TUSAM
ULUSAL GÜVENLİK
STRATEJİLERİ ARAŞTIRMA MERKEZİ
Türkiye, Barzani ile son dönemece giriyor

KÖRFEZ KRİZLERİ
1948de İsrailin Filistin topraklarını işgaliyle başlayan Körfez krizleri son bulmamış aksine İranın uranyum zenginleştirme gayretleriyle Barzaninin Irak merkezi yönetimini hiçe sayan federasyon ötesi geliştirdiği ilişkiler yeni krizlerin işareti olarak Körfezin gündemine oturmuştur. İran-Irak savaşı, Irakın Kuveyti işgali, 1991 Birinci Körfez Harekatı ile 2003 İkinci Körfez Harekatı Türkiyenin içinde bulunduğu coğrafyayı derinden etkileyen tarihsel olaylar zinciri içerisinde yer almaktadır. Bu kriz dönemlerinde Türkiyenin dış politik rotası Irakın toprak bütünlüğünün korunması ilkesinden hiç ayrılmamıştır. Bu rota istikametinde Iraka asker göndermemek tavrı dış politiğin temelini oluşturmuş ve geliştirilen uluslararası ilişkiler krizleri yaratan ABDnin müttefikliği etrafında şekil kazanmıştır. Siyasetin kamuyu yanıltarak çıkar çatışmasının tarafı olarak değil de stratejik ortaklık şeklinde dile getirdiği ABD ile ilişkilerin tek yanlı boyutu, Türkiyenin ulusal çıkarlarını olumsuz etkilemiş ve son dönemde yaşanılan 2003 Irak savaşı ile ortaya çıkan karanlık tablo Türkiyeyi bugün içine düştüğü çıkmazla karşı karşıya getirmiştir. Bu çıkmaza yol açan faktörlerin bir analizi olarak kabul gören 12 Nisan açıklamasıyla Orgeneral Büyükanıtın belki de bir öz eleştiri olarak da kabul edilebilir şeklinde duygusal bir girişle başlayan ve terör sorununun üç kritik dönemeç noktası olduğunu vurgulayarak devam eden sözleri iç siyaseti bir ulusal yüzleşme sürecine taşımıştır. Iraka operasyon yapılmalı ifadesinin altında yatan güç gösterim yaklaşımı da, bölgesel siyasi hedeflere askeri güç kullanılarak erişilebileceğini işaret etmesi açısından oldukça önem taşımaktadır. Bir yıl öncesi gündeme taşınan bu analizle ufukta görülen olası tehditlere karşı proaktif bir siyaset izlenmesi gereği siyasi karar mekanizmalarına hatırlatılmış ancak siyasetin bu yüzleşmeden kaçınması sonucu Türkiye böylesi bir siyaset geleneğini başlatamamış ve var olan dinamiklerin etkin kullanımını da bir türlü gerçekleştirememiştir. Etkisiz ve tepkisiz bir siyasi yaklaşım her kriz sonrasında Türkiyeyi olası tehditlere biraz daha yakınlaştırmıştır.
SIĞINMACILAR
1991 Körfez Savaşında Türkiye Iraka müdahale etmemiş ancak sahip olduğu olanakları ABDnin hizmetine vererek bu harekatı desteklemiştir. Türkiye; bu harekat sonucunda Saddamın devrileceği, Barzani ve Talabaninin Türkiyenin kontrolü altına gireceği, PKK terör örgütünün Irakta yaşam alanı bulamayacağı, Musul ve Kerkük Türkmenlerinin merkezi yönetimdeki konumlarının güçleneceğini varsayımı ile bu desteği vermiştir. Özalın bu siyasetiyle krizi yönetmeye çalışan Türkiye, savaş sonrasında umduğunun hiç birini bulamamış üstelik Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına koyduğu ambargo nedeniyle yaklaşık 100 milyar dolarlık bir ekonomik kayba uğramasının ötesinde uluslararası arenaya taşınan bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Siyaset uygulayıcılarının bu sonuçları gündeme taşıyarak yüzleşmediği dış politik yanlışlar ilk kez Orgeneral Büyükanıt tarafından kamuoyuna açıklanmış ve terörü bugünlere taşıyan birinci dönemecin Körfez savaşındaki politik tavrın yanlışlığı olduğu, Bu savaşta Türkiye Cumhuriyeti koalisyon güçlerine destek vermiştir. Ancak sonucunda Türkiye zarar görmüştür. sözleriyle açık ve net bir biçimde ortaya konulmuştur. Savaş sonunda ABDnin açtığı yolda ilerleyen Saddam'ın Kuzey bölgesine acımasız saldırısıyla yüz binlerce insanın Türkiye'nin hudutlarına yığıldığını dile getiren Orgeneral Büyükanıt, Bunlara en büyük desteği Türkiye verdiği halde Türkiye suçlanmıştır ve o yığılan insanlar 'burada bir Kürt sorunu var' diye dünya kamuoyuna mal olmuştur şeklindeki ifadeleriyle bir insanlık dramının nasıl bir sözde Kürt sorununa dönüştüğü ve bu sözde sorunun Türkiyenin desteklediği koalisyon güçleri tarafından uluslararası siyasetin içine nasıl çekildiğini de aynı açıklıkla ifade etmiştir. Bu analizler dahi siyaset yapıcılarını uyandıramamış, 2008 yılı aktif siyasetin hep uzağında kalan ve aman sorun çıkmasın siyasetiyle etliye sütlüye karışmayan Türkiyeyi üniter yapısına tehdit olan Barzani ile karşı karşıya getirmiştir.
