
Elli yıl sonra bu gün, “iki yüz elli yıldır neden bocalıyoruz” diye aynı soruyu tekrarlayabiliriz.
Ülkemizde iktidarı ellerin tutan güçlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına yönelik saldırılarının sebepleri, kaynağı ve işbirlikçileri değişmemiş, aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen.
Bu da gösteriyor ki Niyazi Berkes’in bu eseri ülkemizi aydınlığa çıkaracak yola ışık tutmakta devam ediyor.
Bu yola baş koymuş olanlar sindire sindire okumalı bu eserin tamamını. Görmeliyiz ki bizi bu güne getiren dışarıda kurulmuş komplolar değil, ülkemizin “ilerici kuvvetleri”nin toplumumuzu yeteri kadar tanımaması, anlayamamasından kaynaklanan yanlışlarıdır.
O devirde, aklın almayacağı devrimler yapabilmiş olan Atatürk, Türk insanın ruhunu okuyabildiği için başarılı olmuştur. Bu yeteneği edinmeden, bunun gerekli olduğu anlamadan varacağımız yeri, Niyazi Berkes, “fasit daire - kısır döngü” olarak adlandırıyor.
YENİLEŞMEYE ENGEL OLAN KUVVETLER
Bunların birincisi, memleket içinde değişmeye karşı daima direnen ve savaşan gerici kuvvetlerdir. Bu gerici kuvvetler çok kere ilerici kuvvetlerden üstün gelmiştir. İlerde tartışacağımız nedenlerle, ilerici kuvvetler köksüz, gerici kuvvetler ise toplumun dibine kadar kök salmış durumdadır. Bu kökler, ileride göreceğimiz gibi, hâlâ tamamıyla sökülmemiştir; bazıları hâlâ yerinde duruyor. İkincisi, Batı'dan alınan fikirlerle kendini ıslah etme işine giriştiği zamanlar Türkiye'nin kendini daima Batı dünyasında olup giden çekişmelerin içinde bulması, bunlardan kaçınacağına onlara bulaştığı için Batı devletlerinin politik ve ekonomik peyki haline gelmesi, hiçbir programı sürekli olarak uygulayamamasıdır. Üçüncüsü, reform teşebbüslerine hep bu çekişmelerin Türkiye'ye yönelmiş olduğu zamanlarda hazırlıksız olarak kalkışılması, bu yüzden, dış baskıların karışması ile yapılan işlerin halk kütlelerinin durumunu iyileştireceğine kötüleştirmesidir. Bu yüzden halk kütleleri arasında devrim veya reform teşebbüslerine karşı daima güvensizlik, hatta nefret yaratılmıştır. Bu durum birçok hallerde irtica hareketlerine, hatta geri tepici ayaklanmalara yol açmış; bu da gericilerin köklerini biraz daha derinlere salmalarına yaramıştır. Yani Türk evrimi kuşaktan kuşağa kangallaşan bir "fasit daire" içine girmiştir.
Daha başka bir deyimle, (a) Osmanlı İmparatorluğu'nun iç yapısından, (b) modernleşme hareketine girişildiği zamanların dünya politikasındaki şartlarından, (c) ıslahat veya reform işini yürüteceklerin yetersizliklerinden ileri gelen üç olay (yani gericilik, emperyalizm ve ekonomik yoksullaşma) Türk toplumsal değişimini ve evrimini daima baltalamış, onun ileriye doğru gelişme olmak yerine bir çökme ve devamlı gerileme olmasına sebep olmuştur. İleriye doğru değişmeyi engelleyen, bu yolda yapılmış çabaları faydalı olmak yerine tesirsiz, hatta bazen zararlı şekle sokan bu etkenleri, bugünün reform meselelerini daha iyi kavramak için, tarih açısından biraz daha yakından tanımağa çalışacağız. Çünkü bu engellerin üçü de hâlâ ortadan kalkmamıştır.
