İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İslâm dini hakkındaki görüş ve paylaşımlarınızı yapabileceğiniz bölümdür.

İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İletigönderen bezgin » Prş Kas 26, 2009 21:33

Geçen hafta içinde Habertürk TV’de Palçiçek Pamir’in Karşıt Görüş proğramına çıktım. Proğramda MUSİAD eski başkanlarından Erol Yarar ile "İslam ve Burjuvazi" konusunu tartıştık.

Tartışmadan her ne kadar entelektüel bir haz alamasam da, temel mesajları verme açısından fena olmadı. Aşırı yüklenme nedeniyle internet sitem az kalsın çöküyordu. Mail trafiği de cabası…

Bu yoğun ilgiden “İslam abdestli kapitalizm üretmek için var değildir” mesajının yerine ulaştığı anlaşılıyor.

Erol Yarar gibilerin “Sahabeye hakaret ediyor” veya “Komünistlik yapıyor” salvolarının bunu durdurması mümkün değil. Pandoranın kutusu açıldı. Bu tartışma daha da büyüyerek devam edecek ve zamanın ruhunun değiştiğini herkes görecek.

Bize eskiden “yeşil komünist” derlerdi. Şimdi yeşile de gerek kalmadan “komünist” diyerek ‘bahçelerine’ sarılıyorlar. Sırrı Sürreyya Önder dostumun telefondaki espirisi her zamanki gibi harikaydı: “Artık yeşil de yok, terfi etmişsin, hadi hayırlı olsun!”

12 Eylül’den hemen önce, o zaman Kırşehir’de lisede okuyordum, Akıncılar ve MTTB’ye gider gelirdik. Duvarlara “Sınırsız ve sınıfsız İslam toplumuna doğru” diye yazılar yazardık. O zaman yaftamız yeşil komunistti…

Sonra yeni yaftalarımız oldu: Radikal, İrancı, mezhepsiz, modernist, tarihselci, dinde reformcu…

Bunlar da hakkımda yazılan son iki eleştiri yazısından: Liberal-sosyalist, materyalist, naturalist, neo-mutezilî, batınî, ulusalcı…

Yaftalamadan edemiyor yurdum insanı.

Ha babam yafta vuruyorlar.

Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiiri aklıma geldi: “Vurun ulan, vurun, ben kolay ölmem!”

30 yıl önce (1980) Mamak Cezaevi kapısında başçavuşa verdiğim cevap, Balçiçek Pamir’in proğramındaki (2009) “Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?” sorusuna verdiğim cevap ile aynı: Müslüman.

Bu kadar.

***

Kur’an’ın “tarihe, hayata ve tabiata dönüşü” için esastan bir yeniden okuma yapıyoruz.

Bu, Muhammed İkbal’in “İslam’da dinî düşüncenin yeniden inşası” dediği şeydir. Hz. İsa’nın dediği gibi “Karanlıklarda söylediklerinizi bir gün gelecek çatılardan haykıracaksınız.” Hiçbir güç buna engel olamaz. Hiçbir yaftalama bunu durduramaz ve saptıramaz.

Artık Ebuzer İslam’ı var. Solculuğa, komunistliğe gerek yok. Çağın vicdanı buradan çıkacak. Ebuzer, ıssız çölde yattığı o mezardan kalkarak çağımıza gelecek. Tıpkı İsa’nın mezarından kalkıp döneceği gibi dünyaya dönecek. Tabiî bu, Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in, Ali’nin, Ebuzer’in vb. getirdiği ve savunduğu İslam’ın ruhunun geri dönmesi; zihinlerde bilinç, yüreklerde heyecan olarak yeniden yeşermesi demek oluyor.

Bunun önüne geçmek mümkün değildir. Ben veya bir başkasının katkısı fark etmez, tarihin akışı bu yöndedir. Onun için ‘zamanın ruhu değişti’ diyorum.

***

Gerçi defalarca yazdım, bilen biliyor ama binlerce kişi yazılarımızla yeni karşılaştığı için iki konuya açıklık getirmek istiyorum.

Birincisi proğramda Hz. Osman’a hakaret ettiğim iddiasıdır.

“İslam’ın yenilikçileri” kitabımızın birinci cildindeki “Hz. Ömer”, “Hz. Ali”, “Ebuzer”, “Ammar b. Yasir” bölümlerini okuyanlar bilirler, biz dönemin ekonomi-politik analizini yapıyoruz.

Eğer bunu yapmazsak mesafe katedemeyiz. Çünkü yeryüzünde İslam ümmeti diye bir şey varoldukça bu isimler de var olacaktır. Bunları silip atamayız, olayları görmemezlikten gelemeyiz.

