
Homo fobicus insanının yapısal özellikleri ise şöyledir:
- -Önündeki çiftçiye al ananı da git denilerek kovulduğunu gördükten sonra, açım bile diyemez.
-Her sokaktaki mobese kameralarına şüpheli izlenimi vermemek için özen gösterir.
-Kapı gıcırtısından ürker.
-Daima takip edildiğini ve telefonlarının dinlendiğini düşünür.
-Bir homo fobicus, bayramının ramazan mı, şeker mi olduğuna kendisi karar veremez.
Beni unutmamış olduğunuzu, açık istihbaratın okuru olmanızdan dolayı varsayarak, merhaba sevgili okuyucu!
Bu kadar zaman yazılarımı, dolayısıyla sizleri ihmal etmiş olmama, 16 aydır hapiste bulunmamı yeter gerekçe saymayacak olanlara ise ayrıca inançlarından dolayı teşekkürler.
Bu yazıyı -elimizde kalan mevcuduyla- memleketin tüm gündemini işgal ederek, bir gün her yerimize batacak olan gerçeklerin, bu aralar gözümüze batmaması için adeta bir gizleme ağı gibi kullanılan agarta-magarta davasının zekâ (!) ürünü ayrıntılarını anlatmak için yazmıyorum.
Bir çok yazımda da vurguladığım gibi bilgi çağı,savaş ve işgal yöntemlerini de her şeye yaptığı gibi başkalaştırmış, eski klasik usullerin yerini yenileri almıştır. Çağımızın savaşları; yani bilgi savaşı, bilgiye sahip olma avantaj ve önceliği, bilgilendirme ayrıcalığı, bilgilendirme inisiyatifi, bilgi sızdırma veya alabilme kudreti gibi esaslar üzerinde kuruludur.
Bu savaşların en önemli silahı ise kavramlardır. Daha önce de bir çok defalar bahsettiğimiz gibi bilgi, yaratılan kavramlar üzerinden servis edilir. Yapılan yaşam tarzı reklamları ve yürütülen propaganda üzerinden bu öyle bir hale gelir ki, artık o kavramın adı dahi geçtiğinde, hedef kitlenin beyninde yaratılmak istenen imge, dört başı mamur canlanıverir. O konuda, o kadar çok şey dinlemiş ve yönlendirmeye maruz kalmıştır ki kavram anıldığında hiçbir açıklamaya gerek kalmaz.
Mesalâ mahalle baskısı kavramı buna tipik bir örnektir. Sosyolog, siyaset bilimci, din bilimci, siyasetçi, gazeteci, simitçi-kahveci-gazozcu üçlüsü, dağdaki çoban ve hatta çobanın güttüğü koyun dahil, ocu, bucu her kesimden yetkin (!) ağız tarafından ilgili veya ilgisiz her konuda kullanılır, atıf yapılır bir hale gelmiştir.
Kime sorsanız bu konuda bir açıklama yapar, hatta kahvehane analizlerinde bile kullanılır olmuştur.
Devlet politikası haline gelen bir ideoloji ile ortaya çıkan ve görece daha bilimsel dayanakları olan örnekler de vardır.
Ekim devriminden sonra Sovyetler Birliğinde başlayan süreç, tam da böyle bir süreçti. Stalin ve tek parti diktatoryası Homo Sovyeticus adı verilen bir insan tipini dizayn etmeye çalışıyordu. Çok ayrıntıya girmeden; gettolarda yaşayabilen, sormayan ve sorgulamayan, yarı asker, yarı sivil, dünyanın tüm işçilerinin birleşebileceğine inanan, tanrı tanımaz, hayatını kendisi için belirlenen programa göre yaşayabilen, Stalin ve parti hakkında tek eleştiri yapmayan, daima çalışabilen, düşük masraflı bir iş makinesi formunda bir insan tipi olarak özetleyebiliriz.
Homo Sovyeticus yani Sovyet İnsan Tasarısı, KGBnin tüm gücüne, Stalinin sınırsız yetkilerine, hatta parti karşıtı fikirlerini fısıltıyla konuştuğu komşusunun potansiyel bir KGB muhbiri olması ihtimalinin kuvvetine rağmen; Soljenitsin gibi fabrika hataları üretebilmiş ve yine bu fabrika hatalarından biri olan Yeltsin tarafından, parlamento binasının bombardıman edilmesi gibi trajik bir sonla, bir hayal olarak tarihe gömülmüştür.
Prestroyka ve glasnost gibi yine tarihe geçen politikalar ve bunları uygulayan Rus politikacıları yüzünden halkımızın şefkatle (!) kucakladığı ve Nataşa dediği, her biri mimar, mühendis, ressam, doktor olan, Sen bana verejek 50 dolar, sonra beraber duj repliği ile meşhur; devamında ise Oy Nataşa Nataşa, attın beni ataşa türünden türkülerimize konu olan beyaz tenli, genellikle sarışın, ekim, kasım, aralık aylarında sahillerimizi Ağustosun 15i gibi ısıtan sıcak kanlı soğuk iklim insanları, parlak (!) Homo Sovleticus evriminin geldiği son noktadır.
