Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim Bağı

Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim Bağı

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:06

Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı
August 15th, 2008 · No Comments



Emete GÖZÜGÜZELLİ CİVAN

ayse@aysekocaturk.com

Gürcistan’da 2004 yılında Miheil Saakaşvili Gül Devrimi ile iktidara gelmesi 2003 yılında ve onun öncesinde örgütlendirilen sivil toplum hareketlerinin etkin faaliyetleri neticesinde gerçekleşti. Saakaşvili Amerika’nın desteği ile iktidara getirildi. Medya ve sivil Toplum örgütlerinin sokak eylemleri sonucunda önceki Cumhurbaşkanı olan Eduard Şawardnadze’nin görevinden ayrılmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Bu sivil devrime Gül Devrimi dendi. Gürcistan’da cereyan eden bu olaylar yaşandığı sırada eş zamanlı denilecek kadar örtüşen bir zamanda Kıbrıs’ta da Yeşil Devrim düzenlendi ve tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi KKTC’de de batı yanlısı ve Amerikan çıkarları ile örtüşen siyaset izleyen kişiler iktidara getirildiler.

Bu konunun detaylarını irdemelemeden önce bugünkü durumu tekrar ele almak gerekir. Geldiğimiz süreçte, Kıbrıs Türkü tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu görülüyor… Bu tedirginliği ise esasen Talat ve Hristofyas arasında varılan tek egemenlik ve vatandaşlık konusuna dayanıyor. Rumlar ise tek egemenlik ve vatandaşlık konusunda varılan anlaşmadan hayli memnunlar. Yaptıkları basın açıklamalarında bu memnuniyetlerini devamla dile getirerek “Tek egemenlik ve vatandaşlık” temelinden asla geri adım atmayacaklarını dile getiriyorlar. Aslında KKTC’de iktidara getirilen Yeşil Devrimin temsilcileri imza koydukları metinlerin yarattığı aleyhteki sonuçların farkında bile değiller. Zira kendilerine batılı unsurlar tarafından çizilen pembe tablo oldukça farklı.

Netice itibarıyle, taraflar arasında varılan anlaşmalardan oldukça memnuniyet duyan Rum yönetimi elde ettiği kazanımlardan o kadar memnun ki bugüne kadar imzalanan anlaşmalardan geri adım atılmayacağını devamla duyurma ihtiyacı hissediyor. Bu noktada ise akla gelen konu şudur ki, bugüne kadar en sarih haklarımızı dahi bize vermekten sakınan Rumlar acaba neden bugün bu gidişattan ve varılan mutabakatlardan memnuniyetlerini dile getiriyorlar? Merak konusudur.

Ülkede bu kritik süreç devam ederken, var olan hatalı anlaşmaları(tek egemenlik gibi) görmezden gelerek etrafa sahte umutlar salmaya devam eden bir yönetimin halen hiçbirşey olmamış gibi 2009′da Rumlarla çözüm olacağı umudunu taşıyarak halka sahte mesajlar vermeye devam etmesi iki farklı kutubun sahip olduğu uç noktaları da gözler önüne seriyor. Bugün gelinen süreçte Kırbıs Türkü iktidar ve CB’nın görüşmeler sürecinde izlediği tutumdan oldukça rahatsız. Dolayısıyla da halk, kendi görüşünün görüşmeler sürecine yansıtılmadığının farkına varmış durumda.

Bu duruma ilaveten, yeşil devrimin seçilmişlerinin sözde Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği şeklindeki sahte ve yanlış telkinleri aralıksız sürdürmeye devam etmeleri esasen işin ciddiyetini de gözler önüne seriyor. Aslında, bu çizgide olanların öne sundukları savlarında “Biz yıllarca bu Kıbrıs sorununu yaşadık, artık kendi çocuklarımız bir 50 yıl daha bu sorunla boğuşmasınlar biz bu işi bitirelim” düşüncesinin hakim olduğu görülüyor. Bu düşünce sonucunda Kıbrıs Türkünü nasıl bir idam sehpasına oturttuklarının farkında bile değiller. Neymiş efendim ; iki kesimli, siyasi eşitliği olan federal bir Kıbrıs oluşturmanın zamanı artık gelmiş(!).

Halbuki “Çözüm adil olmalı” görüşü birçok yetkilinin dilinde olsa da işin adil tarafı kalmamış durumda. Bu bağlamda Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos ayının başında yaptığı bir açıklamada “Çözüm için iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve garantörlük şart” açıklaması dahi Kıbrıs Türkünün içini rahatlatmış değil. Peki neden? Bir kere AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana Kıbrıs politikası devamla değişikliğe uğraması ve değişken olması ana sıkıntılardan biri. Bugün ise gelinen süreçte artık Kıbrıs Türkü kendi egemenliğinin tanınmasını ve birleşik Kıbrıs yaratılması konusunda yaşadığı isteksizliği açığa çıkarmış bir ortamdayız. Bu en son KADEM anket sonuçlarında da iyice açığa çıktı. Bu gerçekler göz ardı edilerek iktidardaki kişilerin ille de birleşik Kıbrıs diyerek Kıbrıs Türkünün gerçek arzusunun görmezden gelmeleri hayli düşündürücüdür.

Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(II)



Şimdi gelinen süreçte konuyu daha geniş perspektiften ele alarak incelemeye çalışalım. Daha önceki yazılarımda sıklıkla ifade ettiğim Türk halkının gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de bir psikolojik harp kıskacında olduğu bilinen bir gerçek. Medyanın rolü şüphesizki bu savaştaki en büyük etken ve pek tabii ki silah olarak yer almakta. Hatırlanacağı üzere Annan planı sürecinde Kıbrıs Türklerine “evet” çağrısında bulunan Akp yönetimi adadaki Türkiye’den gelen pek çok soydaşımızı etkileyerek “Anavatan evet denmesini istiyor, o halde biz de evet diyeceğiz” psikolojisine girerek, Plana hayır diyen cephenin elinin zayıflamasına imkan kılmıştı. Şüphesiz ki Kıbrıs Türklerinin plana evet demesi için gerek Amerika gerekse diğer dış unsurların da yoğun çabaları vardı. Sonuçta 24 Nisan 2004′te yapılan eş zamanlı referandumda Kıbrıs Türkleri %65 oranında bir evet ile adada birleşik Kıbrıs’a onay verdiklerini gösterdiler. Bu oranın şekillenmesinde adada 1974 sonrası bulunan Türk soydaşlarımız da çok büyük etken oldular. NTV’nin o dönemde yaptığı açıklamada ise adaya 1974 sonrası gelen soydaşlarımızın %95′inin plana “evet” dediğini belirtmekteydi. Buraya kadar herşey normaldi. Kıbrıs Türkü bugüne kadar Anavatan’daki Türk hükümetinin Kıbrıs konusundaki siyasi veçhesi ne ise o şekilde duruş sergilemiş ve siyaset oluşturmuştur.

Ancak Annan planına evet Kıbrıs Türküne bir sonuç getiremedi. Bilakis birçok alanda zemin kaybetmesine imkan kıldı. Ne Türkiye’deki AKP hükümetinin “çözüm sağlanmazsa, KKTC’nin tanınması için mücadele vereceğiz” sözleri ne de “AB Komisyonu’nun izolasyonların kaldırılması yönünde aldığı kararı” yerine getirilmedi. Hatta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Güvenlik konseyi’ne sunduğu raporu ki burada Kıbrıs Türkleri üzerinden izolasyonların kaldırılması çağrısı da vardı Rusya vetosu ile bu rapor da kabul edilmedi.

Annan planı ardından Kıbrıs Türkleri hep uyalama taktiği ile sırtı sıvazlandı. Dünya konjektüründe ise birtakım olaylar gerçekleşmeye başlamıştı. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve bunu dünya devletlerinin Rusya itirazlarına rağmen tanıma yoluna gitmesi adada birtakım kesimlerin artık KKTC’nin tanınmasına doğru gidileceği umudunun da doğmasına imkan kıldı. Bu umut çok sürmedi. Ne KKTC CB Mehmet Ali Talat ne de Türk hükümeti bu yönde siyasi amaçları olmadığını batılı ittifaklarına yüksek sesle söyleyerek içlerinin rahatlamasına imkan kıldılar. Ancak ne olduysa oldu ve bu süreçte Rusya’nın ani çıkışı gündeme oturdu. Rusya federasyonu başkanı Putin Kosova bağımsızlığı konusunda görüş beyan edenlere cevaben Kuzey Kıbrıs’ın tanınması teklifini yaptı. Putin’in bu sözü pek gündeme getirilmedi ve sürçü lisan etmiş gibi gösterilerek süreç birleşik Kıbrıs yaratılması yönünde yeni atılımlar ile sonuçlandı.

