Irak'a harekat yapılmalı!

İzlem (Strateji) - Bazen barışın, bazen de savaşın sanatı...

Irak'a harekat yapılmalı!

İletigönderen tuba » Sal Haz 17, 2008 5:26


TUSAM
ULUSAL GÜVENLİK
STRATEJİLERİ ARAŞTIRMA MERKEZİ



Türkiye, Barzani ile son dönemece giriyor

Türkiye artık terörün ardındaki gerçeği görüp yüzleşmeli ve ulusal tavrını ortaya koymalıdır. Terörün ardında emperyalist projelerin bulunduğu, bu projelerin AB, ABD ve İsrail üçlüsü tarafından desteklendiği, bugünkü konumuna gelmesinde dış desteklerin önemli rol oynadığı, askeri operasyonların “dağdaki teröriste” yönelmesinin küçük birlik taktik harekatı kapsamında kalması nedeniyle yeterli olmadığı, terörle mücadele için küresel projeleri etkisiz hale getirecek boyutta stratejik planlamaların yapılması gerektiği gerçeğini Türkiye artık görmeli ve bu gerçekle yüzleşmelidir. Bu yüzleşme siyasi bir sorumluluktur ve Türkiye’yi kuşatan iç ve dış tehditler, küresel manevralardaki strateji değişiklikleri ve bölgesel çıkar çatışmaları karşısında ulusal tavır koyma gerekliliği, kaybedilecek zamanın bulunmadığını ve terörü günümüze taşıyan iç ve dış politik yanlışlıkları kamuoyu gözleri önüne serip geleceğe yönelik ulusal bir vizyon ortaya koyabilecek siyaset uygulayıcılarıyla Türkiye’nin tanışma vaktinin gelmiş olduğunu işaret etmektedir. Siyasi yönüyle kimliğini açığa vuran bu yüzleşmenin yapılabilmesi için terörü günümüze taşıyan tarihsel süreçlerdeki dönemeç noktalarının açığa çıkarılması ve ulusal bir siyasetçi gözüyle değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu dönemeçte rol alan aktörlere ve biçilen rollere “ulusal çıkar” gözlüğüyle bakılarak analiz edilmesi ve karanlık noktaların aydınlığa kavuşturularak Türkiye’nin geleceğine ışık tutulması, gelecek yüzyıl yol haritasının işaretlenmesinde dinamik güçlerin varlığını ve olası kullanımındaki stratejiyi de ortaya çıkaracaktır. Ardı ardına yaşanan Körfez krizlerini iyi yönetemeyen Türkiye bugün Barzani gerçeği ile son dönemece girmiş bulunmaktadır.

