HA FATMA HA VATAN

HA FATMA HA VATAN

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Nis 14, 2013 9:27

HA FATMA HA VATAN

Resim


Fatma’yı görünce, aha dedim. İşte vatanın durumu, işte Fatma’nın acınacak durumu!..

Cumhuriyet yıkıcıları iktidara gelene kadar neyimiz eksikti bizim?

Eksiğimiz değil, fazlamız vardı.

Cumhuriyet kurumları, kuruluşları, para getiren fabrikalar, şirketler, bankalar, topraklarımız, sularımız, ormanlarımız satılmamıştı. Nükleercilere peşkeş yoktu.

Türkiye’nin bütünlüğüyle, diliyle, bayrağıyla, devletinin kurucusuyla, kahramanlarıyla, ordusuyla, eğitimiyle, yapısıyla, devletin temel direkleriyle henüz böyle oynayanlar yoktu.

Hırsızdan, arsızdan yana dertliydik ama en azından ölüm döşeğine itilmemiştik
, ölümlerden ölüm beğen, sonun geldi, biz ne dersek o, yargı da, hükümet de, yasama da, her şey ama her şey benim, diyen yoktu. Üç günde bir, Amerikan bakanları yurdumuza gelmiyordu. Üç günde bir, yalvar yakar randevu alarak Amerikan başkanlarının ayağına giden, eteğine yüz süren, doğrudan emir alan yoktu. Olsa da bunlar gizli kapaklıydı, utanma, ulustan çekinme vardı. Kör gözüm gözüne saldıran yoktu devletin dayanaklarına, devletin varlığına, devletin geleceğine…

Şimdi iş iyice cıvıdı. Ne devlet saygınlığı, ne devlet ciddiyeti… Gülünçten öte, acınası bir durumdayız… Akıl sır ermiyor bu duruma nasıl düşürüldüğümüze, bunları konuşur duruma nasıl geldiğimize…

Sınır ötesinde, Kandil Dağı’ndaki terör örgütü sığınaklarında yuvalanan, çok Türk askeri öldürdük diyen, teröriste Türk askerine, Türk polisine saldırıların emrini veren, köyleri yakıp yıktıran, yollara bomba döşeten, patlattıran, “pe ka ka” terörünü yöneten Karayılan adlı baş terörist, Türkiye’ye gelmek, bir adada ömür boyu cezalı yatan bu örgütün kurucusu, tetikçisi, emir vericisi katilbaşıyla görüşme istiyormuş. Bu isteğini devlete ulaştırmışlar. Yanıtı bekleniyormuş. İnanılmaz istekmiş bu, atılan başlıklara göre. Pek hoşgörülü, pek sevecen yaklaşmış olaya yandaş basın yayın. Yalakalıktan can verecekler, belleri eğrilikten koptu kopacak!

NTV, onların okuyuşuyla değil, Türkçe okunuşuyla “ne te ve” denileni, haberinde bununla da yetinmemiş. Bu dağdaki teröristin yeni bir haberini de hemen ortaya sürmüş. “Siyaset yapmak isterim” başlığıyla. Bu terörisbaşına da “ pkk yöneticisi” denmiş bu haberde. Bir dernek yöneticisi, parti başkanıymış gibi. Yönetici. Ne yöneticisi? Pe ka ka, canım. Bu yönetici. Pe ka ka yöneticisi. Hem sözleri şiddet içeriyor mu bakın? Demek ki suç muç yok ortada. Söylediklerine baksanıza: Sorunları barış ve diyalogla çözmek istiyorlarmış. On binlerce kişinin kanı, barış için akmışmış yani. “Kürt hakları”nın geliştirilmesinde siyasi bir rol oynamak istiyormuş kanlı örgüt başı.

