de psikolojilerinin pek sağlam olduğunu düşünmüyorum.
Başbakan haklı.
Kriz psikolojik.
Ama bozulmasının da bir nedeni var elbette.
İntihar ciddi bir psikolojik çöküş sonucundadır.
Bunca adam boşuna intihar etmiyor herhalde.


NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Okumanın herkesi aydınlatmadığını anladığımız zaman


[img]http://www.haberturk.com/images/ht_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Psikolojik

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:24

Psikolojik

yozdil@hurriyet.com.tr


Komşun işsiz kaldıysa...

Ekonomik krizdir.

Sen işsiz kaldıysan...

Depresyondur.

*

Psikolojik dediği bu.

*

- Paran var mı?

- Yok.

- Paranoyadır.

*

Büyüme fren yaptı...

İhracat fren yaptı...

Sanayi fren yaptı...

Şizofren.

*

Tarım küçüldü...

Otomotiv küçüldü...

Tekstil küçüldü...

Aşağılık kompleksi.

*

"Aslansın sen KOBİ

Kaplansın sen KOBİ

Kral sensin KOBİ

Ödeme planını kendin seç

Kendin seç vadeni..."

Ne halt edicen şimdi?

Fobi.

*

Borcun var mesela...

Kafan bozuk.

Eşinle yatasın yok.

Depreşyon.

*

"T"ürkiye "İ"statistik "K"urumu...

Etiketler yanıyor.

Enflasyon düştü deniyor.

Duyunca yüzünde ne oluyor?

TİK.

*

Dolayısıyla, teşhis doğrudur...

Peki tedavi?

*

Kişi başına 10 bin dolar milli gelirin var kardeşim; sen, yenge, üç de çocuk, 50 bin dolar eder... Tatile çık, geçer!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Suudi Kralı gerçekten çok bonkörmüş

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:27

Suudi Kralı gerçekten çok bonkörmüş

mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr


HER sene Noel öncesi, o yıl içinde ABD’nin resmi görevlilerine yabancılar tarafından verilen hediyelerin bir listesi açıklanıyor.

Bu tarihin gelmesini heyecanla bekliyordum.

Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi listelerde Suudi Arabistan Kralı’nın verdiği hediyelerin dökümünü merak ediyordum.

Merakımı gidermem için çok fazla bir şey yapmama gerek kalmadı, çünkü dün Hürriyet’in Dış Haberler Servisi bu işi benim için yapmıştı!

Suudi Arabistan Kralı Abdullah, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a 165 bin dolarlık pırlanta ve yakuttan oluşan bir gerdanlık armağan etmiş.

Kral, Başkan Bush’un eşi Laura Bush’a da değeri 85 bin dolar olan pırlanta ve safir bir mücevher seti hediye etmiş.

Arapların bu konularda ne kadar bonkör olduklarını biliyoruz.

Ürdün Kralı da Rice’a 147 bin dolar değerinde kolye, bilezik ve küpe seti armağan etmiş.

Kralların, Başkan Bush’a verdiği armağanların toplam değeri de 100 bin doları buluyor.

Kanunlara göre bu hediyeler, ABD Hazinesi’ne devrediliyor.

14 Aralık tarihli Bild am Sonntag gazetesinin 9. sayfasında da Almanya’da konuya nasıl yaklaşıldığını gösteren bir haber vardı.

Yabancı devlet adamlarının, Alman devlet yöneticilerine verdikleri armağanlar bir müzayede kuruluşu tarafından değerlendirilip, satışa çıkarıldı.

İsterseniz bu armağanlara sizler de 12 Ocak tarihine kadar teklif vererek, talip olabilirsiniz.

Hediyelerin satışından elde edilecek gelir, Federal bütçeye aktarılacak.

Bunları yazmamın nedeni, şu bizim meşhur Suudi Kralı’nın hediyeleri meselemiz elbette.

Amerika ve Almanya örneklerinden isteyen, istediği dersi çıkarabilir!

Başbakan sussa psikoloji düzelir!


BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın, kriz doktorluğu olanca hızıyla sürüyor. Dün de krizin gerçek değil, psikolojik bir yanılsama olduğunu söyleyen sözleri gazetelerde yayımlandı.

Kamuoyunda bir istihza havasıyla karşılanan bu yoruma aslında katılıyorum.

