İlker Başbuğ’a Açık Mektup

İlker Başbuğ’a Açık Mektup

İletigönderen Türk-Kan » Sal Oca 20, 2009 16:34

İlker Başbuğ’a Açık Mektup

Sayın Genelkurmay Başkanı,

Siz de bilirsiniz ki ulusların tarihinde bazı kritik dönemler vardır: Çanakkale Savaşı’mız gibi, 1919 – 1922 Ulusal Direniş Savaşımız gibi...

Türkiye, ne yazık ki, bugün de yine varlığını tehdit eden; 1923 Cumhuriyeti’ni kurucu değerleri ile, toprak bütünlüğü, ulusal birliği, tekil devlet yapısı ile çözmeye; yerine güdük ve dışardan güdülen bir devlet, cemaatlerin denetiminde bir toplum ve hurafelerle beyni sulandırılmış, sadakaya alıştırılmış bir halk oluşturmaya yönelik ağır, ısrarlı, artan baskı ve tertiplerle karşı karşıyadır. Kısacası bir kez daha tarihimizin kritik bir devresindeyiz, tarihin her gün âdetâ satır satır yazıldığı bir dönemden geçiyoruz.

Bu ortam ve koşullarda vatanını seven, Türkiye’nin geleceği konusunda, nereye gittiği, nereye götürülmek istendiği konusunda kaygı duyan her Türk vatandaşı bu kötüye gidişe karşı ‘bir şeyler yapmak’la yükümlüdür. Gerçek Gündem’de bu köşeden sesimi duyurabilmek şansına sahip bir ‘fert-i millet’ kimliğimle Siz’e, ve şahsınızda tüm Türk Silahlı Kuvvetleri kurumuna bireysel düşüncelerimi iletmek, bunu bir ‘açık mektup’ şeklinde okur vatandaşlarımızla da paylaşmak gereğini duydum. İnanıyorum ki aşağıda yazacaklarımla daha pek çok vatandaşımızın da duygu ve düşüncelerine tercüman olacağım.

Sayın Genelkurmay Başkanı,

Bu Açık Mektup’u diğer her hangi bir devlet kurum veya kuruluşuna değil de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve onun başı, en yüksek komutanı olarak şahsınıza yöneltmemin çok temel bir nedeni var.

1923 Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Türk Silahlı Kuvvetleri bugün de onun varlığını sürdürebilmesinin en büyük kurumsal güvencesidir. Bizim Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı Ulusal Direniş Savaşımız, dünya tarihinde, Ulus ile Asker birliği ve birlikteliğinin; sivil ulusal otoritenin emrinde dış ve iç düşmanlara karşı bir ‘kurtuluş savaşı’ yürütmenin ve zaferle sonuçlandırmanın benzersiz bir örneğidir. Bu örneği bir kez daha yaşatmak tarihsel görevi ile yükümlüyüz.

Bugün (henüz) açık düşman işgali altında değiliz; lakin yer yer silahlı bölücü isyanın ve dış tehdit ve tehlikelerin ötesinde, sizin de 28 Ağustos 2008’te devir-teslim töreni konuşmanızda tanımını yaptığınız türden bir ‘yeni savaş’ türü ile en sıcak, en somut şekilde karşı karşıyayız.

Ulus (vatandaşlar) olarak karşı karşıyayız. Devlet (başta T.S.K. olmak üzere devlet aygıtının birçok temel kurum ve kuruluşu); keza Sivil Toplum (başta siyasal partiler, medya organları ve eğitim kurumları olmak üzere) bu savaşın ya hedefidir, ya da ne yazık ki ‘düşmüş’ veya kısmen yahut bütünüyle ‘devşirilmiş’, ‘ele geçirilmiş’ birer kalesi, birer burcudur. Sizin de o konuşmanızda önemle işaret ettiğiniz gibi, ‘‘insanların zihinleri gerçek anlamda bir mücadele alanıdır. Dolayısıyla insanların zihinleri yeni savaş alanlarıdır.’’

