İNANMAK
“İnanç” dediğimiz zaman, aklımıza genelde Tanrı gelir. İnanç her zaman vardır ve hep aynı sistemle çalışır. İster Tanrı’ya inanmak isteyelim, ister bir tahtanın sağlamlığına…
İnanç hayatımızın her alanında yaşadığımız bir SİSTEMdir. İnsan inanmadan hareket etmez. Hayatının her aşamasında yapacağı işe veya dinlediği söze, elinde ki verilere bakarak inanır. İnancın doğruluğu, eldeki verinin güvenilirliği, çokluğu ya da örf ile ilgilidir. Tarih içerisinde her yerde olduğu gibi, bilim dünyasının da inandığı teorileri yanlış verilerle oluşturduğundan yanlış inançlar oluşturmuşlardır. İnancını en doğru bilgiye dayandıran insanlar, her zaman doğru inançtan ötürü başarıya ve hedefine ulaşırlar.
İnancın doğruluğu, süreçlerin sonunda muvaffak olunduğunda ortaya çıkar. Bir binanın depreme dayanıklılığına inanmak için, ilk önce mühendislik bilgisi ya da inşaat tecrübesinin içerisindeki bilgilerimize inanmamız gerekir. Bu mühendislik bilgisi ya da inşaat tecrübesinden oluşan bilgilere güvenerek, karar verebileceğimize inanarak, “dayanıklı” yada “dayanıksız” der ve inanırız. İlk depremin sonucunda inancımızın doğru olup olmadığı belli olur. Eğer bu kararı verecek ve o evde yaşayacak kişi, konuyla ilgili bilgisi yeterli değilse inanmadan, Allah’a emanet bir karar verir.
Veriler inancı oluşturur. Oluşan inançta başka bir inancın alt verisi olur. Bu bir sistemdir. Bu sistemi doğru kullananlar tarihte her zaman başarılı olmuşlardır. Rastlantılar sürece etki yapabilir ama sonucu değiştiremez.
Bazen inanmak için elde bilgi olmasa da inanılır. Birilerinin ya da kurumların inancına inanarak inanılır. Burada da, kişiler ya da kurumlara inanç, daha önce yaşanmış olaylarla ilgili, kişinin tecrübe ve bilgilerine dayanır. Kurumun ya da kişinin güvenilirliği çok önemlidir. Aynı sistem burada da çalışır fakat bu kararın sonucunda oluşacak olayların gidişatına ya da sonucuna etki edilemez. Deprem de bina yıkıldığında, deprem onayı, inanılmaması gereken bir kurum ya da kişiden alındıysa, deprem anındaki sonuçta, onayı veren kurumun ve kendi inancımızın hatasını anlamış olunur.
Bilginin önemi, bu sistemin doğru yaşanması ve hayattaki başarılar için çok önemli olup vazgeçilebilinecek ya da boş verilecek bir şey değildir. Eğitimin, okumanın ve bu edinilen bilgileri hayatta uygulamanın önemi muhakkaktır.
Avrupa Birliğine İnanmak…
AKP’nin inancının sisteminin ne olduğu ortadadır. Avrupa Birliğinin gülümseyen yüzüne, sizin söylemlerinizle inanmak, hayatta yapılacak en büyük yanlıştır. AKP’ye inanmakta…
Son yıllarda yoğun bir şekilde Avrupa Birliğine girme çalışmaları, çeşitli şekillerde devam etmektedir. Avrupa Birliğine girmek ile ülkemize bir fayda sağlanacağına inanılmaktadır. Siyasetçisinden, bürokratına, aydınından ve vatandaşına kadar bu fikre inananlar vardır.
İnanç özgürlüğü, aynı fikir özgürlüğü gibidir. Bu inanca sahip insanların, bilgi kaynakları nedir? Ne kadar doğrudur? İstenilenle gelinecek sonucun aynı olacağına inançları nedir? bilmem ama ben aynı inanca sahip değilim.
Ülkemiz senelerdir Avrupa Birliğinin kapılarına sürüklenmektedir. 31 yaşındayım ve bildim bileli, Avrupa Birliği aşağı Avrupa Birliği yukarı diye, televizyonlarda ve sokaklarda konuşulmaktadır. Bende, geleceğimi etkileyecek bu çok önemli konu da inanç sahibiyim.