Yani krizin psikolojik boyutunun ihmal edilmesi gerektiği, olumsuz beklentilerin pompalanmasının krizi psikolojik olarak derinleştirdiği yargısında Başbakan ile aynı fikirdeyim.

Nitekim yılbaşı öncesi alışverişte başlayan canlılık da aslında harcanacak bir paranın kriz psikolojisi ile bir köşede bekletildiğini gösteriyor.

Başbakan ile ayrıldığımız konu, hükümetin tutumu.

Başbakan "kriz yok" derse, krizin biteceğini zannediyor.

Ben ise hükümetin krize doğru teşhis koyduğunu ve bununla mücadelede neleri yapabileceğini gösteren bir paket açıklamasının kriz ile ilgili olumsuz havayı dağıtmaya daha çok yardım edeceğini savunuyorum.

Başbakan, ekonomideki sorunların hot-zot ile çözümlenemeyeceğini hálá öğrenemedi.

Bankalara, işverenlere, sendikalara, ticaret ve sanayi odalarına, kısacası o gün rüzgár nereden esiyorsa o tarafa çatmayı, sert demeçler vermeyi, ekonomiyi yönetmek zannediyor.

Onun bu ne yapacağını bilemez hali de ekonomideki aktörleri mutsuzluğa sevk ediyor, beklentiyi daha da kötüleştiriyor ve krizi, psikolojik olarak derinleştiriyor.

Başbakan biraz kendisini tutup susmayı başarsa ve kamuoyunun önüne bu konulardaki bilgileriyle daha inandırıcı olan meselá Nazım Ekren gibi bakanlarını çıkarsa tablo giderek düzelecek.

Beni dinlemez biliyorum ama ben yine de söylemiş olayım!

Canan Arıtman’ın açıklaması

CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman’dan bir açıklama aldım.

Hatırlayacaksınız, Arıtman’ın düşüncelerine sahip bir milletvekilinin CHP kadroları içinde yer almasından "tek seçici" Deniz Baykal’ı sorumlu tutan bir yazı yazmıştım. Arıtman’ın açıklamasını aynen aktarıyorum:

"Köşe yazınızda iddia ettiğiniz gibi bir siyasetçi değilim. 20 yıldır siyaset yapıyorum ve bu siyaseti hep mahallemden delege çıkarak yaptım. Kişisel inancım şudur ki, mahallesinden delege çıkamayan birinin siyasetteki başka görevlerde olması ve siyasi tabanı adına söz söylemesi hakkı değildir. İki dönem, "10 yıl" İzmir’de belediye meclisi üyeliği yaptım. 10 yıl sağlık komisyonu başkanlığı yaptım. Bir dönem İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Başkanvekilliği görevinde bulundum. Hep ön seçimlere girdim. İlk kez milletvekili adayı olduğum 1999 seçimlerinde İzmir ikinci bölgede ön seçime girerek 34 aday adayı arasından liste ikincisi oldum. Seçim bölgemde barajı aşmamıza rağmen CHP Türkiye barajını aşamadığından seçilemedim. 2002 seçimlerinde milletvekili listesinin altıncı sırasından, 2007 seçimlerinde ise beşinci sıradan seçilerek milletvekili oldum (bu dönemlerde ön seçim yapılmamıştır). Memleketim olan İzmir’de üniversitede ve serbest muayenehane hekimi olarak 34 yıl hekimlik yaptım. Pek çok sivil toplum örgütünde kurucu, başkan, üye gibi görevlerde bulundum. Hem tıbbi hem siyasi konularda hem de sivil toplum faaliyetleriyle ilgili olarak her zaman yerel medyada yer aldım ve görüşlerimi açıkça söyledim. İzmir’de beni tanımayan tek bir İzmirli yoktur. Yani Sayın Yılmaz, siyasette tombaladan çıkmadım, tırnaklarımla kazıyarak geldim."
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

At martini bre Hasan

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:30

At martini bre Hasan

ahmethakan@hurriyet.com.tr


HASAN Celal Güzel, Radikal gazetesinde peş peşe döktürdüğü "yeniden milli mücadele" makaleleriyle...

Martini atıp, dağları inletmeye son sürat devam ediyor...

