HIRSIZ ŞEHZADE
-Okumadan geçmeyin-
(Bu Pazar’ın Masalı)
Azeri Türklerinin Halk Hikâyeleri adlı kitapta okudum “Hırsız Şehzade”yi. Kitabı Alhan Altan Araslı hazırlamış. Bu eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınlarının, “Kültür Eserleri” dizisinden 45.cisi. 1980 basımı kitabı, Ankara Başbakanlık Basımevi basmış, ilgili bakanlığın Ağustos 1985 tarihli onayı ile. Yirmi dokuz harfimiz gibi, tam yirmi dokuz öykü toplanmış bu kitapta. Her öykünün altına alındığı yer, eser yazılı. Bu öykü (masal), Azerbaycan Folklor Antolojisi Bakü, 1969, Nizami Dil ve Edebiyat Enstitüsü Yayını.
Geleyim neden bu sözleri yazdığıma. Sizleri bilemem ama masal okumayı, yazmayı, dinlemeyi çok seven biri olarak, ilk kez bir hırsızın, bir adi katilin, yalancının sonunda kazandığı, cezalanmadığı, keyfi adam öldürmenin olağan sayıldığı, kısaca, kötünün, kötülüğün kazandığı bir Türk masalı okudum. Derleme olduğu kanıtlanan, uyduruk değil, gerçekten bir kaynağa dayalı bir masal. Şaşkınlığım hâlâ geçmedi.
Sizlere masalı kendi anlatım dilimle kısaltarak anlatacak, gerekli gördüğüm yerlerini ise olduğu gibi alarak, tırnak imi içerisinde vereceğim. Okuyunca ne düşüneceksiniz, gerçekten meraktayım…
(Azerbaycan’dan derlenen masallar, Anadolu masalları gibi başlamıyor. Bir varmış, bir yokmuş yerine, “Bir vardı, bir yoktu.” deniyor. Olaylar öykü diliyle anlatılıyor, miş’li geçmiş zaman pek kullanılmıyor. Sanırım bu yüzden kitabın adına halk öyküleri denmiş. Bu masallarda tekerleme yok gibi. Bir vardı bir yoktu denilip konuya giriliyor. Koca karıya, cadıya, “küp karısı” deniyor. Küpe girip istediği yere giden. Halıyla değil, süpürge sapıyla değil, küple uçan koca karı. Tüccarlar, kervanlar eksik olmuyor masalların konularında. Derviş, mutlaka bir görünüyor, genellikle kötülük ediyor. Saraylar, köşkler, zenginlik, mücevherler… Pehlivanlık da çok önemli. Beden gücü, yiğitlik… Yarışmalar bunun üzerine. Masallar, hep padişah, padişahın veziri, vekili, padişahın oğlu, kızı, kardeşi, hanımı üzerine anlatılmış. Masalı okurken özellikle tırnak imi içinde yazdığım bölümlerdeki Türkçenin söyleyiş güzelliğine dikkat ediniz.)
HIRSIZ ŞEHZADE
Bir vardı, bir yoktu. Bir şehrin bir padişahı vardı. Bu padişah hem padişahlık ediyor, hem de tüccarlık yapıyordu.
Bu padişah bir gün, tüccar giyimini giydi, yoldaşlarını yanına aldı, malını yükledi, kervanıyla yola çıktı. Yolu bir çölden geçerken, çölün ortasında bir ışık gördü. Çölün ortasında bu ışığın işi ne, gidip bakayım dedi. Yoldaşlarından ayrılıp tek başına ışığa doğru gitti. Bir de baktı ki, çölün ortasında bir ev. Işık evden geliyor. Kapıyı çaldı. Bir koca kişi kapıyı açtı, padişahı içeri buyur etti. Evde dünya güzeli bir kız. Evde ne ateş yanıyor, ne bir şey. Işık kızın güzelliğinden geliyor. Yoksa çölün ortasında ışık ne arar? “ Padişahın aklı başından gitti. Padişahlığını neyi unuttu.”
