Ortaçağ’da Kilise, Hristiyanlara şu inançları benimsetiyordu: Kilise kan dökülmesinden nefret eder, o nedenle anatomi uygulamalarına ve otopsi yapılmasına karşıdır. Ölülerin dirildiği gün gövde bütünlüğü olmalıdır. Otopsi yapılırsa, dirildikleri gün parçaları bir araya gelemez... Hastalık, Tanrının insanlara günahlarından dolayı verdiği bir cezadır, aşı yaptırarak cezayı etkisiz kılmaya çalışmak, Tanrıyı kızdırır; bu nedenle aşı yaptırmamak gerekir... [1]
O çağda böylesi inançlarla donatılan Avrupa’da, Tıp Bilimi’nin de diğer bilimlerin de gelişmesi olanaksızdı. Oysa aynı yıllarda, İslam toplumlarında bilimin bütün alanlarında olduğu gibi, Tıp Bilimi’nde de buluşlar yapılıyor ve cerrahi dev adımlarla ilerliyordu. Örneğin, Müslüman bilgin El-Biruni, Edinburgh Üniversitesi kütüphanesinde bulunan “Al-Athar al-Baqiyah an al-Qurun al-Khaliyah” adlı elyazması kitabında, 914-943 yılları arasında yaşamış olan Ahmad Ibn Sahl’ın, hamile olan annesinin ölümü üzerine, sezaryenle ölmüş annesinin karnından çıkartılarak yaşatıldığını anlatıyordu. Bu elyazması kitapta, sezaryenin nasıl yapıldığını görüntüleyen bir minyatür de vardı. Bu minyatürde, 4 erkek doktorun, hamileyken ölmüş annenin karnını yararak bebeği çıkardıkları an gösteriliyordu.
932-942 arası doğmuş ve 1020-1025 arası [2] ölmüş olan şair Ebu’l Kasım Fahruddin Firdevsi, 1010’larda yazımını bitirdiği “Şahname” adlı yapıtında kahramanlıklarını destanlaştırdığı Rüstem’in nasıl doğduğunu anlatıyordu. Hamile anne, sağdı; bebek Rüstem, annenin karnı yarılarak çıkartılmış ve böyle dünyaya gelmişti. Nüshalarından biri Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde H 1479 no’da bulunan Şahname’de, bu doğum, bir minyatürle görselleştirilmiş: Üç erkek doktor sezaryeni gerçekleştirirken, çevrelerinde başları açık yedi kadın da olayı izliyor...
Biruni’nin “Al-Athar”ında sezaryenle doğum sahnesi.
Firdevsi’nin Şahname’sinden sezaryenle doğum sahnesi.
O yüzyıllarda Müslüman doktorlar, insanın iç organlarını da incelemişler ve edindikleri bilgilerle pek çok hastalığı iyileştirmeyi başarmışlar. Bununla ilgili ilk kitaplardan biri 1390’larda Mansur ibn Muhammad ibn Ahmad ibn Yusuf ibn Ilyas’ın “Tashrih-i Badan-i İnsan” (İnsan Bedeninin Teşrihi / Açılması / Otopsi) adlı yapıtı. [3] Bu kitapta tepeden tırnağa iç organların çizimleri yer alıyor, kemik yapısı, sinir yapısı, kan dolaşımı ve organlar tek tek incelenerek bilimsel açıklamalar yapılıyor.
Mansur İbn Muhammad’ın “Tashrih”inde iç organları sinir ağını ve kan dolaşımını gösteren çizimlerden biri
Al-Haytam’ın “Kitab al-Manazir”inde gözün ve göz sinirlerinin yapısı.
Kamal ed-Din al-Farisi’nin “Tanqih al-Manazir”inde optik çizimleri.
Dahası, 965-1040 yılları arasında yaşayan Abu Ali al-Hasan ibn al-Hasan ibn al-Haytham, 1011-1020 yılları arasında yazdığı “Kitab al-Manazir” (Görme Kitabı)’nda, gözün kesiti, gözün yapısı, göz sinirlerinin beyinle bağlantısı, görme olgusunun nasıl gerçekleştiği gibi konularda tıpta devrim olarak nitelenen buluşlarını yayımlamış; onun izinden giden Kamal al-Din al-Hasan al-Farisi de 1310’lara tarihlenen “Tanqih al-Manazir li-dhawi al-absar wa al-basair” adlı kitabında, Haytham’ın daha önceki buluşlarını geliştirerek yeni buluşlar yapmıştır.