36. PARALEL

2003 IRAK SAVAŞI
ABDnin Irak harekatının Türkiyenin ulusal çıkarları aleyhine sonuçlandığı kesindir; Irak parçalanmış, Kürt devleti kurulmuş ve Kerkük kaybedilmek üzeredir. Bu harekat sonucu Barzani, ABDnin stratejik müttefiki sıfatıyla Körfezde güç kazanmış ve bu gücüyle Türkiyenin doğusunu olumsuz etkilemesinin ötesinde, -iç siyasete de karışmak suretiyle- yakın gelecekte Türkiyenin üniter yapısına ağır bir tehdit olacağının ilk işaretlerini vermiştir. Harekatın sonuçları ABD açısından ele alındığında; Irak işgali tamamlanmış, içsel yapı parçalanmış, petrol üzerinde hakimiyet kurulmuş ve Büyük Kürdistan projesinin ilk taşı yerine konmuştur. Orgeneral Büyükanıtın günümüz siyasetine ağır bir eleştiriyi ifade eden, Maalesef üçüncü aşama yine bir Körfez Savaşı sonrası olmuştur. İkinci Körfez Savaşı'ndan sonra Türkiye yine iki nedenle zararlı çıkmıştır. Bir; coğrafyasına hapsolmuştur. İki; PKK çok büyük bir serbestlik kazanmıştır ve çok miktarda silah ve malzeme, dağılan Irak ordusundan ele geçirilmiştir. Daha önceleri PKK ile mücadele içinde olan Kuzey Irak'taki Kürt gruplarından bir tanesi, -ki bir zamanlar KYB, PKK ile birlikte o Kürt grubuna saldırıyordu- şimdi doğal bir müttefik haline gelmiştir ve Kuzey Irak'ta çok büyük bir hareket serbestisine sahiptir. Eskiden katırlarla gittikleri yere şimdi taksilerle gidiyorlar. Buna ait görüntüler elimizde. Bu da İkinci Körfez harekatının Türkiye açısından olumsuz bir sonucu olmuştur. şeklindeki değerlendirmeleri, Türkiyenin Irak savaşındaki politikasıyla ulusal çıkarlarını tehlikeye düşürdüğünün açık bir ifadesidir. 2002 yılı genel seçimleriyle tüm ulusal refleksler yön değiştirmiş olup Iraktaki olası gelişmeler karşısında ulusal refleks olarak ortaya konulan ve kırmızı çizgilerle ifade edilen güç kullanım koşulları da ortadan kaldırılmış gözükmektedir. İzlediği bu siyaset ile Türkiyenin Körfezde oynayacağı bir kartın artık kalmadığı düşünülmektedir; sahip olduğu güçlü dinamiklerin pek çoğunu ulusal çıkarların ötesinde ABDnin hizmetine sunmuş, Barzaninin Kerkükü işgaline tavır almamış, Kuzey Irak merkezli federasyon ötesi geliştirilen ilişkilere hem göz yummuş hem desteklemiş, Türkiyenin hükümranlık alanlarına yapılmış saldırılara anında karşılık vermemiş ve bu tavrıyla ABD siyasetinin tepkisiz bir parçası haline gelmiştir. Bu siyasetin sürdürülmesiyle Türkiyenin karşılaşacağı tehditler önümüzdeki günlerde şu şekilde sıralanacaktır;
- Barzaninin Kürt devletini ilan etmesi,
- PKKnın siyasi uzantısı olan DTP milletvekillerini Büyük Kürdistan siyasetinin bir parçası olarak yönlendirmesi ve yönetmesi,
- Doğuda yaşayan halkımıza Kürdistan kimlikleri dağıtması ve halkı toplumsal olaylara sürükleyerek devletle karşı karşıya getirip ayrılıkçı isteklerini uluslararası kamuoyunun ana gündemine taşımasıdır.
