GÜVEN

GÜVEN

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Oca 15, 2014 19:18

GÜVEN


Güven, bir duruma, kişiye, kuruma inanma demektir. İtimat etme, emniyet de güven anlamına gelir.

Güven duygusu önemlidir. Yaşama gözlerini açan bebek, ilk önce kendisi için güven ararmış. Güvenli ortam… Güvende olma duygusu… Sevgi, güven birbirini tamamlayan iki duygu… Sevilmek, sevilmenin verdiği güven duygusu… Bu duygudan yoksunluk bebek ölümlerinin en büyük sebebiymiş… Yetimhanelerde bebek ölümlerinin çok olması yalnızca bakımsızlıktan değilmiş, bebekleri öldüren, hastalandıran, bağışıklık sistemlerini çökerten onlardaki güven duygusu eksikliğiymiş… Bebeği kucağa almak, elini tutmak, dokunmak, onunla konuşmak… Bunların hepsi ona güven veren davranışlarmış…

Çocuk, çevresinden yine en çok güven ister. Anne babasına güvenmek, köyünde, sokağında kendini güvende bilmek… Evinde güvenli yaşamak. Okulda da aynı. Kendini güvende bilirse, ayrımcılık yapılmadığına inanırsa, kendine değer verildiğini görürse, kişi kendine güvenmez mi?.. Kendine güvenilirse, kendine değer verilirse çocuk da kendine güvenir. Evi ailesi dış etkilerden, kötülüklerden korunursa çocuk içinde yaşadığı düzene güvenir. Mutlu, sağlıklı, başarılı, ülkesine yararlı bir birey olur…

Bu yüzden biz eğitimciler, sınıfın en haylazını adam olsun diye çoğu kez sınıfa başkan seçtiririz: “ Sana güveniyorum, sen örnek ol, sen sınıfı adam et!” deriz… Sonra bakarız ki o haylaz çocuk, ele avuca sığmaz afacan birden bire değişmiş, kendine güveni gelmiş, herkese örnek oluyor. Başı dik göğsü ilerde onurla dolaşıyor… Çalışıyor, öğreniyor…

Yetişkinlikte, güven daha da önemlidir.
Bir iş - meslek sahibi oldunsa önce kendine, sonra devletine güvenirsin. Hastalandıysan korkmazsın. İşini doğru yapıyorsan kimse sana dokunamaz. Bilirsin ki sen emin ellerdesin. Devletinin çatısının altında, seni koruyan, aç açık bırakmayacak, ölümüne kadar yanında olacak bir düzenin içindesin… Sosyal yardım kurumları, sosyal güvenceler, güvenlik kurumları bunun içindir. Toplum bilimciler, devlet vatandaşa güven vermek için vardır derler. Devletin birinci görevi güven vermek, güvenlik sağlamak, halkın can, mal güvenliğini korumak, vatandaşını güven içinde yaşatmaktır diye devletin bu en bilinen özelliğini tanımlarlar…

Güven vermek, güven kazanmak, güven beslemek, güvenmek…


Çevrene güven vermek, çevrenin güvenini kazanmak, yaşadığın çevreye güven beslemek iyidir güzeldir… Güven bireye güç katar. Kendine, ailene, çevrene, yöneticilerine, devletin kurumlarına, kısaca ülkene, ulusuna güvenmek… Böyle toplumlar yükselir, başları eğilmez…

Yüce önderimizin güvenle ilgili şu ünlü sözünü bilmeyenimiz var mıdır?

“Türk; övün, çalış, güven!”

Bu sözün ulusumuza söylenmesi, önce Türk diye seslenilmesi anlamlıdır. Başta Türk denmesi aynı zamanda Türklüğümüzle, ulusumuzla övünmeyi aklımıza getirir. Geçmişimizle onur duymamız istenir bizden. Türk tarihini öğrenerek, gelecek kuşaklara öğreterek geçmişimizle, yaptıklarımızla, yiğitliğimizle, gelecekte yapacaklarımızla, bilgimizle, erdemimizle, “gönlü yüce Türk” olmakla, yüce gönüllüğümüzle övünmek… Bunun için de çalışmak, çok çalışmak… Yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu unutulmaz sözünün sonuna güveni bilerek eklemiştir. “Türk; övün. Türk; çalış. Türk; güven.” dememiş. Bu üç buyruğu, isteği arka arkaya demiş. Toplumun, bireyin, insanlığın en büyük gereksinimini en sonda söylemiş: “Güven!”

Seni yetiştiren, içinden çıktığın ulusunu iyi bilirsen, tanırsan, kendini, yurdunu, ulusunu seversen, özünden çok seversen, ileri gitmek için çok çalışırsan, ulusuna da, kendine de güveneceksin!

Andımız bu sözlerle başlamaz mı?

“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım!”