GERİCİLİK KUVVETLERİ
Toplumsal değişime karşı olan gericilik hareketleri Türkiye'de ta baştan beri ortaya çıkmıştır. Bu hareketleri güdenler kuvvetlenmenin ancak eski müesseselere dönmekle mümkün olacağını savunurlar, Batılılaşma gayretleri yükselme yerine çözme getirdikçe de bunu iddialarının delili olarak kullanırlar; felaketlerin hep yeni usuller alma yüzünden ileri geldiğini söylerlerdi. Bunların acayip kafaları, ancak rasyonel ekonomi ve devlet usulleri güdülmek suretiyle çözümlenecek bir işi (şimdi olduğu gibi) din, iman, gelenek, mukaddesat, kâfirler vs. gibi bir alay lakırdı içine boğarlar; durumu içinden çıkılmaz hale getirirler; halkı da korku ve temelsiz inançlara sürüklerlerdi. Gericiler dediğimiz zümreler çeşitli sebeplerle toplumsal değişime ve gelişime karşı gelen kimselerdir. Her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da değişmeye karşı genel bir direnme vardır. Bunun, mutlaka insanların eski düzende belirli çıkarları olmasından ileri gelmesi şart değildir. Alışkanlıklar insanları her yeni şeye karşı yabanileştirir. Bu, her yerde böyledir. Fakat bir toplum, kişilerine refah, iyi geçim, başarı ve saadet veren bir gelişime kolayca alışabilir veya toplumu sert darbelerle uyaran, onu kımıldamaya sürükleyen büyük olayların veya büyük adamların tesiri altında bir toplum canlandırılabilir. Bizim tarihimizde bunun misalleri vardır. Bu pek genel anlamdaki gericilik çok defa ne birinci, ne ikinci anlamda hareketliliğin yaratılmaması yüzünden bizde, dinamik toplumlarda olduğundan fazladır. Tarihimizde ancak zaman zaman büyük felaketler veya büyük önderler toplumu kımıldatıyor; onlar gelip geçtikten sonra toplumun eski durgunluğu tekrar geliyor.
Gericiliğin ikinci türü eski durumlarını kaybetmiş olan, alıştıkları usul ve görüşlerin zamanı geçtiği için bir değeri kalmadığını görmeyen eski kafalıların temsil ettiği gericiliktir. Bizde bunun en zararlı şekli medresenin temsil ettiği yobaz zihniyetidir. Fakat bu çeşit gericiliğin yalnız yobazlara mahsus olduğunu sanırsak kendimizi aldatmış oluruz. Din geleneğinden gelmeyen, hatta Avrupa'larda bulunmuş nice yobazlar vardır. Türk aydınlan din yobazlığının gericilik rolünü lüzumundan fazla büyütmüşlerdir. Bugün bile karikatürlerde gerici sadece yobaz şeklinde gösterilir. Türk aydını (adı üstünde) aşırı aydınlıkçı olduğu için gericiliği cehaletle, ilericiliği okumuşlukla bir tutar. Hâlbuki biraz sonra sözünü edeceğimiz gerici yanında yobaz gerici ikinci derecede kalır. Tarihimizde ne zaman başarılı gelişmeler olmuşsa yobaz zihniyeti tesirsiz kalmıştır. Bu gibi zamanlarda yobaz ya susmuş ya da görüşleri halka işlemez olmuştur. Mahmut II., Atatürk gibi devrimciler, bu yüzden, yobazdan aydınların korktuğu kadar korkmamışlardır. Onların başarılı ilericiliği karşısında yobaz sadece gülünç bir tip haline gelmiştir. Bu devrimcileri asıl yıpratan ve hatta yıkan gerici, aydınların şimdiye kadar tanımadığı veya yanlış tanıdığı başka tip bir gerici olmuştur. Başarılı devrimlerden sonra yobaz zihniyeti, devrimleri yürütecek aydın kuvvetlerin başarısızlığı veya kofluğu meydana çıkınca dirilir. Atatürk devrimlerinden sonra yobaz ortamını besleyen araçlar ortadan kaldırıldığı halde, bugün yobazlık yeni bir Rönesans devrine ulaşmıştır. Bugün belki de o zaman olduğundan fazla yobaz vardır. Bunların aydından fazla tesirli oluşu da pek tabiidir. Değişme halka iyi bir şey verirse istenecek, sevilecek bir şeydir. Bunu veremedi mi veya hatta aksini verdi mi halk kitleleri ilericinin karşıtı olan gericinin kafasına kendini kolayca kaptırır. Bu tip gerici halk arasından yetiştiği ölçüde halkın kafasına ve diline daha yatkın, daha çekici olur. Demek ki buraya kadar sözünü ettiğimiz gericiliğin iki çeşidinin üstün gelmesinden ancak değişme ve ilerleme temsilcilerinin başarısızlıkları sorumludur.