Talat Papadopulos arasında imzalanan 8 Temmuz 2006 anlaşması 5 maddeye dayanıyordu. Bu koşullar Annan planının artık ortadan kalktığını ve oluşacak çözümün federal zeminde iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı bir anlaşma olacağı belirtilmekteydi.. Ancak bu üst söylemlerin altı doldurulmamıştı. Nasıl bir federal çözüm? Eyalet sistemi temelindemi yoksa egemen devletler seviyesinde mi bir çözüm olacaktı?

Özellikle de devamla dile getirilen siyasi eşitlik temelindeki çözümün taraflar arasında kabul edileceği söylemi iktidardakilerin ruhunu okşadı. Federal bir çözümün modellerinin dünyadaki örnekleri bile dikkate alınmadan üstünkörü bir şekilde anlaşmalar sağlandı. 2008′de Rum başkanlığına Dimitris Hristofyas gelince birleşme yanlısı mücadele verenlerin yüreklerine su serpildi. Zira iktidarda olan CTP partisi ile AKEL yani Hristofyasın partisi arasında olan kardeşlik bağı yıllar öncesine dayanıyordu. Her ikisi de ortak vatan yaratma hayalinde mücadele veriyorlardı. Hristofyas iktidara geldikten sonra Talat ile yapılan mutabakatlarda 21 Mart 2008 süreci dahil olmak üzere, 23 Mayıs, 1 Temmuz, 25 Temmuz görüşmelerinde anlaşmaya varılan ortak metinlerde “sovereignty” yani egemenlik tanımlaması yapılmazken yeni bir çözüm modeli yaratıldığı görüldü. Buna tek egemenlik ve vatandaşlık dendi. İki egemen halkın yaşadığı adada tek egemenlik ve vatandaşlık nasıl olabilirdi? İşte bu noktada bir eyalet modeli yaratıldı. Bu modelde Kuzey’de kendi idaresini belirli konularda yapacak olan Kıbrıs Türkleri ayrı egemen varlık olmayacaklardı. Rumlara seçme seçilme hakkı verilirken Türklere de bu hak verilecekti. Nitekim, Kıbrıs Türkleri zoraki ve yalanlarla donatılmış bir birleşme modeline hazırlanmak istendiği ortaya çıktı.

Tek egemenlik ve vatandaşlık hassas konulardan biriydi ve rumların yıllardan beri savundukları tezlerinin bir sonucuydu. 1 Temmuz’da bunu Talat kabul etti. Daha önceki mutabakatlarda da buna yer veren açıklamalar yapıldı. Şimdi 3 Eylül’de iki lider arasında görüşmeler yeniden başlayacak ve işin sonunda yani 2009′da anlaşmaya gidilmesi hedeflenecek. Peki 2009′a kadar uzlaşı sağlanabilirmi ?

Bunun için dünyadaki son gelişmelere bakmakta fayda vardır. Bilindiği üzere Kosova’nın bağımsızlığının ardından gerek bölgede gerekse özerk statüde olarak bağımsızlık etmek isteyen bölgelerde bir kıvılcım başlattı. Bugün Gürcistan’da yaşanan savaş Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık talepleri aslında yeni değil. 1989 yılından beri konu sürmekte. Güney Osetya’nın bağımsızlık talebi Kosova’dan sonra Kafkaslar’da suların durulmayacağının da göstergesi. Bağımsızlık ve etniik milliyetçiliğin gerek Kafkaslar’da gerekse diğer kritik bölgelerde artmaya doğru gideceği görülüyor. Bu ortamda iki farklı halkın yaşadığı Kbrıs’ta zoraki bir evlilik neden planlandığını iyi analiz etmek lazmdır. Kıbrıs bir kere stratejik açıdan oldukça önemli bir bölgede yer alıyor. Sahip olduğu jeo-ekonomik,jeo-politik, jeo-stratejik konumu itibariyle adaya sahip olan gücün bölgenin egemen gücü olduğunun da göstergesi. Zira tarih bize bunun böyle olduğunu hep bariz bir şekilde ortay koymuştur. Kıbrıs’a sahip olan Anadolu’ya da sahip olacağı gerçeği dikkate alındığında neden bugün batı dünyasının ille de birleşik Kırbıs diyerek Türkiye ve Türk askerini adadan çıkarmak için çaba sarf ettiğini açıkça ortaya koyabiliyor. Hedef Mustafa Kemal Atatürk’ün Lozan başarısı ile kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr dönemindeki haritaya kavuşturmaktır. Bunun için de son kale konumundaki Kıbrıs adasındaki KKTC’nin ortadan kaldırılması yani Kıbrıs Türk egemenliğinin son bularak adanın birleştirilmesi ile mümkün olduğunun tespiti yapılmıştır.



Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(III)



Hatırlanacağı üzere, Amerika’nın desteği ile 2003 yılında Gürcistan’daki Sivil Toplum Örgütleri Gül Devrimini başlatarak Cumhurbaşkanı Eduard Şewardnadze’nin istifa etmesi sağladı ve 2004′te yapılan seçimlerde ezici çoğunlukla Mihail Saakaşvili’nin Cumhurbaşkanı yapıldı. Saakaşvili ile Gürcistan’ın, Rus ekseninden ayrılarak tamamen batı eksenine yönelmesi ise esasen bugünkü krizin bir boyutunu oluşturur. Öte yandan yaşanan krizin diğer önemli bir boyutu da bölgedeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının Batıya köprü rolü üstlenen Gürcistan’ın üzerinden Batıya aktarılmasının hedeflenmesi ve bu konuda Rusya’nın büyük tepkisini alması. Kıbrıs ve Gürcistan’ın batı dünyasının elinde tutmak istediği bölgelerden biri. Her iki yer de stratejik ve jeoekonomik değere sahip. Her ikisi de batıya enerji kaynaklarının nakli konusunda seçilen güzergahlardan biri. Her ikisi de düşman olarak algıladıkları unsurların önünde kale olarak belirleyebilecekleri mekanlardan biri.

Mesela Rusya bugün, Kafkaslar, Orta Asya, Avrupa’da Amerika ile hakimiyet kurma yarışına girdi. Amerika’nın kendi nüfuz bölgesi yaratmak için Ukranya’da Turuncu Devrim, Kırgızistan’da Lale Devrimi, Gürcistan’da Gül Devrimi, Kıbrıs’ta Yeşil Devrimleri ile kendi ulusal çıkarlarını koruyacak kişilerin iktidara getirilmesine sivil toplum örgütleri kanadı ile öncülük etti. Yani Amerika psikolojik savaşını yalnız Kıbrıs’ta değil, Kafkaslarda da gerçekleştirdi. Örneğin Gürcistan’da Saakaşvili’nin gelmesi ile, Gürcistan AB’ne girmek için kollarını sıvadı. Bağrında taşıdığı Güney Osteya ve Abhazya özerk bölgelerinin kendi içinde eritme metodunu uygulamak istedi.

İşte bu noktada Kıbrıs konusu ile bu gelişen olayların ne derece bağlantılı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Amerika Kosova’nın bağımsızlığını destekledi, Rusya buna karşı çıktı. Kosovanın bağımsızlığı domino taş etkisini uyandırdı. Kafkaslar karşmaya başladı. Gürcistan’daki Güney Osetya da bağımsızlığını ilan etti. Ortalık karıştı. KKTC’de gerçekleştirilen Yeşil Devrim sonrasında iktidara getirilen yönetim de Gürcistan lideri gibi gözünü batıya çevirdi. Amerika ile sıkı ilişki içine girildi. Birleşik Kıbrıs için çalışmalar hızla artırıldı. Amerika’nın verdiği milyondolarlarca fonlar ile ülkedeki sivil toplum örgütleri desteklenerek birleşik Kıbrıs siyaseti desteklenmek istendi.

Nitekim bu operasyon sonucu Annan planına Kıbrıs Türklerinin evet demesi sağlandı. Ancak bu adanın birleştirilmesi için yetmedi. Zaten Amerika da Rumların plana hayır diyeceğini çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen hep KKTC’de Kıbrıs Türkleri üzerinde yoğun bir psikolojik harp gerçekleştirildi. 24 Nisan 2004 referandumunda bir sonuç alınamasa da bu Rumların tüm ada adına tek başlarına AB toprağı olmalarına sebep oldu. Kıbrıs Türklerine hiçbir hak ve söz verilmedi. Şimdi yeni bir süreçteyiz. Hedef birleşik Kıbrıs’ın bu kez yaratılması. Zira Kıbrıs petrol kaynakları açısından oldukça zengin bir ada. Var olan sorun nedeni ile Rumlar henüz petrol arama işine başlayamadılar. Kıbrıs’ın birleştirilerek Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından alınacak enerjinin ve adadan çıkarılacak enerji kaynaklarının (petrolün) Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınması hedef. Bunun için Türkiye’nin bölgedeki etkinliği istenmiyor. O nedenle garantiler sistemi üzerinde düzenlemelere gidilecek. Türkiye’nin NATO üyesi olması bahane edilerek, Türkiye’ye NATO şapkası ile adada bulunabileceği mesajı verilecek. Bu kez adanın garantörü NATO Barış Gücü adı altında sağlanmak istenecek. Muhalefet edenlere de Türkiye Nato üyesi dolayısıyle burada adanın güvenliği sağlanabilir denilecek. Bu yolla da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO üyesi olmasının Türkiye tarafından önü açılsın baskısı gelecek.