Bu anlayışla yoğruldu koskoca bir ulus. Cumhuriyetle başlayan, yıkılmışken yoktan var edilen bir devlette “Az zamanda yapılan çok ve büyük işler!” bunlardı. Türk dilini Türk ulusuna yeniden armağan etmek, Türk Tarihini öğretmek, Türk devletini yükseltmek, tarımını, sanayisini geliştirmek, üretimini artırmak, çağdaşlık yolunda ilerletmek için çalışmak, sınıfsız, ayrıcalıksız bir toplum olmanın güvenini duyurmak; bunun için de damarlarındaki kana güvenmek, kendine güvenmek!

“Kimsenin güvendiği dağlara kar yağmasın!”

Atatürk dönemiyle kurulan, ülkemizin yeni güvenli çatısı, ülkemizi içte dışta düşmanlarımızdan koruyan, bireyi sarıp sarmalayan devlet yapısı, devlet kurumları biliyorsunuz sonraları değişti, sinsice değiştirildi. Devletimiz yavaş yavaş değişti, tam bağımsızlığımız elimizden alındı, gericilik her kuruma yerleşti, gelişti, beyinleri tutsak etti. Öyle geliştiler ki geldiler tepemize yerleştiler… Bölücülere yüz verildi, vatan hainliğine göz yumuldu, vatanı böleceğiz, biz Kürt ırkçısıyız, ırkçı parti kuracağız diyenler zamanında engellenmediler, bugünlere geldik…

“Artık ne çatımız, ne koruyanımız, ne güvencemiz var. Bir adamın iki dudağı arasında bütün devlet işleri! Koskoca Cumhuriyet, can damarları kesilmiş durumda can çekişiyor… ” düşüncesi her gün basında yayında işleniyor. Buna inandırarak bizi teslim alacaklar, algımızı ele geçirecekler…

Körüz, sağırız, dilsiziz, akılsızız, olanları bilmekten anlamaktan acizmişiz gibi baştaki yöneticiler bizlerle sanki alay ediyorlar… Birtakım adamlar, kadınlar, çıkmışlar ortaya, demokrasi (halkın kendini yönetmesi) diyerek, yöneticilik, milletvekilciliği, siyasetçilik, particilik oynuyorlar… Vatanı böleceğim, terör örgütü başı liderimdir diyen de var Meclis’te, ana avrat küfür eden de, tekme savuran da, kaldır parmak, indir parmak anlayışıyla robot gibi gidip gelen, kürsü neresidir üç yıldır bilmeyen de… Başını sarıp sarmalayıp Meclis’e gelerek devlete bu biçimde başkaldırmayı bir beceri sanan aymaz kadınlar da… Devleti kuranları kötüleyen, devletin temel özelliklerini kaldırmak, dönüştürmek isteyen iktidarı, astığım astık, kestiğim kestik diyen bu çağ dışı yobaz anlayışı eleştiren, karşı duruşu temsil eden de yok artık. Karşılıklı birbirine söz atan, sıkıştı mı anlaşıveren kukla tiplemeler ulusun gözü önünde Hacivat Karagöz gölge oyunu sahneliyorlar sanki…

Para doldurulmuş ayakkabı kutularının gösterdiği inkâr edilemez gerçekleri gören, gözü açılan milyonlar bizim güvencemiz. Tek tek bireysel çıkışlar da var. İktidarın çevresi yavaş yavaş boşalıyor aslında…

Bir öğretim üyesi (Nurşen Mazıcı) akşam televizyona çıkmış, başbakanın hemen hemen her sözünün Anayasa’ya aykırı olduğunu söylemiş. Hem de bunu yandaş yayında demiş. Ardından Gülen Cemaati’nin de laik Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmak amaçlı bir örgütlenme (1963’ten itibaren) olduğunu öne sürmüş.

“Güvendiğim alçak dağlar, size de kar yağmış.”

Devletimizi ele geçiren iki çete birbiriyle vuruşuyor şu anda. Dün polisler bir savcının emriyle silah kaçakçılığı yaptığı söylenen bir derneği (İHH) basıyor. Aradan iki saat geçiyor geçmiyor, baskını yapan polisler görevden alınıyor. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu başlatan, yapan polisler savcılar cezalandırıldı. Hepsi hemen hepsi işten alındı, iş yeri değiştirildi, sürüldü, bu soruşturmayla işi olmayan yargıca, savcıya bile uzanıldı, hepsi hallaç pamuğu gibi oradan oraya atıldılar! Binlerce polis yer değiştirdi, binlercesine işten el çektirildi, polisler, müdürler, amirler, memurlar görevden alındı…

Kimsenin, bırakın işçiyi, sözleşmeli çalışanı, devletin memurunun bile iş güvencesi, atanma, yerleşme, istediği yerde yaşama, çalışma güvencesi kalmadı…

“Güvenme dostuna saman doldurur postuna.”

