Hayal- Gerçek

Hayal- Gerçek

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Tem 02, 2014 0:02

Hayal- Gerçek


Çocuktan al haberi derler. İlk gençlik yıllarını çocukluktan sayarsanız, yirmi üç yaşındaki bir gençten duydum bu sözleri. Ülkemiz üzerine konuşurken şöyle dedi: “Türkiye üzerine bir Amerikan operasyonu yapılıyor. İyice anlaşıldı, muhalefet partilerinin çıkardığı Cumhurbaşkanı adayıyla ne istendiği açık seçik ortada. Çıkmaz yola soktular Türkiye’yi. Kimse bir şey yapmıyor. Kimse aldırmıyor. Kimse üzülmüyor. Kimse harekete geçmiyor. Kimse karşı durmuyor. Hep anlamaz gibi bakıyorlar, bekliyorlar… En çok neye üzülüyorum söyleyeyim mi, artık bizim vatanımız diyeceğimiz bir yerimiz kalmayacak. Ülkemiz, Türkiyemiz olmayacak… Vatansız kalacağız böyle gidilirse…”

*

Karşı devrimcilerin hep hayalleri vardı. İktidarın başı daha yeni söylemiş, gazetelere başlıktı:

“ On iki yıldır bunun hayaliyle yaşıyorum.” Neymiş bu on iki yıllık hayal derseniz, ne olacak, bir üçüncü hava alanı. Şaşırmadınız değil mi? Ormanı yok ederek, çevreyi bozarak, betona para dökülerek yapılacak, doğayı bozucu, gürültücü, hiç gerekmeyen böyle bir inşaatı insan neden hayal eder ki? Bir kentte iki havaalanı varken hem de. İki yakasında da birer havaalanı var İstanbul’un. Biri dincilerin ısrarla eski adıyla Yeşilköy dedikleri, Atatürk adıyla anmaktan kaçındıkları, Atatürk havalimanı, diğeri, adını ağızlarına almadıkları, gizli değil açıktan düşmanlık besledikleri Atatürk’ün pilot kızının adıyla anılan Sabiha Gökçen Havalimanı. Bu hayal, olsa olsa Atatürk Havaalanı adından kurtulmak adına olabilir. Nasıl yeni açtıkları, onardıkları statlara, okullara Atatürk adını vermiyorlar, verilenlerin de adını, onarımdan sonra kaldırıyorlar, öyle. Yandaşlarına büyük vurgun yaptırmak, devletin parasını yağmalatmak da cabası.

Karşı devrimcilerin hayalleri, “Bir gün emellerine erişmek. ” Bu emeller hiç değişmedi:

“Atatürk Türkiyesi’ni yıkmak. Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek, değiştirmek. Atatürk ilke ve devrimlerini yürürlükten kaldırmak. Din devleti kurmak. Bölücülere, yayılmacılara, vatanımızda gözü olanlara istediklerini vererek, onlara yardım ederek hem güçlenmek, hedeflerine böylece ulaşmak, hem de geçmişten, yenilgilerinden, aydınlığa boyun eğişlerinden intikam almak. Vatanı parçalatmak! ”

Bizde vatan hainleri iki türdür. Yobazlar (dinciler, dini kullananlar, gericiler), Kürtçüler ( bölücüler, Türk düşmanları, sözde aydınlar).

Bu iki kol, 1919 öncesinde, Kurtuluş Savaşı yıllarında nasıl düşmanla işbirliği etmişseler, günümüzde de aynılar.

Cumhurbaşkanı çatı adayının başvuru dilekçesini Meclis’e Sinop milletvekili Engin Altay vermiş. Engin Altay geçen yıl Gerze’de iktidarı şöyle eleştiriyordu, kendi sesinden dinleyip yazıya aktardım:

“ Ülkemizin hem rejimini, hem sınırlarını değiştirmek için planlanmış bir süreç var. Bölücü - gerici ittifakı. Bu ittifakın, sacayağının biri Amerika.”

