
Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, 1995 yılında, Said-i Nursi'yi Türkiye için örnek alınması gereken insan olarak göstermişti. Başbakan Erdoğan, başka isimlerle birlikte Nur tarikatinin kurucusu bu kişiyi Hüseyin Çelik'in yaptığı gibi örnek şahsiyet olarak sundu. Böylece; Türkiye'de demokratik açılım adı altında tarihimize ters bir süreç başlatıldı.
Halbuki 30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun sonucunda: Bütün tarikatlarla birlikte; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.
Atatürk, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta bunun işaretini vermişti ve şöyle demişti: 'Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, lekedir. Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.'
Bu devrimin öncesini hatırlayalım. 29 Ekim 1923'te, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Bundan hemen hemen bir yıl sonra 17 Kasım'da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası siyasi hayatımıza girmişti. Devlet kurulur kurulmaz yeni bir partiye izin verilmesi önemli bir açılımdı. Lakin bu partiye, ülkenin bütün gerici unsurları doluşmuştu. İş bununla da kalmamış; Doğu'da Nakşibendi şeyhlerinden Sait, 1925 yılının martında isyan çıkarmıştı. Şeyh Sait'in yan kolları da Terakkipervercilerle bağlantı içindeydi. Cumhuriyeti kuranlar; yeni devleti yıkmaya çalışanların şeyhler, dervişler, müritler topluluğu olduğunu görmüş ve bunları kökten yasaklamıştı.
2 SAİT DE HAİNDİ
Şeyh Sait, İngilizlerin kışkırtması sonucunda İslamcı bir Kürt devleti kurmak iddiasıyla genç cumhuriyete karşı silah çekmişti. O tepelendikten sonra, bu şeyhi yetiştiren medrese çevresi yıkıcılığını sürdürdü. Norşin merkezli medresede bir başka Sait daha ortaya çıktı. Bu kişi; Said-i Nursi diye bilinen ve kendisini Kürt Sait diye isimlendiren şahıstır. Bu kişi; cumhuriyet kurulduktan sonra devletle mücadelesini gizlice sürdürmüş; dini kullanarak kuvvetli bir taraftar topluluğu oluşturmuştur. Yazdığı kitaplarla özellikle Kürt kökenliler arasında taraftar kazanan bu Nurs köylü Sait, Nurculuk diye bilinen bir tarikat yaratmıştır. İşte Başbakan Erdoğan; cumhuriyet düşmanı bu şeyhi Türkiye'nin olmazsa olmazları arasına sokarak açıkça 677 Sayılı Devrim Kanunu'nu hiçe saymıştır. Şimdi şu soruluyor: 'Demokratik açılım' Atatürk devrimleri ile mücadeleye mi dönüştürülüyor?
Hükümeti destekleyen televizyon kanallarında Şeyh Sait övülmeye başladı. Kürt Said veya Nurslu Said (Said Nursi) zaten Fethullahçılar tarafından rehber kabul ediliyor ve yüceltiliyor.
Nereye gidiyoruz?
ZEVZEK PROFESÖRLER
Fethullah Gülen'in de konuştuğu bir kanalda bazı profesörler program yapıyor. Kim olduklarını tahmin edebilirsiniz. Hükümetin yaptığı her şeyi allayıp pullamayı birinci görev sayan bu tiplerden birisi Mehmet Altan. Öbürü; hanımını hükümetin AİHM yargıcı yaparak ödüllendirdiği Eser Karakaş. Bunların evetçisi ise Şahin Alpay.
Geçenlerde; bu çok bilmişler; Yargıtay'ın aldığı bir kararı akıllarınca alaya aldılar. Yargıtay, Orhan Pamuk'un, 'Türkler bir milyon Ermeni'yi kesti!' biçimindeki iddasına karşı vatandaşların dava açabileceği yolunda bir karar vermiş. Eser Karakaş, 'Nasıl olur?' diye bağırıyor. Mehmet Altan, hi hi hi diye sırıtarak 'Demekki Orhan Pamuk'un kazandığı parada birilerinin gözü var, parayı paylaşacaklar!' diyor. Öbürü, 'He valla!' anlamında kafa sallıyor.
İşte Türkiye'nin en seçkin gösterilen profesörleri... Yargı, bunların istediği yönde davranınca iyi, başka türlü olursa kötü.
Bu profesörler; 'dava açma hakkı' ile davayı kazanmanın aynı şey olmadığını bile bilemeyecek kadar aciz tipler. Lakin Türkiye'ye düzen vermeye kalkışıyorlar. İktidarın emrindeki kişilerin unvanı olabilir ama bunlara bilimadamı denilmesi mümkün olamaz...
Rıza ZELYUT, 15 Ekim 2009

'İki Sait de Haindi' yazım üzerine Nurcular pekçok elektronik mektup yollayarak Said-i Nursi'yi savundular, hatta ululadılar. 1873-1960 yılları arasında yaşayan Said-i Nursi, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarındaki bütün siyasi olayların içinde yer aldı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da rejime ve Atatürk'e karşı mücadele verdi. Bitlis'in Nurs köyünde doğduğu için Nursi lakabını alan, kimi zaman da etnik kökenini hatırlatmak için Kürdi lakabını kullanan Said; Nurculuk denilen tarikatin de yaratıcısıdır. Fethullah Gülen onu yüzyılının en büyük insanı olarak kabul etmiştir ve onun yolundan gitmiştir.
