Aslında normal olan; kamu adına hareket eden gazetecilerin devlet görevlilerini hukuk ve etikten yana tavır almaya zorlamasıdır. Zira; devleti yönetenler, hükümet üyeleri, bürokratlar ve askerler, evrensel kuralların belirlediği ilkeleri uygulamak istemezler. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Devlet her zaman, hukuk dışı davranmaya eğilimlidir. Bu doğasında vardır. Çünkü; hukuk devletin işlerini zorlaştırır. Bunun en somut örneğini, 1992 yılında gördük. Polis o dönem her gün evleri basıyor ve insanları katlediyordu. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise kamuoyunda gelişen tepkiler üzerine, yine tarihi sözlerinden birini ediyordu: Polisin elini soğutmayın.
Yine bugünlerde pek bir demokrat geçinen, oysa ki; demokrasi sicili hiç de parlak olmayan Demirel, gözaltında kaybedildiği öne sürülen bir gencin yakınlarına Cebimde mi ki çıkarıp vereyim diyordu. Bu örnekler, devleti temsil eden kafanın yansımasıydı. Bu kafa, bu zihniyet, onlarca gencin ölümüne yol açtı, demokrasiyi budadı.
Peki bugün değişen ne var?
Kuşkusuz hiçbir şey. Değişen hiçbir şey yok. Bugün de iktidarda seçilmiş bir hükümet var. Onlar da demokrasi için hareket ettiklerini söylemelerine rağmen, 1 MAYIS hala yasak! Demokrat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, üzerine hiç de vazife olmadığı halde, Taksime sadece iki bin kişi girebilir diyor. Gül, gösteri hakkının sınırını çiziyor. AKPli Başbakan ise, Taksim yasak sözünden başka hiçbir şey bilmiyor. Mağdur Erdoğan, Oraya yasağı biz koymadık diyor. Evet doğru, orada işçilerin gösteri yapmasını asker yasakladı, cuntacılar engelledi. Peki; Türkiyeyi hala asker mi yönetiyor? Bu yasak neden kalkmıyor? Darbeci avına çıkan AKP, neden askerin izinden yürüme ihtiyacı hissediyor? Statükoya karşı savaşıyoruz diye böbürlenenler, bu yasağı neden kaldırmıyor, ya da kaldıramıyor? Üstünü üstlük, bu yasağın uygulanabilmesi için bir de teoriler geliştiriliyor. Çalışma Bakanı Faruk Çelik ise bir adım daha öne geçiyor. Çelik, Taksime çıkarlarsa, geçen seneki görüntüler yine olur diyerek, işçileri tehdit ediyor.
Artık kabineyi bile değiştirebilcek gücü kalmayan Erdoğan ise, yine yüksek perdeden konuşmayı sürdürüyor. Gülün değiştirmesine izin vermediği kabine listesini cebinde taşımak zorunda kalan Erdoğan, Güle rağmen yapılacak bir değişikliğin, partiyi parçalayacağını görüyor. Bu yüzden, revizyon lafını unutturmaya çalışıyor. İçinde biriken hırsı ve öfkeyi, işçilerden, sendikalardan ve emekçilerden çıkarmaya çalışıyor. Başbakanın öfkesini bilen gazeteciler, anlamlı tek bir soru bile soramıyor. Başbakan, aylardan bu yana, kapsamlı bir basın toplantısı düzenlemiyor.
Genelkurmay Başkanı Başbuğun durumu ise daha ilginç. Başbuğ, neredeyse her ay düzenli basın toplantısı yaparak, TSKnın görüşlerini ince ince yediriyor. Başbuğun toplantıları, adeta bir think - thanke dönüşüyor. Entelektüel dünyanın tanınmış isimlerinden yapılan alıntılarla süslenen konuşmalar üzerine, binlerce yorum yapılıyor. Asker, kamuoyu önüne siyasetçilerden daha çok çıkıyor. Ve bu durum git gide olağanlaşıyor.
Asker siyaset karışmasın diyenler ise; bu toplantılarda baş konuk olarak ağırlanıyor. Burada ne işim var? demeden o toplantılara gidenler, düne kadar söylediklerini bir çırpıda unutuyor. Paşanın yıldızları gözlerini kamaştırıyor belki de korkutuyor.
Bunun en somut örneğini Çarşamba günü bir kez daha gördük. AKP yandaşı medyanın temsilcileri, tören mangası gibi dizilmişti paşanın karşısına. TSKya yayınlarında neredeyse çeteci diyecek olan AKP yandaşı ATVnin Haber Müdürü Fuat Uğur, karşısında paşayı görünce, Doğum gününüz kutlu olsun dedi. Oysa ki; daha sabahın erken saatlerinde, TSK on şehit vermişti. Kimse doğum günü kutlayacak durumda değildi. Fuat Uğur ise belli ki bunu anlamıyordu. Yayınlarında Ergenekon üzerine olmadık laflar edip örgütü TSK ile ilintilendirmeye çalışan Uğur, ATVde o yayınları yapan kendisi değilmiş gibi; Paşanın gözüne girmek için çabaladı durdu.
Starın Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlunun durumu ise içler acısıydı. Yazı İşleri toplantılarında, etrafındaki gazetecilere Siz bilmiyorsunuz, Sayın Başbakan askerleri her toplantıda fırçalıyor. Askerler sesini bile çıkaramıyor diyen Karalalioğlu, daha ilk soruda çuvalladı. Asgari gazetecilik nosyonuna sahip olmadığı ortaya çıktı. Konjonktür gereği başına geçtiği gazeteyi nasıl yönettiği Başbuğun verdiği hukuk dersiyle gözler önüne serildi. Uzanlardan el konularak devşirilen ve AKPnin demirbaş listesine yazılan gazetenin yayın yönetmeni, ne acı ve ne yazık ki; askerden hukuk dersi almak zorunda kaldı. Başbuğ, Karaalioğlunun Ergenekon demesi üzerine, Mahkeme özel isim kullanmıyor. Bu konuda kural var. Orada yargılanan insanlar hakkında henüz hüküm verilmedi dedi.
Oysa ki; normal olanı, gazetecinin hukuk kuralları içinde davranmasıydı. İşte bu yüzden Başbuğu izlerken üzüldüm. AKP, tüm değerleri yok ettiği gibi, mesleki ilkeleri de ortadan kaldırdı. AKPci gazeteciler hiçbir hukuk kuralı tanımadan yaptıkları yayınları o denli içselleştirdi ki; infaz gazeteciliği olağan hale geldi. Ancak bunun tüm kurumlarda olağan karşılanmadığı çarşamba günü görüldü. AKP medyası bu kez sert kayaya çarptı.
Acı veren bir başka durum ise şuydu:
Gazetelerinde, askerin arkasından konuşanlar, İLK YÜZLEŞMEde duvara çarpıp sus pus oldu. JİTEMi, asit kuyularını "GATA-kulliyi köşelerinde yazanlar, paşayı karşılarında görünce, yazdıklarını birdenbire unuttu. AKPciler, gazetecilik yapmak yerine Paşam doğum gününüz kutlu olsun dedi. TV yöneticisi, sivil olduğunu belli ki unutmuştu Paşam sözü bunun kanıtıydı. Neysi ki; paşası ona sivil olduğunu hatırlattı, doğum günü kutlayan gazeteciye yüz vermedi
Barış YARKADAŞ