KÖRFEZ KRİZLERİ

1948’de İsrail’in Filistin topraklarını işgaliyle başlayan Körfez krizleri son bulmamış aksine İran’ın uranyum zenginleştirme gayretleriyle Barzani’nin Irak merkezi yönetimini hiçe sayan federasyon ötesi geliştirdiği ilişkiler yeni krizlerin işareti olarak Körfez’in gündemine oturmuştur. İran-Irak savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali, 1991 Birinci Körfez Harekatı ile 2003 İkinci Körfez Harekatı Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyayı derinden etkileyen tarihsel olaylar zinciri içerisinde yer almaktadır. Bu kriz dönemlerinde Türkiye’nin dış politik rotası “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması” ilkesinden hiç ayrılmamıştır. Bu rota istikametinde “Irak’a asker göndermemek” tavrı dış politiğin temelini oluşturmuş ve geliştirilen uluslararası ilişkiler krizleri yaratan ABD’nin müttefikliği etrafında şekil kazanmıştır. Siyasetin kamuyu yanıltarak “çıkar çatışmasının tarafı” olarak değil de “stratejik ortaklık” şeklinde dile getirdiği ABD ile ilişkilerin tek yanlı boyutu, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını olumsuz etkilemiş ve son dönemde yaşanılan 2003 Irak savaşı ile ortaya çıkan karanlık tablo Türkiye’yi bugün içine düştüğü çıkmazla karşı karşıya getirmiştir. Bu çıkmaza yol açan faktörlerin bir analizi olarak kabul gören 12 Nisan açıklamasıyla Orgeneral Büyükanıt’ın “belki de bir öz eleştiri olarak da kabul edilebilir” şeklinde duygusal bir girişle başlayan ve terör sorununun “üç kritik dönemeç noktası” olduğunu vurgulayarak devam eden sözleri iç siyaseti bir ulusal yüzleşme sürecine taşımıştır. “Irak’a operasyon yapılmalı” ifadesinin altında yatan “güç gösterim yaklaşımı” da, bölgesel siyasi hedeflere askeri güç kullanılarak erişilebileceğini işaret etmesi açısından oldukça önem taşımaktadır. Bir yıl öncesi gündeme taşınan bu analizle ufukta görülen olası tehditlere karşı proaktif bir siyaset izlenmesi gereği siyasi karar mekanizmalarına hatırlatılmış ancak siyasetin bu yüzleşmeden kaçınması sonucu Türkiye böylesi bir siyaset geleneğini başlatamamış ve var olan dinamiklerin etkin kullanımını da bir türlü gerçekleştirememiştir. Etkisiz ve tepkisiz bir siyasi yaklaşım her kriz sonrasında Türkiye’yi olası tehditlere biraz daha yakınlaştırmıştır.

SIĞINMACILAR

1991 Körfez Savaşı’nda Türkiye Irak’a müdahale etmemiş ancak sahip olduğu olanakları ABD’nin hizmetine vererek bu harekatı desteklemiştir. Türkiye; bu harekat sonucunda Saddam’ın devrileceği, Barzani ve Talabani’nin Türkiye’nin kontrolü altına gireceği, PKK terör örgütünün Irak’ta yaşam alanı bulamayacağı, Musul ve Kerkük Türkmenlerinin merkezi yönetimdeki konumlarının güçleneceğini varsayımı ile bu desteği vermiştir. Özal’ın bu siyasetiyle krizi yönetmeye çalışan Türkiye, savaş sonrasında umduğunun hiç birini bulamamış üstelik Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına koyduğu ambargo nedeniyle yaklaşık 100 milyar dolarlık bir ekonomik kayba uğramasının ötesinde uluslararası arenaya taşınan bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Siyaset uygulayıcılarının bu sonuçları gündeme taşıyarak yüzleşmediği dış politik yanlışlar ilk kez Orgeneral Büyükanıt tarafından kamuoyuna açıklanmış ve terörü bugünlere taşıyan “birinci dönemecin” Körfez savaşındaki politik tavrın yanlışlığı olduğu, “Bu savaşta Türkiye Cumhuriyeti koalisyon güçlerine destek vermiştir. Ancak sonucunda Türkiye zarar görmüştür.” sözleriyle açık ve net bir biçimde ortaya konulmuştur. Savaş sonunda ABD’nin açtığı yolda ilerleyen Saddam'ın Kuzey bölgesine acımasız saldırısıyla yüz binlerce insanın Türkiye'nin hudutlarına yığıldığını dile getiren Orgeneral Büyükanıt, ”Bunlara en büyük desteği Türkiye verdiği halde Türkiye suçlanmıştır ve o yığılan insanlar 'burada bir Kürt sorunu var' diye dünya kamuoyuna mal olmuştur” şeklindeki ifadeleriyle bir insanlık dramının nasıl bir “sözde Kürt sorununa” dönüştüğü ve bu sözde sorunun Türkiye’nin desteklediği koalisyon güçleri tarafından uluslararası siyasetin içine nasıl çekildiğini de aynı açıklıkla ifade etmiştir. Bu analizler dahi siyaset yapıcılarını uyandıramamış, 2008 yılı aktif siyasetin hep uzağında kalan ve “aman sorun çıkmasın” siyasetiyle etliye sütlüye karışmayan Türkiye’yi üniter yapısına tehdit olan Barzani ile karşı karşıya getirmiştir.

