İYİ İYİ, ÇOK İYİ

İYİ İYİ, ÇOK İYİ

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Mar 22, 2015 0:30

İYİ İYİ, ÇOK İYİ


Akşam Emine Ülker Turhan’ı dinliyoruz. Sevimli bir sınıf öğretmeni gibi. Her daim dağınık olan saçlarıyla dalgın profesör tipini andırmıyor da değil. Alıştığımız siyasetçilere benzemiyor. Güleç yüzüyle soruları yanıtlıyor, sivri bir şey demeden, ortalığı yatıştırıcı sözlerle söyleşiyi sürdürüyor: “Ülkeyi yönetme organının başı… Bir süre daha yönetecek gibi görünüyor.” Ardından dediği şu söz, kimedir, neyedir? “Kişiliğiyle ilgili bir şey demiyorum, çok iyi bir insan olabilir…”

Tüm siyasetçilerin en zayıf noktası, hepsinin göbekten bağlandığı, aklın durduğu, mantığın yittiği bölücülüğü konuşmaya gelince sıra, denilenler:

“Çözüm sürecinin, sorun sürecine dönüştüğü çok açık. PKK silah bırakmaz. Silah bırakmayan bir örgütle masaya oturmak çok lâzımdı.” Sözün burasında bir şeyi iyice anlıyoruz. Beyinler, olmayan bir şeyi çoktan benimsemiş. Ülkemiz pazarlık masasında. Buna alıştırılıyoruz.

Kürt diye bir halk varsa dilleri de olmalı. Niye iş dile gelince, Sorani, Zazaki, Kurmançi… diye parçak pürçek oluveriyorlar. Hani Kürtçe? Hangisi Kürtçe? Hepsiyse böyle dil olur mu, bir yamalı bohçaya, birbirini anlamayan ağızlara ortak ad verilir mi?

Sözlerini şöyle sürdürüyor, Kral Çıplak’ta, Mustafa Mutlu’nun karşısında, Anadolu Partisi’nin başkanı:

“Biri kürt sorunu yoktur diyor, diğeri başkan olmasına izin vermeyeceğiz, diyor. Aslında AKP’den kayma ihtimalini orada tutuyor, Kürtlerin oylarının HDP’de durması için. Her seçim öncesinde ateşkes ilan eden PKK kime hizmet etti?(…) Meclise artı bir parti girmesi halinde, AKP’nin diktatörlüğü yıkılmasa da sarsılacaktır.”

Tam ne oluyor, bu iktidarı yıkmaya kimsenin niyeti yok mu, bu nasıl iştir diye durumu anlamaya çalışırken konu eğitime geliyor.

Emine Hanım, eğitimin şu anki durumunu eleştirirken kendi düşündüklerini, örnek öğrenciyi anlatıyor, iyi Türkçe bilmeye, “ iyi yabancı dil bilme”yi de ekliyor.

Burada yine takılıyoruz. Neden iyi yabancı dil bilecek? Kendi dilini konuşamayan, kendi diliyle derdini anlatamayan, düzgün yazı yazamayan kuşaklara neden yabancı dil öğretilecek?

İyi yabancı dil bilmek. Neden? Neden herkes yabancı dil bilecek? Hem de iyi bilecek? Bu bilgisini nerede kullanacak?

Sıradan bir yaşam sürecek vatandaşa yabancı dil ne getirecek? Nesinden yararlanacak? Büyükbaş, küçükbaş hayvan mı bu yabancı dil denilen şey? Etinden sütünden yararlanılacak… Yetmeyecek derisinden, yetmeyecek, tırnağından…

Bir yabancı dil sözü tutturmuşuz. Ad üstünde yabancı dil. Yaban. Başka. Elin, senin olmayan. Yabancı dil derken denilen dil İngilizce. Bunu da belirtmeliyiz. Sömürgecilerin sömürge dili.

Hadi okullarda, çocuğun kulağı alışsın, duyunca şaşırmasın diye derslerde öğretirsin bir yabancı dili. Yani İngilizceyi. Daha ilerisini meraklısına, bunu meslek seçene öğretirsin. Herkese iyi bir yabancı dil neden gerekli?