Gericiliğin asıl tehlikeli olan çeşidi belirli çıkarların temsil ettiği gericiliktir. Çıkarcı gericiliğin en kuvvetli temsilcisi Türk toplumunun modern bir düzene girmesinden en çok zarar görecek olan ve çıkarları ellerindeki toprak monopolisinde bulunan toprak ağaları ve derebeyi artıklarıdır. Bunların birçoğu Paris'te veya Berlin'de de tahsil etmiş olsa, çıkar bakımından gene de gerici olabilirler. Gericiliğin, aydınlanmış veya okumuş olmanın karşıtı olmadığını gösteren en iyi misal bunlardır. Tanzimat'a kadar yapılmak istenen bütün reform teşebbüslerini asıl baltalayan kuvvet bu kuvvettir. Tanzimat'ın çeşitli reformları gerçekleştirtmeyen, onları kendi çıkarlarına uyacak şekle sokmağa muvaffak olan dinciler değil, işte bu çeşit gericilerdir. Meşrutiyet'i bu kuvvet dejenere etmiştir. İlerde göreceğimiz gibi Cumhuriyet'in başarısızlıklarını da bu kuvvet sağlamıştır. Köy Enstitüleri'ni yıkan kuvvet cahil halk veya yobaz değil, bu kuvvettir. Bugünkü kalkınma için gerekli olan reformların önüne dikilen de gene bu pek az tanıdığımız gerici kuvvettir. Bu gerici kuvvetin kaynağı olan toprak rejimi devam ettikçe de Türk gelişimini bu kuvvetin elinden kurtarmak mümkün olmayacaktır. Ötekiler gibi bu kuvveti de yerinde tutan, kuvvetini besleyen gene reform temsilcilerinin başarısızlıkları, görüşsüzlükleri veya görüşlerinin yersizliği ve temelsizliği olmuştur.
ISLAHATÇILARIN BAŞARISIZLIKLARI
Reform tarihimizin ta başından itibaren gericilerin karşısındaki reformcular ve ilericiler Türkiye'nin kalkınma davasının özünü ve anahtarını bulamamışlardır. Batı uygarlığını benimseme işi, mesela zamanımızda, döne dolaşa anlamı kaçan bir "Batılılaşma" işi şekline girmiştir. Yalnız satıhta görülenin taklitçiliği anlamına gelen bu "Batılılaşma"nın temsilcileri olan ilericiler çok defa hep Batı devletlerinin baskısı kapıya dayanınca Batılılaşma yolunda işlere kalkışmışlardır. Reform tarihimizde hemen her zaman böyle olmuştur. Son dakikaya gelmeden önce ilericilerde olumlu ve yapıcı fikir ve plan namına bir şey yoktur. Müphem, karışık duyuşlarını şiir ve edebiyatla ifade ederler, (sadrazamlara ve maliye nazırlarına kadar tümü şair kesilir); askeri misyonları çağırırlar; yabancı devletlere Batı yardımı alıyoruz diye ekonomik, askeri ve siyasi konsessiyonlar verirler; bir alay ekonomik değeri olmayan lüzumsuz hatta zararlı taahhütlere girişirler. Lâle Devri'nden itibaren hemen her safhada bu hep böyledir. Dış baskı veya dış tehlike dedikleri şey geçince, zaten büsbütün amacım kaybetmiş bir hale gelen bu insanlar gevşerler, keyiflerine dalarlar; reformu filan bir kenara iterler, bu yüzden çok geçmeden her şey eski tas eski hamam olur.