Birinci basımı ondört yıl önce yapılan “İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü” (17. basım, 2013) adlı kitabımda, Müslüman bilginlerin yalnızca yukarıda örneklediğim tıp / cerrahi alanındaki buluşlarını değil, diğer bilim dallarındaki buluşlarını da, özgün elyazmalarından tıpkıbasımlar vererek anlatmıştım. Avrupa’nın “Aydınlanma”sının, “Bilimsel ve Teknolojik Devrimler”inin, Müslüman bilginlerin buluşlarının çeviri yoluyla Hristiyan Avrupa ülkelerine girmesi ve Kilise’nin yasakçı tutumunu değiştirmesinden sonra gerçekleşebildiğini, bu kitabımda somut belgeleriyle ortaya koydum.
Hâl böyleyken, 6 Ağustos 2013 günü, bir Bakanımız, gazetelerde “Müslüman Ülkeyiz, Bizden Mucid Çıkmaz” başlığıyla yayımlanan demecinde şöyle diyordu: “Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor. Şimdi Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız, insanlarımızı çok daha iyi yetiştirmek zorundayız. Öyle kalem efendisi değil. Çocuklarımıza, evlatlarımıza sahip çıkacağız. Eğer biz çocuklarımızı iyi yetiştirirsek kalem efendisi değil, ara teknik eleman, üniversiteyi bitiren, teknolojiyi iyi kullanan, bilgisayar bilen ve lisan bilen, dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan, çok kaliteli gençler olarak yetiştireceğiz.”
Sözlerinin tepki çekmesi üzerine bir açıklama daha yapan Bakan: “Yaptığım konuşmanın bütününü dikkate almadan ‘Biz Müslümanız bizden mucit çıkmaz’ şeklinde bir değerlendirmeye varılmasını, iyi niyetle bağdaşmayan yaklaşımlar olarak değerlendiriyor, bu millete ve bu dine mensubiyeti bir övünç kaynağı olarak gören ve bunu her platformda dile getiren birisi olarak bu türden yakıştırmaları reddediyorum.” diyecekti.
Bin yıla yakın bir süredir, Müslüman toplumların bilim ve teknoloji (yapım-bilim, üretimbilim) alanlarında ve yerli üretim alanında büyük bir gerilik içine sürüklendiği çok acı bir gerçektir. Ancak bu durum “Müslümanlık” tan kaynaklanmıyor. Bütün bilimlerin kökeninde, nesneyi inceleyip onun yaratılmaya nasıl başlandığını anlama çabası vardır. Kur’an’da Ankebud Suresi’nin 20. ayetinde; “Yeryüzünü gezin inceleyin, Tanrı’nın yaratmaya nasıl başladığını görün” buyruğu vardır. Bu ayetle Müslümanlara bilimsel amaçlı deneysel çalışmalar yapma buyruğu verilmiştir. Pek çok ayette de “aklınızı kullanın” buyruğu geçmektedir. Ortaçağda bilimin öncüsü olan Müslümanların sonraki yüzyıllarda adım adım Batı’dan bilim dilenir duruma düşmüş olması, çok acıdır. Neyse ki, Cerrahi alanında, yüzümüzü ağartan en az bir örneğimiz var...
Dipçe:
[1] Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, Otopsi y. 17. basım, sf. 246 vd.
[2] Firdevsi, C. Huart’a göre 932, H. Ritter’e göre 940-941, J. Mohlda’ya göre 941, N. Lugal’a göre 932-937 yılları arasında doğmuş ve yapıtının yazımını 1010 yılında bitirmiştir.
[3] U.S. National Library of Medicine - One of the two copies now at the National Library of Medicine is the earliest dated copy of Mansur ibn Ilyas’s illustrated anatomy.
[1] Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, Otopsi y. 17. basım, sf. 246 vd.
[2] Firdevsi, C. Huart’a göre 932, H. Ritter’e göre 940-941, J. Mohlda’ya göre 941, N. Lugal’a göre 932-937 yılları arasında doğmuş ve yapıtının yazımını 1010 yılında bitirmiştir.
[3] U.S. National Library of Medicine - One of the two copies now at the National Library of Medicine is the earliest dated copy of Mansur ibn Ilyas’s illustrated anatomy.
Cengiz ÖZAKINCI, “Bütün Dünya”, Şubat 2014
cengizozakinci@butundunya.com.tr