E… bunun öğretmeni var. O da ekmek kazansın. Bunun kitabı var. Yayıncılar ekmek yesin. Sonra bunun sınavı var. Okullarda bir şeyler öğretiliyor gibi görünsün, okuyanla okumayan ayrılsın, derseniz, tamam… Bunun dışında ömrü boyunca yabancı dil kullanmaya gerek duymayacak, ülkesinde yaşayacak, kendi devletinin kanatları altında ömür sürecek vatandaşa yabancı dil neden öğretilir? Neden dayatılır? Yabancı dile neden bunca değer verilir?

Bu akıl yitiminin sonucunu da alıyoruz, hiç gecikmeden.

İpin ucu kaçarsa, yabancı dil hayranlığı bir yaşam biçimine dönüşürse, olanlar olur. Tıpkı bugün olanlar gibi. Kars Üniversitesi’nde, Rus bayramı kutlamış öğrenciler. Türk öğrenciler. Yok, haberi eksik yazdık. Üniversitenin Slav Dilleri ve Edebiyatı Bölümü’nün Rus Dili ve Edebiyatı öğrencileri. Rusların, Türklerin Nevruz bayramını andıran “Maslenitza” bayramı imiş aynı zamanda bugün. Bu bölümün Türk öğrencileri kendi bayramlarını (Yeni Gün-Ergenekon’dan Çıkış) bölücülere, bölücülük gösterileri yapsınlar, lastik yaksınlar diye bırakıp, Rusların Nevruz ‘unu, yani Rus’un bayramını, Rusça adıyla kutlamışlar. Neden? Dillerini öğreniyorlar ya. Yabancı dil öğrenimi böyle bir şeydir işte. Kendi kimliğini bırakıp başka kimliğe kolayca girersin eğer eğitimini doğru ellerden almazsan. Kendi dilini kültürünü ilk sırada tutmazsan, geriye itelersen, önem vermezsen. Gazete şunu da eklemiş habere:” Uzun yıllar Rus işgali altında kalan Kars’ta öğrenciler Rusça şiirler okuyup şarkılar seslendirdi.”

Tam bunları düşünür yazarken, gençlerimizin durumuna üzülürken, siyasetçilerimizdeki bu algı tutsaklığına, iyi yetişmiş kişilerin bu kadar az oluşuna, aydın geçinenlerdeki aymazlığa, boyunduruk altına girilmeye duyulan hevese isyan ederken, evde bir yayın açılıyor. Adı Uzay’mış. Aman Tanrım uzaylılar eve girmezler mi anında?

Üstü, gülünç, çok renkli giyimli, şişman kaba görünüşlü, çenesi çift çene bir kadın (çekimi yandan yapılmış, çeneyi bu yüzden tam böyle görüyoruz), incecik şirret bir sesle bir kâğıttan, bebek gibi heceleye heceleye bir şeyler okuyor. Canlı yayınmış. Televizyonlar buraya bağlanmış. Yazıyı bırakıp kalkıp bakıyorum ekrana. Sağ üst köşede Diyarbakır yazıyor. Meydan. Gürültü patırtı gırla gidiyor. Güdülmüş, toplanmış, terör örgütü kıskacında bir sürü üst üste yığılmış insan…

Kadın okudukça, bir sürü bildiğimiz Türkçe sözün arasına, Arapça, Farsça, Ermenice, Rumca, Rusça… sözler karıştırdıkça, arada bu sözcük karmaşasına, iki üç “je”li “jö”lü söz uydurup ekledikçe, böylece bize, dünyaya, kendisine, bir yabancı dilde konuşuyor havası verdiğini sandıkça, bir de ses tonunu adam döver gibi yükselttikçe, bizi almaz mı bir gülme? Evde önce yavaştan sonra sesli, en sonunda yerlere yatarak bir gülme krizine yakalanmaz mıyız?

Terör örgütünün, eli kanlı hapisteki başından gelen mesajmış bu okudukları meğer. İmralı’dan Nevruz mesajı yazmışlar en üstte televizyonda. Bir adamız durduk yerde, bir yönetim sanı sayılıyor. Eskiden Çankaya’dan mesaj denirdi Cumhurbaşkanları mesajlarına. Şimdi Saray’dan duyuruldu deniyor. Ömür boyu hapis yatacak hükümlüye de san olarak, “İmralı” adı verildi. Ak Saraylı, Huber Köşklü der gibi… Kurban olmalı bu akla, bu fikre. Hey yavrum hey!