Engin Altay bu ittifakı görüyor, biliyor ve karşısına yine aynı ittifakın bir adayıyla çıkmaktan ise çekinmiyor…

Bu adaya imza vermeyen 21 milletvekili için ise yine aynı CHP’li şunu demiş:

“ 21 Blackjack’tır, riskli oyundur.”

Bak sen, vekillerimiz bile artık derdini İngilizce anlatır olmuş, Türkçeyi unutmuşlar… Bu kart oyununun adı, yirmi birdir, “yirmi bir” deseniz dilinizi eşek arısı mı sokar? Hem neden bu korkutma, gözdağı? Madem küresel süreci biliyor, görüyorsunuz, bu sürece hizmet etmekten neden çekinmiyorsunuz? Dinci – gerici çevrelerin ortak arkadaşı, yoldaşı olduğu söylenen bu kişi, bu sacayağını bozacak mı? Yoksa tamamlayacak mı?

MHP’li İsmet Büyükataman:

“Devlet fiilen bitti, ülkemiz bölünüyor!” demiş, son Meclis’e gelen bölücülüğü onaylayan, terörist katilleri kurtaran yasa için.

Gerçek bu sözlerde kalmış. Aynı vekil, dinci iktidarın yoldaşı olduğu söylenen çatı adayına imzasını hemen atmış.

Geçen Pazar yapılan, 1927 yılından beri süregelen Gazi koşusunda Veliefendi Hipodromu’ndaki izleyiciler, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye bağırmışlar, yarışa bu söz damgasını vurmuş. Koşuyu ise Levent adındaki bir Türk’ün sahibi olduğu at kazanmış. Atın adı:” Blaze To Win.” İşin gerçeği bu adda. Geçen yıl da aynısı olmuştu. Kazanan böyle yabancı adlı bir attı. Gerçek, İngilizleşmemizde, dilimizi yitirmemizde. Buna alıştırılmamızda…

Öğretmen yetiştiren öğretmen okulları çoktan kaldırılmıştı, yerine öğretmen liseleri açılmıştı, aynı ruhu taşımayan, gerçek öğretmen yetiştiremeyen, atamaları sorun olan, mezunları doğrudan okullara atanamayan, bunun için sınavlara girip çıkılan garip bir sistemin okuluydu bu. Şimdi bu da çok gelmiş, öğretmen liseleri toptan kalkıyormuş. Gazetecilerden biri, “Öğretmene ne gerek, hazır imamlar varken… diye yazmış köşesinde dün sabah. Doğru, nasıl olsa bütün okullar imam okuluna döndürülmüyor mu? İmam okullarına da imamlar yakışır. Bu haber de yeni:

“ 26 ilde açılacak 29 yeni imam hatip lisesinin on beşi yabancı dili İngilizce olan, “Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi “ olacak.”

Hem kızdan imamlık olmadığı halde kızlara ha bire imam okulları açılıyor hem de Arapça öğrenilen bir dinci okulda dil, İngilizce oluyor. Dincilerin hayalleri gerçekleşiyor. Kızlar erkekler ayrı okuyorlar. Zamanı gelince karma eğitim tamamen kaldırılacak. Türk okullarını Araplaştırmak, devletin okullarında dinci eğitim yaptırmak, çocuklarımızı eğitim öğretim birliğinden koparmak, sonunda İngiliz sömürgeciliğine, dolayısıyla bölücülüğe, Kürtçülüğe teslim etmek…

Bir de bu okullara konan adlar konusu var. Mardin’de böyle okulların birine Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Kürtçü Said Nursi, bir diğerine aklından zoru olduğunu yaşam öyküsünü okuduğumuzda anladığımız, rahibe başlığı benzeri türban modasını ülkemizde ilk başlatan, en son bunamadan önce de kara çarşafa giren, gerici giyimin öncüsü kadının adı (Şule Yüksel Şenler) verilecekmiş.

