
Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, Mirgün Cabas ve Ruşen Çakırın birlikte sunduğu Yazı İşleri programına katıldı.
Hasan Cemal, şunları söyledi:
Barack Obamadan çok şey bekliyoruz, gelecek umudu doğdu. İlk siyah başkan ama ilk büyük siyah başkan olabilecek mi? Bu daha başlangıç. Obama, Bush gibi de olabilir. Ama olur ya da olmaz demeye daha ihtiyatlı bakmak lazım. Şunu göz önünde tutmak lazım; Obama, ilk siyah olmasının aynı sıra, 1960lardan bu yana en entelektüel donanımlı başkan oldu. İnsan hakları, ırk ayrımcılığı ya da ayrımcılık dediğiniz vakit; bunu sadece kitapta öğrenmiş değil, bunu kendi hayatında yaşamış. Siyah olduğu için de hissetmiş bir insan. O yüzden ayrımcılık, ırkçılık gibi konular onun için bir klişeden ibaret değil. Türkiyeye döndüğünüz vakit ise Washingtondaki Obamanın farklı bir ses verebileceğini göz önünde tutmak lazım. Mesela Pazar günü Aleviler ilk defa Ankarada sokağa çıkıyor. Ve diyecekler ki zorunlu din dersine karşıyız, Aleviliğinde okullarda okutulmasını istiyoruz. Bu dini inançla, ibadet özgürlüğüyle ilgili bir şey. Şimdi siz bunu Bushla, Clintonla konuştuğunuz vakit, bir kulağından girip öbür tarafından çıkar ama Obama için daha farklı bir ses verir. Çünkü o ayrımcılığı yaşamıştır ve Neden? diye sorar. Bu klişeler onda bir klişe olarak kalmaz. Başbakan Erdoğanın dini inancının Sünni boyutu ve bir yerdeki İslamcı geçmişi ağır basıyor, o yüzdende Aleviliği görmemiş oluyor.
Sen eğer Kürt meselesini bir kenara koyup, birtakım doğru adımlar atamazsan, o zaman şiddet ve PKKnın kaybetmesi de güçleşir. O yüzden Erdoğanın Kürt meselesi konusunda 2005 Ağustos ayında Diyarbakırda yaptığı Kürt sorunu bizimde sorunumuzdur diye özetlenen konuşmasındaki muhtevayı ve hissi boyutu hayata geçirmesi lazım ki, şiddet ve PKK tecrit edilebilsin, hedef küçültülebilsin. Bunu yapmadığınız vakit, siz de Obamanın Washingtonuyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
2002-2003ten itibaren Recep Tayyip Erdoğan -bazı açılardan olumlu anlamda kullanıyorum- bir Özallaşma süreci içine girdi. Hem Avrupa Birliğinde adımlar attı, hem de Kürt meselesinde adımlar attı. Bunlar PKKyı, şiddeti tecrit edecek adımlardı. Bu Özallaşma süreciydi. 2005 Ağustos ayında da dedi ki Kürt meselesi, bizim meselemizdir. Biz devlet olarak yanlışlar yaptık. Bunları da düzelteceğiz dedi. Bu Güneydoğunun ve Kürtlerin hem aklını hem kalbini çelen bir konuşmaydı. Yani Özallaşma süreci içinde bir doruk noktasındaydı. Fakat 2005ten sonra bu süreçte tersine bir dönüş başladı. Bence Demirelleşme sürecine girdi bu sefer. Yani belki Fehmi Korunun de söylediği odur. O Bushlaşmaya başladı derken, ben bir Demirelleşme sürecinden söz ediyorum. Erdoğan, bir yerde Demirelleşme sürecine girdi. Demireli hatırlayın, başbakan olduktan sonraki siyaset yasaklarını kaldırarak falan gelmişti. Kürt realitesi dedi; en uç noktaya gitti ve sorunu unuttu. Ondan sonra 1990larda Güneydoğu ve Kürt meselesi, OHALler, faili meçhuller ve olağanüstü insan hakları ihlaliyle öyle bir sürece girdi. Ondan sonra bir Çillerleşme süreci vardı. Henüz dilim varmıyor Erdoğan, Demirelleşmeden sonra bir Çillerleşme sürecine girecek mi? diye. Çünkü Çillerleşme sürecinde bir şey vardır, bu söyleyeceğimi Mehmet Ağar çok iyi bilir; Doğru Yol Partisi+Asker=İktidar formülü geliştirilmeye başlandı. Doğan Güneş Paşanın Genelkurmay Başkanlığı döneminde de Çiller bütün bu meseleyi Demirelleşmenin bir devamı olarak aldı ve askere teslim etti.
