İSTANBUL SEÇİMLERİ
Son yıllarda neredeyse her yıl bir seçim yapıldı. Seçimlerle, Anayasamız değişti, yönetim biçimimiz değişti, yargımız, kamu düzenimiz, eğitimimiz, kamudaki giyim kuşamımız, akla gelen her durumumuz değişti. Seçimle, sandıkla, belli edilmeden karşı devrim, engelsiz bir bir gerçekleşiyordu. Ta ki son yerel seçimlere kadar.
Ne olduysa, nasıl olduysa, son yerel seçimlerde neredeyse tüm büyük kentler 17 yıllık iktidarın elinden alındı. Uzun yıllardan sonra başkent Ankara özüne döndü. Hele hele İstanbul’un alınması inanılmaz bir durumdu. Topluma umuttu. Yılların kötü gidişinin birden ters yüz olmasıydı, akıllanmaktı, uyanıştı, kıpırdanıştı...
Doğal olarak buna izin verilemezdi. İşler bu kadar kolaylaşmışken, ülkemizin yeni yönetim biçiminin, geleceğinin tüm alt yapısı bitmişken, toplum yıllardır BOP eşbaşkanlığıyla bu değişime hazırlanırken...
Kurtla kuzu masalının bir benzeri bu çağda gündemdeydi. Kurt: “Seni yiyeceğim, suyumu bulandırdın!” diyerek kuzuyu yiyecekmiş. Kuzu: ” Nasıl bulandırırım? Ben akan suyun alt yanındayım.” diye kendini boşuna savunurmuş. Kurt: “Anlamadın mı sersem! Suyu ister bulandır ister bulandırma, bunlar bahane, seni yemeye niyetliyim.” deyinceye, kuzuyu bir lokmada yutmak için ağzını açıncaya kadar, anlamamış kuzucuk başına gelecekleri. Kendini savunur dururmuş.
Olanları bir anımsayalım:
31 Mart seçim gecesi iktidarın İstanbul adayı, sayım sürerken, bir kaç bin oy farkla seçimi kazandığını ilan ediyor, aynı gece İstanbul sokakları, aynı adayın teşekkür afişleriyle dolduruluyor.
Burada aynı anlarda, devre dışı, alışılmadık bir durum ortaya çıkıyor. İstanbul’un CHP adayı direniyor. Seçimlere asılıyor. Geçen yılki başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, yapıldığı söylenen onca seçim hilesine, son anda mühürsüz oy pusulalarının nasıl bir akıldışılıkla geçerli kabul edilmesine aldırılmadan “Adam kazandı!” diyen, ortadan yitip giden yok. Genç başkan adayı, ekibiyle sandıkların başını bırakmıyor ve sonuç: Ekrem İmamoğlu seçimi kazanıyor. Bileğinin gücüyle, o kadar zor koşullarda...
Böylece 24 yıllık kesintisiz saltanat, İstanbul’un hep aynı zihniyetin partisiyle yönetilme süreci sonlandırılıyor. İstanbul’la belli yeni bir yola girilecek. Saltanat sarsılacak. Çeyrek asırlık karşı devrimin yayılma eylemi, yandaş besleme dönemi son bulacak. Çağdaşlık, Atatürk Cumhuriyeti’nin yönetim anlayışı, halkçılık yeniden geri gelecek...
Durum öyle açık ve seçimin kazanıldığı öyle kesin ki, bir an beklemeksizin yeni başkan ertesi günü Anıtkabir’e çıkıyor, Yüce Önderimizin huzurunda, ailesiyle saygı duruşunda bulunuyor, Anıtkabir defterine “Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk” diye seslenerek o unutulmaz sözleri yazıyor:
“Bugün manevi huzurunuzda 1919 yılında başlattığınız Kuvay-i Milliye ruhunun yüzüncü yılının içersinde aynı ruhla, 21. yüzyılda fikri hür vicdanı hür nesiller olarak; akıl ve bilimle cennet vatanımızın en güzel şehri İstanbul'a tüm tarihi birikimi, maneviyatını koruyarak milli unsurlarından asla taviz vermeden hizmet edeceğime söz veriyorum. Saygılarımla.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı”
Hepimiz şaşkınız. Ne oluyor? Bunlar ne kadar özlediğimiz güzel şeyler... Hele sona eklenen, TBMM’nin simgesi, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” sözü, Meclis’in eski işlevini yitirdiği günümüzde ne çok hoşumuza gidiyor.
Oysa, İstanbul için iktidar planları bambaşka olmalıydı, İstanbul’u kaybetmek akıllardan geçmiyordu. Kolay değil belediyede 24 yıllık değişmez başkanlık, değişmeyen aynı yönetim. İstanbul’un belediye başkanlığıyla başlayan, arkası gelen bugünkü iktidar süreci... Kayırmacı yönetim, inşaatla kalkınmayı düşünen, üretimi bitiren anlayış... Cumhuriyetin fabrikalarının satılması, devletin kurumlarının tek tek değiştirilmesi, eskiye dönülmesi...
