GURK

GURK

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Mar 16, 2014 3:58

GURK


Tavuk gurk olunca onu ayındırmak istersen işin zordur. En sık yapılan ayındırma eylemi kafasına su dökmektir. Kafasını suya da sokup çıkarırlar. Yumurtalarını ortadan kaldırma, göstermeme, unutturma, tavuğu folluktan uzak tutma, kümesten ayrı bir yerde bırakma da denenir.

Gurk olmanın doruklarındaysa tavuğun, yapacak işin yoktur. Ne yapsan ne etsen uyanmaz. Gurkluktan çıkmaz. Bulduğu, gördüğü yumurtaya yatar. Kaldıramazsın! Tüyleri kabarık, bakışı tuhaftır. Şaşkın şaşkın, gurklayarak dolaşır. Yumurtlayan, üreten, ürettiğinde sevincini gıdaklayarak haber veren, bilinen tavuğa özel tavuk niteliklerini yitirmiştir. Dertlidir, aklı karışıktır, eh biraz da şaşkındır. Son çare, baktın olmuyor, aklı başına gelmiyor, koyarsın altına beş on yumurta, yirmi bir günü beklersin. Yumurtaları altında olgunlaşmaya, civciv olmaya bırakırsın. Günü gelir kabuğunu çatlatan, kuluçka tavuğun gaga yardımlarıyla dışarı çıkar. Bir süre kuluçka, civcivleriyle oyalanır, yavrularının tüyleri dökülüp yenisi çıkana kadar bildiği her şeyi onlara öğretir. Sonra gagalayarak onları yanından kovar. İşini bitirir. Gurkluğu sona erer…

İnsanoğlunun kafası gurk olmuşsa ne olur?

İşte bunlar:

Devleti için, yıkacağım, cumhuriyetin ömrü bitti, yeni Türkiye kurulacak diyenleri, aslında saklamadan niyetlerini diyenleri, bölücüleri, işbirlikçileri aymaz bir şekilde yönetiminin başköşelerine getirirsin. Yıllar içinde, ateşteki ılık suya atılan kurbağaya dönersin. Piştiğinin, beyninin öldürüldüğünün, sana bitkisel yaşam biçiminin uygun görüldüğünün ayırdında olamazsın bile. Demokratik haklar, Kürtçe televizyon, Kürtçe ad, Kürtçe eğitim diye aslında olmayan dilleri için bağıranlar, dıştan güdümlü vatan satıcılar, şehitlerine “kelle” diyenler başta, el ele tutuşur, senin efendin olurlar. Önlerinde hazıroldasın! Ne derlerse yaparsın. Ulus anlayışı kalkar, yerine ümmet gelir. Aynı dinden olma. Dil, din, tarih, kültür, gelecek, duygu birliği, ulusu ulus yapan özellikler parçalanır, bozulur, kirletilir, değersizleştirilir… Bu özellikler yeni yetişenlere öğretilmez, kimliği unutturulur. Hepsi, dinci, ırkçı, Kürtçü, dış devletlerin maşası, Türk ve Türkiye düşmanı bir araya gelir, kafa kafaya verirler. Birbirleriyle dövüşür gibi görünseler de aslında senin gözünü oymak, ayağının altından yaşadığın vatanını kaydırmak için ortaktırlar, buna çareler ararlar. Sen, her Cumhuriyet, devrimler, Atatürk ilkeleri dediğinde karşına dikilirler… Subaylarında topluca tutuklamalar yaparlar; hayır yapamazsın, yasalar, Anayasa diyenin başına vurur, hapse tıkarlar. Sırtlarında kırk gömlekle kırk yerde karşına dikilir, gözünü korkuturlar. Seni kolayca borçlandırır, boğazından bağlarlar kendi çıkarlarına. Boğaz derdine, geçim derdine düşer, gıkını çıkaramazsın. Devlet mülkü savaş yağması gibi yağmalanır, “Devlet malı deniz yemeyen domuz!” diyenler ne çalmaya ne yemeye doyarlar… Buna karşın hâlâ elde ettikleri az gelir, yetmez.

Bak, sıra sıra dizilmişler, kimileri koltuklarına yayılmışlar, hak hukuk isteyen, hakları elinden alınmış mağdur vatandaş kılığında, bıkmadan usanmadan timsah gözyaşı döküyorlar. Devletinin her kurumundalar. En üstten, en alta.

Sanatçıların arasında para kazanan, ünlenen tek onların yandaşları, açılımcılar, eli kanlı örgüte göz süzenler, yayılmacı Batı ile aynı amacı paylaşanlar… Vatana düşmanlık eden güce, diz çöken, el etek öpen bir bak kim?

