Farklı bir olay olduğu zannedilsin diye adına "bahar" denilen sömürgeciliğin ve ihanetin en kanlı örneklerini, son yıllarda çok ve yaygın bir şekilde görmekteyiz.
Geride kalan 20 yıl içinde şahit olduklarımıza bakıp da şu sonucu çıkarmamak imkânsız; Bu bölgede güçlü bir devlete sahip olamayan, hayatta kalamaz.
Çeşitli ve arızalı gerekçelerle devleti bölüp parçalayarak güçsüzleştirmek, bütün vatandaşların hayat hakkını ellerinden almaktır. Başka hiçbir hak, bu katilliğin mazereti veya bahanesi olamaz.
"Evet ama, biz baskı gördük" bahanesi de akılcı değildir. Bölünerek güçsüzleşen parçalarda hayatta kalabilen insanların, başka bir baskıcının kucağına düşmenin dışında elde edebileceği hiçbir sonuç yoktur.
Güçlü bir devletin sınırları içinde doğma şansına sahip olan insanların yapacakları en doğru iş, demokratik yollarla ve insanca yöntemlerle, her türlü baskıya karşı yılmadan mücadele etmektir.
Önerilen çözümler de, mantıklı olmak zorundadır. Her baskı görene ayrı bir bölge tahsis etmenin mantıksızlığını, Türkiye'deki bütün kadınları bir bölgede toplamanın komikliğinden anlayabilmek, büyük bir zekâ gösterisi değildir.
Başka topraklarla işbirliği halinde, kendi toprağına ihanet eden hainler, dünyanın her yerinde baskı altına alınırlar.
İkinci Dünya Savaşı'nda, Alman, Japon ve İtalyan asıllı ABD vatandaşlarının neler yaşadıklarını öğrenenler, baskı neymiş görürler. Üstelik onlar, üzerinde yaşadıkları toprağa ve vatandaşı oldukları devlete ihanet etmemişlerdi bile. Tek suçları Alman, Japon veya İtalyan olmaktı.
Türkiye'de ise, ihanet etmeyen Kürt, hiçbir zaman ihanet eden Kürt ile bir tutulmadı. Bu nedenle Avrupalıların ve Amerikalıların olsun diye çok çalıştıkları bir Türk-Kürt savaşı yaşanmadı. Namuslu Kürtler her zaman bütün vatandaşlarla aynı haklara sahip oldular.
Mozaikçilerin sıralayıp saymaya bayıldıkları çok sayıda etnik grup yaşıyor Türkiye'de ve tamamına yakını hiçbir baskı görmeden etnik kimliklerini de, aynı vatandaşlık kimlikleri gibi bütün özgürlükleriyle beraber yaşıyorlar.
O konuda ülkemizde, baskı gören ile görmeyeni ayıran bir tek ölçü var; İHANET.
Türkiye'de görülen baskı, iddia edildiği gibi ihanetin sebebi değil, daima sonucudur. Önce ihanet edilir, sonra da ihaneti önleyecek doğru veya yanlış, tedbir amaçlı baskı gelir.
Başka toprakların insanları uğruna, kendi toprağının insanına ihanet etmek, dünyanın her yerinde tepki ve yaptırım ile karşılaşır. Türkiye'deki yaptırım en insaflısıdır. Bir çok ülkede ihanetin cezası ölüm iken, Türkiye'de hain olana "Gel, sen de benden ol" denilmiştir.
Türkiye'de baskı görmenin nedeni olan İHANET, bir ahlâk sorunu olduğuna göre, bu kusurun sahiplerinin de artık yavuz hırsızlığı bırakıp, bir özeleştiri yapmalarının zamanı geldi de geçiyor bile.
Bu toprakların Kürtlerden ve diğer bütün insanlardan istediği tek bir şey var; İHANET ETMEMEK"
Çok mu ağır bir şart bu ? İyi ahlâk sahibi olmak, insanlığın da ilk şartı değil mi ? Bütün dinler de bunu emretmiyor mu ? Bu toprağın ekmeğini yiyen bazı insanlar, bu şartı yerine getirmede niçin çok büyük bir zorluk çekiyorlar ? Onlar için iyi ahlâk sahibi olmak, ahlâksızlığa mazeret uydurmaya çalışmaktan daha zor bir iş haline, nasıl gelebiliyor ? Sürekli olarak suça, kabahate kılıf uydurmaya çalışmanın onursuzluğu ile, nasıl yaşanır ?
Yanlışlarını düzeltmeye bu derece meraklı ve istekli bir devletin ve milletin içinde yaşarken ve katkı yapmak niyeti ile tartışmaya katılmak dururken, düşmana katılıp ihaneti tercih etmenin, anadilde savunması nedir ?
Irak'ın kuzeyinde ortaya çıkan aşiret diktatörlüğündeki sosyal gelişmeyi, ıslak ve riyakâr ağızlarla ballı börekli anlatanların söylemek istemedikleri tek şey, oradaki gelişmenin, Türkiye'nin imkânları ve güvencesi altında sağlanıyor olması.
Irak'lı Kürtler bu şansa daha yeni kavuştular ama, Türkiye'deki Kürtler hayatları boyunca o güvenceye sahip olduklarından, Güneydoğu'daki feodal sistemin dışına kaçabildikleri ölçüde, insanca yaşama imkânını hep elde ettiler.
Irak'ın kuzeyindeki Kürtler için demokrasi dilemek, yağmur duasından bile ümitsiz bir durum çünkü, oradaki aşiret diktatörlüğünün bağımsız ve demokrat olma şansı hiç yok.
Aşiret düzeniyle yönetilen, totaliter bir kabile devletinden öteye geçemeyeceği, Barzani ve Talabani aşiretlerinden olmayan Kürtlerin, bu iki aşiretin yardımı ile Amerikalılar tarafından etnik temizliğe uğratılmalarından anlaşılıyor.
Amerikalılar şimdi de, Türkiye'ye yeni anayasa dayatarak, Güneydoğu'daki feodal sistemi yasal ve meşru bir şekle sokup garantiye almak ve demokrasinin o bölgemize de girme tehlikesinden kurtulmaya çalışıyorlar.
ABD'nin bu sonucu elde etmek için, Güneydoğulu derebeylerin siyasi temsilcisi olan BDP ile birlikte çalışması doğal da, bölgedeki feodal sistemin altında ezilen Kürtlerden meydana gelen bir terör örgütü olan PKK'yı da aynı hedef doğrultusunda kullanması, çok ters bir durum.
İşte Türkiye'de Kürt ırkçılığı, bu çarpıklığı ve enayiliği gizlemek endişesi ile, herkesi kandırmak niyetine yapılıyor.
Kürtleri içine düşürmeye çalıştıkları tuzağı gizlemek amacı ile kullandıkları "Kürt Sorunu" sloganının tanımını yapmaktan bucak bucak kaçanların, herkesin gözünde küçük düşmeye razı olmalarının sebebi de aynı.
Eğer tuzak gizlenemez ise, Kürtlerin en cahili bile içine düşmez.
Selçuk TINAZ, 22 Şubat 2013