Bu katillerin nedense ağalarıyla, köylüyü kölesi yapan, onları geri bırakan, sömüren toprak ağalığı düzeniyle hiçbir sorunları yoktur. Devletten de ne eğitim, ne fabrika, ne iş alanı isterler. Olanı yıkmış, öğretmenini mühendisini öldürmüş, iş makinelerini yıllarca yakıp durmuşlardır…Tek istedikleri olmayan bir dili dayattırmak, ayrı bir halk var burada dedirtmek; ülkeyi bu dil üzerinden Birleşmiş Milletler yardımıyla, onları işgale yardıma çağırarak böldürtmek. Kendilerini kullananlara hizmet etmek.

Sonra da ellerinden kanlar damlaya damlaya, binlerce cinayet işlemiş biri olarak yönetim koltuklarından birine oturacak, siyasetçi olacak. Gelenin gidenin elini sıkacak. Böyle bir durumu ortaçağ toplumları yaşamış mıdır, böyle bir şeyi insanlık tarihi görmüş müdür tarihçiler söylesin!

Kürt haklarının geliştirilmesi lafı da ilginç. Senem öğretmen diyordu geçenlerde: “Başbakan oldunuz, cumhurbaşkanı oldunuz, bakan deseniz şu an bütün bakanlar neredeyse Kürt kökenli. Meclisin yüze yakın vekili de öyle. Genelkurmay başkanı da oldunuz. İstediğiniz okula gidersiniz, istediğiniz yere yerleşirsiniz, anadilinizi konuşmanıza karışan yok, üstelik dört beş ayrı ağız konuşmayın, tek bir ağızda birleşin diye devletin televizyonu radyosu yıllardır o “Kürtçe” adı verdiğiniz olmayan dille yayın yapıp duruyor, size dilinizi (?) belletiyor. Bir Türk’te olmayan hangi hakkı istiyorsunuz?”

*

Bir küresel çetenin eline düşmüşüz, başımıza getirdiklerimizi kendimiz getirdik, kendimiz seçtik sanarak. On yıl içinde hastalandırmışlar, sonra allem etmiş kallem etmişler, ameliyat masasına yatmaya razı etmişler ülkemizi. Tam kandıramışlar ameliyata. Halk direniyor. Yurtseverler direniyor. Uyumayanlar direniyor. Şimdi bu uyanıklar, çıkarcılar çevremizde sıralanmışlar, aralarında konuşuyorlar. Cerrah başta. Yardımcıları buyruk bekliyor. Ameliyat üstelik de parasız! Cepten beş kuruş çıkmayacak. Para dışardan, sonra alacakları paya karşılık.

Herkes bir organı kestirmek istiyor: “Özgüvenin gelecek. Zenginleşeceksin. Ne o savunmaya para ayırmak. Asker neye gerek? Yabancı askerler korur bizi. Hem kimden koruyacak asker? Şimdi barış süreci.”

Bundan sonra doğrudan algımıza saldırıyorlar:

“Düşman komşumuz var mı? Yok. Bir Suriye çıban başı. Amerika’ya direniyor. Özgür Suriye ordusu adlı, ordusuna saldıran teröristine teslim olmuyor. Onu da hallederiz bir tamam, Allah’ın izniyle. Bütün devletler bizle arkadaş, dost. Hepsi; Yunanistan’ı, Bulgaristan’ı, Ermenistan’ı, daha ötede İtalya’sı, Almanya’sı, Fransa’sı, hele Rus’u, hele hele İngiliz’i hepsi hepsi dost… Maraş’a bayrak dikmişler, Gaziantep’e asker sokmuşlar, Adana’ya, Malatya’ya asker çıkarmışlar ne var bunda? Bunlar senin ancak iyiliğini ister. Bak parayı verip toprağını taşını alıyorlar. Gelip uslu uslu yerleşiyorlar.

Toprağı alıp gidecek değiller ya, ne yapacak bunlar sana? Gel seni bir ameliyat edelim. Ne bu terörle mücadele, sınırlarını koruma, bütünlüğünü koruma, Atatürk ilkelerine bağlılık, tarihini bilme, kimliğini bilme… Böyle yaparsan yamuk yamuk yürürsün. Belini doğrultamazsın. Anayasandaki o üç madde yüzünden bütün bunlar. Ne o devletin adı Türkiye, dili Türkçe, marşı İstiklal marşı, bayrağı ay yıldızlı al bayrak? Olmaz!