Nitekim son zamanlarda ağır bir psikolojik savaş bombardımanı altında sahnelenen ve en başta tek tek kişiler üzerinden asıl Ordu’yu hedef alan, T.S.K.’ni yıpratmaya yönelik birtakım eylemler bunun en canlı ve somut örnekleridir.

Sayın Başbuğ,

Ülke olarak, ulus ve devlet olarak yüz yüze olduğumuz ve sizin de çok yakından bildiğiniz, göğüs gerdiğiniz; siyasal partiler arasında olağan demokratik yarışı çok aşan dışavurumlarına tanık olduğumuz iç ve dış tehdit ve tehlikeler, açıktan veya örtülü saldırı ve tertipleri sayarak zamanınızı almayacağım.

Biz Sivillerin elbette kendi zeminimizde yapmamız ve henüz çok eksiğimiz olan bir dizi görev var. Bunun gereklerini elbette sivil toplum içinde yerine getirmek üzere daha çok çalışmamız gerekiyor. Bununla birlikte, takdir edersiniz ki, 1923 Cumhuriyeti’ni, vatanımızı korumak asker – sivil birlikte başarabileceğimiz bir mücadeledir. Şu aşamada ‘Asker’in sağlam durması’ hayati önem taşımaktadır. Siz, Türk Ordusu olarak ne kadar sağlam durur ve kendi deyişinizle ‘‘Mustafa Kemal’in çizdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin kollanması ve korunmasında her zaman taraf’’ olmanın bilinci içinde davranırsanız, biz siviller de üstümüze düşeni yerine getirmekte kendimizde daha bir güç buluruz.

Sayın Genelkurmay Başkanı,

Türkiye Cumhuriyeti, çok iyi bildiğiniz gibi, T.B.M.M.’nde temsil edilen ulusal iradenin yönetiminde lakin bir ‘Savaş’la ve Devrim’le kuruldu. Anayasa’mızın ilk üç maddesinde dile getirilen ‘kurucu esaslar’ bunun için ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ uyarısı yapılan maddeler olmak özellik ve ayrıcalığına sahiptir ve 1923 Cumhuriyeti’nin belkemiğidir.

Oysa bugün bu maddelerin bile, sözde ‘sivil anayasa yapmak’, güya ‘daha demokratik olmak’ adına değiştirilmesi; ulusun birliği, devletin ve resmi dilin tekliği, toprağın bütünlüğü bozulmak; laiklik sulandırılmak, başkent parça parça Ankara dışına taşınmak istenmektedir. Bu yönde ufak ufak fakat ısrarla atılan adımları kuşkusuz biliyorsunuzdur.

Yıkım yapsatçılarına, eğer demokratik yollardan engel olmak mümkün olmazsa, bu devleti nasıl kurdu isek öyle korumak asker / sivil boynumuzun borcu olmanın ötesinde tarihen meşru bir hak ve ödevdir.

Sayın Başbuğ,

Bununla birlikte, kötü gelişmeleri aslında en azından bir ‘iç savaş’ sonucuna çıkacak o meşum noktaya varmadan durdurmak şansı henüz vardır. Ve bunda Siz’e / Asker’e çok önemli görevler düşmektedir.

‘Askerî darbe’ bir çare değildir. O uç (belki son) noktaya dek gitmeden önce bugünkü düzenin Siz’e / Ordu’ya tanıdığı hak ve yetkileri kullanarak da pek çok şeyi engelleyebilir ve bu arada biz Siviller’e halkımızın örgütlü desteğini elde etmekte zaman kazandırabilirsiniz.

Bu, aslında, sizin yine aynı konuşmanızda ‘‘Yumuşak Güç’ ile ‘Sert Güç’ün toplamından oluşan ‘Akıllı Gü璒 diye tanımladığınız ‘gücü’ ustaca kullanmanıza bağlıdır.