Çünkü istediğiniz kadar ayet hadis okuyun “Bahçe sahibi” dindar zihin hemen “Hz. Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a, Saad bin Ebi Vakkas’a ne diyeceksin?” demekte ve ayeti hadisi tınlamamaktadır.

Dindar zihnin şunu bilmesi gerekiyor: Ebuzer (ve şu an biz) Hz. Osman’ın kişisel hayatını, hayasını, imanını, peygamberimize olan yakınlığını, İslam’a olan hizmetlerini eleştirmedik, eleştirmiyoruz. Böyle bir şey olamaz, olabilemez.

Fakat “kamu icraatı” eleştiriye açıktır.

Çünkü ülke (ümmet) hazinelerinin anahtarı kendisine teslim edilmiş olan, savaşa ve barışa karar verme yetkisi kendisinde olan, halkın mukadderatını etkileyecek kararlar verme makamında oturan yani kamu otoritesi yetkisi kullanan herkes, evet herkes eleştirilebilirdir.

İşte “herkese ait olan” bu alan (kamu) “herkesin” eleştirisine açıktır.

Kamu yetkisini kullandığı sürece hem hesap sorulabilir ve hem de eleştirilebilir olmak durumundadır. Aksi halde hesap sorulamaz ve eleştirilemez olursa diktatör ve hatta giderek tiran olur. Zaten diktatörlük ve tiranlık da bundan başka bir şey değildir.

Bu eleştiriyi yapacak olanlar da o ülkenin (ümmetin) aydınlarıdır. Aydın bu anlamda halkın vicdanıdır. Eleştirilemeyeni eleştirebilendir. Gelecek nesillerin ibret almasını ve bir daha o hataların tekrar edilmesini engelleyecek olan “eleştirel analizi” ortadan kaldıran “kutsallık perdesine bürünme” ve böylece “kamu icraatlarını sorgulamaz kılma” nın büyüsünü bozar.

Böylece aydın ülkenin (devletin/ümmetin) donmuş dimağını açarak geleceğe yürümesini sağlar.

İşte Ebuzer bunu yapmıştır. Sahabenin çoğu da bunu yapmıştır. Hz. Osman da hiçbir zaman kamu icraatlarının eleştirilemez olduğunu söylememiştir. Bizzat hilafet makamında çatır çatır tartışmışlardır.

Eğer siz geçmişte hilafet makamında oturmuş birisini, kamu icraatları sebebiyle eleştirilemez görürseniz, bugün de, aynı/benzer makamda oturanları eleştirilemez görürsünüz. İslam toplumlarında eleştirilemez, sorgulanamaz, hesap sorulamaz liderlerin çıkıp durmasının kökleri buralara dayanmaktadır.

Çünkü kamu bilinci yeterince gelişmemiştir. “Kamu icraatları sebebiyle eleştiri” ile “kişiliğe hakaret” birbirine karıştırılmaktadır.

Halbuki ilki meşru, ikincisi yasaktır.

Bu söylediğime değil Hz. Osman, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, eğer kamu yetkisi kullanmışsa Ebuzer, hatta Hz. Peygamber’in kendisi bile dahildir.

Ona Allah’ın Resulü olarak tabiî ki itaat etmemiz gerekir, amennâ fakat “kamu icraatı” söz konusu olunca, ‘savaşı şöyle yapalım’, ‘barışı imzalamayalım’, ‘hurma ağaçlarını aşılamayalım’ vs. diyebilirsiniz.

Eğer bunlardan kaynaklanan bir zarar ortaya çıkarsa ‘bu yanlıştı, yapmamalıydık’ deme hakkınız vardır. Bunların hepsi olmuştur.

Bugün dahi “kamu yetkisini” kim kullanıyorsa “kamudaki tüm icraatları” eleştiriye açık olmak durumundadır. Çünkü kamu “herkese ait olan” demektir ve herkese ait olan hakkında karar verenler eleştiriyi göze almak durumundadırlar. Aksi halde tabiatları kaldırmıyorsa istifa etmeli, yerlerini tahammüllü olanlara bırakmalıdırlar.

“Kamu” adı üzerinde kimsenin özel alanı, malı, mülkü ve çiftliği değildir. Nihayetinde ölmek, istifa etmek veya emekli olup gitmek suretiyle kamu görevi bitecek ve fakat milletin/ümmetin örgütlü gücü, ortak hazinesi veya toplumsal tini (ruhu) demek olan “kamu” devam edecektir.