Şimdi o değil de öbürü cumhurbaşkanı olsa, Atatürk’ün adını bir kez bile ağzına almayandan, denildiğine göre Atatürk’ü önderi saymayandan biri seçilse ne olacak?

Her ikisi de aynı anlayış değil mi?


Türk devrimlerine karşı değiller mi her ikisi de?

İkisi de birbirine hayran değil mi? Kim dedi iktidar başı için son yirmi yılın en büyük lideri diye. Yedi yıl önce kim kimi AKP’den cumhurbaşkanı adayı yapacaktı, bunun kararı alınmıştı? AKP’nin baş adamı, bölücüleri pek seven, pek kollayan Bekir Bozdağ, Yozgat’ın bir caddesine yıllar önce törenle neden adını verdirdi bu çok övdüğü ilim adamının?

Yoldaş değiller mi, her iki aday? Sonunda AKP, CHP, MHP açıktan birleşmedi mi? İki aday da aynı yağmurda ıslanmamışlar mı? Aynı tertipten geçmemişler mi? Erbakan’ın rahlesinin tozu üstlerinde durmuyor mu?

Atatürk harflerinin karşıtı değiller mi her ikisi de? Dil devrimini tersine çevirmek için çalışmıyorlar mı? Çalışmayacaklar mı?

Her ikisi de anadili gibi Arapça bilmiyor mu? Bilmek ne kelime, Araplara karışmamışlar mı öyle veya böyle bir biçimde? Arap harfleriyle eski yazıma toplumu geri döndürmeyi istemiyorlar mı?

Üniversitelerde okutulan Türk dili ve Edebiyatı kitabının adı bu: “Türk Dili ve Edebiyatı Osmanlı Türkçesi Grameri.” Türk Dili diye, uyduruk “Osmanlıca” okutuyorlarmış, böylece duyduk. Olmayan, yaşamayan, ölü doğmuş, doğmadan ölmüş, yapay, uydurulmuş sözde bir dili okutuyorlar. Dilbilgisi demek yerine, yabancı dilde denen gramer sözünü demişler kurallarının adına da… Bütün bu eskiye dönüş, Türk Dili’nin düştüğü durum yetmezmiş gibi kitabın içeriğinden şu sözler ortaya döküldü geçenlerde. Bu sözlerle bu kitaptan, çirkin içeriğinden de haberimiz oldu. Bozuk bir Türkçeyle çevirmişler bu sözde Osmanlıcayı:

“ Kötü ayin yapan Kızılbaşlar. Allah onları kıyamete kadar aşağılık ve adi etsin. Din zamanlarında namaz kılınmıyordu.”

Atatürk’ün Türk Dili için açtığı kuruma, Türk Dil Kurumu’na bir girip bakınız bilgisayarda. Karşınıza doğrudan Arap harfleriyle bir başlık çıkıyor:

“El yazması ve nadir eserler veri tabanı.”

Bu başlık kaç yıldır aynı, hiç değişmez. Bilgiağında Türk Dil Kurumu’nu ararsan ilk önce bu sayfa açılır, Arap harfleri karşılar seni, sanki Türkçe, Cumhuriyet öncesine geri dönmüştür, Atatürk’ün dil devriminin öncesini yaşıyor gibidir. İkinci sayfa kör gözüm gözüne, el yazması eserlere sığınma ihtiyacı duymadan açıkça Arapçadır:

“Arap harfli yazıtlar ve Ahlat mezar taşları çalıştayı.”