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, bir makalesinde Said-i Nursi'yi incelemiştir. Bu bilimseden araştırmadan bazı bölümleri aktarıyorum. Bakın bakalım, yüzyılın en büyük insanı ilan edilen bu Said nasıl biriymiş:
'Nur Suresi'nde ateşsiz yanan bir alevden bahsedildiğine göre, buradan, kendisi de eğitim görmeden nur gibi parıldayan bir insan olduğunun Kuran'da işaret edildiği sonucuna varmaktadır. (...) Hud Suresi'nin 105'inci ayetinde, 'içlerinde bedbaht olanlar da said olanlar da vardır' denilmektedir. Nursi, bu ayette, 'said' sözcüğünün yer almasına dayanarak, kendisinden söz edildiği sonucuna varmaktadır.
Kuran'dan bu şekilde kendisini yüceltici sonuçlar çıkarabilmek için, eskilerin 'cifir' dediği yöntemden de yararlanmıştır. 'Cifir', harflere bazı sayılar izafe ederek geleceği bilme olarak ifade edilir. Çok saygın pek çok İslam bilgini, 'cifir' yönteminin İslamiyet'le alakası olmayan uydurma bir metot olduğunda müttefiktirler. Örneğin, Enam Suresi'nin 161 inci ayeti Peygambere hitaben, 'De ki: Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola iletmiştir' denilmektedir. Nursi, burada da kendisine hitap edildiği kanısındadır. Bu kanısının ilginç bir dayanağı vardır. Bu ayetin sayı değeri, 'cifir' hesabına göre 1316'dır. Bu da Said'in Nur Risalelerini hazırlamaya başladığı tarihtir; kendisinin kastedildiğini buradan çıkarsamaktadır.
Bakara Suresi'nin 269 uncu ve 151 inci ayetlerinde sözü edilen, 'kendisine anlatılan, hikmet verilen, hikmeti öğreten ve herkese bilmediği şeyleri bildiren kişinin' de kendisi olduğunu ileri sürmektedir.
Sadece Kuran'da değil, başka dinsel kaynaklarda da örneğin, Hazreti Ali'nin sözlerinde de kendisinin işaret edildiğine dair kanıtlar bulmuştur. Abdülkadir Geylani de 'Ey müridim! sen zamanın Abdülkadir Geylani'si ol, Tanrıya içtenlikle yönel, said ve mutlu olarak yaşarsın' derken yine Said Nursi'yi kastetmekteymiş.
Said Nursi, Kuran'ın çeşitli ayetlerinde Risale-i Nurların haber verildiği kanısındadır. Hicr Suresi'nin 87 nci ayetinde 'And olsun ki, sana her zaman tekrarlanan yedi ayetli Fatihayı ve büyük Kuran'ı verdik' denilmektedir. Nursi'ye göre, burada da Risale-i Nur'a işaret ediliyormuş.
Nursi'ye göre, İkinci Dünya Savaşı'na girmemizi önleyen Risale-i Nur olmuştur.
Said-i Nursi bununla da kalmamakta, Risale-i Nurları sanki Kuran ile eşdeğerli veya onun benzeri bir kaynak olarak belirlemektedir. Risale-i Nur'un, Said Nursi'ye Allah tarafından verildiği ileri sürülmektedir.
ATATÜRK DÜŞMANI
Nursi, Atatürk'e karşı olumsuz duygularını her zaman üstü kapalı olarak ifade etmemiştir. Onun hakkında açıkça 'o insafsız , o çok kusurlu adam' demekten geri kalmaz. 'Ayasofya Camisini puthaneye, Meş”hat Dairesini (Osmanlı Diyanet Dairesi) kızların lisesine çeviren adamı sevmemek suç olması imkanı var mı' diye tekrar tekrar sorar.
Nursi, Kemalistler ve Mustafa Kemal hakkındaki saldırılarını, 'günahkarlar', 'seyyiesiz', 'Süfyan', 'Nefreti ammeye layık adam', 'Deccal', 'İslamın en büyük fitne-i diniyelerinden biri...' gibi ağır hakaretler içeren sıfatlar kullanarak Münazarat ve Şualar isimli risalelerinde değişik yerlerde tekrarlamıştır.
Aslında Said'in kendisi, kendi ifadesiyle, 'Mustafa Kemal'in hissiyatını ve prensiplerini rencide ettiği halde kendisine ilişmemiş' olduğunu kabul etmektedir. Ancak bu durumu, 'Risale-i Nur'un parlak bir kerameti' olarak açıklamaktadır.'
Prof. Işıklı'nın belgelerle meczupluğunu ve rejim düşmanlığını gösterdiği bu kişinin yolunu İslam sanan binlerce insan var. Soruyorum; böyle bir Türkiye, 21. yüzyılda mı yoksa Orta Çağ'da mı yaşıyor?
Rıza ZELYUT, 17 Ekim 2009