İyilikten maraz doğduğunu bilen insanımıza, fazla şefkatin keseye zarar olduğunu öğreten, Yılda 500 milyon dolar para, Nataşaların kazandığı fuhuş parası olarak yurtdışına çıkıyor, dövizimiz yurtdışına akıyor türünden zekâ(!) ve birikim(!) dolu, veciz ekonomik analizlere konu olarak Ne yani yerli malı mı kullanmalıyız? türünden magazin yorumlarına dahi malzeme olabilmiştir. Ana vatanı Rusya dolaylarıdır.
Klasik ekonominin babası, liberalizmin peygamberi Adam Smith ise Homo Economicus tipi insan kavramını antropoloji literatürüne kazandıran isimdir. Yaklaşık on beş yıl süren j. Maynard Keynes kesintisi haricinde, IX. Yüzyıldan bu yana dayatılan ve Turgut Özal sayesinde 1983te bizim de dahil olduğumuz bu evrim süreci ise şu sıralar büyük gürültülerle yıkılmaktadır.
Bu tip insan daima yemek ister, üretmeyi sevmez, attığı her adımda parayı düşünür. Bankalar geçim kaynağı, kredi kartının limiti övünç nedenidir. Hiç parası yoksa bile evi, arabası, moda kıyafetleri, kimliğini ibraz yöntemidir. Asla düşünmez ama mutfak ile tuvalet arasında bir boru olmanın Epikürist zevkler onun için hayatın anlamı demektir. 60, 80, 100 ay vadeyle kredi alıp istediği her şeye sahip olabilir. En sevdiği felsefe carpe diem; yani anı yaşa dır.
Cebindeki doların üzerinde, güvendiği yazılı olan bir tanrısı vardır. Yani eğer cebindeyse tanrıya inanır ve tüm değer yargıların o tanrı (?) belirler. Aslında Milletlerin Zenginliğinde Adam Smithin çok daha farklı tanımlamış olmasına rağmen, ne yazık ki vahşi kapitalizmin yönlendirdiği bir tipin evriminde geldiği son nokta budur.
Hatta bu aralar Playboya kapak olmak üzere para sihirbazlarının çıtır arıyor olmaları, bu evrimin de homo sovyeticusta olduğu gibi nataşalaştığını göstermektedir. Zaten ecomomicus u gittikten sonra geriye sadece homosu kalacaktır. Ana vatanı Atlantikin ötesidir.
Yazımıza konu olan Homo fobicus yani korku insanı ise fazla değil, yaklaşık 1.5 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bilimsel bir kaynağa dayanıp dayanmadığını ne yazık ki henüz bilmiyoruz. Ancak homo economicus tasarlayıcılarının, çöken imparatorluklarını ayakta tutabilmek için sömürdükleri ülkelerde var etmeye çalıştıkları bir yaşam formu olarak, sömürüye müsait bir toplum yaratabilmek amacıyla planladıkları, hatta senatör Mc Carthy eliyle fiilen tecrübeden sonra ihraç ettikleri bir model tasarımı olma ihtimali önümüzde durmaktadır.
Bu dönüştürme faaliyetinin sistematik bir proje mi, yoksa bir kaza mı olduğu da cevabı bulunması gereken sorulardan biridir. Bazı soruşturma ve operasyon dalgalarının ardışık bir şekilde devamı birinci ihtimali; ortaya konan iddia ve gerekçelerdeki bariz muhakeme eksikliğinin muhtemel zekâ zafiyetine işaret etmesi ise ikinci ihtimali kuvvetlendirmektedir.
Her şeye rağmen kesin olan ise, homo fobicus tipi insan dizaynının tüm hızıyla sürdüğüdür. Homo fobicus insanının yapısal özellikleri ise şöyledir:
- -Önündeki çiftçiye al ananı da git denilerek kovulduğunu gördükten sonra, açım bile diyemez.
-Her sokaktaki mobese kameralarına şüpheli izlenimi vermemek için özen gösterir.
-Kapı gıcırtısından ürker.
-Daima takip edildiğini ve telefonlarının dinlendiğini düşünür.
-Siyasi bir fikri yoktur, olsa bile bunu yüksek sesle söylemez.
-Bir homo fobicus, herhangi bir şeyle ilişkilendirilmekten daima endişe eder.
-Bir homo fobicus, bayramının ramazan mı, şeker mi olduğuna kendisi karar veremez.
-Daima yardım alır ve el açarak yaşar; hep bir minnet içindedir.
Homo Sovyeticus ve Homoeconomicusun tarihsel geçmişine rağmen, homo fobicusun bir geleceği vardır. Hamuru bu yapıya uygun olmayanlar ise her ne kadar Behiç Gürcihan, inadına Türkbükü olarak nitelese de F tiplerinde istihdam edilmektedir.
F tipi sakinlerinden biri, hatta bu sürecin en uzun içeride kalanı olarak, bu bilgi savaşında karşı cepheye onları ifşa ederek cevap veriyorum. Eşdinsellik bunlardan biriydi, (Eşdinsel...) Homo Fobicus bir diğeri.
Aslında bu işin mimarlarının unuttuğu bir şey var ki;
Türkün hamurundan bu ekmek çıkmaz.
Eşdinsellere, F tiplerine, Homo Fobicuslara, râm olanlara inat;
VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN
Oktay Yıldırım
09.09.2008
Silivri Cezaevi