
Nisan ayındaki kitap eklerinden birinde Homeros’a ilişkin güzel bir yazı vardı. “Edebiyat 25 yüzyıldır, Homeros’tan besleniyor” diyordu.
Homeros, Troya savaşlarını öylesine güçlü bir dille anlattı ki, zaman geçtikçe ‘İlyada’nın, ‘Odysseus’un ömrü artar. Troyalılara saldıran Akhaların kahramanı Akhilleus, Troyalıların yiğidi Hektor, Akha ordusunun komutanı Agamemnon yüzyıllar sonra da önemli tarihsel olayların simgesi oldular.
Anlatılan odur ki, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde Hektor için övgü dolu sözler söyledikten sonra, “Troya’nın da öcünü aldık” der.
1915 Çanakkale Savaşları’nda İngilizler Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u işgal etmek için çıktıkları seferde Başkomutanlık gemisinin adını “Agamemnon” koydular.
Yenildiler...
Yine anlatılan odur ki, Atatürk de “Troya’nın öcünü aldık” diye mırıldanır, tarihe “Çanakkale geçilmez” diye yazdırırken.
Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Osmanlı’ya mütareke imzalattırılırken seçilen geminin adı bir sözü anımsatır:
Agamemnon.
Hektor, bir başka şekilde alır tarih sahnesindeki yerini...
Savaşın en ateşli bölümünde Akhilleus Troyalıları püskürtürken “kudurmuş” gibi saldırır. Troyalılar korkar, hepsi surların içine sığınır.
Dışarıda, surların dışında, korumasız tek kişi kalır:
Hektor...
Troyalılar onun da surların içine girmesi için yalvarır. Dinlemez. Müthiş bir iç hesaplaşmaya girer.
Bir yanda kaçıp surların içine sinmek; bir yanda kaderin dayattığı, Troya’yı, ülkesini koruma mücadelesini yiğitçe verip ölmek...
Bir ara korkuya da kapılır ama yılgınlığa düşmez. Gözleri çoktur korkunun, çok şey üretir. Onu yendin mi, ötesi kolay!
Tanrılar da Hektor’u korumaktan vazgeçer.
Hektor mücadeleden vazgeçmez...
Akhilleus’un karşısına çıkar.
Çarpışırlar ve Hektor ölür!
Akhilleus kazanmıştır ama, kahraman Hektor’dur. Shakespeare, bu çarpışmayı tiyatro sahnesine taşırken Hektor’u dürüst, namuslu, gözüpek bir yiğit, Akhilleus’u ise gülünç, kibirli bir tip olarak çizer...
Homeros’un destanlarının yıllar, asırlar geçtikçe gençleşmesinin, çoğalmasının nedeni, en acımasız savaşı bile insanın özünü öne çıkararak anlatması...
O yüzden bu destanları her okuyuşta insan içinde bulunduğu duruma göre başka şeyler anlar. Her okuyuşta değişik çağrışımlar, dersler doğar içinde...
İnsan ülkesi için, önem verdiği değerler için mücadele etmeyi kafasına koydu mu, ne olursa olsun kazanmış demektir.
Öyle mücadeleler vardır ki, kaybetmeye değer!
Gün olur, yaşamı boyunca savundukları, topluma anlattıkları, “suç” olarak karşısına çıkarılır.
Gün olur, insanlığın en büyük özlemi “barış” için verdiği mücadele, yazdığı kitaplar “savaş malzemesi” gibi önüne konur.
Gün olur, “gerçek aydın hem devletiyle hem toplumuyla barışık olmalı” temeline oturttuğu aydınlanma mücadelesi, “halkı isyana teşvik” olarak dosyasına konur!
O gün ne yapacak?
Kazandım mı kaybettim mi diye bakmayacak.
Doğru yerde miydim yanlış yerde miydim diye bakacak.
Doğrularına inanıyorsa, içinde bulunduğu durum ne olursa olsun kazanmış demektir.
Benim sonum ne olur diye düşünmeyecek.
Savunduğum değerlerin sonu ne olur diye soracak. Bu mücadeleye girenlerin sonuyla ilgili zaten birkaç gerçek var; onlardan biri olur. Ama savunduğu değerleri yerde bırakmayacak, nerede olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun başının üstünde tutacak...
Herkes surların arkasına çekilip kendisini koruma altına aldı. Hektor tek başına kaldı.
Akhilleus’la çatıştı.
Dövüşü kaybetti ama davayı kazandı.
Değerleri uğruna ölmek, ölmemek üzere dirilmekti. Hektor’u izleyenlere sözüm Shakespeare’in diliyle olacak:
Yanında mısın karşısında mısın Hektor’un?
İşte bütün sorun!
MUSTAFA BALBAY Cumhuriyet
30.04.10