"Ceddin Deden / Neslin Baban / Hep Kahraman / Türk Milleti" marşı eşliğinde okunması gereken makalelerinde...

Sözcükleri "tank" gibi diziyor ve "Ermenilerden Özür Diliyoruz" diyen aydınlara saydırıyor da saydırıyor:

"Ciğersiz" diyor... "Sapı silik" diyor... "Aydın bozuntusu" diyor... "Diaspora’nın ellerine tutuşturduğu özür metnini sıkılmadan imzalayanlar" diyor... "Sözde aydın" diyor... "Kendilerini aydın diye takdim eden zavallılar" diyor... "Kompleksli aydın güruhu" diyor... "Aşağılık kompleksi içindeler" diyor...

Tabii "Ordu düşmanı" demeyi de ihmal etmiyor...

Soruyorum:

Yahu bu "Tank Hasan" değil miydi, 28 Şubat’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı aslanlar gibi mücadele veren? Hatta o dönemde "ordu düşmanı" olduğu ithamıyla hapse düşüp mahpus damlarında gün sayan o değil miydi? Aslan kesilmemiş miydi o dönemde? Tabuları yıkmıyor muydu? Ve bu yaptığına "Şanlı Demokrasi Mücadelesi" demiyor muydu?

Peki ne oldu da 28 Şubat’ın "Demokrat Hasan"ı, 2008 Aralık’ının "Bozkurt Hasan"ına dönüşüverdi?

Şimdi de cevap veriyorum:

Bizim "Tank Hasan" gibiler, maalesef sadece sağ muhafazakarlığın hassas olduğu konularda, mesela "başörtüsü" konusunda baskı ortaya çıkınca "aslan demokrat" kesilirler...

Sağ muhafazakarlığın nasırına basılmadığı takdirde ise despotlaşırlar... Küfür kıyamet gırla giderler... Tahammülsüzleşirler... Demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü, insan haklarını falan unuturlar...

Yani telaşa mahal yoktur...

Pek aşina olduğumuz bir "kendine demokrat vakası"yla daha karşı karşıyayız...

Hacı Yaşar için iki not

BİR: Eskiden zevk ü sefa içinde ömür tüketen bir adamın, dünya nimetlerinden elini eteğini çekip ihtida etmesi kimseyi ama kimseyi ilgilendirmez... Bu nedenle "Yaşar Alptekin ihtida etmiş" diye övünenlere ve dövünenlere "boşa kostaklanmayın" demek isterim...

İKİ: Eğer Yaşar Alptekin için, "Gözlerine baktım... Ağlıyordu... O halde samimidir" falan gibi laflar edilecekse... Entari giyip kameralar eşliğinde Eyüp Sultan’a gitmesine, bazı gafillere elini kolunu öptürmesine, ekran ekran dolaşıp "hacılık pi-arı" yapmasına bakıp "biraz samimiyetsiz mi ne?" demeye hakkımız olur...

2008 için kişisel döküm


2008’de düşmanlarımın sayısında, "yıllık ortalama düşman artışı"nın üzerinde bir artış kaydedildi...

2008’de Tayyip Erdoğan’dan uzaklaştıkça, tuhaf bir biçimde Deniz Baykal’a yaklaştım... Yine tuhaf biçimde Akif Beki’den uzaklaştıkça Baki Özilhan’a yaklaştım...

2008’de "Türkler ve Sinema Sanatı" konusundaki umutsuz ve karamsar tezlerim, maalesef biraz daha güçlendi...

2008’in son kısmı Hıncal Uluç’suz geçince... Hıncal Uluç’un kadrini kıymetini anlayıverdim ve "Allah başımızdan eksik etmesin" dedim...

2008’de Melih Gökçek’le 7 kere küsüp, 8 kere barıştım...

2008’de de durum değişmedi... 2133. kez "Sen nasıl değiştin birader?" sorusuna muhatap oldum...

2008’de de "Hasan oğlan"ın başbakanın uçağında ağırlandığını görüp, yazdığım yazıların "faydasız yazılar" olduğuna kanaat getirdim...

2008’de ben de "trend" belirlemeye kalkıştım: Kemal Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin’i "star" ilan ettim...

Çetin Altan’ın paltosu


DOSTOYEVSKİ, "Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık" diyerek, Gogol’ü Rus edebiyatının babası ilan etmiş ya...

