Bundan yaklaşık 10 yıl öncesiydi. Bilmem hatırlar mısınız? Falcon tipi bir uçağın içindeki paketten şöyle sesler geliyordu;
- “Ben ülkemi severim. Annem de Türk’tü.”
“Bir hizmet imkanım olursa yaparım. Onun dışında bana bir şey söylemeyin. Hizmet gerekirse yaparım.”
“Türkiye’ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim. Bunları, halkın içinde konuşuyorum. Başka bir şey de konuşmam. Bir hizmet imkanım varsa, ben inanıyorum vardır, daha üst düzeydekilere de bildirirsek, ben hizmeti seve seve ederim. Ben hizmet edeceğim. Çok iyi edeceğim.”
“Yayınlayın. İşkence etmediniz, benim içimden geliyor. Ama ben gerçekten söylüyorum. Türkiye’yi seviyorum. Ve Türk halkını da seviyorum. Onlar için iyi hizmet edeceğime inanıyorum. Fırsat verilirse yaparım.”
“Pek sevindiğim bir nokta var. Eğer dikkat edilirse aslında konuşulacak bir konu bu. Ama içime öyle doğuyor ki. Gerçekten iyi hizmetler yapacağıma inanıyorum.”
Hatırladınız değil mi?
Bu hizmet aşığı, şimdilerde daha bir kendinden emin. Daha bir racon keser havalarda. Ve 15 Ağustos’ta bir çözüm paketi açıklayacağını söylüyor.
Hükümet ön alabilmek için, o açıklasın biz de açılırız moduna giriyor. Neremizi açsak toplantıları yapıyor.
Liderler, medya, yazarlar, ağlayan vekiller, bu iş bize oy kazandırır telaşındaki siyasetçiler.
Sürekli kavga eden Hacivat’la Karagöz’den sahneler izler gibiyiz.
Başbakan konuşuyor, analar ağlamasın diyor. Ama bu defa da vekilleri ağlıyor. Düne kadar PKK terör örgütüdür demezlerse görüşmem derken, açılım adına DTP ile buluşuyor. Çok faydalı bir toplantı oldu diyor.
Toplantıdan çıkan DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna ayağının tozuyla Iğdır’a gidip;
“Kimse bu sürecin en önemli aktörlerini DTP üzerinden tasfiye etmeye kalkmasın. Buna izin vermeyiz. DTP ile görüşüp PKK'yı ve (sayın) Öcalan’ı bunun dışında bırakma gibi bir oyun varsa bu oyuna gelmeyiz.” diyor.
Bir diğer kavga ise, Başbakan ile muhalefet partileri arasında sürüp gidiyor. Sen hainsin, haddini bil, seni muhatap almam kavgası da yine Hacivat Karagöz’den bilindik sahneler.
Deniz Baykal’ın SHP Genel Sekreteri olarak başında olduğu komisyon 1990 yılında şöyle söylüyordu;
- * Ülkenin belli coğrafyasındaki kimlik krizi kaygı verici boyuta ulaştı
* Koruculuk ve OHAL kaldırılmalı
* Anadil öğrenimi güvence altına alınmalı
* Değişik kültür ve diller için araştırma birimleri ve enstitüler kurulmalı
* Bölge insanına potansiyel suçlu gözüyle bakılmamalı
Ayni Baykal’ın 1998 ve 2002 yıllarında Genel Başkan olarak açıkladığı raporlar ve 2007 yılında Irak’ın Kuzeyi için getirdiği öneriler bundan farklı değildir.
Bu günlerin şahini Devlet Bahçeli ise, 8 Ocak 2000 günü Osmaniye’de yaptığı mitingde Öcalan’ın mutlaka asılması gerektiğini savunurken, 12 Ocak 2000 günü idam kararının Başbakanlıkta bekletilmesi kararına imza atıvermiştir. Önceleri DTP, PKK’nın siyasi uzantısıdır derken, mecliste ellerini sıkıveren, Abdullah Öcalan’ın avukatı DTP milletvekili Hasip Kaplan’ı elinden tutup yanına oturturken “Hasip gel meclisin renklerini tamamlayalım” diyen de kendisidir
Hal böyle olunca, o ona şunu dedi, bu buna şaplağı patlattı, Baykal’ın kroşesi, Bahçeli’nin Osmanlı tokadı, Erdoğan’ın aparkatı… Pembesi gitti tozu kaldı…
Yıktınız perdeyi eylediniz viran, gidip sahibine haber vereyim heman.
Not : Son cümle için orduyu göreve çağırıyor demesinler. (Sanki çağırsada gitsek diye beni bekliyorlar) Kendi işi için başkasını göreve çağıran acziyet içerisindedir. Bu yazı millete yazılmıştır. Meselenin sahibi millettir.
Cüneyt ÖZTÜRK, 13 Ağustos 2009