Cumhuriyeti yıkmaya yemin etmiş iki anlayışın arası açılınca oldu bütün bu işler. Ordumuzu dağıtan, Türk askerine terörist dedirten, bölücüleri şımartan, katilliği, devlete başkaldırmayı neredeyse olağan bir şeymiş gibi benimseten, yüz yıl öncenin kiniyle üstümüze gelen, yurdumuzda gözü olan küresel çetenin işi bütün bunlar. Bu çetenin yönlendirdiği iktidarın, işbirliği edilen dinci-küreselci Gülen cemaatinin ortak eseri bütün bu pislikler, ortaya dökülen yolsuzluklar, hırsızlıklar, deniyor. Bu anlayış, bu kafa hem birbiriyle dövüşüyor, birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmekten çekinmiyor hem de bunlar bu arada boş durmayıp Türk askeriyle oynamaya devam ediyorlar!

En son yazılan ihanet haberi bu.
Cumhuriyet gazetesinin bilgiağı (internet) yayınında gördüm. Yirmi yıl önceki bir terör olayını çarptırma haberi. Terör örgütünü aklayıp paklama haberi:

“Savcı: PKK yapmadı.” başlığıyla yayında dünden beri bu haber.

“PKK terör örgütü mensuplarının ilçeye (Lice) saldırması nedeniyle bu sonuç meydana geldi.” diye yazılmış resmi tutanaklara eskinin bu ölümlü saldırısı. Olayda Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Jandarma Uzman Çavuş Yüksel Bayar ile birlikte on dört vatandaş ölmüş. Bir uzman çavuş, bir er, bir polis, çok sayıda da vatandaş yaralanmış. Yine çok sayıda- saymaktan mı acizsiniz sayıyı diyemiyorsunuz- konut, işyeri, araç hasar görmüş… Buradan sonra “ancak…” diye yazmışlar. Aması neymiş bakın: “Ancak örgüt o gün kendilerinin ilçeye saldırmadıklarını ileri sürmüş.”

Kanlı örgütten o gün ölen yaralanan da olmamışmış. Kimse bir şey görmemişmiş… Yani gördüm diyen yokmuş. Bir de yirmi senedir bu eylemden kimse yakalanamamışmış…

Hay aklınızla çok yaşayın. Eli kanlı örgüte inanın. Yirmi yıl kimseyi yakalamayın. Teröristlerin halkı korkutup sindirmelerine izin verin. Sonra da, “Bu sonuç, PKK terör örgütünün bu saldırıyı gerçekleştirmediğini göstermiştir!” deyin. Yani askerlerimiz birbirini öldürdü, asker bu terörü yaptı demeye getirin. Aferin size. MHP’li Ümit Özdağ, iktidar teröristle Oslo’da böyle anlaştı, terör örgütünün suçları temizlenecek, topluma başka tanıtılacak, sözlerini boşuna demedi. Bu günleri haber veren verene… Duyduklarımıza şaşırmayı bıraktık, öyle duyarsızlaştık ki artık duyduklarımızdan kılımız bile kıpramıyor…

Ne birbirlerinden ne Türk ulusundan utanıyorlar!

PKK (Pekaka) terör örgütünün insafına terkedilen Şırnak’ta 9 Ocak’ta , Geçici Köy Korucusu Hasan Caner, evinde, ailesinin gözü önünde PKK örgütünce öldürüldü. İktidarın PKK ile anlaşmasından sonraki bu altıncı şehitmiş… PKK bir bir öldürüyor diye uyarıyor Erdal Sarızeybek komutanımız, sonra şöyle sesleniyor: “Doğu ve Güneydoğu’da artık can güvenliği de kalmadı, insanlarımız çaresiz, bir yanı AKP öte yanı PKK oldu.”

Tam bu durumu düşünürken, ne yapacağız bu yöneticilerle derken, kapı kadar bir baş resmiyle, bir baş haber:

“Atalay: Öcalan Kürtlerin lideri.”

Söyleyen kişi, başbakan yardımcısı. “Çözüm süreci” yani “bölünme süreci” devam edecekmiş… “Beğenseniz de beğenmeseniz de Kürtlerin lideri Öcalan” demiş bu şahsiyet. Hem devletimiz iki halklı imiş gibi, bu sözle bölücülük yapılmış. Sanırsınız kendisi Türk ulusunun bir bakanı, bir görevlisi, devletin yetkilisi değil. Bir de tutmuş, yılların hükümlüsü, hapisteki katilbaşına “lider” demiş. “Kürtlerin lideri” sözünü, bir ulus devletini yöneten siyasi temsilci olarak derseniz, ulusu ikiye bölerseniz, Anayasal suç işlersiniz. Bir azılı katile, vatan hainine, silahla devlete başkaldıran kanlı örgütün hapisteki başına bunu derseniz, Başbakan yardımcısı “ sıfatıyla derseniz üstelik, ülkemizin en çok satan gazetelerinden (Sözcü) biri de tutar, aynı gün şöyle bir başlık atar:

“ Acı Kaybımız.” Sonra açıklar: “Ulu Önder Atatürk’ün 1923’te kurduğu, uğruna on binlerce şehit verdiğimiz, kan ve gözyaşı döktüğümüz, umutlarımızı bağladığımız “Devleti” kaybettik.”