Geçmiş bir çalıştay, tanıtımdan, baş sayfadan inmiyor. Fırsat bu fırsat deyip Arap harflerini dayıyorlar bize. Başlıklarda sırayla Arap harfleriyle karşılaşmak bir rastlantı olabilir mi? Nedir bu ilgi Arap harflerine? İlkokul dörde Arapça öğrenme dersi neye kondu topluma dayattıkları dört artı dört artı dört adlı son eğitim sistemiyle? Okullar, bir oldu bittiyle neden imam okullarına döndürülüyor? Normal okullarda “Din Kitabı Dersi” olur mu? Neden Kur’an dersi veriliyor devletin okullarında ders niyetine? Hep bu harflere alıştırmak, ters yönden okumaya başlatmak, Türkçeyi Türk harflerinden ayırmak, eskiye döndürmek için… Türk Dil Kurumu başlığında öğrenci resimleri var. Kızlar Arap usulü türbanlı, alınlar şeritli, Arap kızı görünümlü. Tek tek konan resimlerde de kız resmi türbanlıdan seçilmiş, kafası kocaman örtüyle sarılı kız iki erkek arasında poz vermiş. Kurumun başkanı “Kitabiyat” üzerine konuşma yapıyor. Tanıtmışlar. Kitap tamam da, kitabiyat ne demek acaba? TDK Başkanı, “Esas olan hocadır, ilimdir,” demiş bu konuşmasında, eskinin din adamlarının ağzıyla, yüz yıl önceki söylemle.

Cumhuriyet Halk partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin ortak çatı adayı olarak Ekmelettin İhsanoğlu’nu bildirdikleri günden beri neredeyse tüm ulusalcı yazarlar bunu masalların sonunda ceza verilecek kişiye sorulan: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye başlayan, sorulan her iki seçeneğin de sonunun ölüm olduğu masal tekerlemesine benzettiler. Kimi eski reklamları anımsattı: “Yok aslında bir farkımız ama biz Osmanlı Bankası’yız.” Kimi de “Ha Hasan Veli, ha Veli Hasan!” dedi bu duruma.

Gazeteci Mustafa Mutlu bu sabah, seçim sürecinde durum şöyle, diye durumu üç tümceyle açıklamış:

“Laikliğin teminatı (!) CHP’nin ve milliyetçi-muhafazakâr MHP’nin cumhurbaşkanı adayı, “ılımlı şeriatçı “Ekmeleddin Bey…

Bölücü PKK’nın adayı, Selahattin Bey…

Dinci AKP’nin adayı, Tayyip Bey… ”

Bunlar da eski-yeni gazetelerden:

Zaman Gazetesi (2008), Ekmelettin İhsanoğlu: “ Devrimler adına geleneklerimizi, demokrasi adına kanunları inkâr ettik.”

Soner Yalçın, gazeteci: “ Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez Anayasa’nın üç maddesine aykırı olan şeriatçı bir teşkilatın/ İKÖ’nün has adamını, devletin başına aday göstermek akıl fukaralığıyla açıklanamaz.”

Mustafa Mutlu, gazeteci: “ Eğer bu adaylarla seçime girilmesi kesinleşirse, bir daha da “cumhurbaşkanlığı seçimi” lafını ağzıma da kalemime de almayacağım. Çünkü benim için o saatten sonra seçim de, cumhurbaşkanı adayları da yok hükmündedir.”

Sinan Meydan, tarihçi, gazeteci: “Yeni Yüzyılda İslam Dünyası” adlı 413 sayfalık kitabında Atatürk’ün adı, “Mustafa kemal” olarak sadece bir yerde bir kere geçiyor. Orada da Atatürk’ün “ askeri dehasından” ve “ üstün liderlik özelliklerinden” falan değil güya Atatürk’ün “Hilafetçiliğinden” söz ediyor. İhsanoğlu burada kendi Hilafetçi düşüncelerine meşruiyet kazandırabilmek için Nutuk’u çarpıtıp Atatürk’ü Hilafetçi ilan ediyor.”

Sinan Meydan, “İhsanoğlu’nun yazı ve dil devrimlerimizle ilgili düşünceleri, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarından duymaya alışık olduğumuz ezberle aynıdır.” diyor. Bu konuda şunları söylüyor: “Öncelikle Türkçe-Arapça-Farsça-hatta Fransızca sözcüklerden oluşan ve Arap harfleriyle yazılan Osmanlıca hiç de İhsanoğlu’nun dediği gibi “gelişmiş”, “mürekkep” bir İmparatorluk dili olan, yüksek edebiyat ve bilim dili” değildir. Her şeyden önce Arapça-Farsça ağırlıklı ağdalı dilin, Türkçeliğinin kalmamasından dolayı adına Osmanlıca denilmiştir.”