Bunlar höykürürlerken olmayan dilleriyle, dünyayı kandırmak adına kâğıttan bir şeyler okumaya çalışırlarken, katil başının bölünme sözlerini bu kadar kabararak, haşırdayarak okurlarken; buna izin verilmesine, gördüklerinize, gözlerinize inanamıyorsunuz. Ülkemizde Türkçeden başka dil varmış, orada toplatılanlar Türkçe anlamıyormuş kandırmacasına sarılmışlar. Meclisten aylık alan milletvekili sanını taşıyan biri olmalı bu okuyan kişi. Yüzü tanıdık. Her taşın altından çıkan bir avuç kişi zaten onlar. Şaka gibi derler ya, inanılmaz durumlara, aynı öyle bir durum. Çeşme başında kavga eden kadınların duruşuyla, insanın içini kaldıran o tiz sesiyle kabarırken bu kadın gibiler, arkalarına yayılmacı Batı’yı, bölge jandarması İsrail’i almış horozlanırken bu bölücüler, nasıl gülünç göründüklerini bir bilseler…

Çatışmalı süreçten barışın olduğu sürece giriyorlarmış. Duyan da sanır ki çatışmalı süreç dedikleri ağız kavgası. Veya örgütleri terör örgütü değil, bir ayrı devletleri, orduları varmış da, Türk ordusuyla savaşmışlar. Yaptıkları, terör, pusu, saldırı, mayın koyma, patlatma, otobüs yolcularını indirip kurşuna dizme, köy basma, yakma, bombalama… değilmiş gibi. Anayasal vatandaşlık içinmiş bunlar. Yani bölünmek için. Ne ağalarından dertleri var, ne iş istiyorlar, ne aş. Bölünme anayasası çıktı mı karınlar doyacak.

Gizli gizli bunlara (bölücülere) iktidar yardımı da yağıyor… Bugün ihanetin bir yenisi eklenmiş olmayan uydurdukları dil için. Şikâyet ediyorlar. Çocuklar çizgi film seviyorlarmış, bu yüzden Türk çizgi filmleri izliyorlarmış. Okula gitmeden Türkçe öğreniyorlarmış, olmazmış böyle şey. “Kürtçeye” sorumlulukları varmış. Bu nedenle o olmayan dillerinden (yerel ağızlardan, adını da demişler, Kurmançi, Zazaki) ) bir çocuk kanalı açılıyormuş. Çocuklar Türkçe öğrenmesinler diye. İki aydır da üzerinde çalışılıyormuş. Bu olay haber değeri bile taşımıyor. Ne ilgilenen, ne, neler oluyor diyen siyasetçimiz var.

Aynı öyküdeki gibiyiz. Önce suskunduk. Sonra sızlandık. Daha sonra ağladık. Artık gülüyoruz… Hem de çoktandır, ağlanacak durumumuza gülüyoruz.

Bilinen öyküyü bir kez daha yineleyelim mi?

Padişah ülkenin boğazını sıktıkça, halkını bunalttıkça, hani, vezirini giyim değiştirtip çarşıya pazara gönderirmiş, “Bak bakalım devam edelim mi, halk dayanıyor mu yaptıklarımıza!” dermiş.

Vezir önceleri her çarşı pazar denetiminde aynı haberlerle gelirmiş. “Halk suskun.” Padişah: “İyi iyi, çok iyi.” diye yanıtlarmış. “Halk sızıldanıyor.” “İyi iyi, çok iyi” “Halk şikâyetçi, ağlaşıyor.” “İyi iyi, çok iyi!” Bir gelişinde vezir başka haber getirmiş: “Padişahım halk zil takmış oynuyor!”

Padişah yerinden fırlamış:

“Eyvah! İşte şimdi yandık!”

Bu günkü rezilliğe ne dersiniz gülmeyen kalmış mıdır?

Zil takıp oynayanları siz de gördünüz mü?

Feza Tiryaki, 21 Mart 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x