36. PARALEL

Terörün “ikinci dönemeç” sürecini başlatan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 Nisan 1991 tarih ve 688 sayılı kararı ve bunun sonucu uygulanan Irak’ın 36. paralel kuzeyine uçuş ve müdahale yasağının ne gibi sonuçlara yol açtığını görmezden gelen siyaset yapıcıları bu ısrarcı tavırlarını aradan yıllar geçmiş olmasına karşın hala sürdürmektedir. 2003 yılına kadar aralıksız desteklenmiş olan Çekiç Güç, ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’a savaş açması üzerinde yine ABD tarafından kaldırılmıştır. 91’den 2003’e kadar geçen dönemde iktidarı sahiplenen her siyasi iradenin bu güce destek verdiği ve bunun sonucu olarak Irak kaynaklı tehditlerle yüz yüze kalınmış olduğu gerçeği unutulmuş görülmektedir. Siyaset uygulayıcılarının dile getirmekten kaçındığı gerçekler, Tennessee Technical Üniversity’de öğretim üyesi olan Amerikalı Micheal Gunter’in 1993'te Third Norld Quarterly'de yayınlanan bir makalesinde yer alan ,“Irak Kürtleri Kuzey Irak'ta büyük çapta bir fiili devlet ve hükümet kurmaya başlamışlardır. Bu olay Türkiye'nin güneyine yerleştirilmiş olan müttefik Çekiç Güç'ün koruması altında meydana geldi.” şeklindeki sözleriyle gün ışığına çıkmış ancak bu gerçek Türkiye gündeminde hak ettiği yeri bulamamıştır. 2007 Genelkurmay Başkanlığı basın açıklamasında yer alan, “36. paralelin kuzeyinin Saddam'a yasaklanması kuzeydeki insanları korumakla birlikte, bunun, aynı bölgede PKK'ya korunma bölgesi oluşturduğunu ve bugünkü durumu da yarattığı” şeklindeki ifadeler, ABD destekli terörün ikinci dönemeç noktasını teşkil eden 36. paralel meselesini ilk kez siyaset gündemine taşımıştır. Orgeneral Büyükanıt’ın, “Hala da bu durum artarak devam etmektedir. O karakolların basılması, kitle halinde zayiat verdiği dönemler hep bu döneme rastlar” sözleriyle Çekiç Güç’ün, PKK terör örgütünün Irak kuzeyinde yuvalanmasına ve Saddam'ın, arta kalan silahları alarak güçlenmesine yol açan ana faktör olduğu da kamuoyuna ilan edilmiştir. Barzani’yi terör odaklı güç haline getiren üçüncü dönemeç noktasının, “müttefik ya da ortak” ABD’nin 2003 Irak manevralarıyla ortaya çıkmış olmasını bir rastlantı şeklinde değerlendirmek artık mümkün değildir. Bu manevraların Ermeni sorunuyla başlayan Kürt sorunu ile sürdürülen küresel projelerin Irak ayağı olduğunu düşünmek Barzani’yi tanımlayan en akılcı yaklaşım olacaktır.