Padişah, kızı nenesinden dedesinden istedi. Padişahlığını sakladı: “Ben (men) tacirim, bu kızı bana verin, yoksa deli olacağım. Onu görünce aklım başımdan gitti, dünya gözümde silindi.” dedi. Kızın nenesi dedesi buna karşı çıktılar:
- Bu kız, bizim yarımız, yoğumuz. Kızımız çok güzel. Bu nedenle kötülerden kaçıp bu çöle sığındık, dediler.
“Padişah, onların çok fakir olduğunu anlayınca fırsatı nimet bildi.”
- Kızı bana verin, ben burada yanınızda kalayım, diye ısrar etti. “Böyle çok konuştular, az işittiler, sonunda kızı tüccara verdiler.” Padişah hemen kendisini bekleyen yoldaşlarının yanına döndü, onlara kervanın yola devam etmesini, malları satınca gelip kendini almalarını söyledi.
Tacir padişah, kızla toy düğün etti, kızı aldı. Bir altı ay sonra kervanı geri döndü. Bu arada hanımı hamile kaldı. Padişah kervanla göçmeden önce, onlara çokça para verdi. Mal verdi, ihtiyaçlarını giderdi. Koynundan bir pazubent çıkardı. Sonra şöyle dedi:
“Eğer kızım olursa, everin gitsin. Yok, eğer oğlum olursa bu pazubenti koluna bağla, gelip beni bulsun.”
Padişah böyle söyleyip vedalaştı, kervanıyla kona göçe memleketine vardı.
Aradan bir üç ay daha geçince hanım sancılandı, bir oğlan doğurdu. Çocuğunun babasının bir padişah olduğunu bilmiyordu, onu tüccar sanıyordu.
Bir süre sonra hanım kızın dedesi öldü. Ninesiyle, oğluyla bir başına kaldı. Bir süre sonra da ninesi öldü. Hanım kız, oğluyla yapayalnız kaldı.
“Gün geçti, ay geçti, yıllar geçti, oğlan gelip yedi yaşına çattı. Yedi yaşındaki oğlana dersin on beş yaşında.”
Yaşından büyük görünen, on dört on beş yaşındakileri dövebilen oğlan, medresede okuyordu. Bir gün oğlanın biri ona, piç, dedi. “Babasından haberi yok köpekoğlu!” dedi.
“Bu söz oğlana çok dokundu.” Evde, hançerle anasının üzerine yürüdü:
-Benim babam kim? diye sordu anasına. Okulda söyleneni anlattı. Anası:
-Senin baban varlıklı bir tüccardır. Sana da bu pazubenti bıraktı diyerek, pazubenti çıkarıp oğluna gösterdi. Pazubenti koluna bağlayan oğlan, babasını aramaya karar verdi.
“Oğlan alttan giyinip üstten kuşandı. Üstten giyinip, alttan kuşandı. Anası da yanına altından, neden aldı. Ana-oğul yola düştüler.”
Az gittiler, uz gittiler… Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerek, konaklaya göçe, bir dağın eteğine vardılar. Orada bir mağara gördüler. Ağzı dar, içi geniş. Mağaraya yerleştiler, mağarada yaşamaya başladılar. Rastlantıya bakın ki, aşağıdaki şehir, oğlanın babası tacir padişahın padişahlık ettiği şehirdi.
Bir gün anası, oğluna altmış para(pul) verip şehre gönderdi. Oğlundan, alış veriş yapmasını istedi.
Oğlan, pazarda bir inek gördü, altmış paraya aldı. Altmış paraya aldığı ineği daha yüksek paraya satıp para kazanmak istiyordu ama ineği kimse almadı, akşamüstü, zar zor birine yarı fiyatına verebildi. Bu işten otuz para zarar etti. Evde anasına:
“Ana, otuz para zarar ettim. Benden tüccar olmaz. Gidip hırsızlık edeceğim.” dedi.
(Şehzadenin hırsızlık yaşamı burada başlıyor. Anası korkusundan sesini çıkaramadı deniyor masalda.)
Gece vakti oğlan şehre indi. Kılığını değiştirdi, sarındı, giyindi. Bir kuyumcuyu soydu. Dükkânın damını delip içeri girdi, Altınları bir torbaya doldurdu. “Ağamı Allah saklasın, düz mağaraya geldi.”