İstanbul’la ne yapılacağı, gelecek planları, ta üç yıl önce Haziran 2016’da, iktidarın danışmanlarından jöleli adıyla ünlenen gazetecinin ağzından şöyle duyuruluyordu:
"Balkanlar Türkiye'ye doğru dönüyor. Balkanlar bu coğrafyanın merkezine dönüyor. Yunanistan'da Romanya'da Bulgaristan'da halk Osmanlı’yı da çok iyi bilerek İstanbul’dan nasıl yönetilirizi konuşmaya başladı. Ortadoğu’da, Afrika’da bu konuşuluyor...”
Akıllar uçmuş, kapanan bir devri açmaya çalışma, Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuş ulus devlet yapılı çağdaş Cumhuriyetimizi yok sayma...
Yunan başbakanı bile, geçen yıl, alışıldık yolu takip etmiyor, Ankara’yı ziyaret etmeden, Anıtkabir’e gitmeden İstanbul’dan ülkemizdeki resmi devlet gezisine başlayabiliyordu.
Böyle umarsız günlerde hiç bilmediğimiz, adını duymadığımız biri birden ülkeye umut oluverdi. Seçildi. Durumdan şaşkına dönenler, oyları saydıra saydıra bitiremiyor. Genç başkan, hepsine direniyor, kendinden emin, sinirlenmeden, ortalığı kırıp dökmeden, Batılı liderler gibi konuşuyor. Partisiyle değil, ilkeleriyle, kentine vereceği hizmetiyle, kendini adadığı evrensel değerlerle ortada.
On dokuz günlük görevinde, açılım yıllarında kaldırılan Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi TC harflerini diğer ulusalcı başkanlarla birlikte seçildiği başkanlık binasının alnına yeniden çaktırmaya kalkması az buz şey miydi?
Ya seçimlerin bir türlü sonlanamaması, haftalar süren o gülünç sayım süreci. İş geçersiz oyların yeniden yeniden saylmasına kadar gittiydi. Bir kaç oy fark yakalasalar, seçimi kazanır gibi olsalar, anında bu seçim sayılacaktı, iş o gün bitecekti.
Ama bitemedi. Çünkü ne yapılsa edilse aradaki farkı azaltamıyorlardı. Ekrem İmamoğlu seçimi kazanmıştı. O zaman mecbur görevi verdiler. Arkasından da kimseyi inandıramadıkları bir gerekçeyle seçimi saymadılar, seçim yenilenecek dediler.
Sandık kurullarının bazı üyeleri yasaya uygun seçilmemişlermiş. Seçim yenileniyor ama bu üyelerin yerine yenileri getirilmiyor. Düzen aynı kalıyor. Sonra, aynı sandık kurullarının yönettiği ilçe seçimleri geçerli sayılıyor, il seçimi ise sayılmıyor.
Bu konuda en güzel yazıyı Ümit Kocasakal yazdı iki gün önce. Kanımca, o yazının üstüne eklenebilecek tek söz yok. Şu başlıklarla saymış yapılanları, yapılmak istenilenleri:
"Evet "siz" yaptınız, yine "siz" yaparsınız!"
Bunlardan birini alıntılarsam:
“- Kurumlar ve kurallar bütünü olan devleti siz çökerttiniz. Liyakati ve ortak aklı devre dışı bırakarak devleti adeta kabile yönetir gibi siz yönetmeye kalktınız. Siz yaptınız, yine siz yaparsınız!”
Seçime tam bir hafta kaldı. Seçilmiş başkan yeniden seçime girecek. Nedendir, hangi ihtiyaçtandır bilinmez her iki aday, yarın akşam TV’lerde karşı karşıya gelecekler, canlı yayında konuşacaklar. Biri 24 yıllık sürecin adayı, ne yaptıkları ne yapacakları belli bir görüşün, yani iktidarın adayı, diğeri uzun yıllardan sonra ilk kez duyduğumuz çağdaş, bölmeyen, birleştiren, ulusalcı bir ses.
Ne diyorlar bu son TV yayını için iktidar tarafından:
“ Bu tartışma son bir haftaya çok ciddi ışık verecek.”
Şimdiye dek ışığı görememiş olanlara, akla karayı ayıramayanlara olmalı bu sözler.
Düşünen, gören, yüreğinde memleket sevgisi olanlar neyin ne olduğunu zaten biliyorlar.
Ne saçma sapan yakıştırmalara, ne yandaş basın yayının akla ziyan karalamalarına inanır onlar... Hem, bu yayını izlemek niye önemli olsun?
Amerikan başkanlık seçimi mi bu?
Hiç bilinmeyen iki aday mı kondu karşınıza?
Görünen köy klavuz ister mi?
Kör müsünüz yoksa?
Feza Tiryaki, 15 Haziran 2019