Konuya şuradan başlamak istiyorum. Bu birlik daha ismi bu sıfatla yani Avrupa Birliği adında anılmadan önce zaten birlik olarak bizim ülkemizin topraklarına girmişlerdi. Yani biz Avrupa Birliğine girmek gibi söylemler ve böyle bir kurum yokken, onlar “BİRLİK” olarak bizim ülkemizin topraklarına girmişlerdi zaten. Bu ülkeden toprak talepleri, daha doğrusu bu zorbalıklarını sonuca ulaştıracaklarına inançları kesindi ki bu işi gerçekleştirmeye çalıştılar. Bu işgalin doğru olduğunu, o birlikten başka kimsenin savunacağını zannetmiyorum. Zaten ancak onlardan biri savunabilir ve bu kişiye anlatılacak hiç bir şey yoktur. Onların birliğine inananlar onların inançlarının boşa çıkması gibi, kendi inançlarının da boşa çıkacağına inanabilirler.
Fakat bir rastlantı oldu. Bu rastlantı olmasaydı da haksızlardı zaten. Bu topraklarda yaşanan olaylardan tecrübe edinmiş ve bu bilgileri yerli yerine yerleştirmiş bir Osmanlı vatandaşı vardı. Mustafa Kemal. Bu istilacılara, gaspçılara, sömürgeci emperyalist güçlere bir tane inançlı insan yetti de arttı bile. Mustafa Kemal ATATÜRK.
Atatürk iki şeye inandı. Bağımsızlık ve Özgürlük. Sadece inanmakla kalmadı, bu topraklarda yaşayan insanları da inandırdı. Bu halkın bir kısmı inandı, bir kısmı inanmadı. İnanan kesiminde bir kesimi ne olduğuna bilerek inandı, bir kısmı da inanan kişiye olan güvenciyle inandı.
Atatürk’e inanmak için yeteri kadar tecrübeleri vardı milletin. Yapabileceklerini, önceden yaparak göstermişti zaten. Lafla değil işle göstermişti. Ona inananların elinde yeterince bilgi vardı. Bağımsızlığa ve topraklarına inanan insanlarla yapılan mücadele her zaman başarıyla sonuçlanır. Bunu biliyorlar ve inanıyorlardı. Hep birlikte inanarak bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını çizip bize bıraktılar. Bunu lafla değil, canlarını ortaya koyarak yaptılar.
Bir de inanmayanlar vardı bu topraklarda. İnanmayanların, neye inanarak bu sömürgecilere inandığını bilmiyorum ama o inancı oluşturan bilgiler her ne ise onlar yanlıştı. Aynı sömürgecilerin bu topraklarda istediklerini yapacaklarına inanmaları gibi, bunlarında inançları yanlıştı. Maalesef bu topraklarda böyle büyüklerimizde vardı. Hem de hanedanın başında. Kendi fikirleri olmayan, başkalarının ellerindeki bilgiden medet umanlar… Milletinin refahının ve onurunun başka devletlerinin elinde olduğuna inananlar hezeyan içerisindedirler. “Biz çözemezsek, gelir başkaları çözer.” Bu lafı ben nereden ve kimden duydum?!!
Anadolu insanları, Atatürk ile birlikte, bu toprakları sömürmek isteyenlere gerekli cevabı verdiler. Fakat büyük önder, bununla da kalmadı. Tarihi satır satır yazdığı bu işgalci insanları tanıyordu. Huylarından vazgeçmezdi bunlar. Sömürgeciydiler ve yine sömüreceklerdi. Anlayış sistemleri bu. Onların bu yaşam sistemlerine karşı bir sistem getirdi. İnkilaplar, ulus devlet, “Ne Mutlu Türküm Diyene”, Cumhuriyet ve diğerleri. Bunlar Atatürk’ün sömürgecilere karşı düşündüğü devlet sistemiydi. Tıpkı savaş alanında ruhlarını çözdüğü gibi devletlerinin yaşama sistemlerini de çözmüştü. Atatürk’ün kurduğu bu sistem, sömürgecilerin sömürgecilik politikalarına karşı bu toprakları doğal bir şekilde koruyor ve güçlü bir devlet sistemi oluşturuyordu.
Atatürk’ün kurduğu sistem ne kadar saldırıya, aşındırmaya, içten devrimlere ve içeriden farklı görüşlere maruz kaldıysa bile 100 yılını doldurmaya gidiyor. Hem içeriden, hem dışarıdan yapılan saldırılara rağmen ayakta duruyor. Bu bile, bu sistemin başarısını kanıtlamaya yeter. Kendi kaynaklarıyla, hele son yıllar da kendi kaynaklarının, sömürgecilerin eline geçmesi ile ve 31 yıldır süren bir terör örgütüne rağmen. Devletlerinin ayakta kalması için birliktelik kurmak zorunda kalan ülkelerin (Avrupa Birliği) sistemleri karşısında bile çelik gibi bir devlet sistemi. Aslında bu oyunlara bir otuz yıl daha, hükümetlerin içeriden yaptığı yıkımlara rağmen dayansak, ayakta durmak için birlik kuran devletler, kendi kendilerine dağılacaklar.