(Oğlanın anasına dedikleri, anasının sessizliği, “Ağamı Allah saklasın…” diyerek hırsıza yapılan dua da ilginçtir. )
Anasına:
“Ay ana, beş altı ay ticaret yapsam, bu kadar para kazanmazdım. Görüyorsun iki saatte ne kadar kazandım.” dedi.
Sabah oldu. O güne kadar hiç hırsızlık olmayan şehirde ertesi gün herkes bunu konuştu. Fısır fısır fısıldaştılar. “Bu ne iştir” dediler.
“Akşam oldu, gözüne yandığım oğlan, gene sıkı sıkı sarındı, ağamı Allah saklasın, şehre gitti.”
(Oğlan artık her gece bir hırsızlık yapıyor. Anlatıcı hep dualı sözlerle anlatıyor bunu.)
Oğlan, gece şehirde damların üstünde dolaşırken evlerden birindeki şu konuşma kulağına geldi:
-Sabah develere mal yükleyelim, çöle salalım. Deveciler, çölde bir yana sinsinler, hırsızı beklesinler. Hırsız, başıboş develeri mallarıyla götürmeye kalkınca da hırsızı yakalayalım.
“Oğlan demek böyle diyerek oradan ayrıldı, tez bir dükkân daha soyduktan sonra eve döndü.” Sabah, üstüne eski püskü şeyler giydi, sakal takındı, kendini yaşlı gösterdi. Kemikleri çıkmış bir yaşlı eşek buldu, eşeğe bindi. Yanına da uyuşturucu otlar, tozlar aldı, çöle doğru yola çıktı. Deveciler oturmuş içki içiyorlardı. “Adamlar bu koca kişiyi görünce ona seslendiler:
-Emmi, gel sen de bize katıl.”
Oğlan onlara sakilik etti (içki dağıttı). Dağıttığı içkilere gizlice yanında getirdiği otlardan, tozlardan döktü. Bunlardan içen bir yana kıvrılıp kaldı. Oğlan hemen üstünü değişti, sakalını attı, eski elbiseleri fırlattı. Eşeği önde, yakaladığı yüklü deve arkada, mağaranın yolunu tuttu. Oğlan getirdiği değerli yükü bir yana yığdı. Devenin başını kesti, anasına etinden kavurma yap, kavurmayı küpe bas, dedi.
“Deveciler, ayıldıklarında bir de ne görsünler. Amanın, ne deve var, ne koca saki! O saat parmaklarını dişlediler. Vay canına, bu hırsızmış, dediler.”
Şehir halkı haberi tez elden duydu: Yandık kaldık bir hırsızın elinden, biz ne edeceğiz, bir hırsızla baş edemiyoruz, diye yakındılar, sonra bir çare buldular. Bir küp karısına gittiler. “Karı: Ben onu bulurum, dedi.”
Küp karısı, küpüyle havalandı, etrafa bakındı. Dağın eteğinde bir duman gördü. Mağaranın dibine kadar uçtu, orada küpten indi. Kapıyı çaldı. Oğlan ava çıkmıştı, anası mağarada yalnızdı.
Küp karısı, oğlanın anasından deve eti istedi. Varsa biraz ver, gelin deve eti diye başımın etini yiyor, gelinime götüreyim, dedi. Anası, küp karısını içeri buyur etti. Doyurdu, yanına da bir kap kavurma verdi.
O sırada oğlan eve döndü. Havalanan küp karısını gördü.
Anasından olanları öğrenince, hemen küp karısını ardına düştü. Küp karısı küpüyle uçtu, oğlan ardı sıra koştu. Karı küpten inince, gizlenerek yolunu kesti:
“Karı nene ne var ne yok?” diye hatır sordu. Küp karısı, hırsızı buldum, padişaha haber vermeye gidiyorum, müjdemi alacağım, deyince, oğlan:
“Karı nene dayan, ben de sana bir müjde vereyim.
Oğlan bunları dediği gibi hançerini çekerek karıyı cansız yere serdi. Kavurmayı yere saçtı, karının da bir kolunu kesip eve döndü.”