Özellikle de Gürcistan’ın NATO desteği ile Güney Osetya’ya ordularını sürdüğünü iddia eden Rusya’nın NATO temsilcisi Dimitry Ragozin’in açıklamları dikkate aldındığnda, NATO’nun ilerleyen süreçte şayet GKRY’nin de yeni bir olası anlaşma ile NATO’ya alınmasına imkan kılınırsa, Kıbrıs Türkleri daha zorlu bir sürece gireceğini gösteriyor.

Bu süreç Kıbrıs’ta birleşik Kıbrıs yaratılması için başlatılacak olan yoğun propaganda sürecinde ele alınabilecek konulardan biri olmakla birlikte, “Adada Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği” gibi söylemler ile süslenmek istenecek. Adada birleşik Kıbrıs oluşturulması ile KKTC Devleti ve Kıbrıs Türk egemenliği ortadan kalkması, ayni zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğinin de son bulması anlamına gelir. Bunu büyük bir şiddetle arzulayan batı dünyası,birleşik Kıbrıs ardından Türkiye’yi kıskaca alınıp, Kosova ile başlayan bağımsızlık hareketlerinin, Kafkaslarda devam etmesi ve Türkiye’ye sıçratılması ile sonuçlandırılacaktır. Türkiye’de ayrılıkçı zihniyette olan PKK terör örgütünün eylemlerini daha da artırması, batının da AB yolunda baskısının sağlanarak PKK’lılar ile masaya oturulması istenebilecek veya PKK’lıların istedikleri bölgelerde özerk bir statüye kavuşturulması istenebilecektir…

Oyunun büyüklüğünü sadece gürcistan veya Kıbrıs’taki sürece bakarak değerlendirmek büyük hata olur. Dünyada yeni haritalar yaratılması için başta Amerika ve batı dünyasının yeni bir mücadelesi baş göstermiş durumda. Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanların yeniden şekilleneceği bir sürece doğru gidiyoruz. Özellikle de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en son yaptığı Türkiye ziyaretinde ankara değil İstanbul’a gitmeyi tercih etmesi ve sırf Atatürk’ün kabirini ziyaret etmemek için programı istanbula çekerek resmi ziyaret sınıfından bunu çıkarması ve buna da “önemsiz bir konu, görüşmenin özüne bakmak lazım” şeklinde hükümet kanadının cevap vermesi Türkiye’de “kırmızı çizgilerin ve ulusal değerlerin”değişmeye doğru gittiğini gösteren en önemli göstergelerden biri olmuştur.

Bu gelişmeler ışığında batı dünyasının PKK terör örgütünü desteklediği, Kıbrıs’taki Türk egemenliğine tahammül edemedikleri, Lozan’da kabul gören Türkiye Cumhuriyeti sınırları, kuruluş ilkeleri, çizgisine tahammül edemedikleri gerçeğini her Türkün iyi kavrayarak bugün tüm dünya Türklüğünün maruz kaldığı baskılar karşısında bir onur meselesi olan egemenliğinin daim etmesi için gösterdiği dirençe sahip çıkılmalı ve adanın Rum ve batı esaretine sokulmaması için çaba sarf edilmelidir. Yoksa tarih kendini yeni acılara yenileyebilecektir…

http://www.aysekocaturk..com



14 Ağu. 08
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:09

Gürcistan üzerinden Ermenistan’ı Karadeniz’e çıkarma planı mı var?
August 14th, 2008 · No Comments
İsrafil K.KUMBASAR

Kafkaslar fokur fokur kaynıyor.
Soros destekli ‘turuncu devrim’ ile Amerika’nın yörüngesine giren sınır komşumuz Gürcistan, uzun yıllar sonra yeni bir ‘Rus işgali’ tehdidiyle karşı karşıya.
Amerika, küresel politikaları karşısında bir engel olarak gördüğü Rusya’yı sıkıştırarak ‘Orta Asya’daki’ enerji kaynaklarından pay almaya çalışıyor, Balkanlar’da etkinliğini kaybeden Rusya ise “Kafkasya benden sorulur” havası içerisinde.
Bugüne kadar Gürcistan’a her alanda destek veren, askeri araç gereç desteği sağlayan, subaylarını eğiten, silah alımı için bir milyar dolar yardım yapan Türkiye ise sessizliğini sürdürüyor.
Savaş üzerine, medyada çok farklı şeyler yazılıp çiziliyor.
Peki Gürcistan’ı ne kadar tanıyoruz?
Gürcistan hakkında ne biliyoruz?
Ataları 93 Harbi’nde Batum’u işgal eden Ruslar’ın zulmünden kaçarak Ordu’ya yerleşen tarihçi dostumuz Yusuf Ziya Başbay, belki de birçok kişinin bakış açısını değiştirecek olan şu önemli bilgileri veriyor:

***

Gürcülük ‘etnik bir aidiyet’ değildir.
Tarihte olarak ‘Gürcü’ diye tabir edilen herhangi bir ırk yoktur.
‘Gürcü’ diye kastedilen topluluk, eski Roma’nın ‘Georgia’ eyaletinde yaşayan insanlardır.
‘Gürcistan’ ise bir ‘etnik’ kimliğin değil, bir ‘bölgenin’ adıdır.
Bölgede kendilerine soyca da ‘Gürcü’ olarak kabul eden tek topluluk, yalnızca ve yalnızca ‘Kartvel’lerdir.
Oysa ki, halen Gürcistan’da yaşayan Acaralar, Azeriler, Abhazlar, Osetler, Ahıskalılar, Çeçenler, Çerkesler, Ermeniler, Kürtler ve diğer topluluklar da ‘Gürcü’ olarak adlandırılıyor.
Bugün Türkiye’de yaşayan ve kendilerine ‘Gürcü’ adı verilen vatandaşlardan büyük bir bölümü Acaralı’dır.
‘Ağaçerili’ adıyla bilinen bir ‘Türk boyu’ mu oldukları, yoksa 12. yüzyılda bölgeye yerleşen ‘Kıpçakların’ bir kolu mu oldukları tartışmalı olan Acaralıların bir kısmı ne yazık ki kendilerini ‘Kartvel’ zannetmektedir, bir kısmı ise sırf Gürcistan’tan göç ettikleri için ‘Gürcü’ olarak anılmaktadır.

***

Soros tarafından gerçekleştirilen ‘turuncu devrim’ ile iktidara getirilen Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili, koltuğa oturduktan sonra ülkedeki diğer etnik kimlikleri inkâr eden bir politika izlemeye başladı.
Komünizmin inanç ve kültür açısından dümdüz ettiği ülkede, her kesime ‘eşit’ yaklaşıp birlik ve bütünlüğü sağlamak yerine, ‘Kartvel’ unsuru üzerinden ‘aşırı’ dincilik ve ırkçılık yapmayı tercih etti.
‘Baskı’ ve ‘şiddet’ yoluyla etnik ve dini meselelerin üstesinden geleceğini zannetti.
Acaristan’daki ‘özerkliğe’ son verdi.
Orada yaşamakta olan ‘Müslüman’ halka yönelik ciddi bir ‘Hıristiyanlaştırma’ politikası uyguladı.
Büyük ölçüde başarılı da oldu.
Çünkü uzun yıllar komünistlerin idaresinde kalan insanlar, sistemli bir şekilde zaten yerel ve dini kültürlerinden uzaklaştırılmışlardı.
Adeta ‘sıfır kilometre’ bir toplumsal yapı devralan Saakaşvili, Acara’nın kendine has yerel kimliğini yok etmeyi başardı.
Osetler ve Abhazlar ise ‘bağımsızlık’ taleplerinde ısrar etmeyi sürdürdüler.