Avrupa Birliği devletleri, devletlerinin sürekliliğini sağlamak için kurmuştur bu birliği. Halklarına güzel bir yaşam sağlayabilmek ve devletlerinin devamlılığını sağlayabilmek için. Bu yöntem onların tercihleridir. Bu birliğe girmek isteyen ülkeler vardır ve bu birliğin şartlarını kabul etmek zorundadırlar. Türkiye Cumhuriyetinin bu birliğe, girmesi için koyduğu kurallar bellidir. Bir kısım insanlar bu birliğin halklarına sunduğu güzel görünen yaşama özenip, giriş karşılığında istenen şeylerin devletimizin iradesini bu birliğe teslim etmek olduğunu görmemektedirler. Avrupa Birliğinin iyi yaşam vaadi kendi vatandaşlarınadır. Bize değildir. Bu güne kadar, birliğe girmek için ülkemizde yapılan çalışmalar bunu göstermektedir. Birlik vatandaşları daha iyi yaşadıkça, biz kendi yaşam standartlarımızı kaybetmekteyiz. Avrupa Birliğine girme sevdasına kapılan siyasetçilerin inançlarının yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetimiz ayakta durmasına rağmen, hala bu sevdada olanların bu aymazlıkları nedir? Bunu anlamakta zor değildir.
Biraz Osmanlı tarihi, okumuş olan biri Cumhuriyet öncesi dönemi bu topraklarda oynanan politikaların aynılarının oynandığını ayan beyan görebilir. Ancak okumayan bir insan bu gerçekleri göremez. Atatürk’ün izinden giden insanlar bugün hala olduğu gibi Avrupa’nın elinde kurtuluşu arayanların takipçileri de halen vardır. Bunlar tıpkı o zaman olduğu gibi bugünde bilgisizliklerinden dolayı inançları boştur. Koşturun bakalım Avrupa’ya doğru…
Bu teslimiyetçi insanlar, bugünkü siyasetçiler neden boyunduruk altına girmek ve sömürülmeyi doğru zannetmektedirler? Bir insan bir zorbaya (fiziki güçlüye) karşı gelebilecek bir iradeye sahip değilse, hayatında bu gerçekle yaşamak zorundadır. Güçlünün karşısında ona itaat etme düşüncesine. Bu insanlara başı dik durmayı ve özgür olmayı anlatabilmek çok zordur. Bu hayat şekline inanmış ve öyle yaşamaktadır. Zaten bağımsızlığı anlayabilecek olsa yapmış olur ve bu sistemi reddederdi. O yüzden bizim bu güne kadar gelmiş geçmiş siyasi partilere bağımsızlığı, Atatürk’ün kurduğu bu sistemi anlatabilmemiz hayaldir. Bu sistemi anlayamayacakları için inanmayacaklardır da. Onların inandığı güçlünün kendilerini yönetmesidir. Bunların yaşamın böyle olduğuna olan inançları böyledir. Onlarda kendilerini güçlü zannettikleri yerde başkalarını yönetmeye çalışmaktadırlar.
Bunu sağlamasını şöyle yaparız. Hükümet devletin başındayken, kendisini var eden halkı öncelikle tutmak zorundadır. Fakat bunlar ne yapmaktadır? Kendisine karşı gelebilecek bütün sistemleri ezmeye çalışmaktadır. Çok konuşanı içeri almaktadır. Hukukun, hükümetin üzerinde olan kuvvetini kendi emiri altına almaya çalışmaktadır. Onların foyalarını ortaya çıkartan medyaya baskılar, aramalar, kapatma cezaları verilmektedir. Bir davaya Ergenekon adı takılmıştır ve bu davada suçlananların suçları halen daha ispatlanmamış ve hatta içeride tutulan bazı insanların neden orada olduğu bilinmemektedir.
Atatürk’e inanmak…
Başta inancın nasıl işlediğini açıklamıştım. Bunların inançları bu şekildedir. Kendilerinden güçlü gördüklerinden emir alırlar. Kendilerinden güçsüz gördüklerini de yönetmek isterler. Yönetilmeyi kabul eden de egosunu yönetebileceğinde tatmin etmek ister. İnce çizgi burasıdır. Atatürk’ün söylediklerinden tek kelime bile anlamayan bu insanlar, ne Atatürk’ü anlarlar, nede Atatürk’e dil uzatanlara karşı savunabilecek bilgiye sahiptirler. Bu inançlarının içinde, hezeyanlar yaşanmaktadırlar. Bu insanlar bilgiden yoksundur ve bir devleti ayakta tutabilecek bilgi ve beceriye sahip değildir. 9 senedir de becerdiklerine dair hiçbir delil yoktur. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı “biz çözmezsek, gelir birileri çözer” cümlesini kurabiliyorsa söylenecek söz yoktur. Ayrıca, muhalefette bulunan partilerinde bugünkü hükümete baskı yapması da saçmadır. Çünkü bölücü başı çocuk katili ellerine teslim edildiğinde, ülkemizin bir adasını bu adama tahsis etmiştirler. Onlarda bir liderlik ve beceri gösterememiştir. Onlarda çözümü ülke dışından gelen emirlere uyarak yapmışlardır.