Ben de Çetin Altan’ı, "köşe yazarı" adı verilen tuhaf mahlukların babası ilan etmeyi teklif ediyorum...

Madem Burhan Felek aramızda değil... Bedii Faik ununu eleyip eleğini astı... Necip Fazıl ile Peyami Safa Bey’ler öteki dünyaya göçtü... Cihat Baban artık yok... Ahmet Emin Yalman yok... Hüseyin Cahit Yalçın yok...

O halde durumu belirginleştirelim:

Şu anda yaşayan en epik, en eski, en marka, en lirik, en destansı, en görmüş geçirmiş, en polemikçi, en üslupçu, en bilindik köşe yazarımız Çetin Altan’dır...

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çetin Altan’a verilen "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"ne bu açıdan yaklaşıyor...

Ve bir "çömez"i olarak, meslek büyüğümüzü kutlayıp uzun ömürler diliyorum...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ben geçtim Şeyhmus kaldı

İletigönderen kgursu » Cum Ara 26, 2008 23:35

Ben geçtim Şeyhmus kaldı

katkaya@hurriyet.com.tr


MÜZİSYEN Ferhat Tunç’un Beyoğlu İmam Adnan Sokak’ta polisle yaşadığı "kimlik sorma" problemini televizyon haberlerinde seyrettim.

Aynı sokakta bundan 3 hafta önce yaşadığım kimlik kontrolü hikayesini aktarmanın zamanı gelmiş demektir.

Sokağın aşağı köşesindeki berberin önünde sivil kıyafetli (Kazak, blucin vs.) bir polis benimle birlikte birkaç kişiyi daha durdurdu.

Birbirimizi tanımıyoruz, bunu da belirteyim.

Polis "Kimlik lütfen" dediğinde aklıma Ferhan Şensoy’un 1980’lerde Beyoğlu’nda yaptığı "Kimlik bitte!" olayı geldi ama kendimi tuttum, gülmedim!

Kimlik için cebime uzanırken, "Tabii, ben de sizin kimliğinizi görebilir miyim?" diye sordum.

Cevap gelene kadarki sürede "N’aptın oğlum sen?" tedirginliği yaşamadım değil.

Fakat polis de "Tabii" diyerek kimlik gösterdi.

Elinde cep telefonu benzeri bir cihazla beliren çok genç başka bir memur kimliklerimizi alıp, o cihaz marifetiyle sorgulamaya başladı.

Bu arada kütüğümün İstanbul, Eyüp olduğunu gören polis kimliğimi ayırıp bana uzattı.

Yanındaki arkadaşına "Şeyhmus’a bakıyorum..." derken bana teşekkür edip gidebileceğimi söyledi genç memur.

"Cihaz havalıymış, yeni mi?" dedim.

"Sen hala gitmedin mi?" gibilerden baktı genç memur ve "Çok pratik oldu" dedi.

Benim rahat geçişim ve Şeyhmus’la arkadaşının kalmasına takıldım.

Bu durumu paylaştıklarımın neredeyse hepsinin "Doğulu diye takılmışlardır. Doğuluların kimlik kontrolü daha uzun sürüyor" cevabını, hem de gayet benimsemiş bir şekilde vermeleri içimi kararttı.

"Eğer varsa" böyle bir uygulama karşısında hayretlere düşecek kadar saf değilim.

Devletin paranoyak bir "Her Şeyhmus potansiyel PKK’lıdır" tavrı geliştirmesi ne kadar saçmaysa o kadar da gerçek olabilir.

Ama yine de... Varsa böyle bir uygulama, yuh olsun, yazıklar olsun...

Müsekkin al, geçer

- İşten atıldım.

- Psikolojiktir.

- İşten atıldım diyorum, iş yok.

- Müsekkin al, deniz kenarına git, ufuk çizgisine bak; geçer..

- Kredi borcum var. Dükkan dönmüyor, bunalımdayım.

- Dik dur.

- Yandım diyorum yahu!

- Körükle gezenler var aramızda, onlar yaktı seni.

- Umudum yok, param yok, gencim ve kendimi tükenmiş hissediyorum.

- Kriz bezirganlığı yapma.

- Açım.

- Hamdolsun.

- Buyur?..

- Zzzt, teğet geçti. Geometrik olarak yani...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x