***

Türkiye, Amerika’nın bölgeye yönelik stratejik çıkarlarına uygun olarak Gürcistan yönetimine her şartta destek vermek yerine, Acaristan’a, Abhazya’ya ve Osetler’e sahip çıkmayı bilseydi, bugün orada çok daha etkili olacağından hiç kuşku yoktu.
Ama, Türkiye bunu yapmadı.
Acara’nın hem siyasi hem de kültürel kazanımları, Türkiye’nin gözleri önünde yok edildi.
Türkiye gıkını dahi çıkarmadı..
Türkiye, belki de ‘Rusya’ ile komşu olmaktan çekindiği için Gürcistan’da olup bitenlere müdahale etmek yerine, ‘göz yummayı’ tercih etti.
Hatta her açıdan Gürcistan’ı destekledi.
Gürcistan, artık ‘parçalanmanın’ eşiğinde.
Dua edin de, Rusya, ABD ve AB ile kapalı kapılar arkasında ‘Ermenistan’ konusunda gizli bir anlaşma yapmasın.
Eğer Rusya, Ermenistan’ı ‘Karadeniz’e çıkarma’ sözü vererek, ‘Gürcistan’ın küçülmesine’ göz yummaları için Batı’yı ikna ederse, Türkiye için ‘Türk dünyasına’ açılan bir çıkış kapısı olan ‘Kafkasya’ defteri ebediyyen kapanmış olacak.
Sonrasını hayal bile etmeyin.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=4803
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:11

Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan devletlerinin kuruluşu, Milli Mücadele ve Rusya
August 13th, 2008 · No Comments
Kurtuluş Savaşına girdiğimiz yıllarda işgal devletlerin doğu sınırlarımızda bizi zayıf düşürmek için aldıkları önlemler çerçevesinde kurdukları üç devlet vardır. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan.
Cevdet Karim İncedayı tarafından Osmanlıca olarak 1925 te kaleme alınan ve benim tarafımdan yayına hazırlanan Kurtuluş Savaşı ile ilgili ilk kitap olan İstiklal Harbi Garp Cephesi adlı eserde ilgili bölüm günümüz Türkçesi ile verilmiştir.
Tarih tekerrür mü ediyor acaba?

Türkiye’nin Direniş Araçlarını Yoketmek İçin Alınan Tedbirler:

Bu tedbirlerin birincisi Türkiye’nin kesin bir şekilde kuşatılması ve abluka altına alınmasıdır.

Türkiye, bugün Adalar Denizi ve Karadeniz sahillerinde ve Avrupa cephesinde karadan ve denizden kuvvetle kuşatılmıştır. Suriye Cephesi, Hicaz’dan İskenderun’a kadar İngiltere ve Fransa tarafından kuvvetle, ihtiyaçla, nifakla ve halkın “bütün işlerini Allah’a havale etmişcesine” teslim oluşuyla kuşatılmış sayılabilir. Irak ve İran Cephesi’nin maddî bir surette ve kesin şekilde kapalı olmayan durumları hızlı ve geniş istifadelere tabiat itibariyle pek müsait değildir. Mesafeler geniş, birleşmeler ve kavuşmalar kaybolmuş, milletler şuursuz ve zâten memleket de işgal altındadır. Türkiye’nin diğer cephesi Kafkasya’dır ki, müsait olmayan sulh şartlarına karşı silahlı direniş gücünü en çok veren cephe burasıdır. Türkiye, Kafkasya’dan Bolşevik yayılmasını kolaylaştırmak ve onunla işbirliği etmekle Batıdan Doğuya doğru Anadolu, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir şekilde açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapamak için Müttefikler saldırı amaçlı asker sevki harekâtı yapacak kuvvetleri süratle tedârik edemezler. Gerekli hareket üslerine ise tabiat olarak sahip değildirler. Böyle harekât ancak Batum’dan sözkonusu olabilir ki, bu durumda da Kafkasya ile Hazar Denizi’nin arasının tıkanması için Batum’dan itibaren dörtyüz kilometreden fazla uzaklaşmak icap eder. Bu duruma karşı İtilaf Devletleri Bolşeviklerle Türklerin arasını Kafkas milletleri vasıtasıyla kesmek planını bulmuşlardır. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve belki Kuzey Kafkasya Hükümetlerinin bağımsızlıklarını tanıyarak onları elde ettiler. Şimdi Bolşeviklerin vuruşmalarını bir emrivaki yapmak için onları her şekilde kışkırtıp ve sıkıştırmaktadırlar. Bundan başka bizzat kuvvet sevkine de başlamışlardır ki, bu kuvvet tesiriyle hem Bolşeviklerle çarpışmayı çabuklaştırmak hem de Kafkas milletlerinin gerek Türklerle ve gerek Bolşeviklerle herhangi bir temaslarını engellemek ve denetlemek düşüncesindedirler. Plân, son derece ciddiyetle ve hızlı bir şekilde uygulanmaktadır.

Eğer bu plan muvaffak olur ve Kafkas milletlerinin bize karşı kesin bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz mahsur kalırsa artık Türkiye için direniş sebepleri esasından yıkılmış olur. Ondan sonra siyasî varlıklarını tamamen kaybedebilecek olan Anadolu Türkleri İtilaf Devletleri subaylarının kumandası altında müstemleke askerleri olarak ordular teşkil edecek, hem Kafkas milletlerinin İtilâf emrinde tutulmasını ve hem Bolşevik yayılmasının durdurulmasını sağlamak için kan dökeceklerdir. Bu halde İtilâf Devletleri’ne teslim olunsa bile Türkler için canını feda etmekten kurtulmak emniyetli değildir. Bundan dolayı Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin “kesin yokedilmesi” projesi kabul edip bu seddi İtilaf Devletleri’ne yaptırmamak için en son yollara başvurmak ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.

Direnme Araçlarımızı Yokedecek Tedbirlerin İkincisi:

Fiili olarak mevcut olan müşterek idareden istifade etmek suretiyle Türkiye’yi içinden oyarak yıkmaktır. Bu hususta memlekette var olan siyasî nifak İtilâf Devletleri’nin elinde gayet iyi bir araçtır. İtilaf Devletlerinin adamları bu vasıtadan bazı makamların kayıtsız şartsız olarak teslim olma eğilimlerinden istifade ederek çalışmaktadırlar. Tabii ilk işleri, Kuva-yı Milliye’nin dağılmasını ve Türkiye elinde kalan silah ve cephanenin istifade edilemez bir hale konulmasını her şeyden önce sağlamaktır.

Birinci derecede Kafkasya plânını, ikinci derecede dahilî, iç dağılma ve çözülmeyi temin için gereken zamanı İtilaf Devletleri ancak zayıf ve korkak hükümetler sayesinde temin edebilirler. Çünkü bu gibi hükümetler İtilâf baskısına baş eğerek dahilî kuvvetlerin ortaya çıkıp gelişmesini pek ziyade sınırlandırdığı gibi kamuoyunu da sürekli olarak korku ve endişe içinde tutarak resmi ve gayri resmi kararlar alınmasına kesinlikle engel olurlar.

Bundan başka İtilâf Devletleri, İstanbul’un dikkate alınması gereken bütün kişileriyle dahilî ve haricî akla gelebilecek bütün mahfilleriyle dolaylı olarak temas ederek millete kesintisiz açık ve doğru olmayan ümitler aşılamaktadır. Bu şekilde kazanılan zamanlardan istifade ederek İtilafçılar sonunda Türkiye’nin abluka altına alınmasını ve yok edilmesi tedbirlerini tamamlayacaklar ve ondan sonra maskelerini birden bire atarak İstanbul’da geniş çaplı tutuklamalara, mahsur Türkiye’nin muhtelif cephelerinde yığınaklar yapmaya ve abluka önlemlerine başlayacaklar ve aynı zamanda idam hükmü demek olan barış şartlarını bildireceklerdir.

İşte Şubat 1920’de aleyhimizde tatbik edildiğini gördüğümüz plân budur.

Bu plan masaya yatırılıp incelendiği zaman, Anarolu’ya yönelik ele alınan tedbirler ve görevleri göstermektedir. Bu tedbirler aşağıdaki gibidir:

Şark (Doğu) Cephesi’nde, resmî veya gayri resmî seferberlik yaparak Kafkas seddini arkadan yıkacak yığınak yapmaya başlamak.

Yeni Kafkas hükümetleriyle özellikle Azerbaycan, Dağistan gibi Müslüman hükümetlerle acilen temasa geçilerek İtilâf plânına karşı karar ve durumlarını anlamak.

Kafkas milletleri bize set olmaya karar verdikleri halde saldırı harekâtımızı birleştirmek için Bolşeviklerle anlaşmak.

Dahilî olarak Kuva-yı Milliye’yi son derecede genişletmek, takviye etmek, silah, cephane ve malzememizi vermemek için silâh kullanmaktır.

En mühim vazife ise İtilâf’ın zaman kazanmasına meydan vermemek ve onu maskesini atıp memleketin bütün direniş elemanlarını birleştirecek yolları açmayı zorunlu kılmaktır. Bunu ancak vaziyeti bu şekilde düşünen kesin karar sahibi bir hükümet yapabilir.

Zaten Şark Cephesi’nde kuvvet hazırlıkları ve şiddetle karşı koymak gibi bazı noktalar, sadece böyle bir hükümet sayesinde gerçekleşebilir.