Aynı düğmeden yönetilen, aynı konuya aynı davranışı gösteren bu sürü gibi hareket edenler nerede yetişti? Kim bunları besledi, büyüttü, vatana saldı?

Bütün değerlerin ters yüz! Hırsızların dışarda, katiller serbest… Eğitimle en küçük bir ilgisi olmayan, açılımcı ünlülerin televizyonlarda çocuk eğitir, okul açar, okul kapatır. Şarkı mı? Onlardan başka kim şarkı söyleyebilir ki? Filmlerinde onlar oynar, gazetelerinde onlar yazar. Televizyonlarında yandaş – karındaş kanallarda onlar konuşur anlatır, her şey onlardan sorulur…

“Anadilim, anadilimde eğitim, benim yer adım, benim kendi adım!” derler, ortaya çıka çıka aynı iç bayan saçmalamalar çıkar: W ile, x ile üstü inceltmeli bir iki sesle yazdıkları hep aynı adlardır. Başka dillerden toplama, bu konuşma dilini ne yapsalar etseler yaldızlayamazlar. Aynı sözü, V(ve) ile de yazsalar aynı okursun W (çift ve) ile de. Burada bu harfler oyunun taşlarıdır. Bölücü hainin kurşunlarıdır. Son barutlarıdır dil, bu bölücülerinin. Çünkü “dilim var” diyemezlerse bir adım ilerleyemezler. Ortada dımdızlak kalırlar. Ayıplarını günahlarını, gizli emellerini yoksa nasıl örtecekler? Bu ses imleriyle oynayarak, her söze bunları katarak ayrı dilleri, üstelik eğitim yapabilecek derecede yüksek dilleri olduğu yalanıyla aldatırlar bileni bilmeyeni. Sonra bir bakarsın Türkçeden başka dil bildikleri yok, teröristi bile Türkçe yazışır…

Tüm Belediyeler sendikası ile KESK sendikası, tutar çalışana üç dilli anahtarlık dağıtır bu yılın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde. Türkiye ve üç dil. Ne bunlar? Sorduk, bilenler dediler: Ermenice ve Kürtçe(?). “Yaşasın” sözünü üç değişik dille yazmışlar. İkinci bir dili, olmayan dili yaratmak da kesmemiştir bölücüyü. Üç beş bin, bilemedin çık çık kırk elli bin Ermeni’nin yaşadığı ülkemizde, bağımsız devleti olan, ama gözleri Ağrı’da kalan Ermenileri de işe katarak, ikinci dil (!) işini çözmüşler, yavru dillere gelmiş sıra…

İktidar başın, ses kasetlerini dert etmez, binlerce şehidini bir günden bir güne anmaz ama seçim toplantılarında Kahire’deki Arap kızı Esma için oy ister.

İnsanın dirisini bırakır ölüsüyle oynarlar. Mezarına kadar göz dikerler, toplama kalabalıklara, çocuğunu aylarca süren işkenceyle yitirmiş acılı anayı yuhalatacak kadar gözleri döner seni yönetenlerin, sen kendi kendine kocakarılar gibi dırıldanmakla yetinirsin… Bu sözleri alkışlayabilecek ellere yüreklere inanamazsın.

Çöpçüler süpürür bir bölgende toplantı sonunda yere atılan bayrakları… Ay yıldızlı al bayrağında ayak silenlerin resimlerine bakar kalırsın!

Bakanların Türk’üm demez. Yolsuzluktan rüşvetten suçüstü edilen dünün Bakan’ı, bizi Kürt olduğumuz için yaktılar der, şaşırır kalırsın. Adam Sanayi Odası başkanı olmuştur, milletvekili olmuştur, zenginlerin zengini olmuştur, kimse sen kimsin dememiştir, onu yaşamının hiçbir döneminde ayırmamıştır. Türk ulusunun bir günden bir güne, Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanının, vekilinin, yazarının, çizerinin, memurunun, hizmetlisinin ırkını neslini sorgulamak aklına gelmemiştir. Ayırmamışsındır. Çalmış çırpmış, hırsızlığına kılıf ararken bile bölücülüğe sarılmıştır.