İmkanı olduğu halde Atatürk, dünya zenginleri arasındaki sıralamalarda yarışmamış. Fakirlik sıralamasında yarışmıştır. Hizmet bir aşktır. Kendini adamaktır. Canını ortaya koymaktır. Canını ortaya koyan, bir şey almaz. Bunun dışında konuşanlar ancak hayal içerisindedirler. Atatürk, hata yapmış olsa bile kimse ona dil uzatamaz. Rüştünü kanıtlamış. O bizim ülkemizin namusudur. Bu namusun ne olduğunu gerçekleri görmek istemeyenler anlamak istemez. Bugün ülkemizde, kapılarında süründürdükleri birliklere dize getirmiş, insanlık öğretmiş ve örnek olmuştur. Atatürk’ü bu memleketin topraklarında unutturmaya çalışanlar için çok üzülüyorum ki, beceremeyecekler. Yaşamlarını bu yolda boşa harcamaktadırlar. Bu gün Avrupa’nın kapıkulları, istiklal mücadelesi verilirken Avrupa’ya kapı kulluğu yapan atalarına sorsunlar; Avrupa Birliği’de istiklal mücadelesinde bu topraklardan gönderilen atalarına sorsunlar “ATATÜRK KİMDİR” diye. Kendi değerini görmezlik edip, başkalarının değerlerini benimseyenler. Size söylüyorum. Beğendiklerinizin değerleri altında inançsız, köle gibi yaşayın. “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylenecek, Atatürk’ün resimleri de asılacaktır. Bu ülke, her şeye rağmen, Ulus bir devlettir ayrıca demokrasi ile yönetilir ve laik bir Cumhuriyettir.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüne inanmak…
Bu güne kadar ülkemin temellerine inanmayanlar gelmiş geçmiştir ve hala vardırlar. Siz inancınızı gösterdiniz yıllarca. Başbakana inanmamak için yeterli, 9 senelik bilgimiz var. Benim de inancım sizin aksi istikametinizdedir. Bu artık bir inanç savaşıdır. Dünyada inançlarını doğru temellere oturtanlar her zaman kazanmışlardır. Sizde inanıyorsunuz, bizde inanıyoruz. Kendi iyiliğimiz için, sizin inancınızın sonucunu görecek kadar bu süreci yaşamayacağız. Komik olan, inanmadığınız Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin imkanları ile bunu yapmaya çalışmanızdır. Bizim özgürlük ve bağımsızlığımız olan devleti, kendi çıkarlarınıza alet etmektesiniz…
Bu ülkenin Atatürk takipçileri çok yol kat etti. Bunu Atatürk’ün yöntemiyle yapacağız. Sıfırdan ve yine bu topraklarda. Bu ülkeyi Atatürk kurdu ve adı Türkiye Cumhuriyeti. Bu bayrak ve bu ad altında devam edeceğiz. Bu günkü siyasi partiyi, birilerine ders verip alaşağı edip 9 sene önce getirdiğimiz gibi, bu günkü hükümeti de göndereceğiz. Bıçak kemiğe dayandı artık hepimiz bir önder ve lideriz. Örneğimiz Atatürk ve izindeyiz. Biz “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüne kalpten ve bağlılıkla inananlarız. İnancımız budur ve tükenmeyeceğiz. Gerekirse 5 kat çalışacağız. Sizin gibi kolaya kaçıp başkalarından medet ummayacağız ve çalmayacağız. Atatürk’ün bize bıraktığı Cumhuriyetimizi ne kadar harap etmeye çalışsanız da, düzelteceğiz. Hırsızlardan, yobazlardan, tefecilerden, sömürgecilerden, her şeyden temizleyeceğiz…
“Ne Mutlu Türküm Diyene” Ve “En Büyük Türk ATATÜRK”
“Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir, Fendir” cümlesini anlamayan zaten Allah’ın rahmet olarak gönderdiği ilk ayeti anlayamaz.
“İnsan, yalan söyleyebilmek için, önce kendini inandırır.” Artık uyanın bu AB yalanlarından.
Her şey HAK ve EŞİTLİK için…
Oğuz DOĞRUYOL