Böyle bir hükümet sınırlara dair sulh şartlarımızı ve bu şartların kabulünü geciktirmeye gücümüz kalmadığını resmen ilan ile beraber Doğudaki topraklarımızla ilgili olan yukarıdaki tedbirlere ve memleketin ihtiyaç duyduğu bir zamanda Anadolu’dan idaresini mümkün kılacak diğer hazırlıklara bizzat giriştiğini de ortaya koyar. Buna karşı İ‘ilâfçılar kesin niyetlerini söylemek mecburiyetindedirler. Eğer bu niyet bizimle çarpışmayı kabul şeklinde tecelli ederse biz bu çarpışmaya iki ay sonra gerçekleşeceğinden daha müsait şartlar dahilinde ve İtilâf düzenin hazırlığını daha ikmal etmemiş bulunduğu zamanda dahil olacağız.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti için acil olarak yapılması gereken bir vazife ve siyasî durumun icaplarına uygun tedbirleri hükümetle tam bir fikir birliği içinde almaya imkân olup olmadığını bir an önce kestirmektir. Eğer böyle bir hükümet kurulmasına imkân yoksa -ne yazık ki ümit verecek bir sebep görünmüyor- aldanmayarak bu durumu şimdiden görüp kabul etmeliyiz.

Bunun üzerine alacağımız tedbir, Heyet-i Temsiliyye arkadaşlarımızı derhal İstanbul’dan çekmek, derhal Kafkas milletlerine başvurmak ve derhal yukarıda bildirilen tedbirlere gayri resmî fakat fiilî olarak teşebbüs etmektir.

Bu hareket hattı dahilinde dahilî ve haricî münasebetlerin kesilmesi ne vakit ve ne şekilde gerçekleşeceği şimdiden kestirilemez.

Fakat işler bir defa bu yola girdikten sonra ilişkilerin kesilmesi her halde uzak görülmemelidir.

Gerçekten de bu ihtimâller hemen tamamıyla vuku bulmuştur. Fakat Anadolu daha ilk günden vaziyeti bu suretle ve isabetle değerlendirerek hiç tereddüt etmeden kararını vermiş ve kesin bir kararlılıkla yürüyerek bütün engelleri çiğnemiş ve sonuçta hayat ve istiklâlini kurtararak Türk ruhuna uygun bu günkü idare şeklini kurmuştur.

İstiklal Harbi (Garp Cephesi)
Cevdet Kerim İncedayı (Hazırlayan: Muhammet Safi)
YKY Yayınları İstanbul 2007 sf 44-47

Muhammet Safi
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:12

Büyük savaş Kuzey’de kopacak
August 13th, 2008 · No Comments



CIA’yi bilmeyen yok ama “Gölge CIA”yı bilen çok az. Asıl adı Stratfor. Başında tanıdık bir isim: George Friedman. Stratfor’un, Kafkaslar raporu, Gürcistan’in arkasında ABD’nin olduğunu kanıtlar nitelikte. Raproda “Rusya, Kafkaslar’da, Gürcistan’la değil, ABD ile karşı karşıya geldi” ifadesi yer alıyor. Pravda raporun bazı bölümlerini yayınladı.
Gürcü askerler ABD uçaklarıyla taşındı

1996 yılında ABD‘nin Teksas eyaletinde ünlü siyaset bilimcisi ve yazar George Friedman tarafından kurulan ve “Gölge CIA” olarak adlandırılan Stratfor isimli özel istihbarat kurumu Kafkaslar’da yaşanan son çatışmaları değerlendirdi ve bir rapor hazırladı. Raporla ilgili haberi, Rusya‘nın önde gelen Pravda gazetesi yayınladı. Ortaya çıkan tabloya göre, Gürcistan yönetimi, ABD yönlendirmesiyle, Güney Osetya’ya girdi ve Ruslar’ın karşı saldırısıyla karşı karşıya kaldı.

Stratfor raporunda, “Rusya’nın Güney Osetya’da aslında Gürcü güçleriyle değil, ABD ile karşı karşıya geldiği” belirtiliyor. ABD ordusunun, Gürcü askerlerini 4 yıldır eğittiğini kaydeden Pravda, Stratfor raporuna dayanarak “ABD yönetimi, Saakaşvili’ye yardım etmedi, çünkü yeni Kafkas oyununda ABD‘nin amacı çok farklı” yorumuna yer verdi.

Raporun bir kısmına göre ABD, Rusya‘nın gücünü anlamaya çalıştı. Çünkü petrol zengini Kuzey Kutbu’nun paylaşımında Rusya ile olası bir çekişme sırasında ne kadar ileri gidebileceğini kestirmeye çalışıyor.

İşin ucunda Kuzey Kutbu’nun petrol yatakları mı var



Stratfor raporuna göre Kafkaslar’daki operasyon, Soğuk Savaş’tan sonra hiçbir askeri harekata girişmeyen Rusya‘nın askeri gücünü anlamak ya da en azından tahmin edebilmek için yapıldı. Birçok Batılı uzman, Rusya‘nın, Sovyet dönemindeki manevra kabiliyetinin bir kısmını kaybetmiş olduğunu savunuyordu. Ancak Ruslar da bu olayı fırsat bilip, askeri gücünü, hızlı karar alma kabiliyetini ve sorunlu bölgelere hızla ulaşabildiğini götermek için ayrı bir çaba harcadı.

ABD, Rusya‘nın gücünü sınamak için Gürcistan’ı kullanarak, aslında eğittiği askerlerin cephedeki performansını da görmüş oldu.

Gölge CIA hakkında

Stratfor ya da “Gölge CIA” 1996′da, Teksas’ın Austin kentinde kurulan özel bir istihbarat kurumu. Başında ünlü siyaset bilimci George Friedman var. “Amerika’nın Gizli Savaşı”, “Savaşların Geleceği” gibi best-seller kitapların yazarı. Türkiye’deki son gelişmelerle ilgili olarak, George Friedman tarafından kaleme alınan analizi “Türkiye-Yeni Osmanlıcılık” ve yeni ABD yaklaşımı konusunda ilginç bir çalışma.

Kuruluş, ABD Savunma Bakanlığı’na da danışmanlık yapıyor. 70 kişinin çalıştığı kurumda, soyadlar pek bilinmiyor. Eski istihbaratçı olan çalışanlar arasında yer alan eski Rus ajan sadece ”Viktor” olarak biliniyor.

Kuruluşun sitesi ise, yayınladığı analiz ve verdiği haberlerle hep bir adım önde. En çarpıcı örneği ise NATO’nun eski Yugoslavya’ya yönelik operasyonu sırasında yaşandı. Belgrad’taki Çin Büyükelçili’nin bombalanmasını ilk haber veren Stratford oldu. Daha sonra Çin Büyükelçiliği’nin bombalanmasının bir hata olmadığını, söylendiği gibi pilotlara yanlış harita verildiği için değil, bombanın, Çin‘in Sırplar’a verdiği desteğe bir karşılık olarak atıldığını da yine Stratfor açıkladı.

İlginç olan, Srtatfor’un, Asya’da 1997′de bir krizin yaşanacağını da ABD yönetimine, çok önceden bildiren ilk kurum olmsıydı.

Putin, ABD uçaklarıyla taşınan Gürcü askerlere dikkat çekmişti



Rusya Başbakanı Vladimir Putin ise, Rus kabinesinde yaptığı konuşmada, Gürcistan’ın çatışmalar yüzünden Irak‘ta görevli 2000 askeri ülkeye geri çağırma kararına değinerek, ABD‘nin buradaki Gürcü askerlerini ülkelerine kendi uçaklarıyla taşıyarak verdiği desteğe dikkat çekmişt,.

Bazı Amerikalı politikacıların hala soğuk savaş dönemi mantığına sahip olduğunu belirterek, “Bazı partnerlerimizin bize yardım etmemesi, aksine engellemeye çalışması utanç verici. Bundan ABD‘nin Irak‘taki Gürcü askerlerini kendi askeri uçaklarıyla çatışma bölgesine taşımasını kastediyorum” dedi.

Putin‘in bu açıklamasından sonra ABD Savunma Bakanlığı, “Irak’taki Gürcü askerlerini ABD Hava Kuvvetleri’ne ait nakliye uçaklarıyla Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e götürdüklerini kabul etti ancak bunun dışında destek vermediklerinin” altını çizdi.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/964636 ... 0&sz=58822

Tags: ABD · Gürcistan · Rusya
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:12

Kafkasya Daha da karışacaktır!…
August 11th, 2008 · No Comments
Doç. Dr. Oya Akgönenç
TURKISH FORUM DANISMA KURULU UYESI

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Oya Akgönenç, Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan çatışmaları değerlendirdi.