2003 IRAK SAVAŞI

ABD’nin Irak harekatının Türkiye’nin ulusal çıkarları aleyhine sonuçlandığı kesindir; Irak parçalanmış, Kürt devleti kurulmuş ve Kerkük kaybedilmek üzeredir. Bu harekat sonucu Barzani, ABD’nin stratejik müttefiki sıfatıyla Körfez’de güç kazanmış ve bu gücüyle Türkiye’nin doğusunu olumsuz etkilemesinin ötesinde, -iç siyasete de karışmak suretiyle- yakın gelecekte Türkiye’nin üniter yapısına ağır bir tehdit olacağının ilk işaretlerini vermiştir. Harekatın sonuçları ABD açısından ele alındığında; Irak işgali tamamlanmış, içsel yapı parçalanmış, petrol üzerinde hakimiyet kurulmuş ve Büyük Kürdistan projesinin ilk taşı yerine konmuştur. Orgeneral Büyükanıt’ın günümüz siyasetine ağır bir eleştiriyi ifade eden, “Maalesef üçüncü aşama yine bir Körfez Savaşı sonrası olmuştur. İkinci Körfez Savaşı'ndan sonra Türkiye yine iki nedenle zararlı çıkmıştır. Bir; coğrafyasına hapsolmuştur. İki; PKK çok büyük bir serbestlik kazanmıştır ve çok miktarda silah ve malzeme, dağılan Irak ordusundan ele geçirilmiştir. Daha önceleri PKK ile mücadele içinde olan Kuzey Irak'taki Kürt gruplarından bir tanesi, -ki bir zamanlar KYB, PKK ile birlikte o Kürt grubuna saldırıyordu- şimdi doğal bir müttefik haline gelmiştir ve Kuzey Irak'ta çok büyük bir hareket serbestisine sahiptir. Eskiden katırlarla gittikleri yere şimdi taksilerle gidiyorlar. Buna ait görüntüler elimizde. Bu da İkinci Körfez harekatının Türkiye açısından olumsuz bir sonucu olmuştur.” şeklindeki değerlendirmeleri, Türkiye’nin Irak savaşındaki politikasıyla ulusal çıkarlarını tehlikeye düşürdüğünün açık bir ifadesidir. 2002 yılı genel seçimleriyle tüm ulusal refleksler yön değiştirmiş olup Irak’taki olası gelişmeler karşısında ulusal refleks olarak ortaya konulan ve kırmızı çizgilerle ifade edilen güç kullanım koşulları da ortadan kaldırılmış gözükmektedir. İzlediği bu siyaset ile Türkiye’nin Körfez’de oynayacağı bir kartın artık kalmadığı düşünülmektedir; sahip olduğu güçlü dinamiklerin pek çoğunu ulusal çıkarların ötesinde ABD’nin hizmetine sunmuş, Barzani’nin Kerkük’ü işgaline tavır almamış, Kuzey Irak merkezli federasyon ötesi geliştirilen ilişkilere hem göz yummuş hem desteklemiş, Türkiye’nin hükümranlık alanlarına yapılmış saldırılara anında karşılık vermemiş ve bu tavrıyla ABD siyasetinin tepkisiz bir parçası haline gelmiştir. Bu siyasetin sürdürülmesiyle Türkiye’nin karşılaşacağı tehditler önümüzdeki günlerde şu şekilde sıralanacaktır;

  • Barzani’nin Kürt devletini ilan etmesi,
  • PKK’nın siyasi uzantısı olan DTP milletvekillerini Büyük Kürdistan siyasetinin bir parçası olarak yönlendirmesi ve yönetmesi,
  • Doğu’da yaşayan halkımıza Kürdistan kimlikleri dağıtması ve halkı toplumsal olaylara sürükleyerek devletle karşı karşıya getirip ayrılıkçı isteklerini uluslararası kamuoyunun ana gündemine taşımasıdır.


Bu koşullarda dahi Türkiye’deki mevcut siyasi zihniyetin ulusal çıkarları gözeterek dinamik güçlerini etkin kullanmak yoluyla Barzani’ye karşı tavır alma olasılığı çok zayıftır. Türkiye, 2008 yılı Haziran ayı itibariyle Barzani ile son dönemece girmiş olduğu gerçeğini artık görmek durumundadır.