İşte buna kamu bilinci diyoruz. (bkz. “En büyük kamu” başlıklı makale)

Bu nedenle başta Hz. Osman olmak üzere sahabeler “kamu icraatları” sebebiyle eleştirilemez ve sorgulanamaz değildir. “Burada yanıldı” demek sanıldığının aksine gayet ilerletici ve ders çıkarıcıdır. Üstelik günümüze yönelik son derece öğretici tarafları var.

Öyle ki “Adalet Devleti” adlı kitabımdaki kimi kamu felsefesi teorileri, Hz. Osman döneminin yanlış icraatlarından çıkardığım sonuçlardan çıkarılmıştır. Yani bana gayet öğretici olmuştur.

***

İkincisi proğramda komunistlik yaptığım iddiasıdır.

“Kur’an’dan kapitalizm hele abdestli kapitalizm hiç çıkmaz. Eğer bir ekonomi-politik çıkarılacaksa, Kur’an kavramlarını kullanmadan, bugünün kavramları ile söyleyecek olursak sosyalizme eğilimlidir…”

“İslam’ın politik duruşu sol bir duruştur.”

Bu sözlerden benim komunistlik yaptığım nasıl çıkıyor?

Şunu da söyleyeyim: Kelime anlamıyla komunist (communist) sözcüğünden rahatsız olmam. Çünkü İslam’daki cum’a, cem, cemaat, cumhur sözcüğü ile aynı köktendir: topluluk, toplu, ortaklaşa olan demektir.

Fakat bir ideoloji olarak komunizm ile herhangi bir alakam yoktur. Kendimi solcu, sosyalist veya komunist diye tanımladığım hiç görülmemiştir. Kur’an’dan çıkardığım kimi ekonomi-politik yorumların bunları çağrıştırır olması, bir ideoloji olarak komunizmi savunduğum anlamına gelmez.

Nitekim “devlet kapitalizmi” tabirini kullanmıştım.

Daha önce Gerçek Hayat Dergisi’nde “Biz de ikisi de var” başlıklı makalede ve “Mülk Yazıları” kitabıma aldığım “Kur’an’dan kapitalizm mi çıkar sosyalizm mi?” başlıklı makalede bu konuları etraflıca anlatmıştım.

Bu kavramları kullanarak meseleyi anlatmaktan kastım “çağın idraki” içinde konuşabilmektir. Aksi halde “İslam o değildir bu değildir” dediğiniz zaman çağın idraki içine giremiyor ve o dili kullananlarla iletişim kuramıyorsunuz.

Buradan bakılınca asıl söylemek istediğim şu: İslam’ın politik duruşu sol ise metafizik duruşu sağ olur.

Çünkü “Evreni yaratan ‘Allah’ var, yerin göğün ‘sahibi’ O’dur, Allah’ın ‘yasa’ları ile oynamamalıyız, yarattığı tabiat ‘düzen’ine uymalıyız, gönderdiği peygamberlere ‘itaat’ etmeliyiz…” dediğinizde bunlar çağın idrakinde gayet ‘sağ’ vurgulardır. Bu açıdan metafizik duruşu sağ olur.

Öte yandan “Zulme karşı direnmeliyiz, kula kulluğa son vermeliyiz, açları, yoksulları doyurmalıyız, malımızı onlarla bölüşmeliyiz, zengin ile yoksul eşit hale gelinceye kadar yardımlaşmalıyız, faize son vermeliyiz, insana emeğinden başkası yoktur, zulmedenler yakında nasıl bir inkılab ile devrileceklerini göreceklerdir, ezilenler yeryüzünün varisi olacaktır..” dediğinizde bunlar da çağın idrakinde gayet ‘sol’ vurgulardır.

Demek ki ‘çağın idraki içinden’ konuşursak, İslam’ın metafizik duruşu tabiattaki ‘yaratıcının koyduğu düzeni koruma’ gibi sağ temalar içerirken, politik duruşu insanlıktaki ‘bozuk düzeni değiştirme’ gibi de sol temalar içeriyor.

Bu nedenle Gerçek Hayat Dergisi’ndeki o yazıda (8 ay önce) anlattığım gibi, 30 yıl önce Mamak Cezaevi’nin kapısında başçavuşun “Sağcı mısınız, Solcu musunuz ulan!” sorusuna Balçiçek Pamir’in proğramındaki gibi “Müslümanım” demiştim.

Başçavuş kızıp “Ne demek lan o, biz gavur muyuz? Birileri çıkmış adalet, eşitlik, özgürlük, yoksulluk, açlık, emek, devrim mevrim diyor, birileri de Allah, kitap, vatan, millet, din, iman diyor. Siz hangisini diyorsunuz?” deyince “Bizde ikisi de var” demiştim.