Bölgede Batılı bir yönetici varsa o ülkede huzur olmaz. Çünkü Batı’ya mı ülkesine mi hizmet ettiği anlaşılmaz. Balkanların ardına sıkıştırılan Gürcistan AB üyesi olmak istiyor. Rusya ise bunu istemiyor. ABD’nin İran’a karşı bir saldırıda bulunması ihtimali var.

Saakaşvili de İran’a yönelik bir saldırı öncesi dikkatleri başka yöne çekmek için Osetya’ya savaş açmış olabilir. Olayın, ABD ile anlaşmalı bir girişim olma ihtimali var.

Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılarak Rusya ile birleşmeyi istediğini dile getiren Akgönenç, “Gürcistan ise böylesi ayrılıkçı bir harekete izin vermeyeceğini söylüyordu. Ve önceki gün bir sınır çatışması, savaşın fitilini yaktı. Acaralar ve Abhazalar da aynı şekilde özerk unsurlardan. Osetya’nın yarısı Müslüman yarısı Ortodoks’tur. Kafkasya’daki bu savaş hali birden bire oluşmadı. 5-6 yıldır alttan alta gerilim artıyordu. Kafkasların savaşçı mizacı vardır ve savaştılar mı tam savaşırlar”dedi.

“Saakaşvili’yi yakinen tanırım. Tahsilini Batı’da yapmıştır ve Batı’nın gözdesi bir liderdir” diyen Akgönenç açıklamasını şöyle sürdürdü;

Bölgede Batılı bir yönetici varsa o ülkede huzur olmaz. Çünkü Batı’ya mı ülkesine mi hizmet ettiği anlaşılmaz. Balkanların ardına sıkıştırılan Gürcistan AB üyesi olmak istiyor. Rusya ise bunu istemiyor. ABD’nin İran’a karşı bir saldırıda bulunması ihtimali var. Saakaşvili de İran’a yönelik bir saldırı öncesi dikkatleri başka yöne çekmek için Osetya’ya savaş açmış olabilir. Olayın, ABD ile anlaşmalı bir girişim olma ihtimali var.

Rusya, askeri üsleri ve havaalanlarını vuruyor. Türkiye de burada Gürcü askerlerine eğitim veriyor. Belli noktaları vurarak Batı’ya, “Sen benim işime karışma!” mesajı veriyor. Rusya Putin’le tekrar bir toparlanma sürecine girdi ve Batı’ya karşı gövde gösterisi yapıyor. Önümüzdeki yıllarda Kafkaslar ve Hazar bölgesi, Ortadoğu gibi çok önemli bir stratejik önem kazanacak ve bu bölgede güç mücadeleleri sürecek ve bölge daha da karışacaktır!”
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:13

Saakaşvili’nin Hırsı Gürcistan’ın Batı ile Bütünleşme Umutlarının Önüne Geçti
August 11th, 2008 · No Comments

Hasan KANBOLAT
11 Agustos 2008






Gürcistan ordusu, tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’ya 8 Ağustos Cuma günü sabaha karşı girdi. Ancak, Rusya Federasyonu’nun beklenen karşılığı çok hızlı geldi. Rus ordusu Gürcistan’ın askeri hedeflerine karşı yoğun bir bombardıman başlattı ve 9 Ağustos Cumartesi gününden itibaren Güney Osetya’da kontrolü tekrar ele aldı. Aynı gün, Abhazya birlikleri de 1992’den beri Tiflis’in kontrolünde olup, Abhazya sınırları içinde bulunan Yukarı Kodor bölgesine karşı harekât başlattı. Böylece, Gürcü ordusu için Güney Osetya’dan sonra ikinci cephe Abhazya’da açılmış oldu.



Rusya Federasyonu, Gürcü ordusunun Güney Osetya’ya askeri harekât düzenlemesini fırsat bilerek, Rusya Federasyonu’na karşı çok sert politikalar yürüten Saakaşvili yönetiminin belini kırana kadar ve Saakaşvili’yi savaşın başladığı konumdan daha geriye atana kadar savaşı sürdürmeye kararlı. Bundan dolayı, birinci adım olarak Abhaz birliklerinin Tiflis’in kontrolünde olan Yukarı Kodor bölgesini birkaç gün içinde tamamen ele geçirmesi sürpriz bir gelişme olmayacak. Zaten, oldukça dağlık bir bölge olan Yukarı Kodor, günümüzde Tiflis’ten ziyade efsanevi Gürcü komutan Emzar Kvistiani ve ona bağlı özel harekât birliğinin kontrolünde bulunuyor. Kvistiani, 1991-92 yılları arasında Abhazya’ya karşı savaşmış ünlü bir komutan olmasına rağmen Saakaşvili ile anlaşamamıştı. Saakaşvili’nin Kvistiani’yi tasfiye etmek istemesi üzerine bölgede Abhazların ve Rusların da desteği ile bir tür özerk alan oluşturmuştu. Bu nedenle, Kvistiani’nin desteği ile Abhazların Yukarı Kodor’u ele geçirmeleri zor olmayacaktır. Saakaşvili savaşı sürdürmeye ısrarlı olursa, Rusya Federasyonu’nun ikinci adımı Gürcistan’ın ekonomik alt yapısını havadan bombalamak suretiyle çökertmek olacak. Zaten, Gürcistan silahlı kuvvetlerinin alt yapısı Moskova’nın hava bombardımanı ile 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıldığı zamanki konumuna kadar gerilemiş bulunuyor. Ekonomik alt yapının da çökmesi durumunda Gürcistan’ı oldukça karanlık günler bekleyebilir.



Gürcistan’ın genç ve hırslı Devlet Başkanı Saakaşvili’nin, yıpranan iktidarını bir savaş başarısı ile güçlendirmek ve Abhazya ile Güney Osetya’yı yeniden Gürcistan’ın bir parçası haline getirerek NATO ile AB kapılarını açabilmek için bu iki bölgeye karşı güç kullanması bekleniyordu. Çünkü, Gürcistan’a 2-4 Nisan 2008 tarihinde Bükreş’te yapılan NATO Bükreş Zirvesi’nde NATO kapılarının açılmaması Gürcü halkında büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştu. Gürcistan’ın Avrupa-Atlantik dünyası ile bütünleşmesinin (NATO ve AB üyeliği) önündeki en büyük engel olarak fiilen (de facto) Gürcistan’dan bağımsız olan Abhazya ve Güney Osetya bulunuyor. Ancak, politik tecrübesi yeterli olmayan Saakaşvili’yi Abhazya ve Güney Osetya’ya karşı güç kullanmaya Kremlin de teşvik etmiş olabilir. Çünkü, Gürcistan’da hem Saakaşvili iktidarı ve hem de muhalefet Avrupa-Atlantik dünyası ile bütünleşmekten yana. Gürcistan’ın Avrupa-Atlantik dünyası ile bütünleşmesine karşı çıkan Kremlin ise, Tiflis’teki siyasi yapının ancak Gürcistan’ın ağır bir yenilgi alması halinde değişebileceğinin farkında. Kremlin yönetimi, ağır bir savaş yenilgisi ve ekonomik çöküntü yaşanması halinde Tiflis’te Rusya Federasyonu ile daha dengeli politikalar yürütebilecek bir siyasi kadronun işbaşına gelmesinin yolunun açılabileceğini düşünüyor olabilir.





Siyaset, bir ulusun gücü kadarını alabilme sanatıdır. Saakaşvili’nin iktidarda kalma hırsı ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü çok hızlı biçimde gerçekleştirme arzusu bu ülkenin Avrupa-Atlantik dünyası ile bütünleşme umut ve hedeflerinin önüne geçmiş durumda.



ABD, AB ve Türkiye, Rusya Federasyonu ile karşı karşıya kalmamak için Güney Osetya ve Abhazya sorunlarının görüşmeler ile giderilmesine çalışıyordu. Saakaşvili’nin aceleci tavrı ise, Rusya Federasyonu’na beklediği fırsatı verdi. Güneybatı Kafkasya’da sürdürülebilir barışın sağlanması ve uyuşmazlıkların önlenebilmesi için ilk önce tansiyonun kontrollü biçimde düşürülmesi gerekiyor. Ayrıca, Avrupa-Atlantik dünyasının Gürcistan ile bütünleşme hedeflerinin Saakaşvili’nin iktidarda kalmasından daha önemli olduğu hatırdan çıkarılmamalı. Bu nedenle de, hırsları siyasi ve askeri gücünün önüne geçen Saakaşvili için sonun başlangıcı olduğunu söylemek mümkündür.

Gürcistan: Rus bombardımanı sürüyor

BBC - 11 Ağustos, 2008 - TSİ 09:28

Gürcistan İçişleri Bakanlığı, Rus savaş uçaklarının bu sabah erken saatlerde başkent Tiflis yakınlarında yeni saldırılar düzenlediğini duyurdu.