A, bir anda, bir bakarsın hepsi kendini ayırıyor. Bölücülerle bir sıradalar. Valin, müdürün ayrılmış… Müsteşarın, para kazanan iş adamın, ilginle zengin ettiğin, ünlü yaptığın şarkı okuyanın, roman yazanın, cebi az çok para görenin, köşeyi dönenin, bir yerde biraz palazlananın ben ayrıyım demeye başlamıştır. Türk değilim, benim aslım, aslında şu demek, övünülecek bir durum olmuştur. Bunu diyenin önünde iktidarın yağlı kapıları, şöhret kapıları açılır, varlıklarına varlık ekler, yürür giderler. Cepler dolarken, devletin çökertilir, örümcek gibi her yanını, yöreni sararlar…

Sen hep yönetilen, itilen kakılan. Adın ağızlara alınmaz! Yüce önderinin ilkeleri millî eğitiminden çıkarılır. Kimlik kimliksiz çocuk yetiştirilir vatanında yayılmacılara hizmet etsin diye… Türkçenden çok İngilizce öğretilir. Din hocaları, imamlar öğretmen edilir, okullarına dolarlar. İmam okullarına çevrilir devlet okulların. Her dersini nerdeyse onlardan alır çocuğun. Türban okullarına sokulur. Beden Eğitimi dersini kaldırır, resme müziğe değer verdirmezler okullarında. Tersten yazıya, Arapça öğreniyorum, Kuran öğreniyorum ayağına bebelerin ilkokulda alıştırılır, eski yazıya doğru adım adım götürülürsün … Aydının yarı İngilizce konuşur, cadden sokağın, işyerin yabancı adla tabelalarla dolar taşar… Eğer sen gurk olursan…

Ulusunun belleğine saldırı üstüne saldırı düzenlenir. Her yapılan aynı mutfakta pişer, ocağa konur ye diye sürülür piyasaya…

Hele son iki günde yapılanlar şeytana pabucu ters giydirir:

Bir polis müdahalesinde başından darbe alarak aslında o gün öldürülen, anlaşıldığı kadarıyla doğru düzgün bakımı yapılmayan, aylarca hastanede kaderine terkedilen bir genç çocuğunla oynarlar. Ölümü kullanırlar. Bu ölümle altın vuruşu yapılan bir büyük algı oyununun figüranı olursun. Bölücülerin isyan denemelerine bilmeden katılırsın…

Ölümlerin kullanıldığı, insanlığın bittiği yere getirilirsin. Başında tuttuğun, mezara atılan misketin hesabını soracak kadar acıya saygısız, ölüme kayıtsız kişilerce kullanılır, ayrımcılığa açık, duyuları körelmiş bir toplumun bireyi durumuna düşürülürsün…

Bölücü “Sazanlar,” şarkıcı bozuntuların kendilerine pay çıkarmak, ortada görünmek için birden aşka gelir, acıları sömürürler: “Oğulcuğum, güzel çocuğum, kavrulan kalbim, sızlayan ciğerim…” derken o koca ağzıyla bunlardan biri, için bulanır, böyle sahteliğe, ikiyüzlülüğe dayanamazsın, kusarsın!

Sen evde çocuğuna sarılırken, toprak altına evlatlarını koyanlar, iktidarın yanlışlarıyla, teröristin acımasız elleriyle can verenler, beynini ne kadar yıkasalar da gözünün önünden gitmez. Huzurun kalmaz; yaşam sevincini, yüreğinin güzelliğini yer bitirir bu kemirgenler… Çekirge sürüsü gibi ülkeni istila edenler, semirenler, sömürenler…

Yıllardır şehitlerini ne kadar gözden saklasalar, topluma unutturduk, şehitlik kavramını bitirdik sansalar da şehitlerin ölmemiştir, yüreğindedir.

Trafiğin düzensizdir. Sorumlusu aranmaz, araçların doğru denetlenmez, gerekli eğitim verilmez sürücülerine. Görevli taşıyan araçların her Allah’ın günü kaza yaparlar. Servis araçların, polis araçların, asker araçların, yolcu araçların… Çevreye bakışın betoncu, çıkarcı, mal gözlü olma yolundadır çoktan… Hayvanlara kayıtsız bırakırlar seni. Hayvan haklarına aykırı yasalara izin verirsin. Hayvanları öldürme yasası Meclis’te sırasını bekler. Bölücülere hoşgörülü, sevecen, bölücü söylemleri, tehditleri duymazdan gelen bir yönetimin idaresi altında yurdunun bölünmeye gittiğini görürsün… Yanlışlarına karşı çıkana, direnişlerde yürüyene terörist diyen bu iktidar ağızları, gerçek teröriste, eli silahlı vatan düşmanına söz etmezler. Onlarla masaya otururlar, onlara vatanı parçalatmaya sözler verirler de, bunları bilen duyan, artık her şeyi öğrenen senden yeniden oy isterler…

Güvenlik güçlerine bakışını değiştirirler. Devletin asker, polis iki güvenlik gücü vardır.