BELGELİK


Kuzey Irak'a Operasyon Yapılmalı

Türkiye’de siyaset zihniyet “teröre karşı siyasi çözüm” gayretlerini Barzani istikametinde yoğunlaştırmış gözükmektedir. Orgeneral Büyükanıt’ın “Şu soruyu bana sorabilirsiniz: 'Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı?' Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım.” şeklindeki güç kullanımı çağrısına siyaset olumlu yanıt vermediğinden Barzani büyük bir güç ve hareket serbestisi kazanmıştır. Barzani liderliğinin ön plana çıkmasıyla ABD ve İsrail’in, PKK terör örgütünün Irak’taki kontrolünü ele geçirdiği ve örgütte meydana gelen dağılmaları Barzani’ye yönlendirdiğini bu çerçevede söylemek artık olasıdır. Bununla birlikte otuz yıldır sürdürdüğü etkili eylem ve faaliyetleriyle PKK’nın AB ülkelerinde güçlü bir siyasi ve finansal yapı kazanmış olduğu ve bu yapının AB’nin kontrolü altında bulunduğunu söylemek de olasıdır. DTP uzantılarının Avrupa’da bir gazeteye Türkiye’nin bu içsel sorununa müdahil olmaları için ilan vermelerine ses çıkarılmayışı, AB Adalet Divanının PKK’nın terör örgütü olmadığı yolunda bir karar alması, PKK sözde ulusal kongresi uluslararası ilişkiler sorumlusu Gülabi Dere isimli kırmızlı bültenle aranan bir teröristin AP’daki faaliyetlerine göz yumulması ve hatta Dışişleri Bakanı Babacan’ın karşısına PKK temsilcisi olarak çıkarılmak istenmesi şeklinde gelişen olaylar bu düşüncelerimizi doğrulamaktadır. Bugün için Türkiye, Öcalan çizgisindeki teröristlerin legalleşmesi ve siyasallaşması için çaba gösteren bir AB-DTP-Öcalan siyaseti ile Türkiye’deki siyasi otoriteyi ardına almış bir ABD-İsrail-Barzani siyasetiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Önümüzdeki günler Barzani-Öcalan arasındaki liderlik savaşına sahne olacak ve emperyalist güçler ayrılıkçı hareketin bölünmemesi amacıyla bu ikiliyi asgari müşterekte buluşturmak için her yolu deneyecektir. Bu arada her iki siyasetin destekleyeceği olası toplumsal olaylar, “etnik köken ve dini mezhep temelinde ayrıştırmayı hedefleyen İsrail stratejisinin derinlik kazanmasıyla Türkiye’deki iç huzuru bozabilecek ve iç ve dış tehditlere karşı savunma direncini zayıflatabilecektir. Öte yandan ABD, öncelikli olarak Suriye ile İsrail’i yan yana getirmeyi ve sonrasında İran’a müdahaleyi planlamaktadır. Bu olası müdahalenin Türkiye’yi bölgede daha da etkisiz hale getirebileceği, ABD ile İran arasındaki olası bir savaştan dikkatini Irak’ın güneyine değil kuzeyine çevirmiş olan Barzani’nin güçlenerek çıkabileceği, Şii-Sünni çatışmasıyla enerjisini harcamakta olan Irak’ın göz ardı edeceği bir Barzani’nin Türkiye üzerindeki etkinliğini arttırabileceğini dikkatlerden kaçırmamak gerekmemektedir. Durdurulamayan ve kontrol edilemeyen bir Barzani tehdidini siyaset yapıcılarının göz ardı etmesi, Türkiye’yi gelecek yüzyıla bir iç karışıklıkla taşıma niyetlerinin bir ifadesi olarak algılanacaktır. Türkiye geçmişteki Körfez siyasetinin bir sonuç getirmemiş olduğu gerçeğinden yola çıkarak olası krizleri aşabilmek için proaktif bir siyaset izlemesi gerektiğine ve sahip olduğu dinamikleriyle Körfez’de etkin bir rol oynayabileceğine inanmalıdır. Türkiye’nin Barzani ile gireceği bu son dönemeçten ulusal bütünlüğünü koruyarak çıkabilmesinin yegane yolunun hapsolduğu coğrafyasından çıkarak kendi inisiyatifiyle Irak’a bir adım atmasından geçtiği artık hafızalarda yer etmelidir.
Erdal SARIZEYBEK - İÇ GÜVENLİK VE TERÖR
Resim
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

Şu dizine dön: İzlem (Strateji)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x