Yaşamını yitiren ve yaralananların sayısı hakkında sağlıklı haber alınamıyor.

Elli kadar Rus uçağının katıldığı saldırılarda bir askeri üs ve radar istasyonunun vurulduğu açıklandı.

Rus yetkililer ise Gürcülerin ateşkes ilanına rağmen çatışmaya devam ettiğini söylüyor.

Ruslara göre dün gece Güney Osetya’nın başkenti Şinvali’de ateş açan Gürcü askerler, üç Rus askeri öldürüp sekizini de yaraladı.

Bu haberi bağımsız kaynaklara doğrulatmak mümkün olmadı.

Gürcistan geçen hafta saldırdığı özerk bölgesi Güney Osetya’da dün ateşkes ilan etmiş ve tüm askerlerini çektiğini açıklamıştı.

Rusya ise ateşkes için bölgedeki Gürcü askerlerin tamamen çekilmesini ve çatışmaların dinmesini şart koşuyor.

Cheney: Yanıtsız kalmamalı

Diplomasi cephesinde ise, ABD’nin Rusya’ya yönelik tavrını sertleştirdiği gözleniyor.

Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’yi telefonla arayan Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney, “Rus saldırganlığının yanıtsız kalmaması gerektiğini” ve bu tavrın devamının ciddi sonuçları olacağını söyledi.

Uzmanlar bu söylemin, Gürcistan ile dayanışmanın yanı sıra, ABD’nin harekete geçmeye hazır olduğunun da göstergesi olarak değerlendiriyor.

Başkan George Bush da, katıldığı bir televizyon programında, Rusya Başbakanı Vladimir Putin’e Moskova’nın askeri tepkisinin “orantısız” olduğunu söylediğini dile getirdi.

İşte bu ortamda arabuluculuk için Moskova’ya gitmeye hazırlanan uluslararası heyete başkanlık eden Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, siyasi çözüm için “Söylemesi kolay, yapması çok zor” ifadesini kullandı.

Rusya’dan soykırım iddiası

Rusya lideri Dimitri Medvedev Rus savcılara, Gürcülerin Güney Osetya’da işlediğini ileri sürdüğü insanlık suçları hakkında kanıt toplama emri verdi.


Ruslar Gürcistan içinde çeşitli hedefleri bombaladı

Rus lider, Gürcülerin Güney Osetya’da insanları yaktığı, tanklar altında ezdiği ve boğazlarını kestiğine ilişkin haberler aldıklarını söyledi.

Ruslar bölgede soykırım girişiminde bulunulduğunu ileri sürüyor.

Bölgede çatışmalar, üç gün önce Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması üzerine başlamış ve Rusya bölgeye asker yollamıştı.

En büyük yıkım ise, Güney Osetya sınırı yakınlarındaki Gürcü kasabası Gori’de meydana geldi.

On binlerce kişinin Rus savaş uçaklarınca hedef alınan kasabayı terk ettiği bildiriliyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden bir yetkili BBC’ye yaptığı açıklamada, yaklaşık 46 bin kişinin evlerini terk ettiğini ve barınma yardımına muhtaç olduğunu söyledi.

Gürcüler Gori’nin dün gece yeniden vurulduğunu söylüyor ancak kasabadaki bir BBC muhabiri durumun şimdi sakin olduğunu bildiriyor.

Abhazya’da seferberlik

Bu arada Rusya, Gürcistan’ın bir diğer ayrılıkçı bölgesi olan Abhazya’daki askerlerinin sayısını da 9 binin üzerine çıkardığını açıkladı.

Rusya her iki bölgede de barış gücü bulunduruyordu.

Abhazya lideri Sergey Bağapş ise dün askeri seferberlik ilan etti.

Bağapş, yayımladığı kararnameyle, askeri birlikleri en yüksek alarm durumuna getirdi ve ihtiyatları askere çağırdı.

Kodori Vadisi’ne bin kişilik bir askeri birlik gönderdiğini kaydeden Abhaz lideri, askeri birlikleri takviye için de ihtiyatları askere çağırdığını söyledi.

Bağapş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Abhazya birliklerinin Kodori Vadisi’nin kuzey bölümündeki Gürcistan birliklerini bölgeden atmak amacıyla hareket edeceklerini belirtti.

Abhaz lider, “Bağımsız olarak hareket etmeye, düzeni sağlamaya ve Gürcistan tarafından bir direniş olursa daha da ileri gitmeye hazırız” dedi.

Öte yandan ABD, Rusya’nın Gürcistan’a saldırısını kınayan bir karar tasarısını BM Güvenlik Konseyi gündemine getirmeye hazırlanıyor.

Ancak bu tür bir metnin Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi Rusya tarafından veto edileceği belirtiliyor.

Bu arada krizin başından bu yana dördüncü toplantısını yapan Güvenlik Konseyi, ortak bir tavır belirleyebilmiş değil.


–~–~———~–~—-~————~——-~–~—-~
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:15

Güney Osetya’da neler Oluyor? (ASAM)
August 11th, 2008 · No Comments

Kafkaslarda korkulan ve bir o kadar da beklenen olay meydana geldi ve 1992’den günümüze “dondurulmuş” durumda olan Güney Osetya anlaşmazlığı yeniden kapsamlı ve sıcak bir çatışmaya dönüştü. Gelişmeler sadece bölgede yaşamını sürdüren 70 binin üzerindeki sivili değil, tüm Kafkasları ve bu bağlamda küresel dengeleri de doğrudan ilgilendirmektedir. Saakaşvili’nin iktidara gelmesinden (2004) bugüne sorunlu bölgeler şeklinde tanımlanan Abhazya ve Güney Osetya sınırında yaz ayları çatışmalarla yüklü biçimde geçmekteydi. Saakaşvili’nin ülkeyi kısa sürede üniter yapıya geri döndürme söylemi Abhazya ve Osetya merkezli bir çatışmanın yeniden başlaması beklentilerini daima canlı tuttu. Acara’da yürütülen başarılı operasyon da bunun işareti olarak görüldü. Fakat Saakaşvili bu politikasını, önündeki en büyük engel olarak gördüğü Rusya nedeniyle bir türlü gerçek manasıyla uygulayamadı. Bunun yerine Rusya’yı uluslararası alanda şikayet etmek, ülkesini Batı dünyası ve onun kurumlarına yakınlaştırmak ve dönem dönem ufak askeri/polisiye harekatlarla adımlar atma çabasında oldu. Bu genel eğilim doğrultusunda geçen 2008 yazının sonuna doğru da, Gürcü kuvvetleri anayasal düzeni yeniden tesis etmek adına Güney Osetya’ya girdiler. 8 Ağustos sabahı başlayan operasyonla kısa sürede başkent Tskhinval ve çevresinin kontrolünü ele geçirdiler. Bu ilk adım sonrasında sadece Güney Osetya’nın kuzeyde Rusya’ya yakın Java bölgesi Gürcü kuvvetlerinin kontrolü dışında kaldı. Gürcistan açısından bu harekât ülkede anayasal düzenin yeniden tesisi adına yapılması gereken polisiye bir operasyon ya da bir tür iç güvenlik harekâtı olarak tanımlanmaya çalışılacaktır. Fakat sürecin gelişimi dikkate alındığında bunun çok da mümkün olamayacağı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Gürcistan’ın attığı bu adım, daha önce Abhazya’da Gal bölgesinde girişilen operasyonda ve Acara’da olduğu gibi cevapsız kalmadı. Gürcü-Oset anlaşmazlığının başladığı 1990’lı yılların başından günümüze, Osetya’daki halka Rus vatandaşlığı veren Rusya (neredeyse toplam nüfusun yarısı), diplomatik açıklamalarla yetinmeyerek derhal karşıt harekât başlattı ve 100’ün üzerinde olduğu belirtilen tankla askerlerini Osetya’ya soktu. Peşi sıra Rus savaş uçaklarının, aralarında askeri havaalanlarının da bulunduğu Gürcistan’daki bir takım stratejik hedefleri bombaladığı haberleri uluslararası ajanslara düşmeye başladı. Uluslararası toplum tarafları çatışmaları sonlandırarak barışçıl yöntemlerin temel alındığı bir yönde hareket etmeye çağırsa da, bu sürecin yeni ve öncesinden daha sıkıntılı bir dönemi başlattığı aşikârdır.

Uluslararası toplumun en büyük korkusu bu ‘savaşın’ ilk önce Abhazya’ya sonrasında da Kafkasların tamamına yayılarak kontrol edilmesi mümkün olmaya yeni bir süreç başlatması. Çatışmaların (savaşın) bir iki gün içerinde durması beklentisi ve çağrıları olmakla birlikte Rusya’nın Gürcistan’a istediği dersi vererek isteklerini karşılayacağı, pazarlık için koz elde edecek yeni bir noktaya ulaşana kadar durmayacağını söylemek mümkündür. Osetya meselesi, Rusya’nın diğer sorunlu bölge olarak tanımlanan ve Kosova’dan sonra bağımsızlığının uluslararası camia tarafından tanınmasını yeniden talep eden Abhazya’da yeni adımlar atmasıyla sonuçlanabilir. Bu ise Kafkaslarda daha da hareketli günler anlamına geliyor.