Aynı yaftalar, aynı kalıplar, aynı önyargılar….

Artık bunları kırmanın zamanı geldi de geçmedi mi?

İhsan Eliaçık - Web Sitesi
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İletigönderen Ram » Sal Ara 01, 2009 12:24

İlginç bir yazı, birçok tanımlama güzel oturtulmuş. Elbette bu biraz da yanıt yazısı olmuş, ancak altı dolu. Yazar üzülmesin, ben çok güzel yaftalarım: Kamunist
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İletigönderen sessiz sedasız » Sal Ara 01, 2009 14:17

Emperyalizmin İslamiyeti

XIX.yy'da bilimsel buluşların gelişmesi,bilinmeyenlerin açığa çıkartılması,diyalektik materyalizmin doğruluğunu ispatlamıştır.Doğadaki olayları,sürekli bir hareket ve değişme içinde gören,doğadaki gelişmeleri,doğadaki çelişkilerin gelişmesi sonucu doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini karşılıklı etkilemeleri ile açıklayan öğretiye ''Diyalektik Materyalizm'' adı verilir.Bu öğretinin toplum bilimine uyarlanması sonucu ortaya çıkan felsefe ise ''Tarihsel Materyalizm''olarak ifade edilir.
Diyalektik dünya görüşüne göre,herşey zıtlıkların birliğini ifade eder ve herşey zıtlıkların savaşımı sonucu oluşur.Bu,maddenin yapısında da böyledir;toplumda da.Antik Klasik dönemde köle-efendi,feodal dönemde serf-senyör,kapitalist dönemde burjuvazi-proleterya, savaşımları toplumun da uzlaşmaz karşıt sınıflardan oluştuğunu ispat eder.Yakın tarihimizde 1917 ile 1991 yıllarına kadar geçen evre,birbirleri ile uzlaşmaz iki ideoloji olan Kapitalizm ile Sosyalizm'in egemenlik savaşımına tanıklık etmiştir.1991 yılında Sovyetler Birliği'nin parçalanması ile dünya siyasetinde yalnız kalan kapitalizm,egemenliğini bütün ulusların iç pazarını ele geçirterek hakim ideoloji haline geldi.Komünizm'in yıkılması,Kapitalizm için büyük bir zaferdi;ama diyalektik felsefeye göre siyasette karşıt bir düşman yaratmak kaçınılmaz gerçekti.Komünizm'in sona ermesiyle Kapitalizm'in karşısına nasıl bir güç çıkacaktı?Bu sorunun cevabını dönemin İngiltere Başbakanı Margret Teatcher,1991 yılında toplanan Davos Zirvesinde şu şekilde açıklamıştır:''Bugün gelinen noktada en büyük rakibimiz Sovyetler Birliği'nin parçalanmasıyla Komünizm tehlikesi,sona ermiştir.Bundan sonraki aşamada yeni bir düşman yaratmak gereklidir.Bu düşman ise İslamiyet olacaktır.''
Margret Teatcher'in bu sözleri üzerine biraz düşünülecek olunursa,şu anda Yakındoğu'da hakim fikrin neden islamcılık olduğu oldukça kolay anlaşılacaktır.Birtakım dinci akımların iddia ettiği gibi dünyanın islama yöneldiği,müslüman ülkelerin şeriat idaresine özlem duyduğu safsataları sadece islami hiziplerin görmek isteyipte erişemediği rüyalardan ibarettir.Emperyalizm'in günümüzde destek verdiği en güçlü oluşumlar,dini kullanan örgütlerdir.Yakındoğu'da FKÖ(Filistin Kurtuluş Örgütü)'ye karşı muhalif olarak kurulan direniş örgütleri,düşmanımın düşmanı dostumdur mantelitesi ile Yaser Arafat'ın gücünü kırmak için İsrail tarafından yeşertilmiştir.Filistin'de eyleme geçen bu örgütlenmeler ile laikliği savunan El-Fetih örgütü arasında meydana gelen kanlı çatışmalar,iç savaşa dönüşmüş, bu ise İsrail'in ekmeğine yağ sürmüştür.
Afganistan'da devrik devlet başkanı Necibullah'a ve Kızılordu'ya karşı gerilla mücadelesine giren mücahitler,bizzat ABD tarafından silahlandırılarak savaşa sokulmuştur.Yıllarca süren savaşın ardından Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla bölgede meydana gelen boşluk,gene ABD askerleri ile doldurulmuştur.
Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesinden önce mevcut devlet düzenine karşı girişilen örgütlenmelerin birçoğu şeriatçı ideolojiye sahiptir. İslami Devrim Hareketi,bu örgütlerin en güçlü olanıdır ve ABD-İRAN desteğinden en fazla yararlanan örgüttür.Fakat ne hikmetse Irak'ta meydana gelen ABD işgali sonrasında bu örgütün ne izine ne de adına rastlanılmaktadır.
Ülkemizde ABD destekli islami oluşumların geçmişi, diğer Yakındoğu ülkelerine göre daha eskidir.Ülkemizde 1949 yılında yapılan genel seçimleri,liberalizmi savunan ve devletçi politikalara düşman amerikancı Demokrat Parti'nin kazanması,Nur Cemaati açısından risalelerin tekrar basılmasına neden olmuş,30 Kasım 1925 yılında çıkartılan kanuna rağmen tekke ve zaviyeler,toplum içinde kol gezmeye başlamıştır.Bunların haricinde Emperyalizm'in zaferini Kore'de sağlamlaştırmak için ABD'ye yardım amaçlı asker gönderilmiş,yüzlerce gencin ölümüne sebebiyet verilmiştir.NATO'ya girişi, yüzlerce askerin kanıyla ödeyen ülkemiz,Demokrat Parti'nin ardından herzaman Türk-İslam sentezini savunan sağ iktidarlar tarafından idare edilmiştir.ABD'nin desteği ile açılan ''Komünizmle Mücadele Dernekleri''ve''Milli Türk Talebeler Birliği'',Devrimci Öğrenciler Birliği'ne göre öylesine rahat faaliyetler içinde bulunmuştur ki,bu günün iktidar sahiplerinin geçmişte bu gençlik örgütlerinin mensubu oldukları,şüphe götürmez bir gerçektir.
1699 yılında II.Viyana Kuşatmasının ardından kurulan ''Kutsal İttifak''(Avusturya-Lehistan-Venedik-Rusya),İslam'ı ve müslümanları düşman görmekteydi.Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başlatılan taarruz,yüzyıllarca Sakarya Meydan Muharebesi'ne kadar sürdü.Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile fiilen sona eren Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından İslam egemenliği bitmiştir.Yüzyıllarca İslam egemenliğini tarihten silmek isteyen batılı güçler,bundan sonra kendi elleriyle İslam'ın gücünü dünyada yeşertecek değildir.Onlar ancak kendilerine kukla olacak bir İslamiyet'in yayılmasını ve güçlenmesini isterler.Kendisini müslüman olarak adlandıran herkes,ABD'nin yarattığı bu İslam modelinin tuzaklarını görmeli ve ona göre hareket etmelidir.Şu anda islami fikirlerin Yakındoğu'da yükselişi,özgücün etkisi ile değil;ancak batılı emperyalistlerin desteği ile meydana gelmektedir.Anlaşılmalıdır ki,güçlenen İslam modeli,Hz.Muhammed'in değil ABD'nin İslamiyetidir.Dine karşı aşırı duyarlı ve dindar kimseler, anlatılan islam modellerinin arkasında emperyalistlerin olduğunu idrak etmeli,ABD'nin ve Batı'nın İslamiyetinden olabildiğince kaçınmalıdır.