Bu koşullarda dahi Türkiyedeki mevcut siyasi zihniyetin ulusal çıkarları gözeterek dinamik güçlerini etkin kullanmak yoluyla Barzaniye karşı tavır alma olasılığı çok zayıftır. Türkiye, 2008 yılı Haziran ayı itibariyle Barzani ile son dönemece girmiş olduğu gerçeğini artık görmek durumundadır.
BELGELİK
Kuzey Irak'a Operasyon Yapılmalı
Türkiyede siyaset zihniyet teröre karşı siyasi çözüm gayretlerini Barzani istikametinde yoğunlaştırmış gözükmektedir. Orgeneral Büyükanıtın Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım. şeklindeki güç kullanımı çağrısına siyaset olumlu yanıt vermediğinden Barzani büyük bir güç ve hareket serbestisi kazanmıştır. Barzani liderliğinin ön plana çıkmasıyla ABD ve İsrailin, PKK terör örgütünün Iraktaki kontrolünü ele geçirdiği ve örgütte meydana gelen dağılmaları Barzaniye yönlendirdiğini bu çerçevede söylemek artık olasıdır. Bununla birlikte otuz yıldır sürdürdüğü etkili eylem ve faaliyetleriyle PKKnın AB ülkelerinde güçlü bir siyasi ve finansal yapı kazanmış olduğu ve bu yapının ABnin kontrolü altında bulunduğunu söylemek de olasıdır. DTP uzantılarının Avrupada bir gazeteye Türkiyenin bu içsel sorununa müdahil olmaları için ilan vermelerine ses çıkarılmayışı, AB Adalet Divanının PKKnın terör örgütü olmadığı yolunda bir karar alması, PKK sözde ulusal kongresi uluslararası ilişkiler sorumlusu Gülabi Dere isimli kırmızlı bültenle aranan bir teröristin APdaki faaliyetlerine göz yumulması ve hatta Dışişleri Bakanı Babacanın karşısına PKK temsilcisi olarak çıkarılmak istenmesi şeklinde gelişen olaylar bu düşüncelerimizi doğrulamaktadır. Bugün için Türkiye, Öcalan çizgisindeki teröristlerin legalleşmesi ve siyasallaşması için çaba gösteren bir AB-DTP-Öcalan siyaseti ile Türkiyedeki siyasi otoriteyi ardına almış bir ABD-İsrail-Barzani siyasetiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Önümüzdeki günler Barzani-Öcalan arasındaki liderlik savaşına sahne olacak ve emperyalist güçler ayrılıkçı hareketin bölünmemesi amacıyla bu ikiliyi asgari müşterekte buluşturmak için her yolu deneyecektir. Bu arada her iki siyasetin destekleyeceği olası toplumsal olaylar, etnik köken ve dini mezhep temelinde ayrıştırmayı hedefleyen İsrail stratejisinin derinlik kazanmasıyla Türkiyedeki iç huzuru bozabilecek ve iç ve dış tehditlere karşı savunma direncini zayıflatabilecektir. Öte yandan ABD, öncelikli olarak Suriye ile İsraili yan yana getirmeyi ve sonrasında İrana müdahaleyi planlamaktadır. Bu olası müdahalenin Türkiyeyi bölgede daha da etkisiz hale getirebileceği, ABD ile İran arasındaki olası bir savaştan dikkatini Irakın güneyine değil kuzeyine çevirmiş olan Barzaninin güçlenerek çıkabileceği, Şii-Sünni çatışmasıyla enerjisini harcamakta olan Irakın göz ardı edeceği bir Barzaninin Türkiye üzerindeki etkinliğini arttırabileceğini dikkatlerden kaçırmamak gerekmemektedir. Durdurulamayan ve kontrol edilemeyen bir Barzani tehdidini siyaset yapıcılarının göz ardı etmesi, Türkiyeyi gelecek yüzyıla bir iç karışıklıkla taşıma niyetlerinin bir ifadesi olarak algılanacaktır. Türkiye geçmişteki Körfez siyasetinin bir sonuç getirmemiş olduğu gerçeğinden yola çıkarak olası krizleri aşabilmek için proaktif bir siyaset izlemesi gerektiğine ve sahip olduğu dinamikleriyle Körfezde etkin bir rol oynayabileceğine inanmalıdır. Türkiyenin Barzani ile gireceği bu son dönemeçten ulusal bütünlüğünü koruyarak çıkabilmesinin yegane yolunun hapsolduğu coğrafyasından çıkarak kendi inisiyatifiyle Iraka bir adım atmasından geçtiği artık hafızalarda yer etmelidir.
Erdal SARIZEYBEK - İÇ GÜVENLİK VE TERÖR