Olayın geçmişine bir göz attığımızda öncelikle şu hususlara dikkat çekebiliriz: Osetler etnik olarak Gürcülerden farklıdır. Sovyetler Birliği döneminde ikiye bölünen Oset nüfusun ağırlıklı bölümü bugünkü Rusya Federasyonu topraklarında kalan ve Kuzey Kafkasya’daki federal bölgelerden biri durumundaki Kuzey Osetya’da yerleşik durumdadırlar. Güney Osetya ise Gürcistan içerisinde özerk bir bölge olarak bırakılmış ve ayrı bir siyasi unsur olarak tanımlanmıştır. Sovyet döneminde yaşanan sorunlara rağmen bölgenin tam bir sorun merkezi haline gelmesi Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte olmuştur. Güney Osetya’da yaşayan ve nüfusun üçte birini oluşturan Oset azınlık, Gürcistan’a bağlanmayı reddederek bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu bağımsızlık ilanı resmen mümkün olmasa da, Osetya’nın Gürcistan tarafından kontrolü de fiilen mümkün olamamıştır. Osetler ilk önce bağımsızlık, sonrasında da Kuzey Osetya ile birleşme ve güçlü bir Osetya/Alanya oluşturma planları yaparken Gürcü yönetimleri üniter bir Gürcistan yaratmak adına bölgeye “Osetya” dahi dememişlerdir. Güney Osetya’yı kadim ismi “Samaçablo” şeklinde ya da başkentinden esinlenerek “Tskhinval bölgesi” olarak adlandırmışlardır. 1991–92 dönemindeki çatışmalardan sonra Rus Barış gücünün yerleştiği bölge bağımsızlık yönünde faaliyet gösterirken Gürcistan bu bölgeyi toprak bütünlüğüne yeniden dahil etmeye çalışmıştır. Taraflar arasında yürütülen görüşmeler sıkıntılı da olsa, Mikhael Saakaşvili’nin iktidara geldiği 2004’den bu yana daha da kötüleşmiştir. Saakaşvili Osetlere, biraz Acara’daki başarının biraz da ABD’nin desteğinin verdiği özgüvenle, üniter bir Gürcistan’ın içinde özerklik oluşturulması önerisi götürmüştür. Bu öneri Oset tarafınca kabul edilmemiş ve Osetler 2006’da yaptıkları referandumda tam bağımsızlık kararı almıştır. Bu gelişme taraflar arasındaki görüşmelerin 2006’dan bu yana neredeyse tıkanmış duruma gelmesinin de sebebidir. Bu tarihten sonra sürece özellikle Gürcistan’ın NATO üyeliği perspektifinin de tetiklemesiyle, Rusya gelişmelere çok daha doğrudan müdahil olmuştur. Moskova yönetimi önceliğini bu bölgelere vermiştir. Osetya ve Abhazya merkezli hava sahası ihlalleri, karşılıklı sınır ihlalleri gibi tartışmalarla zaten gerginlik yaşayan Rus-Gürcü anlaşmazlığı, Osetya ve Abhazya’nın statüleri noktasında düğümlenmiş durumdadır.



Gelişmeler, ABD’nin Gürcistan yönetimine tanıdığı öncelik ve Saakaşvili’nin politikalarıyla bugünkü çatışma noktasına ulaşmıştır. Gürcistan’ın büyük beklentilerle katıldığı NATO’nun Nisan ayındaki Bükreş zirvesinde Üyelik Eylem Planı (MAP) alamayarak eli boş dönmesinin, Saakaşvili’yi Aralık’ta yapılacak zirveden önce sorunlarını halletme yönünde harekete geçmeye zorladığı iddia edilebilir. Batı dünyasını, Rusya karşısında gittikçe zora düşen Gürcistan’ı İttifak şemsiyesi altına almaya zorlamak ya da sıkışan iç politik dengelerden milliyetçilik kartını ateşleyerek çıkma politikası gibi hesaplar içinde olabilecek Gürcü yönetiminin, Rusya’nın sert tepkisiyle ülkeyi zorlu ve sıkıntılı bir sürece taşıdığı aşikârdır. Bu süreç şimdiden, sadece Rusya ve Gürcistan ile Kafkasları ilgilendiren bir süreç olmaktan çıkmış durumdadır.

Genel olarak bakıldığında 2008 yılının Kafkasya’da hareketli ve sıkıntılı geçtiği görülmektedir. Ermenistan ve Gürcistan’da yapılan seçimler ve sonrasında yaşanan istikrarsızlık, Azerbaycan’da yapılacak seçimler ve seçimlerin ne getireceği tartışmaları ve dondurulmuş anlaşmazlıkların çözülmesi girişimleriyle, Kafkasya dünyanın yeni ilgi merkezi haline gelmiştir. Neredeyse 2000’li yılların başına kadar bir kenarda kaldıklarını ve unutulduklarını düşünen Kafkasya ülkeleri, hem AB hem de NATO ile sınır komşusu haline gelince Kafkasya için yeni bir dönem başlamıştır. Diğer taraftan artan doğalgaz ve petrol fiyatlarının tetiklemesiyle ekonomik olarak ayağa kalkan Rusya’nın, bu genişlemeleri tehdit olarak görmeye başlaması ve siyasal mücadeleye girişmesiyle Kafkasya bir tür mücadele alanına dönüşmüştür. Çünkü Rusya’nın sınırı ve “yakın çevresi” Kafkasya artık AB ve NATO’nun da sınırı ve yakın çevresidir. Kısacası Kafkasya’daki gelişmeler tüm dünya tarafından daha yakından izleniyor ve bölgenin sorunlarına ortak çözümler bulunmaya çalışılıyor. Çıkarların uzlaşmaması nedeniyle ortaya çıkan çekişme ise güç dengesi mücadelelerinin yeni boyutu olarak küresel alana yansımış durumda. Mevcut tablo, Rusya’nın kendi çıkarları çerçevesinde anlaşmazlıkların devamına ve hatta yeniden sıcak bir nitelik kazanmasına çalışırken, ABD ve AB ile kurumlarının ihtilafların çözümü için çaba gösterdiği yönündedir. Ama sonuca bakıldığında tarafların tamamının bu anlaşmazlıkları kendi çıkarları bağlamında yönlendirmeye çalıştıkları, seyri belirleyecek taktik ve stratejik adımlar attıkları görülmektedir. Bu mücadelenin Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar’da olduğu gibi Batı dünyasının lehine ve Rusya’nın aleyhine bir sona doğru gidip gitmeyeceği ise önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Zira Kafkasya Avrupa değildir, Kafkasya ülkeleri de Balkan ya da Doğu Avrupa ülkeleri değlidir. Rusya’nın yakın çevresi olarak gördüğü bölgedeki etkinliği ve varlığı da Avrupa’dan farklı bir görünüm sergilemektedir.

Son dönemde iç sorunlarla boğuşan Türkiye’nin ise bu süreçteki rolü ya da yeri ise dikkatle üzerinde durulması gereken bir başlıktır. Başbakan Erdoğan’ın Akdeniz İçin Birlik Zirvesi’nde yaptığı konuşmada vurguladığı Türkiye’nin çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke algısının, Kafkasya’daki sorunların çözümüne etkisi ve katkısı dikkatle değerlendirilmelidir. Benzer biçimde, ilk defa yapılan Büyükelçiler Zirvesi’nde de Türkiye’nin içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller yüklendiğinin vurgulanması önemlidir. Türkiye’nin Kafkasya’da, bölgesel bir takım sorunların tarafı olduğu da akla getirildiğinde sorunların çözümü süreci Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle Türkiye-Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya (Rusya-Gürcistan) sorunları Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sorunlardır. Türkiye sorunun çözümünde bir aktör olmaya çalışmakla birlikte sorunun da doğrudan bir parçası konumuna gelmektedir. Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi ve tarafların yıkıcı bir savaş sonrasında yaratacakları uzlaşmaz zemin, Türkiye’nin KEİ, BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü etkilemesinin ötesinde Karadeniz merkezli giriştiği BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Yıllarca süren ince ayrıntılarla adeta tırnakla kuyu kazarcasına şekillendirilen bölgesel projelerin çökmesi Türkiye’nin istemeyeceği sonuçlar olacaktır.

*Doç. Dr. Mitat Çelikpala, TOBB Ekonomi Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, mitat@etu.edu.tr
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06


Şu dizine dön: Arif DOĞU

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x