İlk Önce "Aydın"ı Vurdular
Tarih 15 Ağustos 1984. 21.30 suları... 80 kişilik iki silâhlı grup, Eruh ve Şemdinli'yi bastı. Çeşitli yerlere bombalı pankartlar astılar. Camiilere girip minareden bildiri okuyarak propaganda yaptılar. Kahvehanelerde halkı savaşmaya çağırdılar. Şemdinli'de Subay Gazinosuna, Eruh'ta İlçe Jandarma Bölük Komutanlığına saldırdılar. Eruh'ta Jandarma Komando Er Süleyman Aydın şehit düştü. 22 yaşındaki Süleyman Aydın, PKK terörüne verilen ilk şehitti.
Aydın'ı vurarak başladı silâhlı ihanete katiller. Binlerce mehmetçik, polis, korucu saldırıya uğradı, pusuya düşürüldü, mayına bastırıldı, uzaktan kumandalı patlayıcıyla, roketatarla, kalaşnikofla, el bombasıyla yaşamdan koparıldı. Öğretmenler, mühendisler, doktorlar, sivil yurttaşlar kahpeliğin pençesinde can verdi.
Türkiye canını verirken teröre, kimileri de can veriyordu bu cinayet şebekesine. Toprağa düşen canların ruhlarına, tabuta düşen yaşların acısına aldırış etmeden; gazete köşelerinde, kitap ciltlerinde, sanatsal filmlerinde, edebî romanlarında, romantik şiirlerinde, şiirsel şarkılarında terörün, teröristin canına can veriyor, ölenleri bir kez daha öldürüp yaralıları bir kez daha yaralıyordular. "İkincil" failler kâh "entelektüel"diler, kâh "münevver". Aydın vurulup düşmüştü toprağa ve entelektüellerle münevverler çıkmıştı meydana.
Haydi gel, mizah dergimize demagojik bir acılar tablosu çizelim; teröristler serbestçe "haklılık" otlansın diye. Dağdan inme reis-i cumhur adayının barışa, özgürlüğe ne kadar duyarlı olduğundan bahsedelim; kayıtsız kalarak hasreti dinmeyen anaların yüreğindeki demirden taşa. Mebus olmuş yönetmen arkadaşımız, işin sırrı burada, bebek katiline övgüler düzmesinden rahatsız olmadan desteklemekte. Anadilimiz gibi bildiğimiz ayrılıkçılık dilini kullanalım, barışın, demokrasinin dili diye yutturarak. Yabancı parasıyla adem-i merkeziyetçilik yapalım, biraz "din kardeşliği"nden biraz "self-determination"dan bahsedip meseleyi yine müzakere masasının güzelliklerine bağlayalım.
Münevver için de hava hoş, entelektüel için de. Hem süreç de lehlerine işliyor, yapacakları açılımları ödüllendirecek adam çok. Aymazlığa tepki gösterecek olanları "devletçi kafa, tek sermayeniz kan, hâlâ eski söylemler, militarist, barışdan değil savaştan yana" diyerek ötekileştirme olanakları bol. Hrant Dink ödülü de onların, Legion D'honneur da, Nobel de; hattâ ve hattâ Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü de... Yüce devletlûlerimizin huzurunda "Megri Megri"yi söylemek şerefi de onlara, "en baba muhalif" çevrenin övgü de takdirleri de... Ne hazin, Türk Devrimi'ni gerçekleştiren parti ve ona bağlı ekranlar da bu münevver ve entelektüellere lâyık.
30 yıl sonra, o gün Aydın'ı vuranların başındaki terörist Mahsun Korkmaz'ın heykeli dikildi Lice'ye. Hâliyle gazeteleri, televizyonları, dergileri, Twitter'ları parselleyen münevver ve entelektüelden ses çıkmadı. Terörü, bebek öldüreni, mayın döşeyeni, bomba patlatanı, bölmeye çalışanı, etnik milliyetçiliği kutsayandan "Yeni Türkiye" ruhuna yakışır bir şekilde tavır almasından başka bir şey bekleyen de yoktu zaten. Çünkü açılım bunun için açıldı, süreç bunun için sürüyor, tâ en başında silâhlı ihanet ilk önce Aydın'ı vurmuştu...
Erhan SANDIKÇI, 17 Ağustos 2014
sandikcierhan@gmail.com