Türkiye'nin modernleşmesine kendi anlamlarında yardım sağlamış olan Batı devletleri ise Türkiye'ye askeri ve politik anlamda muhtaç olmadıkları devre gelince Türkiye'nin gelişmesine karşı yardım değil, ilgi bile göstermezler. Bu devirlerde başka çıkarlar gerektirmişse hatta Türk aleyhtarlığı yaptıkları da çok görülen bir şeydir.
Gerçekte Türkiye Batılılaşma savaşında hiçbir Batı devletinden bu davaya yarar hiçbir yardım görmemiştir. Yardım görmüşse bu, Türkiye'nin Batılılaşmasını değil, o Batılı devletin ulusal çıkarlarına yaramıştır. Bunu bize en iyi gösteren şey, Türkiye'nin Batılılaşmada en çok basan gösterdiği zamanların Batı dostu olmadığı zamanlara rastlamasıdır. Bizde Batıcılıkla anlaşılan şey Türk evrimini çağdaş uygarlığa uygun yönde geliştirmektir. Hâlbuki Avrupa'da ve Amerika'da Batılılaşma ve Batıcılık, Batı diplomasisine boyun eğme anlamına gelir. Bu yüzden onlara göre Kemalist devir Batı aleyhtarlığı, Menderes devri ise Batıcılık devridir! Batı diplomasisinden bağımsız olan bir Batıcılık, Batı dilinde, Batı düşmanı kötü bir ulusçuluk demektir.
Reformcuların tarihimizde çok kere böyle bir ortam içinde kalkıştıkları Batılılaşma işi, gerçekte halka ve devlete çok pahalıya mal olurdu. Bunlar, birçok misalleriyle gericilere halk nazarında hak verdirecek sonuçlara varırlardı. Gerici tepkiler yüzünden ve ilericilerin onlar karşısında sağlam görüşleri ve davranışları olmayışı yüzünden başlatılan hiçbir reform siyaseti deneyli ve sürekli olarak güdülemedi. Daha önce sözünü ettiğimiz "fasit daire"nin çıkar ucu bulunamadı.
YABANCI DEVLETLERİN ÇIKARLARINA UYMA
Yukarıda söylediğimiz sebeplerle, devletin ıslah etme işi ile görevli kimseler, Batı devletleri arasında sürüp gelen çekişmelerde ya rahat bırakılmıyorlar veya kendileri rahat durmuyorlardı. Hele bu bir Batı devleti ile Rusya arasında ise, Türkiye'nin bu çatışmaya sürüklenmesi mukadderdir. Lâle Devri'nde Mustafa III. zamanında, Selim zamanında, Mahmut II. devrinde, Tanzimat'ta, Abdülhamit zamanında, Meşrutiyet'te girişilmek istenen bütün ıslahat teşebbüsleri bu çeşit harplerle ve uluslararası çatışmalara bulaşmalarla yanda kalmış veya bozulmuştur. Bu savaşlarda Türkiye yenen tarafta bile olsa, sonunda hep yenik ve zararlı çıkar; üstelik bu savaşların masraftan bir taraftan devlet hazinesini birikim ve yatırım yapamaz hale getirir, bu yüzden de dağlar gibi borçlar altına gidilirdi. İmparatorluk birliği içinde bunalan, en çok zarar gören, her merhalede biraz daha yoksullaşan, dış yardımlardan hiçbir fayda göremeyen, bu yüzden hiçbir kalkınma işine ilgi gösteremeyen asıl Türk "unsur" olan köylü ve esnaftan mürekkep Türk ulusu idi.
Eserin tamamı http://www.gm.guciz.com/Okuyucu/Niyazi%20Berkes.pdf adresinde