Evde, anasına mağaraya kimseyi sokmamasını, yoksa kendilerini yakalayıp öldüreceklerini söyledi.
Biz gelelim, padişaha. Padişaha da durumu hemen yetiştirdiler. Küp karısının hırsızı bulduğunu, “hırsızın onu yaman takip ederek bir köşede öldürdüğünü” anlattılar.
Şehir halkı, o gün hep bu olayı konuştu. Bir hırsızla baş edememekten, bu nedenle şehri terk etme zorunda kalacaklarından yakındılar.
Akşam oğlan, yine damlarda gezerken hırsızı nasıl yakalayacaklarını duydu, dinledi. “Hırsız kısmı avrada düşkün olur.” diyorlardı. Vezirin güzel kızı onu oyalasın, biz de özünü öldürelim, dediler. Çölde bir çadır kurdular, içine kızı koydular, hırsızı beklediler.
Oğlan yanında sakladığı kesik kolla geldi. Çadıra girdi, önce kıza göz etti, söz etti, sonra kıza sarıldı. Kız da onun koluna sarıldı. Kız sarıldığı kol elinde kalınca şaşırdı. Oğlan kolu bırakıp çoktan çekip gitmişti.
“Kız bir başını dövdü, bir dizini. İş işten geçmişti.”
Padişah, vezir, adamları geldiler. Vezir dövündü: “ Gözümün akı karası bir tek kızım vardı, onun da evini yıktınız.
Bunlar-kör pişman evlerine geldiler.”
Akşam olunca padişahın dergâhında toplanıldı yine. Oğlan da, damda konuşulanları dinledi. Sabahleyin herkes şehri terk etsin, bayıra neye çıksın! dediler.
-Hırsız gelince de hırsızı tutarız.
Bunları duyan oğlan: “Becerirseniz tutun görelim, dedi. Gene bir varlıklının dükkânına girdi. Ağamı Allah korusun, düz evlerine döndü.”
Sabah olunca oğlan, şehirde bir koca karı buldu, onu parayla kandırarak bir oyuna razı etti. Kendisi, kız kılığına girdi. Sen anam ol, beni isteyene hemen verme, çok para iste, ağırlığımca altın versinler, sonra razı ol, dedi.
Şehrin valisi kadına düşkünmüş. Oğlan da bunu duymuşmuş. Vali adamlarıyla şehrin dışına çıkarken, koca karı ile kız kılığına giren oğlan, yol kıyısına oturdular. Vali geçerken oğlan yüzünü gösterdi. Vali o an atından düştü: “O kızın derdinden ben öldüm.” dedi.
Sonunda vali, kızın ağırlığı kadar altın verip, koca karıdan kız sandığı hırsız oğlanı aldı, valinin evinde toy düğün başladı. Eğlence bitince vali ile hırsız, evde baş başa kaldı. “ Vali onu kız sanıyordu. Durmadan yüzünden, gözünden öpüyordu.”
Hırsız: “Daha ötesi yok. Sen benimsin, ben senin. Gel önce evimizi bana güzelce gezdir, sonra keyfedelim.” deyince vali evini hırsıza gezdirmeye başladı.
Son odada mancınık vardı. Vali kızdığı insanları buna oturtur yukarıya fırlatırmış. Tavandaki dişler de o kişiyi o saat öldürürmüş.
Oğlan, önce mancınığa kendisi oturdu, deneyeyim, beni fırlat dedi. Vali sevgilisini kıramadı, kolu yavaşça çekti, oğlan yere düştü. Bu kez oğlan valiye, sen otur ben seni fırlatayım dedi. Vali yavaş fırlat ha, deyince hırsız:
“Hiç hızlı fırlatır mıyım? İnsan sevdiğine eziyet eder mi? diyerek onu yatıştırdı.”
Hırsız kolu öyle güçlü çekti ki, vali tavana fırladı, batan çivilerden kanlar içinde yere yığıldı kaldı.
Hırsız oğlan, valiyi öyle bıraktı. Evden değerli şeyleri topladı, kaçtı, mağarasına gitti, yattı.