Aynı anda, halkın kafasını, hain polis algısıyla, katil devlet söylemiyle karıştırırlar. Karıştırırlar ki halkla güvenlik güçleri birbirinden kopsun…

Bir zamanlar orduyu kötülemek, aydın olmanın olmazsa olmaz şartıydı. Şimdi polisi kötülemek öyle. Bir yerlerde boğaz tokluğuna güç şartlarda çalışanı, üç kuruşa evine ekmek götürmek için görev yapanı düşünen yoktur. İyi eğitilmeyenle, kötü yönlendirilenle, araya karışan hainlerle, gerçek Türk polisi bir kefeye konur. Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün:

“Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis, vicdanı olmayanların karşısındadır (1929).” demesi unutulur. “Genç bir polis, keyfi olarak, denildiğine göre, cemaatçi olduğu savıyla cezalandırılmak için memleketinden alınıp Tunceli’ye gönderilir. Orada eylemcilere sıkılan gazdan can verir. Pisipisine ölür.

“Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” sözü yüce önderimizin böyle günlerde anımsamamız gereken en güzel sözlerinden biridir.

Geçen akşam Ahmet Hakan, “tarafsız bölgesini” toplamış, taraflı yayın yapıyordu. “Kadri Gürsel,” gazeteci imiş, diyor ki: “Bir katil var. Üniformalı katil. Devlet görevlisi.”

Devlet hedefte. İktidar, hükümet demiyorlar, devlet diyorlar. Düşmanların her fırsatta, her yolu denerler amaçları için. Seni yıkmak, yok etmek için…

Önceki günkü cenaze yürüyüşünde kızıl bayraklar, kırmızı üstüne sarı yazılı çaputlar! Acıyı, evine ateş düşmüş insanları, gönülleri yüce insanları, sıradan, kendi halinde insanları kullananlar…

Bölücülerin ekmeğine yağ sürerler gerçekten yüreği yananlar, önce insan diyenler böyle bilmeden…

Memleketin başında gerçek sahibi olmazsa… Atatürk Cumhuriyetini, Atatürk kuşağı, Atatürk’ün gençliği, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyebilenler yönetmezse…

Amerika’dan ünlü imam, okulcu Fethullah Gülen bile başsağlığı gönderir utanmadan. Alevilere sabır dileyerek aklınca yara kaşır. Yoksa bilmez mi, ülkemizde kimse kimsenin mezhebine karışmaz. Bilmez, merak da etmez. Köktendincileri ayrı sayarsak. Onlar da zaten her pislik var. Bizi dinsel yönden, inanç yönünden de bölmek, Arap ülkeleri gibi yapmak için inançları kullananlara bakar kalırsın…

Terör örgütüne, bu örgütün döktüğü kanlara sus pus olanlar, iktidarın yolsuzlukları ortaya dökülünce, iktidarın emir kulu durumuna sokulan polisin tüm teşkilatının günah keçisi yapılmasına da aldırmazlar. Hallaç pamuğu gibi atılmalarına, sürülmelerine ses çıkarılmaz. Şiddet gösterdiklerinde, ceza verileceğine ödüllendirilmelerine de susulur…

Gelecek hafta, Cuma günü, Diyarbakır’da ırkçı bölücü, PKK terör örgütünün partisi kalkışma denemesi yapacak. Bunun için kullandıkları gün de çalıntı. Türk tarihindeki, Türk devletlerindeki renkleri çaldıkları gibi. Türk’ün Ergenekon’dan çıkışının kutlu gününü, yıldönümünü bulmuşlar bula bula kendilerine: 21 Mart.

Binlerce yıllık (4650) diriliş günümüz, Türk’ün Ergenekon’dan çıkış günü, şaka gibi ama bölücülerin bayram günü. Bölücü aklın büyüklüğüne, bu kurnazlığa şapka çıkarılır. Dünyanın her yerinden Kürtleri çağırdık demiş BDP il başkanı kadın. Etkinliklere (kalkışma provasına) iki milyonu aşkın kişi bekleniyormuş. AKP’nin toplantılarında otobüsle yandaş taşıması gibi, bunlar da korkutarak toplantılarına diğer il ve ilçelerden şakşakçı taşıyacaklarmış. Türk’e bir kedisini bile emanet etmeyeceğini diyen Kuzey Irak kukla yönetimin başı Barzani baş konukları…

Görüntüyü gözünüzde canlandırır, manzaraya içiniz burkulurken yaptıkları bir açıklama karnınıza ağrılar sokar: “Güvenliğimizi her zamanki gibi yerel görevlilerimiz yapacak, kendimiz yapacağız, polis bulunmayacak.” der terör partisinin bir üyesi.

“Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk ve iade edilemez, emanet edilemez!” sözü, Atatürk’ün ulusumuza bir öğretisi.

Herkes bilir, dünyada hiçbir devlet güvenliğini başka bir güce bırakmaz. Polisini, askerini bir bölgesinden çekmez! Terör örgütü üyelerine, görünüşe göre, Türkiye, sahipsiz bırakılan bir toplum, altın tepside teslim edilmiş.

Hiç gizlenmeden, saklanmadan, umutları iyice kırmak adına, ülkemizin en üst güvenlik teşkilatının başındaki kişinin (MİT başkanı) aile üyelerinin bölücü parti, PKK’nın hapisteki başına liderimiz diyenlerin partisi BDP’ ye girişleri gösterildi haberlerde bu günlerde… Haber şöyleydi. Kimse yalanlamadı:

“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Van’ın Erciş ilçesinde yaşayan akrabaları törenle BDP’ye katıldı.”

Hürriyet, köşesinde bir yazarına (Akif Beki), bir başka adla yurda yayılmaya çalışan terör partisini (HDP) koruma adına şunları dedirtti:

“Fakat daha ötesi şu; velev ki demokratik ve barışçıl olsun, HDP “bölücü” diye infiale kapılacak ne var elde? Aksine delil çokken, bu saldırılar bizatihi bölücülüğe yaramıyor mu?”

Geçen günlerde yönetimin en önemli bakanlığına, “İçişleri”ne getirilen kişi müsteşarken yasalar için şunu der:

“Ya kardeşim, biz yasa yapan yeriz. Gerekirse hangi yasa yapılıyorsa onu yapar, sizin yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız.”

Adana’da dün ana babalar okul basmış. Müfettişleri okuldan kovmuşlar. Neden mi?

Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri çocukları toplamışlar, Atatürk’ü mü, Erdoğan’ı mı seviyorsun? diye sormuşlar da ondan.

Bu da bu sabahın fıkrasıymış. Savcı Zekeriya Öz’lü son ses kayıtlarından sonra günün gülmecesi diye paylaşılıyor sosyal paylaşımlarda.

Beşir Atalay (Bakan): “Bazı gazeteci arkadaşlar ses kayıtlarının içeriğiyle ilgileniyor. İçerik hiç önemli değil.” demiş.

Çağdaş eğitimle bu günlere gelmiş ulusumuzu, bu aldığı eğitim, aklı, yüreği kurtaracaktır. Biz Araplara benzemeyiz diyor aydınlarımız. Bu yüzden olmalı, eğitim sistemimizle bir anda yeniden oynanmaya başlandı. Savcılar bitti, yargıçlar bitti, polisler bitti sıra öğretmenlere geldi demek… Pat diye duyurdular. Atamalar yapılıyor. Yeni genel müdürlükler kuruluyor, eskileri kapatılıyor. O müdür oraya o öteye atılıyormuş. Öyle böyle değil tüm okul müdürlerini değiştireceklermiş. Yüz bin kişiyi. Bir hukuk devletinde, yasalarla korunan devlet memurlarına bunun bir benzerini yapan siyasi iktidar göremezsiniz. Atamalar, yer değiştirmeler sistemin korumasındadır, devletin memuru kimsenin elinde oyuncak edilemez çünkü, eğer çadır devleti değilsen.

“Eğitimdir ki, bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum halinde yaşatır, ya da bir ulusu esaret ve sefalete terk eder.” sözü Atatürk’ün sözüdür.

Bu sözü de hırsızlara, yalancılara, bölücülere, çıkarcılara:

“Hiçbir ulus yoktur ki etik (ahlak) esaslarına dayanmadan yükselebilsin!..”

Bakalım ne zaman ülkemiz yeniden yükselişe geçecek?

Tekrar insanca yaşayacak, sevgi dolu, güvenli, birlik beraberlik içindeki özlenen günlere döneceğiz?

Ne zaman okullarımızda Andımız’ı yeniden okuyacak, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünde yeniden birleşeceğiz?

Ne zaman, bizi içten dıştan saranlar, değerlerimizi yağmalayanlar, yağmalatanlar, bölücüleri heveslendirenler geldikleri gibi gidecekler?

Tavukların işi kolay.

Ya şunla ya bunla ayınıyorlar. Ya da üç hafta kuluçka süresi, beş altı hafta kuluçka tavukluk, bu iş bitiyor.

İnsan için öyle mi ya…


Feza Tiryaki, 15 Mart 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x