Sayın Genelkurmay Başkanı,

Asker’in/Ordu’nun barışta/demokratik düzende ve demokrasinin kurallarına bağlı kalarak gelişmelere müdahale etmesi, bir taraf olması, hiç kuşkusuz, sivillerinkine benzemez ve benzememelidir. Aksi takdirde, geçmişte olumsuz örneklerini yaşadığımız gibi, kurum olarak Ordu’yu yıpratır ve TSK düşmanlarına koz verir. Lakin Ordu’nun demokrasi kural ve kurumları içinde de kendi kimliğine de, demokrasiye de halel getirmeyecek şekilde davranmak olanağı vardır.

Sizin de başvurduğunuz, olağan veya olağanüstü ikili görüşme elbette meşru bir yoldur. ‘Konuşmak’, ‘diyalog’ elbette tercihe şayandır. Lakin, anımsatmak isterim ki, muhataplarınız zamana oynuyorlar; salam taktiği izliyorlar; iki ileri, bir geri yapıyorlar; tuzaklar, tertipler tezgâhlıyorlar. Son diyaloğunuzda elde ettiğiniz sonucu bile bundan sonraki ellerde elde edemeyebilir ve her seferinde alan / mevzi yitirebilirsiniz. Zaten onların hesapları da o.

Bu noktada ‘yumuşak gücü’nüzü çok akıllıca bir şekilde ‘sertçe’ kullanmak şansına sahipsiniz aslında. Akıl öğretmek gibi değil elbette ama sivillerin dilinden anlayan ve ‘demokrasi kuralları içinde askerce nasıl davranmak gerektiği’ konusunda kafa yormuş biri olarak, izninizle, bir önerimi dikkatinize sunmak isterim.

Sayın Başbuğ,

İster ikili görüşmelerde, ister özellikle de Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında lütfen muhataplarınıza çok net, çok kararlı, ‘dört yaşında bir çocuğun bile anlayacağı kadar açık’ bir şekilde Anayasa’nın o ilk üç maddesinde dile getirilmiş temel değerlerin hiçbir şekilde sulandırılmasına, değiştirilmesine seyirci kalmayacağınızı, bu meşum yönde girişilecek hamleleri engellemek için gereken her önlemi almaktan kaçınmayacağınızı anlatın. Bu cumhuriyetin, bu devletin nasıl kurulduğunu, kimlerle mücadele içinde, kimlere karşı savaşarak kurulduğunu bir güzel anımsatın. Osmanlı’nın son meclisini, Hürriyet ve İtilaf’çı hainleri de anlatın. Kürt Teali Cemiyeti’ni, İngiliz Muhiplerini de …

MGK’da Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Siz de eşit / denk statüde olduğunuzu asla unutmayın / unutturmayın. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını, geleceğini, varlığını koruyorsunuz. ‘Diplomatik nezaket’in caydırıcı olmayacağını, zaaf gibi algılanabileceğini bilin. Muhataplarınızın sözde değilse de özde 1923 Cumhuriyeti konusunda sizinle benzer kaygıları paylaşmadığını, dış tertiplere karşı teslimiyetçi / tavizci ve çok tehlikeli sonuçlar doğuracak bir tutum takındıklarını göz önünde tutarak ‘Ne olursa ne olur ..’ dobra dobra anlatmaktan, uyarmaktan kesinlikle çekinmeyin. Bu ‘kabalık’ değildir!

Daha Tuzla Piyade Okulu’nda öğretilen ‘Barışta dökülen ter ne kadar çok olursa savaşta dökülen kan o kadar az olur’ dersinin Asker’in sivil / demokratik düzendeki hareket tarzı babında karşılığı: ‘Anayasal (barışçıl) zeminlerde ne kadar caydırıcı davranılırsa iç savaş / darbe olasılığı o ölçüde azalabilir’ demektir.

Sayın Genelkurmay Başkanı,

Siz ve tüm TSK bir kez daha tarihsel bir sorumluluğu yerine getirmek durumundasınız. Sizin sağlam durmanız, kapalı kapılar ardında ‘caydırıcı’ olmanız Türkiye’yi bir büyük yıkımdan kurtarabilir. Gerisini biz siviller er geç tamamlarız.

Takdir sizindir,

Saygılarımla,

Nazım Güvenç

Sade bir T. C. Vatandaşı

Nazım Güvenç, 20 Ocak 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x