Terör örgütünün temsilcisi sözde seçilmiş milletin bir vekili de, ağzındaki baklayı kaçıncı kez çıkarmış. Kaç kez Türkiye’ye cumhurbaşkanı oldukları, hükümetin neredeyse hepsi kendine Kürt diyenlerden oluştuğu halde gelecekteki bölücü hedeflerini açıklamış. Bu sözler suç olmaktan çıktıysa, bölücülük serbestse ne diyeceğiz?

Selahattin Demirtaş, bölücü vekil: “ Biz tek başımıza kişi olarak Çankaya’ya aday değiliz. Halk olarak ilk defa Çankaya’ya adayız.”

Bu sözler de, yandaş basın yayınla halkta akıl karışıklığı yaratmak için söylenen, bunda da maşallah epey başarılı olunan, akıl durduran, akla ziyan sözler. İktidarın başı söyledi:

“Hem Gezi olayları, hem de 17- 25 Aralık girişimlerinin hedeflerinden biri bu projeydi (Üçüncü havaalanı). İsteseler de istemeseler de yapacağız, gerçekleştireceğiz. Hâlâ bu olanları şahsımla, ailemle alâkalı sanıyorlar. Aslında hedef Türkiye’ydi.”

Uzun sözün kısası, ayakkabı kutularında yakalanan paralar, kasa kasa bakan evlerinde gizlenen paralar, sıfırlamak için günlerce uğraşılan, araba araba saklamaları için tanıdıklara taşınan paralar, İranlı damat Rıza Zerrab’lar, tutuklanıp hapse atılan bakan oğulları, rüşvetçiler, yiyiciler, vericiler, aracılar… Hayalmiş… Hepsi, bu havaalanı yapılmasın, önünü keselim diyeymiş…

Bodrum’da böcek ısırığıyla hastaneye düşen biri demiş bunları. İktidarı övmeye, iktidara yaltaklanmaya can derdine düşülünce ara vermiş bıyığıyla ünlü sosyetik modacı:

Cemil İpekçi: “ Millet olarak herkes cumhurbaşkanı kim seçilecek onun peşinde. Ama unutuluyor ki cumhurbaşkanı kim seçilirse seçilsin en önemlisi sağlığımız. İktidarlar değişir yaşayabiliriz. Ama sağlıksız yaşayamayız.”

Biz sanıyorduk ki en önemlisi, ülkemizin bağımsızlığı, şehit kanlarıyla kurulan Atatürk Cumhuriyeti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşaması… 1919’daki gibi: “Ya istiklâl, ya ölüm!”

AKP’li Kumluca belediye başkanı günlerdir cayır cayır yanan Antalya’nın çam ormanlarını tam ülkemizin yönetimine yaraşır şekilde, şöyle koruyor. Yanan 50 hektarlık alan için dedikleri: “Yangının bir an önce söndürülmesi için dua ediyoruz.”

30 Haziran Pazartesi günü Anıtkabir’e çıkmış muhalefetin cumhurbaşkanı çatı adayı. Çekilmiş sesli görüntüsü bilgiağında izlenebiliyor. Bir de Anıtkabir defteri imzalanmış, AKP’den önceki günlerdeki gibi, bir takım duymayı unuttuğumuz sözler yazdırılmış deftere:

“Cumhuriyetimizin kurucusu ve İstiklâl mücadelemizin kahramanı Aziz Atatürk!” diye seslenilmiş. “Türk Milleti!” denmiş.

Görüntüyü kaç kez izledim, Anıtkabir’de özel deftere yazılanları kaç kez okudum, saymadım…

Bu görüntüler, Atatürk’ün huzurundaki o baş eğiş, o saygı duruşu, deftere yazılan o sözler… Bütün bildiklerimizi unutsak, bunlar gerçek olsa… Neler değişecek?