Bu durumda halk kime güvenecek? Nasıl güvenecek?

Kanlı örgütün bir gün önce, evinde, bilerek göstererek, yalnızca orada yaşayanlara değil tüm ulusumuza gözdağı vererek, çoluk çocuğunun, köylüsünün gözü önünde öldürdüğü korucu “Hasan” için, Türk devletinin ordusunun başı da bir mesaj yayınlamış:

“Huzur ve barış ortamına kastedenler ” diye söze başlanmış, bu “menfur saldırı” kınanmış. Sonra da: “Kahraman korucumuza Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.” denmiş.

Bu mesajın neresinden tutacaksınız. Yurdumuzun o yöresinde yaşayan bir vatandaş olsanız neler hissederdiniz bu durumda?

Huzur ve barış ortamıymış… Kanlı bir örgüt, kan dökerek halkı sindirmeyi, korkutmayı amaç edinmiş, ülkeyi bölmeyi kendine hedef seçmiş bir örgüt, sana neden huzur ve barış ortamı sunsun ki? Eğer örgüte boyun eğmezseniz, her dediğine uymazsanız… Onunla anlaşmazsanız… Yoksa yok mu ettiniz bu kanlı katilleri? Hepsini yakaladınız mı? Halkın güvenliği, huzuru için hepsini tutup hapse tıktırdınız mı? Öldürülenlerin, şehitlerin kanını yerde bırakmadınız, her katile, devletine başkaldıran haine cezasını verdirdiniz mi? Başımda devletim, devletimin ordusu, güvenlik güçleri var, devletim beni korur, teröristler kılıma zarar veremez diye mi düşündürüyor, huzur içinde mi uyutuyorsunuz ulusumuzu?

“Menfur saldırıyı” kınamışlar. Hem neden menfur? Menfur Arapça bir söz. Türkçesi, nefret edilen, iğrenç, tiksindirici demek… Bırakın bu iğrenç saldırıya kınamayı vatandaş yapsın. Sıradan insanlar yapsın. Siz güven için, devletin güvenlik gücü olarak varsınız. Kınamayın, yasaların verdiği görevi yapın, anında ölü veya diri, yasalar nasıl emrediyorsa yakalayın saldırganları, adalete teslim edin. Bu öldürülen korucu, ailesinin korucusu değil ki. Halkın korucusu. Devletin korucusu. Kederli ailesine ve sevenlerine başsağlığı dilemek ne demektir? Bir bankada memur kalp krizinden mi öldü? Bir vatandaş evinde eceliyle mi öldü? Böyle devlete karşı işlenen bir cinayeti kınamak, devleti için öldürülenin sevenlerine başsağlığı dilemek de neyin nesidir? Şehidin seveni, uğruna can verdiği vatanda yaşayan herkestir, bütün bir ulustur…

Sorun, güven sözüne gelip dayanıyor, iş burada düğümleniyor…

“Güvende olmak üzgün olmaktan iyidir.”

Asker bileğine, yumruğuna güvenecek… Atatürk’ün askeriyim diyecek…

Ulus, devletinden emin olacak…

Devleti yönetenler itimat (güven) telkin edecek (verecek)…

Halkın güvendiği dal elinde kalmayacak… Hiç kimse geleceğinden güvensizlik duymayacak… “Nefesine güvenen” borazancıbaşı olacak… Güvenmeyen çekilecek… Yaptıklarının hesabını verecek…

Devletten Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi T.C. harflerini, Atatürk anıtlarından, anıtların kaidelerinden, duvarlardan, kitaplardan, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü,” Türk; öğün, çalış, güven!” sözünü tek tek kaldıranlar, kaldırmaya yeltenenler, bu sözlerden rahatsızlık duyanlar da fazla sevinmesinler. Son söz söylenmedi…

Son sözü halkımız söyleyecek, kendine güvenin önemini, Türk’ün yalnızca kendine güvenmesini, halk diliyle halkına şöyle anımsatacak:

“Güvenme dayına, ekmek al yanına.”

Bu düzenin böyle süreceğini sananları uyarmayı da unutmayacak:

“Güvenme varlığa, gün gelir düşersin darlığa.”

“Terazi var, tartı var, her şeyin bir vakti var.”




Feza Tiryaki, 15 Ocak 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x