Yasin ŞAHİNER


Kaynak
Sen ne kadar bilirsen bil,Senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.
Kullanıcı küçük betizi
sessiz sedasız
Üye
Üye
 
İletiler: 988
Kayıt: Cum Mar 28, 2008 1:55
Konum: istanbul

Re: İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İletigönderen Türk-Kan » Sal Ara 01, 2009 14:28

Resim
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: İslam, "Abdestli Kapitalizm" Üretmek İçin Değildir

İletigönderen ugursurmeli » Prş Ara 30, 2010 1:16

Elbette İslam "Abdestli Kapitalizm" üretmek için değildir. Yeni dünya düzeninde buna ihtiyaç varsa, "Abdestli Kapitalizm" nasıl üretilir? İslamı ılımlı islama çevirerek!!! Nurcular da buna balıklama atladı tabii. Bahailer mi desek ya da? Aklıma iki ayet geldi;

"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Allah, zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz."

"Kalplerinde hastalık olanların, "Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz." diyerek onların içine daldıklarını görürsün.Olabilir ki Allah, bir fetih yahut katından bir buyruk getirir de bunu yapanlar, benliklerinde sakladıkları şeye pişmanlık duyar hale gelirler."


Maide 51-52
Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Mustafa Kemal ATATÜRK
Kullanıcı küçük betizi
ugursurmeli
Üye
Üye
 
İletiler: 80
Kayıt: Cum Eki 22, 2010 16:30
Konum: Bursa


Şu dizine dön: Dinimiz İslam

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x