Şimdi bu Çillerleşme sürecinin işaretlerini de Erdoğanda görüyorum. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğun, ilk defa Bakanlar Kurulunda ilk defa brifing vermesi, arkasından da Başbakan Erdoğan ve bakanları alarak Eğridire Komando Okuluna götürmesi... Bunlar terörle mücadele ve Kürt meselesi açısından çok ilginç. Bence Silahlı Kuvvetler, siyaseti en iyi oynayan ve bilen kurumların başında geliyor. Yani bir yerde birtakım kırmızı çizgileri var. Kürt meselesinde, laiklik konusunda kırmızı çizgileri çekiyor. Sonra da devlet içinde devlet, devlet içinde bir parti gibi izlemeye koyuluyor. Ne zamanki o kırmızı çizgiler ihlale doğru gidiyorsa, ön plana çıkıyor Yapma diyor. Bence Başbuğ Paşa bunu çok dikkatle oynuyor. Erdoğanı da kendi oyun alanı içine çekmeye başladı. Ve bu da Çillerleşme süreci dediğim bu uç noktadır. Çiller, Türkiyedeki Kürt meselesini ve PKK olayını askere teslim etmiştir. Demirel Kürt realitesi dedi, unuttu. Çiller, Bask Modeli dedi, unuttu.
Erdoğanın 2005te Diyarbakırda yaptığı konuşmayı alıp bir daha okuması lazım. Ondan sonra da Sevmeyen bu ülkeyi terk etsin demek gibi Almanyada Neonazilerin söylediği, Türkiyede MHPnin neredeyse ağzına almayıp kardeşlikten söz etmeye başladığı bir şeyi kullanabilmesi, pompalı tüfek sözü ki, bu bir yerde şiddete tahrik ve teşviktir ve demokratik açıdan baktığınız vakit de suça girer. Bence bu kadar vahim sözlerle birlikte Türkiyede şiddeti ve PKKyı tecrit etmek ve Kürt meselesinde bir şeyler yapmak mümkün değil.
Şu çok açık Bushun Irak işgalinin yol açtığı sonuçları bütün dünya yaşadı. Bundan ister istemez dersler çıkartılması zorunludur. Ondan sonra demokrasi ihracının mümkün olmadığı, böyle silah ve namlunun ucunda demokrasi getirmenin mümkün olmadığını, özellikle Ortadoğuda ve İslam coğrafyasında silahla birtakım işler yapmanın geri teptiğini anlamamız lazım. Obama, baştan beri Irak savaşın karşı çıkmıştı. Türkiyeye döndüğümüz vakit, mesela ben teskereyi savundum ama savaşa karşı çıktım. Bu bir çelişki değildi. Savaşa karşı çıktım, savaşın Pandoranın kutusunu açacağını söyledim. İşler daha kötüye gitti. Amerika, Irakın toprak bütünlüğünü de güvence altına alarak çekileceğini söylüyor. Ama aynı zamanda Kuzey Iraktaki Kürt Yönetiminin de varlığını sürdürmesine de sahip çıkıyor. Türkiye penceresinden baktığı vakit; PKK ve terörle mücadele konusunda Kürt Yönetiminin, Amerikanın da yardımcı olması... Bu açıdan Bush politikalarını da eleştiriyor. Bunların hepsi Türkiye açısından olumlu. Ama şunu da göz önünde tutmak lazım; Türkiyenin Kürt Yönetimiyle iyi ilişkiler kurması ve PKKyı tecrit etmesi doğru bir anlayış ama bununla sınırlı kalmaması lazım. Çünkü şunu unutmayın ki; Kürt Yönetiminde Kürtlerin sahip olduğu haklar, Irak petrolüyle de birleşip onların hayat standardını ve seviyesini yükselttikçe Türkiye Kürtleri açısından da -daha şimdiden zaten öyle- bir cazibe merkezi haline gelebilir. Türkiyenin bunu göz önünde tutması lazım. Yani Kuzey Iraka baktığın zaman, sadece PKKya endeksli olarak bakamazsın. PKKyı tecrit etmenin bir yolu da senin kendi sınırların içine yaşayan kendi Kürtlerinin kimlik meselelerini, insan hakları meselelerini bir yerlere getirmek lazım. Burada çok büyük açıklarımız var ve bunun Obamaya anlatılması Türkiye için kolay olmayabilir. Güneydoğudaki eski yerleşim yerlerinin Kürtçe isimleri Türkçeye çevrilmiş, bunu Obamaya bu saatten sonra anlatamazsınız.
Kaynak