Sana petrolünü çıkarttırmayız. Madenlerini elletmeyiz. Gözünü aç. Bu sabah yazdı gazetelerin: “Barış süreciyle maden fışkıracak!” diye. Nereden mi? Bak yazdılar: “İşte Doğu’nun maden yatakları!”

Gövdeni düzeltelim, çirkin görünme. İstediğin güzelleşmek değil mi? Daha güzel olmak. Kendine güvenmen. Başın dik dolaşman, biraz da güzelliğinle kurumlanman. İçi boş güzellikle övünmen. Hantallaşmışsın. Bakımsız görünüyorsun. Güzelleş. Karnın incelsin, etlerin sarkmış ne o öyle, bir kesi bu işi halleder. ”

Biraz duraksadın mı gülerek sırtını okşarlar:

“İz kalır mı, diye mi soruyorsun?

Yo, biz yalan konuşmayız. Bıçak izi kalır. Kesilen deride mutlaka iz kalır. Biz bu izin görünmeyen bir yerde olmasına dikkat edeceğiz. Yanlarda, arkada. Bakan görmeyecek.

Sizi yeniden yaratacağız. Karından kesip deriye gireceğiz, alt taraftan, üst taraftan çekerek fazla deriyi, yağı, artığı atacağız. Derinizi yeniden giydireceğiz.”

*

Dün aynı sözlerle bir genç kadını kandırıyorlardı televizyonda. Fatma’yı. Öğretmen adayıymış. Gövdesinin güzelleşmesini istiyormuş. Hızlı kilo alıp vermekten derisi, etleri sarkmış.

Özellikle karnı, bacakları, en son kolları onu rahatsız ediyor. Hepsinin düzelmesini istiyor. Aynı hekim tarafından düzeltilsin, kesilsin biçilsin derisi, görünüşü güzelleşsin, bu, bütün derdi.

Göster karnını dediler. Belinden giysisini biraz indirdi, gömleğini yukarı çekti, karnını bir karış açıverdi, öyle orta yerde, bu genç kadın. Derisi bözüşmüş, salkım gibi sarkmış karın yağlarını gördük. Bacakları sağlam, kalın, yürürken yeri titretiyor. Kestirecek, ince olsunmuş. Çekici olsun, gören baksın. Kollarının altındaki yağları da aldıracak ki kolsuz giyinince güzel dursun. Kendine özgüvenini geri istiyor.

Gören, ona güzel deyince kendine güvenecek. Akıllı denmesi, ne iyi denmesi, ne yürekli, ne çalışkan, ne becerikli, ne yararlı insan denmesi önemli değil.

Yüzü, melekler gibi güzel. Aydınlık bakışlı, beyaz tenli, kara saçlı kara gözlü. Azıcık şişman, üstünde sanki iç fanila gibi duran, kolsuz açık gömleğinden görünen bedeninde bir kusur göze çarpmıyor. Kolları, bacakları azıcık tombul o kadar.

“Bu şekilde yaşamaktansa izle yaşamayı tercih ederim”, iz kalacak uyarmasına yanıtı bu genç kadının.

İzi, başkaları bir bakışta görmeyecek şekilde yapacaklar. Geriden kesecekler.

Televizyondaki izlencenin hekimi, hekimin yardımcısı, eli bıçaklı cerrah (yarman), çamurdan heykelden çamuru kesip oyarak bütün bunları gösteren helkelci, hepsi hepsi kızı çoktan kandırmışlar.

Kesmeye nereden başlayalımı konuşuyorlar:

“Nerden kesmeye başlasın Nuri Bey?”