Sabah adamları valiyi kanlar içinde yerde yatar buldular. Hekim aradılar. Oğlan durur mu, bu kez hekim kılığına girip konağa geri geldi. “Ben tabibim, her derde derman bulurum” dedi. Şart olarak bir köşk istedi. On beş gün köşke kimse girmeyecek, vali ile yalnız kalacaktı. Dediğini kabul ettiler. Hırsıza hekim diye bir köşk verdiler, yaralı valiyi de oraya taşıdılar. Oğlan kimseye görünmeden pazardan bir bıçak, bir çuvaldız, biraz da tuz aldı, valiyi tedaviye girişti.
“Valinin her yanını yardı, tuzu doldurup dikti. Sonracığıma da kapıyı bağlayıp düz evlerine gitti. Rahat rahat öz işinde, öz gezmesinde, öz keyfinde oldu.”
On beş gün sonra köşke gelenler, valiyi kurumuş kalmış bir durumda buldular. Dizini başını dövdü hepsi:
-Bir hırsızla baş edemiyoruz, en iyisi başka yere göçelim, buraları terk edelim.
Aralarından birisi son kez daha deneyelim, bir fikrim var deyince: “De görelim, fikrin nedir?” dediler.
İki kişiyi güreştirelim. Bunlardan biri yoksul olsun, diğeri varlıklı. Varlıklı yoksulu yensin. Bu duruma olmadı diyeni, üzüleni yakalayalım. Çünkü,“Bu hırsız fakirleri tutar.” dedi akıl veren kişi. Oğlan bu konuşmaları duyamadı, o gece damda değildi.
Ertesi günü, güreş yerine gitti. Herkesle beraber güreşenlere baktı. Güreşte varlıklı oğlan, yoksulu yenince beklenen oldu. “ Birden bizim hırsız atıldı: “Olmadı” diye.
Tamam hırsız bu diyerek onu tuttukları gibi padişahın huzuruna götürdüler.”
Şah oğlanın asılmasını emretti. Hırsızın boynuna ip geçirdiler, üstünü soydular, soyunca da kolundaki pazubenti gördüler. Adamlar hemen padişaha koşup bu pazubenti gösterdiler.
“Padişah pazubenti görür görmez yüreği parça parça oldu.”
Hırsıza, kim olduğunu sordu. Oğlan kim olduğunu demedi.
“Hırsızsam öldürt, değilsem bırak gideyim. Sana ne var, ben kimsem?”
Sonra padişah bu pazubent benimdir deyince oğlan babasını tanıdı.
“Sarmaş-dolaş oldular.”
Padişah oğlana anasını sordu, saraya getirmesini isteyince hırsız:
“ Benim varlığım seninkinden çoktur. İki at, üç at yetmez getirmeye. Deve katır ne ver getireyim.” deyince develerle, katırlarla mağaraya geldiler, padişah hanımıyla kucaklaştı, oradaki eşyaları yükleyip saraya döndüler. Padişah hanımıyla yeniden toy eyleyip (düğün etmek) evlendi.
(Aşağıdaki satırlar masalın son satırları. Olduğu gibi aldım. Yavaş yavaş, içinize sindirerek okuyunuz. Bakın, hırsızlık, yalancılık halk tarafından nasıl kutsanıyor, övülüyor. Padişah, hırsız oğluna tacını tahtını sırf bu özelliğinden dolayı nasıl veriyor. Hırsızın öldürdüğü nineden, kandırarak öldürdüğü validen söz eden bile yok. Bu kadar mı günümüze benzer bir masal?)
“Herkes hırsızın marifetlerinden sitayişle (övme) bahsetmeye başladı. Padişah da başından tacı çıkararak oğluna giydirdi.
“ – Sen benden çok daha beceriklisin. Benden daha iyi iş görürsün. Padişahlığa benden çok sen yakışırsın. Bu şehri ve halkı benden daha iyi idare edersin.”
Böylece hırsızımız padişah oldu. Yediler içtiler, muhabbet dolu günler geçirdiler. Gökten üç elma düştü. Biri özümün, biri masal diyenin, biri de benim. Sen sağ, ben selamet. Sen yüz yaşa, ben iki elli.”
Feza Tiryaki, 27 Temmuz 2014