“Cumhuriyetimizin kurucusu ve İstiklal mücadelemizin kahramanı aziz Atatürk, Gencinden yaşlısına hepimize emanet ettiğin Cumhuriyetimiz, bu aralar Reisicumhurun halk tarafından seçimi ile yeni bir evreye erişmiş bulunmaktadır. Bu kutlu, bu ulvi vazifeye talip olduğum şu anda Cumhuriyetin değerlerinin takipçisi ve geliştiricisi olacağımı Türk milletine duyuru ederim.

Bizlere düşen, gelecek nesillerimizin mutluluğunu bugünden kuruluş edecek ihtiyaç duyulan adımları atmak, çatışmadan ve çözümsüzlükten uzak duran ülkemizi aydınlık bir geleceğe taşımaktır.”

AKP’nin adayı da bu gün, Türkiye bir Arap ülkesiymiş gibi, Arapça dualarla, Allah adını kullanarak ağdalı sözlerle toplantısını açmış. Kendini halifeliğine taşıyacak, sözde yapılaşmaya karşı korunmalı Atatürk Orman Çiftliği’nde, yasalara karşı durarak yaptırdığı bin odalık, Amerikan Beyaz Saray’ı taklidi yapay sarayda oturtacak seçime aday olduğunu açıklamış… Ağlaşmışlar…

Saray bugünler için yapılmış. Yapılırken dal oynamamış. Susulmuş… Yapıyı durduran, yapının yıkılmasını buyuran yargı kararlarına uyulmamış. “Güçleri yetiyorsa yıksınlar!” denmiş. Yine susulmuş…

Parlamenter sistemle idare edildiğimiz halde başkan seçercesine cumhurbaşkanı seçer duruma düşürülmüşüz. Buna kimse tepki göstermemiş. Bu seçim olamaz, dememiş.

Başbakanlığa, üç gün önce tam 402 yeni danışman atanmış. Hayırdır? Bu ne? Amerika mı olduk? diyen olmamış.

Bölücü terör örgütüyle yasal olarak anlaşılmış. Katiller bağışlanmış. Örgütü ve örgütü koruyanları koruyan yasalar çıkarılmış. Mırın kırın edilse de pek bir karşı çıkan görülmemiş…

En yüksek yargı organımız Yargıtay, ülkemizde Kürdistan adlı bir partinin kurulmasını onaylamış. Buna karşı çıkan tek ses duyulmamış. Muhalefet sessiz kalmış.

Diyorlar ki, bölünmek için başkanlık sistemi şart. Bunun için seçime zorlanmışız. Bir ay kadar sonra başkan seçilecek, öbür yıl da başkanlığın vekilleri seçilecekmiş… Başkanlık istemiyoruz, bize uymaz, bu bölücülüğe yarar diyen bir vekil çıkmamış yedi yıldır bu bilindiği halde… Seçimler yanaşırken, bu seçim bir tuzak, bunu istemiyoruz diyen, istifa eden, halka dönen olmamış. Sistem tıkır tıkır ilerliyormuş… Bu gidişi durduracak tek güç halkmış. O da paşa paşa seçimde sandığa gidecek, oyunu ya ondan ya diğerinden yana kullanacakmış…

En sonunda Amerikan’ın, İsrail’in, kısaca, küresel çetenin istediği olacakmış…

Ulusalcı bir aday çıkarsaydık, aday tüm vatanseverleri arkasına alsaydı, tüm Türkiye AKP siyasetine karşı dursaydı, yeniden Atatürk ilkelerine sarılsaydık… Hepimiz birer Mustafa Kemal olsaydık…

Bu şu an sanki hayal…

Ya dinciyi, ya ılımlıyı seç! Başkanlığı kabul et. Ülkeni böldür, İsrail’e, Ermenistan’a armağan et!

Bu da gerçek…

Feza Tiryaki, 1 Temmuz 2014
Ek: “ 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlu olsun…”
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x