Kızı rahatsız eden bölge karnı ve bacaklarıymış. Karından başlanacakmış…

Kıza kimse demiyor:

Tuttuğunu koparacak güçte görünüşteki o kollar, kesik yerse hep gerilecek, eski işlevini kaybedecek…

Yere sağlam basan, kalın güçlü kuvvetli iki ayağı, kesik yerse eskisi gibi her yana koşturamayacak.

Sağlam görünüşlü geniş karnı, kesikten sonra esnekliğini, eğilip bükülme yeteneğini yitirecek, süs karnı olacak.


Ülkemiz de aynı.

Bir kere bıçak elde kesmeye başladılar mı bizim karnımızı, bir daha eskisi gibi olmamız olanaksız. Bir kesseler karnımızı ya, işimiz bitecek! Karın bir daha aynı yerden dikiş tutmaz, karında kesik en zor kesiktir. Yeri uyuşuk kalır. Duyarsızdır. Her zaman sızıldar, bir sıcak bir soğuk görmesin, nemli hava yemesin, bir sert rüzgâr esmesin ağrır. Fazla ye, ağrır, yorul, fazla eğil kalk ağrır. Yük taşı, taşıtmaz; kollarını kaldır, gerilir, acır, kaldırtmaz…

Fatma’ya, kesiklerin izi kalır, bunu namusluca sana dememiz lazım, dediler. Yalnızca bunu dediler. Ne ağrıdan, ne ömür boyu çekilecek gerginlikten, deride oluşacak işlev bozukluğundan söz ettiler. Hem bir daha kilo aldığında aynı görünüş yinelenirmiş. Kesikler birkaç haftada düzelirmiş. Ama bazı bünyelerde buna karşı tepki oluşabilirmiş. Kızarır, iltihaplanırmış, kabarırmış kesilen yerler.

Sunucu kadın sözü bağlıyor:

“Değerli öğretmenim, sizin özgüveninize kavuşmanızı istiyoruz. Süper ve izsiz olacak, merak etmeyin!

Doktorumuz Fatma’yı baştan yaratacak!” Sonra cerraha dönüyor:

“Ne kadar zaman aralıklarıyla Fatma’yı baştan yaratacak bize söylesin!”

Cerrah söylüyor. Fatma dinliyor. Dinleyenler, izleyenler alkışlıyor.

Bunlar olurken devlet görevlileri suskun. Bu yapılanın suç duyurusu yok. Devletin harekete geçen, vatandaşı koruyan savcısı yok!..

İşte, Amerika’dan buyruk alan, eli neşterli iktidar!.. İşte, analar ağlamasın ayağına teröriste teslim edilmiş Türkiye!..

İşte, ordusuz bırakılmış, subayları, komutanları sözde davalarla tutsak edilmiş vatan!

İşte, sahipsiz bırakılmış, kandırılmış bir vatandaş… Suskun bekleyen milyonlar…

İşte, iyice yozlaşmış, utanma duyusunu kaybetmiş, milyonların önünde, ayakta, giyimini belden aşağı indirerek, belden yukarı çekerek karnını ortalık yerde gösterebilen, bu sahnelerden sonra sınıfa girip ders vermeyi, çocuk yetiştirmeyi düşünebilen bir öğretmen!..

İşte, teröristle görüşmek şerefsizliktir noktasından, teröristle halay çekmeye, teröristin ayağına heyetler göndermeye, teröristi yargılamadan salıvermeye kadar giden, dünyada alay konusu olan, itibarını yitiren Türkiye!

İşte, önce karnı kesilecek, kesilirse bir daha asla dikiş tutturamayacak, eskisi gibi olamayacak, organları işlevini yitirecek, güçsüzleşecek Türkiye!

İşte, sunucu, ekibi, izleyicisi; işte terör örgütü yandaşı, Türkiye karşıtı âkil adamlar (yiyici- yamyam) grubu…

Alkışlayan bir dolu hain…


İşte Fatma, işte vatan!

Ha vatan, ha Fatma…


Feza Tiryaki, 13 Nisan 2013
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x